[voiserPlayer]
Her yıl sonu yaklaştığında geçmiş seneye şöyle bir dönüp bakmak adettendir. Dünyadaki ve ülkedeki önemli olaylar farklı disiplinler ve öncelikler açısından hızlıca gözden geçirilir.
Türkiye‘de önümüzdeki yılın hem Cumhuriyet’in 100. Yılı, hem de Cumhurbaşkanlığı seçimi yılı olması, durumu biraz daha farklı kılıyor tabii. Zaten tüm sene boyunca toplum siyasetle yatıp siyasetle kalktı. Dolayısıyla bu retrospektif ve reflektif amaçlı özet yazıda da siyasetin ön plana çıkması kaçınılmaz.
Kaldı ki, önümüzdeki (olası) seçime “Demokrasi mi? Otokrasi mi?”, “Cumhuriyet’in sonu mu?” gibi önemli bir rejim değişikliği tercihi olacağı anlamı da atfedildi. Üstelik, hem “kutuplaşma aşağı, kutuplaşma yukarı” denile denile, hem de “biz/onlar” bölünmesi körüklene körüklene yarılmanın derinleştirilmesi, toplumdaki gerilimi çok arttırdı.
Başta ekonomi, barınma, özgürlük, güvenlik gibi temel bireysel ve kolektif konularda olmak üzere, ciddi kayıplar yaşamaya başlamış halkın endişeleri adamakıllı arttı. Muhalefetteki ve iktidardaki siyasetçilerin de oy kaygıları çoğaldıkça, paçaları iyice tutuştu.
Geri sayım hızlandıkça paniklemeler ve muhtelif ataklarla yapılan hatalar art arda birbirini izledi. Zaten, özellikle de son aylardaki bazı olaylar üzerine takvim yaprakları ikişer üçer koparıldığından, bu yıl kısa çekti. 2022’ye son noktayı “ahmak davası” koydu. Yıl, 14 Aralık’ta ve siyasette bir eski dönemle birlikte bitti.
15 Aralık’tan bu yana “Her şey çok güzel olacak” sloganı başta olmak üzere, yeni (yüz) yıla ait dilekler, hayaller, türlü türlü beklentiler, endişeler ve senaryolar hararetle konuşulmaya devam ediyor. Siyaset, sokaklar ve sosyal medya hareketlendi. Çok daha sert ve dramatik hamleler çok da uzakta durmuyor.
Fakat Türkiye siyasetinde “yeni” bir döneme gerçekten geçilebilmesi için “panik atak” yatıştırıcı hiç bir palyatif ve üstelik taban tabana zıt veya yığınla yan etkili reçetenin zerre yararı olamaz. Bunu da nihayet anlamak ve kabul etmek gerekiyor.
Demokrasi Temsilleri ve Temsilî CB
Ülkeyi yönetenlerin kullandıkları popülist siyasi taktiklerle temsili demokrasiden nasıl uzaklaşıldığına zaten uzun yıllardır tanıklık ediyoruz.
Her geçen gün ortaya çıkan türlü yolsuzlukları, kurumsal çürümeleri, ahlaki yozlaşmaları, bireysel çıkar ilişkilerini, güç istismarını ve daha fazlasını çaresizlik ve isyan duygularıyla görüyoruz.
Kısacası, temsili demokrasi temsilinin, daha doğrusu uzun bir hipokrasi oyununun son perdesinin de kapanmasını “bitti bitecek, demokrasi geldi gelecek” diye bekliyoruz.
Fakat Godot’u bekler gibi! Başlıktaki “teslimiyet” ile kastettiğim de zaten özetle bu.
Türkiye’de sürekli olarak bir toplum mühendisliğinin karşısına başka bir toplum mühendisliği çıkarılıyor. Ülke yıllardır bir vesayetten “kurtarılıp”, başka bir vesayet altına sokulmaya çalışılıyor.
Diline “demokrasi”, “özgürlük”, “çoğulculuk”, “katılım”, “diyalog”, “eşitlik”, “adalet”, “hak”, “hukuk”, “anayasa” gibi beylik terimleri, “faşizme karşı omuz omuza” sloganı gibi yıllardır pelesenk etmişlerin, bu kavramların gerçekte neyi temsil ettiklerinden ne anla(ma)dıkları ise ciddi sorunları barındırıyor.
En iyi niyetli, liyakatli, çalışkan ve üretken siyasetçilerin, danışmanlarının veya sabah akşam siyasi analiz yapanların Türkiye toplumunu bugün zaten inşa etmekte olanlardan ve daha iyisi için gereksinimlerinden “kağıt üzerinde veya sözde değil, eylemde” sanki zerre haberleri yok. Dolayısıyla bu yapılanlara da “analiz” veya “yol planı” filan demenin veya fayda beklemenin de hiç bir gereği yok.
