
Ready or Not
UYARI: Filmi izlemeden önce trailera bakmamanız tavsiye olunur. Nedense Crawl’da da aynı sorun vardı. Filmin en ilginç kısımlarını neden önceden afişe ederler anlamam.
Sinemanın tarihi konusunda çoğu kişinin uzlaştığı konulardan birisi başlangıç tarihini Lumiere Kardeşlere dayandırır. Ondan önce kamera ile hareketli şeyleri kayıt altına alıp izletmek elbette vardı ama onları ilk yapan para ödeyen bir izleyiciye kamerayla kayıt ettikleri şeyi izletip sinemanın bir endüstri ve sanat dalı olarak geleceğinin temellerini atmış oldular. 124 yıl dile kolay. İki dünya savaşı, onca ekonomik buhran, çeşitli çalkantılar, insani krizler… 124 yıl geçmiş olmasına rağmen insanlar film izlemekten hiç vazgeçmediler. Şimdiye dek çekilen uzun metraj film sayısının 500.000 civarında olduğu tahmin ediliyor. Dile kolay. Bazıları 5-10 filmi aklında tutmakta zorlanırken birisi çıkıyor karşına tüm Bolywood filmlerini oyuncuları, yönetmenleri, rejisörleri sayıyor sana (hayatımın en ilginç encounterlarından birisiydi, o arkadaşın ismini hatırlayamıyorum ama yüzü gözümün önünde hala). Ben bile sinema ve filmleri saplantılı olma derecesine sevmeme rağmen (izlediğimi hatırlamadıklarımı da dahil edersem) 1000 film güç bela izleyebilmişimdir. Artık çoğu filmi izlemeyi bitirdikten sonra kafamda benzeri 2-3 iş daha anımsatıyor kendisini karanlık köşelerden sessizce yüzeye çıkıp.

