
Terminator: Dark Fate
Sinema tarihinin en büyük açmazlarından birisidir uzun süren seriler. Büyük bütçe, iyi oyuncular, kaliteli prodüksiyon, vizyoner bir yönetmen… Ne yapılırsa yapılsın ne kadar özenilirse özenilsin bir türlü olamıyor. Bazı filmler var öyle ki ilk iki filmi başarılı, sinemasal nitelikler açıdan doyurucu, hayran bırakan işler. Ama nedense kaçınılmaz olarak üçüncü ve sonraki adımlarda uçurumdan aşağı serbest düşermiş gibi sinema tarihinde yerlerini alıyorlar. Çoğunuzun aklına gelen film isimleri vardır ama ben bol bol örnek sayayım da en azından kafanızda başarısız girişimlere dair bir örnek canlansın
- The Godfather üçlemesi: (1972-1974-1990) İlk iki film beyaz ekranda gösterilmiş en mükemmel şeylerden birisi iken üçüncü film… Sadece ilk 2 film kadar muhteşem olmadığı için izleyicileri üzmüştür. Kendine has bir janr yaratan, büyük oyuncuların muhteşem bir senaryo ve vizyoner bir yönetmen idaresinde tarihe imza atmasına olanak veren bir tarih okuma girişimdir aslında Godfather serisi. Tarihte üç filmi de teker teker En İyi Film Oscar’ına aday gösterilen iki filmden birisi… (Diğeri Lord of the Rings Serisi. Godfather üçlemesi kadar sinemasal özgül ağırlığı olmasa da belli bir kaliteyi koruyarak final yapabilmiş nadir üçlemelerden birisidir demek isterdim ama Hobbit denen rezaleti bu seriden ne kadar ayırabiliriz emin değilim.)
- The Matrix Üçlemesi: (Yakında dörtlemesi olmak üzere) (1999, Mayıs 2003, Kasım 2003. Evet üçlemenin son iki filmi aynı senede gösterime girdi) Ufak bir tanıtım yapmadan önce 2. ve 3. filmle ilgili kafa karışıklığını ortadan kaldırmaya çalışayım: Kimse kesin olarak neden böyle olmuş bilmiyor anladığım kadarıyla. İnternetlerde en yaygın bulunan cevap ise Wachovskilerin filmi tek seferde çektiği ve Revolutions’u Reloaded’ın hemen ardından Haziran ayında gösterime sokmayı planladığı ama prodüksiyon şirketi yüzünden bu takvimin geciktiği ve filmlerin yine de kavga dövüş aynı yıl içinde gösterime sokulduğu. Üçlemeye gelirsek ilk film beslendiği kaynakları başarılı bir şekilde ekrana yansıtan felsefe satma gibi bir iddiası olmayan bazı sorulara yanıt arayan başarılı bir yapımdı. İkinci film aslında fena değildi ama ilk filmin en çok ilgi gören kısımlarını alıp üzerine bir şey eklemeden piyasaya sürülmüş haliydi. Nihilist olarak başlayan kahramanımız ikinci filmde kendisini Determinizm’in kollarına bırakmıştı bile. Orgazm eden kek, ilk filmde çok imba bir şekilde final yapan Neo’yu nerflemek için girilen saçma virajlar, uzun ve sıkıcı dövüşler, kendi popülaritesiyle saplantılı kurguya veya konuya çok az katkıda bulunan hatta yavaşlatan ve bulanıklaştıran dialoglar…. 