[voiserPlayer]
Yine hatırı sayılır bir aradan sonra tekrar karşınızdayım sayın okurlarım. Evet biliyorum daha sık ve aksatmadan yazma sözüm vardı ama iş güç, bazı terslikler ve sonrasında sıcak havanın kafamda patlayan balyozu sonrası biraz ihmal etmiş bulundum. Kusur olduysa affola. Bir de düzenli olarak içerik ürettiğim podcast mecrası var. Yani özellikle vizyonda çok fazla yeni ve dikkate değer şey yokken bir filmi hem podcast hem de yazı olarak önünüze atmak istemiyorum. Kimim ben, NTV’de yaptığı program sonrası söylediği şeylerin yüzde 90’ını ertesi gün yazı olarak satan Rıdvan Dilmen mi? Pek sanmıyorum.
Bir de üzerinize afiyet biraz ilham tıkanması da yaşıyorum, bilmem anlatabildim mi? Sonuçta bu işin okulunu okumamış, bu yazıları yazmaktaki en önemli meziyeti uzun yıllardan beri aksatmadan film veya dizi izleyen birisi olmaktan ibaret bir insanım ben. Doğal olarak teknik alandaki bilgi eksikliğimi satır aralarına biraz gırgır şamata doldurarak telafi etmeye çalışıyorum. E o da anlayacağınız üzere biraz ilham gerektiriyor. Ki bu sıralar fiyat etiketlerine ve faturalara bakarak bir yazı esinlenmesi elde edebilecek insan pek bilmiyorum. Birileri vardır muhakkak ama ben o seviyede değilim.
Neyse, yine anlatacağım filmle zerre alakasız şeylerle yaptım açılışı. Şimdi filmimize geçelim. Bir anda henüz radarımızda yokken bir afiş ve sonrasında teaser trailer ile gündem oldu filmimiz. Predator karakterini merkeze alan film bu defa Kızılderili kahramanların ona karşı mücadelesini işleyecekti. Benim için sürpriz olmuştu ama o esnada çok fikrim yoktu. Fakat ilk birkaç gün bazı yazarlar ve sosyal medya kişilerinin bu filmle ilgili “woke” temalı dalga geçmelerini görür oldum. Daha henüz konuya dair bir emare yokken bile bu kadar peşin bir hükümde bulunmak çok benlik değildi. Bir de şunu eklemeden duramayacağım: Ortada absürt olsun veya olmasın ilk tepkisi “woke” olan kişileri çoğunlukla ciddiye alamıyorum. Woke fikriyat benim için tartışmasız bir şekilde anti-sanat bir duruştur. Ama dünyanın sorunlarına dair önemli tehditler belirleyecek olsaydım, woke duruş en azından ilk 3’ümde yer almazdı.
Filmimize dönersek. Woke mu değil mi sorusuna şu cevabı rahatlıkla verebilirim: Bu kadar kanlı bir woke filmi olabileceğini hiç düşünmüyorum. Çeşitli vahşet sahneleri, ana kahramanların lüzumsuz şiddet uygulamaları ve ayakta kalmak için yaptıkları şeyler… Detaya girmeyeceğim ama işlenilen zaman ve tema düşünülünce kendi içinde gayet mantıklı ve tutarlı. Ayrıca eserin başroldeki Kızılderili hanım kızımıza da peşinen bir masumiyet karnesi vermeye niyeti yok. Peki aslında çok önemsiz olan bu soruyu aradan çıkardığımıza göre Predator’ın franchise içindeki yeri nasıl?
Şimdi dürüst olalım biraz. Muhteşem bir oyuncu kadrosu (Arnold Schwarzenegger, Carl Weathers) ve adı hak ettiğinden daha az anılan, benzersiz aksiyon filmlerinin (The Hunt for Red October, Die Hard, Rollerball, The Last Action Hero) unutulmaz yönetmeni John McTiernan’ın elinden çıkan ilk Predator filmi, zamana karşı direnen eğlence ve heyecanı çok iyi şekilde harmanlayan bir aksiyon filmiydi. Serinin ilk eserinde bir avuç tepeden tırnağa silahlı maço askere onlardan çok daha uçuk kaçık cihazlara sahip görünmez bir yaratık tarafından günlerinin gösterilmesinin ekrana yansıtılması çok başarılıydı ve sonraki filmler için geçmesi neredeyse imkansız bir seviye ile açılış yapmıştı.