Yukarıdaki şeyleri anlatmamın sebebi artık günümüzde orijinalitenin daha ender bulunabilir bir şey olduğunu açıklamak. Nasıl antik çağlarda sadece gözlemle, doğa kanunlarını açıklayıp, element bulabilip güneş sistemini gözlemleyebildiysek çağlar geçtikçe bunların yetmeyip daha ince daha titiz araştırmaların daha uzman işi araç gereçlerin gerektirmesi eğitime ihtiyaç duyması gibi şeylere benzer bir fenomen. Eskiden daha basit planlar ve konular sinema olarak anılırken zaman geçtikçe edebiyat ve tiyatronun da işin içine dahil olmasıyla teknik, konu, anlatım olarak daha cezbedici yöntemler aranmaya başlandı. Büyük filmler çıktı. Onlarca yıl öncesinden bugüne dek sağlam bir şekilde ismini koruyabilmiş filmler esin kaynağı olmaya devam ediyorlar. Artık aynılar arasıda farklılaşmaya çalışıyor yönetmenler.
Misal bu yazının konusu olan Ready or Not… O kadar çok filmden (kasıt aramıyoruz elbette, yukarıda onca yazmamızın sebeplerini hatırlayınız) esintiler var ki… Saymaya başlayalım: Kill Bill, The Game, The Cabin in the Woods, Get Out… Daha sayılabilir ama öyle bir film ki hem kara komedi alt metinle, gizemli ve yer yer sürprizli kurgusuyla, korkutup güldürmesiyle, gore sahneleriyle ve tüm bu akla gelen büyük etkileyici filmlerle kaçınılmaz olarak kıyaslanma ihtimaline rağmen yüzünün akıyla sınavını verebiliyor.
Yönetmen(ler): Filmin yönetmen koltuğunda iki isim var. Matt Bettinelli-Olpin ve Tyler Gillett. Sadece bu film için bir araya gelmiş bir ikili değil. İlk V/H/S’te imzaları var (ki gerçekten başarılı bir korku filmdir) Southbound diye bir filmin prodüktörlüğünü yapmışlar beraber (ki film hakkında eleştiriler olumlu) Devil’s Due diye bir başka filmde de yönetmenlik titrini paylaşmışlar (ki bunun hakkında eleştiriler olumsuz). Anlayacağınız bir süredir devam eden ortalama olarak iyi işler çıkartan bir Dynamic Duo var karşımızda. Şu an vizyonda hüküm süren Joker’e kıyasla toplumsal sınıfları daha sağlam, daha içeriden ve korkmadan hicveden her anı dolu dolu sizi saran güçlü bir iş çıkarmışlar ortaya.
Senaryo: Pek otantik olmayabilir ama senaristler anlaşılan bir filmin anlatımını nasıl sade, heyecanlı ve çok yönlü olabileceği üzerine kafa patlatmışlar. Dialoglar akıllıca ve komik. Sadece bazı boşluklar var onlar da son aşamada altın makasla filmden çıkarılan bir şeyler varmış hissi veriyor ama aşırı sırıtan bir şey yok. Temelde üst sınıftan bir ailenin yeni bir aile bireyini asimile etme uğraşını anlatmaya çalışıyor film. Önceki neslin servet ve aile anlayışı ile yeni neslin olaylara bakış açısını aktarıyor.
Oyunculuk: Afişte ve trailerda azıcık dikkat etmediğim için filmde Margot Robbie oynuyor sanıyordum. Film başlayıncaya kadar da öyle sanıyordum hatta sonra uyandım. Ama tüm bunlar bir yana Samara Weaving çok etkileyici. Resmen döktürmüş. Bir peri masalından korkunun dehlizlerine olan yolculuktaki o dönüşümünü güzel aktarmış. Adam Brody üst düzey bir performans koymuş ortaya. Yan roller, figüranına dek belli bir seviyeyi tutturabilmişler.
Sinematografi/ Diğer: Köşkün iç ve dış çekimleri. İç mekan tasarımları. Çekimlerdeki ayrıntıların yansıtılması… Karanlıkta bile oyuncuların performanslarını ve çevreyi gayet iyi seçebiliyorsunuz. Dekorlar, ses efektleri ve atmosferik ve nabzınızı hızlandıran bir soundtrack. Cidden bu sıralar böyle düzgün soundtrack çok sık gelmiyor. Çoğu film geçmişten meşhur pop veya rock şarkıları karışık kaset gibi filmin arasına tıkıştırıyorlarken iyi geldi.
Kurgu: Ana hikayedeki bazı boşlukları bir yana bırakırsak çok sade ve belli bir tempoda yavaş yavaş ilerleyen bir film olmuş. Neredeyse yan hikaye yok bile diyebilirim. Esas hikaye herkesin etrafında dönüyor ve bir kreşendo sonunda zirve yapıyor. Ayrıca, herkesin zevkine uymayabilir biliyorum, Tarantino filmlerinde çok hasta olmasam da bu filmin Tarantinovari anlarına bayıldım. Hatta bana kalsa Tarantino bundan sonraki kariyerine bu ikiliye senaryo yazarak devam edebilir.
Son söz: Vizyondaki büyük bütçeli filmleri izleyip bitirdiyseniz ve çok kan görmek sizi rahatsız etmiyorsa tam sizin kaleminiz olabilir.
Paylaş
Yazarın diğer içerikleri

Bir Başkadır
“Türk televizyonu izlemiyorum ya. Ben hep yabancı yapım…”. Bu cümleyi ömrü boyunca bir kere kuranlar elini kaldırsın. Evet sizleri sağ tarafa alalım. Kalan okuyucular. Siz de bu kalıbı hiç kullanmamış olsanız da kesin bunu sarf eden birisini tanıyorsunuzdur. Heh. Sizi de alalım öyle. Kalanlar… Birilerinin kalmasını beklemiyordum açıkçası. Ama neyse

PRIME’da Ne İzlesek?
Ucuzluk+ Bol Çeşit Gel Vatandaaş geel Aslında kendisine bir süredir erişimimiz vardı (misal ben Eylül 2019’dan beri kullanıyormuşum) ama Netflix’in yakın zamana dek domine ettiği pazarda Prime’ın çok esamesi okunmuyordu şimdiye kadar (buraya not eklemeden de geçemeyeceğim. Netflix o kadar umutsuz ki, Yılmaz Erdoğan’ın son filmine bel bağladılar izleyici çekmek