2. ve 3. film tek seferde çekilmiş olsa da Wachovski kardeşlerin yaratıcılığı anlaşılan serinin 2. adımının ortalarına doğru tükenmiş ve sonunda başarılı bir seriyi paramparça ve bomboş bir şekilde ortada bırakmıştı.
- Spider-Man Üçlemesi: (Sam Raimi’nin çektikleri 2002-2004-2007) Sam Raimi hala iptal edilen 4. filmi hayal ededursun bu film esasında günümüzde Marvel ve DC’nin uzun soluklu projelere girişmesine cesaret verdi (X-Men serisi ile birlikte, ki o da ayrı bir hayal kırıklığıdır. Çığır açan iki filmden sonra 3. adımda çuvallamış bu kesmemiş olacak ki tekrar çekmeye yeltenip iki adet çok başarılı eserden sonra Apocalypse ile herkesi şoke etmiş yetmezmiş gibi ilk üçlemenin çuvalladığı Phoenix Saga‘yı tekrar çekmeye cüret edip daha da batırmıştı). Biraz out of character bir Spider Man olmasına rağmen sinemasal açıdan doyurucu, aksiyonu güçlü ilk 2 filmden sonra vizyona giren Spider-Man 3 kelimelerle anlatılamayacak kadar korkunçtu. Sonrasında Marvel ve Sony arasında bir sidik yarışına sahne olan sevimli semtimizin çocuğu pek kayda değer olmayan iki adet Mark Webb çevrimi ile geldi. Kesmedi Sony ve Marvel anlaştı ve MCU’da (ikisinde asıl kahraman olduğu) 5 filmle döndü ve bir adet belki de tarihin en etkileyici animasyon filmlerinden birisi Spider-Man into the Spiderverse ile tüm geçmiş günahlarını affettirdi veee sonrasında iki stüdyo arasındaki hülle bozuldu, hepsi boşa gitti. Sadece başka Spiderverse filminin gelmeyecek olması bile bu anlaşmazlıkta parmağı olan herkesin ebediyen cehennemde yanması için yeterli bir sebeptir.
Liste o kadar uzun ki… Alien (ilk iki film kendi janrlarında en iyilerinden, 3. film eh 4 5 ve 6 rezalet), Back to the Future (ilk 2 başarılı ama serinin 3. filmi çok açık veren konuyu iyice dağıtan bir iş), Robocop (ikonik bir ilk film ama bu defa batırmak için 3. filmi beklemeden Robocop 2den itibaren her şeyi mahvedilen bir franchise) Jurassic Park (Robocop ile aynı kaderi paylaşan bir seri daha, hatta sonra bu kesmeyince Jurassic World’de de aynı şekilde yaptılar.) Star Wars konusunu ise sonradan girmek üzere burada hatırlatıp geçeyim. Gelelim 6 filmlik Terminator serisine.