Kaldı ki, bir “yol”dan ziyade çok yönlü ve dinamik bir “yolculuk” olan demokratikleşme serüveni, yukarıdaki ve fazlasını bu sürecin en başına koyar, sonuna değil!
Nitekim öncelikle bu gibi sebeplerle, muhalefet ittifakının 10 ay önce kurduğu Altılı Masa’yı, doğrusu daha en başından beri (ve anti-demokratik iktidar/muhalefet yandaşı veya sempatizanı olmayan biri olarak!) belki de tek kutlayamayan idim.
Üzerinde hala titizlikle çalışılan ve eklemelerle detaylandırılan GPS tasarımını algoritmik ve pragmatik siyaset açılarından da geçersiz bulduğumdan, “bir ilk” diye yüksek sesle alkışlayanlara tereddütsüz katılamadım.
Zaten tüm partilerin toplumsal temsiliyetlerinde ciddi sorunlar var. Kısacası, sivil toplumun kendilerinden çok daha gelişmiş kesimini bebeksileştirip veya edilgenleştirip yok sayan ve taleplerine yeterli yanıt üretemeyen, salt egemen eril iktidar değil.
Hala bazıları parti yönetimi kime işaret ederse tabanı oyunu ona verir diyor. Bazıları da iktidarın elinde her türlü kamusal olanaklar var, “algı yönetimi” yapıp halkı “kara propaganda” ile kandırıyor diyor.
Hepsi de en tanınmış, liyakatli danışman, siyasî iletişimci, reklam şirketi, vs. ile çalışıp, kendi “ak propaganda” retorikleri, parti programları veya kampanyaları ile oy toplayabilmek derdinde. Zaten hemen hepsinin gözleri sık sık tansiyon ölçen yüksek tansiyon hastaları gibi, fakat kamuoyu araştırmalarının birbirinden “yaratıcı” soruları ve bulgu grafikleri üzerinde.
Sahi, bu ülkeyi gerçekten kimler, hangi değer, bilgi, beceri, yeterlik ve yetkinlik ile yönetiyorlar? Türkiye nereye gidiyor?
Yeni Siyaset
Oysa, her türlü siyasi ilke ve pragmatik hesap bir yana, muhalefet partileri açısından CB ortak adayını veya TBMM çoğunluğunu kazanmanın matematiği de, kozların neler olduğu da, oyunun kurallarını ve adını koyup apaçık, mertçe oynamanın gerekliliği de bariz bir şekilde ortada idi. Hala da öyle!
Her fırsatta, aslında kartları pekala açık olan ve göz göre göre oynayan iktidara hem “yüzsüz”, “pişkin”, “ahlaksız”, “ilkesiz”, vb. sıfatlarla halka şikayet etmenin, hem de sanki mükemmel bir demokrasinin kuralları işliyormuş gibi davranmanın hiç bir anlamı ve yararı yok. Böylece, her defasında yaşanan da sadece “Şok, Şok, Şok!” Elbette bunun koyu “inkardan” başka isimleri de var ve bugüne böyle gelmemizde payı çok!
Yine hep yazdığım gibi, medyaya egemen olan ve topluma bulaştırılan “dedikodu”, “rivayet”, “duyum”, “kinaye”, “ima”, vs. meşru “uygar iletişim yöntemleri” olamaz. Bunlara dayalı spekülasyonlarla, gazetecimsilerin provokatif ve manipülatif sorularına çabuk yanıtlar vererek ve/ya onları doğrudan aracı olarak kullanarak, halka ve diğer siyasetçilere dolaylı mesaj vermek de “siyaset yapmak” değil.
Saraçhane vakası bir kez daha gösterdi ki “yeni” siyasette zihniyet ve davranış değişikliği yapması gerekenler sadece siyasetçiler ve gazeteciler de değil. Zaten sosyal medyada herkes gazeteci, uzman, bol keseden “üfürükçü” ve yorumcu!
Örneğin İmamoğlu, Kılıçdaroğlu 14 Aralık’ta Berlin’i kendisine tercih etmiş gibi ve Kılıçdaroğlu da kendisini dışta bırakılmış gibi burukluk hissetmiş olabilirler. Fakat bu olağan Ödipal “baba-oğul” dinamiklerini “hizipçilik”, “arkadan bıçaklama”, “nankör evlat”, “kulak çekme”, vb. fantezilerle yorumlayanlar ve tartışmaları ısrarla CB adaylığı meselesine çekmeye çalışanlar kendi projeksiyonlarını, yani kişisel yansıtmalarını ivedilikle gözden geçirmeliler.