İkinci film baştan savma diyaloglar ve kötü oyuncu idaresi olmasa aslında Los Angeles şehrini vahşi bir jungle olarak işlemeye çalışması ile ilginç sayılabilecek bir girişimdi. Sonra bir süre seri nadasa yattı ve 2010 yılında bugün dahi eleştirmenler ve izleyiciler tarafından beğenilmediğini merak ettiğim Predators filmi geldi. Yanlış anlamayın ilk film seviyesinde katiyen değildi ama iyi oyunculuk, güzel kotarılmış aksiyon… Benim gözümde kıymeti daha yüksektir anlayacağınız. Ve 2018 yılı yapımı The Predator adlı rezalet… Başka bir franchise’a aitmiş diye öneride bulunursanız şimdiden kabul etmeye hazırım. Bir de aradaki Aliens vs Predator filmleri ama onları da saymasak olur hani. Ayrıyeten sürekliliği olmayan bir serinin bu son ayağı, kaçınılmaz olarak ilk filmle kıyaslanmaya devam edilecek. Ama bana sorarsanız o seviyede olmasa dahi ruhani devamı olarak anılmayı hak ediyor. Açıkçası 2018 yılı sonrasında Predator işleyen bir eseri uzun süre görmeyiz diyordum ama şimdi bu keşfedilen yeni doğrultu sonrası gelebilecek yeni devam filmi olasılıkları kafamda uçuyor.
Yönetmen: 2016’da 10 Cloverfield Lane ile radarımıza giren Dan Trachtenberg bu defa. Cesaret gösterip uzun süredir sorunlarla boğuşan bir franchsie’ın, üstelik sinemalarda dahi gösterilmeyecek bir filmi için yönetmen koltuğuna oturmuş. Bence kariyer açısından büyük cesaret isteyen bir tercih bu. Ama bunun meyvelerini de toplayacak gibi. Prey sadece ilk filmi benzersiz yapan dinamikleri anlamakla kalmamış, aynı zamanda onun başka bir döneme taşınmasında dahi benzer şekilde işlenebilmesi için elinden geleni de yapmış. Ki bu gayet takdir edilesi bir başarı.
Senaryo: İlk başta filmin geçeceği dönemi ve koşulları duyunca biraz şaşırmıştım. Yani bir güç dengesi olacak mıydı ve ok yaydan başka bir şeyi olmayan Kızılderililerin nasıl bir şansı olacaktı gibi şeyleri düşünüyordum. Ama zamana uygun ayarlamalar ve birkaç ufak dokunuş ile bu sorunları bertaraf etmişler.
Oyunculuk: Beni kesinlikle yanlış anlamanızı istemem, yan roller harika bir iş çıkartıyorlar. En kötü halleri bile çok sırıtmıyor ama bu filmin en öne çıkan parçalarından birisi, kendisi de Kızılderili olan Amber Midthunder. Sadece çok iyi performans ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda çeşitli bütçe kaynakları olduğu bariz olan bir filmi izlemek için ekstra bir sebep sunuyor.
Sinematografi/ Diğer: Filmin belki de en çok aksayan yanları teknik yönler. Çekimler iyi, efektler yer yer idare ediyor ama bazı yerlerde özensizlik veya yetersiz kaynak sorunları göze çarpıyor gibi. Keşke biraz daha kesenin ağzını açsalarmış bu film için.
Kurgu: Film aslında çok sade bir şekilde başlıyor. Bir yandan kafamızda ilk filmle paralellikler ararken güç dengesi bariz bir şekilde kahramanlarımızın aleyhinde görünüyor. Ta ki denkleme bir başka “kötü adam” ekleyinceye kadar. O zaman işin rengi değişiyor ve taraflar arasında bir köşe kapmaca oyununa dönüyor.
Son söz: İlk film ile arasında kapatması zor bir klasman farkı olsa dahi heyecandan yana eli fakir olmayan bir film Prey. Hatta izledikten sonra en büyük pişmanlığım biraz daha büyük bir bütçe ile sinema salonlarında yayınlanmamış olması. Çünkü böyle bir materyal ve yetenekli kadro ile hak ettiği kesinlikle buydu. Hafta sonu iyi yapılmış bir aksiyon bilimkurgu filmi arayanlar için Prey filmi, Disney+ platformunda.
Fotoğraf: Andrew James