70/00, yarattığı efsane ile münakaşaya girmeyen mütevazi bir yapım
İlk film aslında iyi olsa da her yönüyle buram buram jenerik bir 80’ler filmi. Ama tabi ki kadrosu ile birkaç gömlek yukarıda. Schwarzenegger’in kendisine John Connor rolü biçilmesine rağmen Terminator olmakta ısrar etmesi hem onun kariyerine hem de sinema tarihine etkisi inkâr edilemez. Sonra 90lı yıllarda çekilen Terminator 2: Judgement Day var. Tarihin en iyi aksiyon filmleri sıralamasında her daim ilk 10da yerini koruyacak bir film. Aslında ilk filme dialoglar, konu akışı, çekim planları vs çok benzerlikler olsa da ekip ve oyuncular her şeyi bambaşka bir seviyeye ulaştırmışlar. Her haliyle benzersiz, kamera arkası detaylarını öğrendikçe ne kadar az sevdiğinizi öğreneceksiniz (sadece film sonlarına doğru fabrikadan hemen önceki araba kovalamacası sahnesinde Arnold’un dublörü Peter Kent’in harika işini düşünmek bile tüyler ürpertici! Adam gerçekten o sahnede hareket eden tırın üzerine çıkıyor!!) 3. film iyi oyunculuk- vasat altı senaryo- rezalet efektler. 4. film iyi efektler- kötü oyunculuk- kötü senaryo. 5. film ise… Kötü her şey… Yani o filme dair iyi bir şey bulabilmek gerçekten güç. Ve açıkçası serinin 5. filmi Terminator: Genisys sonrası artık serinin tamamen tükendiğine, bir daha bu evrende bir şey çıkamayacağından emin olmuş gibiydim ki… 6. film duyuruldu. Linda Hamilton başrolde! Ve eski kocası James Cameron hem prodüktör hem de senaryo ekibinde!! Şu işe bakın… Açıkçası çok heyecanlanmak istemedim ama biraz ümitvardım. Tabi son kararımı beyaz perdede izledikten sonra verecektim ama yine de iyiye işaretti bunlar değil mi?
Yönetmen: Tim Miller, Deadpool ile çok sükse yapmış bir yönetmen. Şu an Joker tarafından sınansa dahi tarihin en çok hasılat yapan R ratingli filmlerinden birisi ona aitti. Ama bir türlü sette arka planda işler yapan James Cameron’un varlığını gözardı edemiyorum. Yani unutması çok zor bir şey ama bu film elbette onun filmi ve o kadar heyecanla beklenmese dahi ortaya eli yüzü düzgün bir yapım çıkartabilmiş.
Oyunculuk: Linda Hamilton ait olduğu role geri dönüyor. Nasıl Arnold ebediyete dek T-800 olarak hafızalarda yer edecekse Linda Hamilton da Sarah Connor olarak anılacak ve bu filme ait oldukları evrene geri dönüyorlar bir nevi! Ve hiç sırıtmıyorlar. Kendilerine biçilen rollerini en iyi şekilde ekrana yansıtıp filmin yükünü bir nevi üstleniyorlar. Diğer cast için o kadar başarılılar demek zor ama fena değiller.
Senaryo: Terminator: Dark Fate’e dair en sevdiğim şey (bir nevi spoiler olacak bu ama) 3. 4. ve 5. film hiç olmamış gibi yazılmış. 2 sezon yayınlanmış Sarah Connor Cronicles dizisini izlemediğim için hikaye akışında yeri neresi bilmiyorum ama bu aslında iyi bir şey! Tabi filmin başında ufak bir şaşkınlık geçiriyorsunuz ama kısa süre sonra hikayeye alışınca geçiyor bu. Yine çeşitli boşlukları var. Yani konu akışı yine 1. ve 2. filme paralel gidiyor gibi. Sonuçta iyi olanlar o olduğu için anlaşılır ama biraz farklılık olsa fena olmazdı.
Sinematografi/ Diğer: Aslında DCEU filmleri ile kıyaslarsak efektler fena değil ama filmin ilk başlarında CGI sahneler çok göze batıyor. Bazı geçmişten gelen yüzleri yerleştirme girişimleri bana komik geldi ama senaryo icabı elleri mahkummuş biraz da. Ama kamera açıları, renkler ve ses efektleri dikkatinizi dağıtmayacak bir medyanda seyrediyor. Soundtrack iyi ve beklendiği üzere klasik.
Kurgu: İlk 2 filmden bu yana bir şey değiştirmemişler. Filmi belki serinin diğer rezalet kıyısında gezinen eserlerinden ayıran budur ama elbette kalite olarak daha zayıf bir akış var. Filmin akışı boyunca belli periyodlarla önünüze sunulan sürpriz twistler yer yer sizleri tatmin etmeyebilir.
Son söz: Terminatör mitolojisinde büyük değişimler müjdeleyen bu eli yüzü düzgün film, bittikten sonra arkasından neler gelecek diye merak ettiriyor açıkçası. Biraz izlenebilir olması onu serinin Force Awakens’ı yapıyor diyebiliriz. Umarım James Cameron sonraki çıkan filmlere destek vermeyi bırakmaz. Belli ki Terminatör serisinin ona çok ihtiyacı var….
Paylaş
Yazarın diğer içerikleri