İmamoğlu elbette hem iktidar için hem muhalefet için, çünkü Türkiye için “büyük lokma”. Halka kendiliğinden dokunabilen, enerjik, çevik, üretken, sahici ve esnek bir siyasetçi. Onun ve Demirtaş gibi tutkulu siyasetçilerin kucaklayıcı sinerjisine yaralı ve yorgun halkın çok gereksinimi var. Ülkenin geleceği onlarla daha parlak ve güzel olacak!
Ancak, paradokslarla kilitlenmiş ve son derece patolojik bir keşmekeşe saplanmış toplum, bu sarmaldan bugün hala tedavüldeki gibi yüzeysel ve başat tartışmalarla asla çıkamaz. Hatta tam tersine, “kazanacak CB adayı” safsatası ile zaman-enerji ve siyasi melekelerini kaybeder.
Oysa her ikisi de ve her geçen gün çok daha gerekli olacak. O halde, öncelikle eski seçmen alışkanlıklarını, “biz/onlar” dil ve düşüncesini mutlaka çöpe atmalı. İvedilikle en geniş tabanda kenetlenmeye ve asgari müştereklerde buluşup, toplumcu dayanışmaya başlamalı.
Halbuki sözde dayanışma ve demokrasi çığırtkanlığı yapanlar ise istemeyerek bilmeyerek de olsa bunun tam tersini yapıyor: “Erdoğan eğer isterse Anayasaya şu maddeyi ekler, şunu çıkarır, referanduma götürür, İmamoğlu’nu hapse tıkar, Kılıçdaroğlu’na da siyaset yasağı getirir, şunu hapiste tutar, bunu salar, HDP’yi kapatır, CHP’yi bile kapatır, vs” diyorlar.
Yani özetle, bir yandan muhalefet iktidarın gücünü azımsıyor ve gelen ayak (postal? bot? terlik? takunya?) seslerini ninni sayıyor diyerek, kimi ve ne dedikleri, ne önerdikleri belirsiz, ancak kaygılı, zaman zaman da hezeyanlı, ama bulanık ve muğlak biçimde uyarıyorlar. Fakat bir yandan da aylardır ekranlarda ve medyada günde kaç doz “otoriter demokrasi”, “rekabetçi başkanlık sistemi”, “yarışmacı başkanlık sistemi” vs. teşhisleri, CB oy ve TBMM sandalye dağılımı hesaplamaları ile sözde “siyaset analizleri” yapıyorlar.
Hangi disiplinden, ideolojiden, partiden, vs. yana olursa olsun, hiç kimse gücenmesin lütfen; tüm bunların ne “siyasî analiz” ile ilişkisi, ne de topluma zerre yararı var!
Türkiye’de tüm bireyler, özellikle de toplum bilimciler ve siyasetçiler, çağdaş siyaset anlayış, tasarım ve toplumsal pratiklerinde, çok oyunculu, çok boyutlu, çok katmanlı ve çok yönlü karmaşık demokratikleşme sürecinin dinamik ilişkisellikleri ve yöntemleri ile mutlaka ilgilenmeli ve bunları öğrenmeli. Herkes önce kendi öznelliğine, benliğine ve geleceğine sahip çıkmalı.
Farklı mantıklar ile benzer çözümlere veya aynı sorunların farklı çözümlerine birden çok alternatif yoldan ve akıl yürütmelerle gidilebileceği görülmeli.
Zaten, ne muhalefet “kazanacak lider adayını” aramakla iktidarı bulur; ne de iktidar ne kadar omnipotan (aşırı güçlü) olursa olsun, bir kişinin, partinin veya ittifakın tekelinde toplanabilir.
Ayrıca demokrasi de sandığı beklemekle filan gelmez veya oy pusulalarından çıkmaz. “Şimdi-ve-burada” yaşanarak üretilir ve yapılarak olur. Başkasına bakmadan önce ve onun niyetini, davranışlarını, vs. okumak yerine, tüm bu süreçlere gündelik yaşamda, evde, sokakta, markette, hastanede, vs. kendini katmak şart. Hele başkaları namına değil, “önce kendi adına konuşmak” zorunlu bir gereklilik.
Yeni yılda, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında “yeni” siyasete geçmek ve Türkiye’de her şeyin daha iyiye ve güzele doğru evrilmesi için tüm bu yüzleşmelerden ve dönüşümlerden kaçış yok. Ayrıca ne paniğe, ne de umutsuzluğa kapılmaya gerek var.
O halde 2023’ü daha iyi, sağlıklı, huzurlu ve özgür yaşamak ve daha demokratik bireyler/toplum olmak dileklerimle!