Tenet
Tekrar merhaba sayın okurlar. Daktilo1984’te son yazımın üzerinden üç ay geçmiş. Enes’ten duyduğum kadarıyla sitenin kapısını yumruklayıp duruyormuşsunuz, kendimi daha fazla özletmek istemedim bu yüzden. O kadar çok şey izleyemedim ki bu sürede. Aslında eski filmlere sardım biraz, malumunuz sinema salonları kapalıydı. Bazı Netflix ve Prime dizilerine başlamayı denedim ama

After Life (2. Sezon) ve Upload
Online streaming piyasası hareketli bu sıralar. Amazon Prime Türkiye piyasasında çok aktif bir oyuncu değil henüz ama birbiri ardına yeni içerikleri gösterime sokuyor, takvime de yenilerini ekliyor. Netflix biraz daha kalabalık haftada birden fazla yeni içerikleri var orası kesin. Sonuçta herkes evdeyken insanların ilgisini canlı tutup müşterileri kaybetmemek en önemli.

Tiger King | The Unorthodox | Tales From The Loop
Self karantina günleri nasıl geçiyor? Online kurslar, evde spor, sevdiklerinizle daha fazla zaman geçirmek imkânı… Kesin hepiniz bu olayları hasretle bekliyorsunuzdur ve oluşan fırsatı iyi değerlendirmişsinizdir. Ben mi? 5 sene önce yayınlanmış bir youtube videosunu 38. defa izlemekle meşgulüm. “Bir şeyler izlesem de hızlıca yazıp kafamdakileri yazıya dökebilsem” dediğim dönemler

The Platform & Blow the Man Down
Ne kadar garip zamanlardan geçiyoruz değil mi? İmkanları elverenler evlere kapandı işlerini oradan halledip yaşamaya çalışıyorlar ama her şey yolunda gitmiyor haksız mıyım? Hepimizin “zaman bulursak yaparız” dediğimiz şeyler için şartlar müsait ama sürekli dört duvar arasında tıkılı yaşamaktan bunları yapacak heves bulamıyoruz. Kendi adıma konuşayım, aylardan beri kafamda dönen

Seberg
Jean Seberg (kendisi Amerikalı olmasına rağmen) Fransız yeni dalgası ile bütünleşmiş bir isimdir. Benim gibi bu akıma yabancı (ve hatta yabancı kalmakta ısrarcı) bir ismin bile kendisini bildiği döneminin en ikonik, en başarılı aktrislerinden birisidir. Şiirsel güzelliği, o dönem için farklı moda tercihleri ve oynadığı filmler ve elbette politik kimliği…

The Invisible Man
Blumhouse yine yaptı. Düşük bir bütçe ile çektiği bir korku/gerilim filminden, filmin çekimi ve pazarlanmasına ayırdığı bütçenin kat kat fazla gelir elde ettiği bir filmle daha vizyonu sallıyor şu an. 49 milyon dolar gibi (özellikle parayı hamutuyla kaldıran Disney filmlerini düşününce) alçakgönüllü bir gişe geliri elde etmiş bir filmin, toplamda

Judy
Sinema izleyicilerinin, yazarlarının çoğunlukla “Golden Age” diye tanımladığı (1910’lardaki sessiz sinema patlamasından 1950’lerin sonuna kadar olan dönem) zaman aralığı bugün bile tekrar tekrar izlenebilen, zamana karşı iyi dayanabilen filmlerin çıkartıldığı, orijinal fikirlerin henüz klişeleşip inandırıcılığını kaybetmediği bir dönemi anlatır. Teknik imkanların henüz zayıf olduğu, oyunculuğun (en azından sinema için) bir

Uncut Gems
Başarı için neleri göze alabiliriz? Etrafımızdaki insanların bizim hüsranlarımıza ve başarı vaatlerimize ne derece kanmasını bekleyebiliriz? Uncut Gems her düşüşte yere kalkmaya çalışan insanların ve onlara tahammülün bir hikayesi. Bir nebze de old school capitalism anlatısı aslında. Zenginliğe ve başarıya giden yolda mubah davranışların özet olarak sunumu ve bazen ne