Bir Başkadır
“Türk televizyonu izlemiyorum ya. Ben hep yabancı yapım…”. Bu cümleyi ömrü boyunca bir kere kuranlar elini kaldırsın. Evet sizleri sağ tarafa alalım. Kalan okuyucular. Siz de bu kalıbı hiç kullanmamış olsanız da kesin bunu sarf eden birisini tanıyorsunuzdur. Heh. Sizi de alalım öyle. Kalanlar… Birilerinin kalmasını beklemiyordum açıkçası. Ama neyse

PRIME’da Ne İzlesek?
Ucuzluk+ Bol Çeşit Gel Vatandaaş geel Aslında kendisine bir süredir erişimimiz vardı (misal ben Eylül 2019’dan beri kullanıyormuşum) ama Netflix’in yakın zamana dek domine ettiği pazarda Prime’ın çok esamesi okunmuyordu şimdiye kadar (buraya not eklemeden de geçemeyeceğim. Netflix o kadar umutsuz ki, Yılmaz Erdoğan’ın son filmine bel bağladılar izleyici çekmek

Tenet
Tekrar merhaba sayın okurlar. Daktilo1984’te son yazımın üzerinden üç ay geçmiş. Enes’ten duyduğum kadarıyla sitenin kapısını yumruklayıp duruyormuşsunuz, kendimi daha fazla özletmek istemedim bu yüzden. O kadar çok şey izleyemedim ki bu sürede. Aslında eski filmlere sardım biraz, malumunuz sinema salonları kapalıydı. Bazı Netflix ve Prime dizilerine başlamayı denedim ama

After Life (2. Sezon) ve Upload
Online streaming piyasası hareketli bu sıralar. Amazon Prime Türkiye piyasasında çok aktif bir oyuncu değil henüz ama birbiri ardına yeni içerikleri gösterime sokuyor, takvime de yenilerini ekliyor. Netflix biraz daha kalabalık haftada birden fazla yeni içerikleri var orası kesin. Sonuçta herkes evdeyken insanların ilgisini canlı tutup müşterileri kaybetmemek en önemli.

Tiger King | The Unorthodox | Tales From The Loop
Self karantina günleri nasıl geçiyor? Online kurslar, evde spor, sevdiklerinizle daha fazla zaman geçirmek imkânı… Kesin hepiniz bu olayları hasretle bekliyorsunuzdur ve oluşan fırsatı iyi değerlendirmişsinizdir. Ben mi? 5 sene önce yayınlanmış bir youtube videosunu 38. defa izlemekle meşgulüm. “Bir şeyler izlesem de hızlıca yazıp kafamdakileri yazıya dökebilsem” dediğim dönemler

The Platform & Blow the Man Down
Ne kadar garip zamanlardan geçiyoruz değil mi? İmkanları elverenler evlere kapandı işlerini oradan halledip yaşamaya çalışıyorlar ama her şey yolunda gitmiyor haksız mıyım? Hepimizin “zaman bulursak yaparız” dediğimiz şeyler için şartlar müsait ama sürekli dört duvar arasında tıkılı yaşamaktan bunları yapacak heves bulamıyoruz. Kendi adıma konuşayım, aylardan beri kafamda dönen

Seberg
Jean Seberg (kendisi Amerikalı olmasına rağmen) Fransız yeni dalgası ile bütünleşmiş bir isimdir. Benim gibi bu akıma yabancı (ve hatta yabancı kalmakta ısrarcı) bir ismin bile kendisini bildiği döneminin en ikonik, en başarılı aktrislerinden birisidir. Şiirsel güzelliği, o dönem için farklı moda tercihleri ve oynadığı filmler ve elbette politik kimliği…

The Invisible Man
Blumhouse yine yaptı. Düşük bir bütçe ile çektiği bir korku/gerilim filminden, filmin çekimi ve pazarlanmasına ayırdığı bütçenin kat kat fazla gelir elde ettiği bir filmle daha vizyonu sallıyor şu an. 49 milyon dolar gibi (özellikle parayı hamutuyla kaldıran Disney filmlerini düşününce) alçakgönüllü bir gişe geliri elde etmiş bir filmin, toplamda

Judy
Sinema izleyicilerinin, yazarlarının çoğunlukla “Golden Age” diye tanımladığı (1910’lardaki sessiz sinema patlamasından 1950’lerin sonuna kadar olan dönem) zaman aralığı bugün bile tekrar tekrar izlenebilen, zamana karşı iyi dayanabilen filmlerin çıkartıldığı, orijinal fikirlerin henüz klişeleşip inandırıcılığını kaybetmediği bir dönemi anlatır. Teknik imkanların henüz zayıf olduğu, oyunculuğun (en azından sinema için) bir

Uncut Gems
Başarı için neleri göze alabiliriz? Etrafımızdaki insanların bizim hüsranlarımıza ve başarı vaatlerimize ne derece kanmasını bekleyebiliriz? Uncut Gems her düşüşte yere kalkmaya çalışan insanların ve onlara tahammülün bir hikayesi. Bir nebze de old school capitalism anlatısı aslında. Zenginliğe ve başarıya giden yolda mubah davranışların özet olarak sunumu ve bazen ne