[voiserPlayer]
Türkiye’de yeni partilerin demokrasi oyununa dahil olmasıyla erken seçim söylentileri gündeme geldi. Yeni partilerin kimden oy alacağı, kiminle ittifak yapacağı, AKP’den ne kadar oy çalabileceği gibi konular siyaset masalarını şenlendirdi. Fakat, bir sorun var. Özellikle genç nesil, tüm siyaseti oy oranları üzerinden değerlendiriyor ve bunun dışında bir siyasi perspektif geliştiremiyor. Ne şehirleşme konuşuluyor ne dönüşen dini anlayış ne gençlerin talepleri ne de küresel gelişmeler… Tek konuşulan hangi partinin kimden ne kadar oy alacağı.
Bu noktaya elbette bir anda gelmedik. Türkiye 2014’ten bu yana neredeyse her yıl sandığa gitmek zorunda kaldı. Aşağıdaki sıralamayı hatırlasak durumu anlayabiliriz.
- 2014 30 Mart Yerel Seçimleri
- 2014 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı Seçimi
- 2015 7 Haziran Genel Seçimi
- 2015 1 Kasım Genel Seçimi
- 2017 17 Nisan Referandumu
- 2018 24 Haziran Genel Seçimi ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi
- 2019 31 Mart Yerel Seçimi
- 2019 23 Haziran Tekrarlanan İstanbul Seçimi
Her biri ölüm kalım mücadelesi havasında geçen seçimler, siyaseti esir aldı. Bu durum bir noktaya kadar anlaşılabilir. Sosyal bilimlerin pozitif bilimlere göre kesinlik derecesi olan verileri yoktur. Seçim sonuçları buna bir istisna oluşturur. Bu yüzden siyaset bilimciler ellerindeki kısıtlı “net” bilgiler arasında yer alan seçim sonuçlarını özel bir yere koyar. Seçim sonuçlarının matematiksel netliği üzerinden konuşmak güven verir. Fakat, Türkiye gençliğinin geldiği noktada siyaseti tamamen sandık sonuçlarına eşitlemesi gelecek için pek çok sorun barındırıyor.
Seçim Sandıkta Kazanılır
“Seçim sandıkta kazanılır” diye bir söz son birkaç yıldır kullanılıyor. Herhalde kastedilen seçim günü sandık başı organizasyonunun güçlü olmasının seçim sonucuna etki etmesi olsa gerek. Ama işin gerçeği seçim sandıkta kazanılmaz. Seçim kararı alındığında çoktan siyasi kamplar yerleşmiş, sosyolojik gruplar kendini tanımlamış, kimlikler çoktan benimsenmiş haldedir. Seçim süreci boyunca taktik ittifaklar ve kararsız seçmene yönelik propaganda ancak kırılma anını etkileyebilir ama ana siyasi gövdeyi etkilemez. Partiler istediği propagandayı yapsın, dededen CHP’li olan kişi yine CHP’ye oy atar, AKP’li reisçinin gideceği adres ise bellidir.
Siyaset geniş anlamıyla toplumsal sorunlara çözüm üretme müessesesidir. Ancak, tüm toplumsal sorunlar siyasetin ana konusu olamaz. Yerel birtakım talepler, tamamen konu bazlı birtakım istekler ya da devletin müdahil olmadığı alanlardaki talepler farklı şekilde dile getirilir. Özellikle sivil toplum alanı tam da buraya hizmet eder. Ancak, Türkiye’de son yıllarda sivil toplumun alanının iyice daralması ve bağımsız ana akım medyanın yok olma sürecine girmesi, insanların en ufak taleplerine bile siyaset yapma zorunluluğu getiriyor.
Türkiye demokrasi tarihi, seçim sonuçlarına ve seçilmiş hükümete askeri müdahalelerle dolu. Bu durum demokrasinin gelişememesinde başrolde yer alıyor. Bunun yanında son yıllarda yaratılan mistik ve kutsal sandık imgesi, demokratik sistemi daralttı. Sandıktan çıkana saygı duyma davranış seti, sandıktan çıkan hükümetin verdiği hiçbir karara itiraz edilemeyeceği algısına dönüştü. Tek bir konu için getirilen itiraza karşı verilen argüman “Sandık sonuçlarına saygı duyun!” haline geldi. Halbuki mahallesinde AVM yapılmasına karşı çıkan ya da çocuğunu istemediği bir okula göndermek istemeyen insanlar, sadece bir konuyu protesto ediyor demektir, parti kurup ülke çapında örgütlenip seçime girmesine gerek yoktur.
İstediğini yazamayan, istediği sivil toplum faaliyetini yürütemeyen, istediği paylaşımı sosyal medyada yapamayan, istediği derneğe üye olamayan, istediği yayını yapamayan, istediği projeyi hayata geçiremeyen özellikle genç kitle, çareyi devamlı önüne konan sandıkta aramaya başladı. İstediği hayat tarzını özgürce yaşamak ya da yazdıklarından dolayı soruşturmaya uğramak istemeyen gençler, excel tablo başında kim kimden ne kadar oy tırtıklar diye kafa patlatmaya başladı. Her bir toplumsal gerilimdeki ve krizdeki tek kriter “Hükümete oy kaybettirip kaybettirmeyeceği” oldu. Sosyal medyaya sızan bir videoyu izleyen gencin kafası şöyle çalışmaya başladı: “Bu video seçimde karşı tarafın oyunu düşürür mü?”
Muhalefet Yapmanın Farklı Yolları
Son yıllarda hükümetin belirlediği milli güvenlik sınırları, politika ve muhalefet yapma çerçevesini de daralttı. Hükümete eleştiri getiren kişinin önce vatanını milletini seven, teröre destek vermemiş, sicili temiz kriterlerini aşıp sonra konuşmaya hakkı varmış gibi bir siyasi zemin yaratıldı. Bu süreçte özellikle legal muhalefet milliyetçi-ulusalcı çizgiye sıkıştı ve bunun dışındaki eleştiriler kategorik olarak sistem karşıtı diye lanse edildi.
Bu konuşamamazlık hali özelde gençleri genelde de toplumu tek çıkış yolunun seçimde alınacak sonuçtan ibaret olduğu fikrine itti. Öte yandan hayat akıyor ve her bir gelişme toplumda yansıma bularak dinamik yeni sorunlar doğuruyor. Ama kurtuluşu sandıktan çıkan sonuca endekslemek bir nevi bir zihinsel tembellik yaratıyor. Artık toplumsal sorunlara reel ve pratik çözüm bularak çözüm önerisi geliştirmek gereksiz entelektüel bir uğraşmış gibi algılanmaya başlandı. Dolayısıyla, siyasetle ve sadece sandıkla uğraşmak, siyaseti ve sandık sonuçlarını etkileyen toplumsal dinamiklerle ilgili çalışmaları kesintiye uğrattı. Örneğin, laikliğin neden toplumun güvencesi olduğuna dair bir sivil toplum çalışması ya da yargı bağımsızlığının hangi kurumların yeniden yapılandırılmasıyla sağlanacağına yönelik bir atölye çalışması çekiciliğini yitirdi.
Ancak, toplumlar çok dinamik ve her zaman değişim içerisinde. Şehirleşme, ekonomik kaygılar, yeni teknolojiler, değişen hayat tarzları, eğitim seviyesinin yükselmesi, dış dünyada yaşanan gelişmeler, hep orta ve uzun vadede politik süreci etkiliyor. En başarılı siyasi hareketlerin ve siyasi liderlerin bu dönüşümleri iyi okuyan ve toplumdaki rüzgarı arkasına alanlar olduğu bilinir. Ancak bugün muhalefet partileri bile seçim taktiği ve ittifaklar dışında kalan siyasi faaliyetlere pek de emek harcamıyor.
Sandıksız Siyaset
Sonuçta Türkiye, son yıllarda gelen üst üste seçimler nedeniyle siyaset tartışmalarını sadece sandığa indirgedi. Özellikle gençler için siyaset, sandıkta alınan sonuçlardan ibaret olarak kaldı. Bu da parti politizasyonunu getirdi, sivil toplum ve bağımsız faaliyetleri oldukça sınırladı. Aktif siyaset yapmadan hiçbir soruna çözüm bulunamayacağı anlayışı benimsendi. Bir blog yazmak, sivil toplum faaliyetlerine katılmak, yerel kümelenmeler oluşturmak etkisiz elemanlar olarak algılandı. Halbuki seçimlere de etki eden toplumsal dönüşümler buralardan geçiyor.
Türkiye’nin özgür ve müreffeh bir geleceğe yürümesinde mesai harcamak isteyen genç kitle, siyaseti sadece sandıkta değil sivil toplum faaliyetlerinde, bağımsız medyada ve akademik çalışmalarda da aramalıdır. Yine bu kitle siyasette demokrasi ve özgürlükleri savunanlar gerçek hayatlarında da bunun sivil altyapısını oluşturacak hoşgörü, kurallara saygı, insan temelli düşünme gibi kavramların yaygınlaşmasına katkıda bulunmalıdır. Aksi takdirde seçimden alınacak güzel bir sonuç, kalıcı olmama tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Fotoğraf: Arnaud Jaegers