[voiserPlayer]
Guy Standing’in 2011 yılında yayımladığı “The Precariat The New Dangerous Class” adlı kitabında küreselleşmenin nimeti yeni bir sınıf tanıtılmıştır. Uzun yıllar Uluslararası Çalışma Örgütü’nde uzman olarak çalışan Standing’in savı; düzenli olarak düzensiz işlerde çalışan ve güvensizleşen bireylerin, emek piyasalarındaki esnekliğin maliyetlerini üstlenen öfkeli bir kalabalığa dönüştüğüdür. Ancak bu kalabalığın sistemli bir sınıf hareketine dönüşememesinin sebebi, git gide eriyen sendikal hareketler ve toplum içinde tanımsız olan yeni sınıfın örgütlenememesidir. Türkçe’ye Prekarya olarak geçen “Precariat” sınıfı, toplumsal hafızaya sahip olmayan ve geleceği belirsiz olan işlerde çalışan kişileri tanımlamaktadır. (Kitabın Türkçe çevirisi, Ergin Bulut tarafından hazırlanıp İletişim Yayınları tarafından 2014 yılında sunulmuştur.)
Prekaryanın ne olduğundan çok ne olmadığı nettir. Prekaryalar, ebeveynlerinin anlayacakları şekilde bir meslek titrine sahip değildirler. Prekaryalar orta sınıf insan değildirler çünkü işsizlik süreleri düşünmedikleri kadar uzayabilir ya da bir işten beklediklerinden fazla para kazanabilirler. Esasında Prekaryalar, kendilerini işçi sınıfından ayrı gören, eğitim düzeyi yüksek beyaz yakalıları tanımlamak için kullanılabilir. Kitapta, sürekli olarak farklı pozisyonlarda –satış, pazarlama, sosyal medya uzmanlığı- çalışan ve uzmanlaşamayan kitlelerin, kapitalist sistemin rekabetinde “başarısız” birer eleman olarak görülmeleri ele alınmaktadır. Bu başarısızlık çoğu zaman göçmenlere, yabancılara yüklendiği için kitabın başlangıcında 2005 yılında başlayan “Euro May Day” gösterilerine atıf yapılmıştır. Avrupa’daki emek hareketliliğine ve göçmenlere karşı başlayan bu eurocentric hareket daha sonra uluslararasılaşmış ve başta Japonya olmak üzere pek çok ülkeye yayılmıştır. Kapitalist sistemin kurbanları, Prekarya düşüncesinin kahramanı haline gelmiştir. Öte yandan entelektüel olarak gelişen bu sınıf “yeterli öfkeyi” bir merkezde toplayamadığı için sistemli bir hareket haline gelememiştir. 2008 Krizi ile birlikte artan güvencesizlikler, Prekaryal hareketlere ivme kazandırmıştır.
Kitapta Prekarya olgusunun anlaşılması için bir sosyal hizmet çalışına kadından örnek verilmiştir. Tatmin edici bir gelire sahip olmasına rağmen terfi elde etmeyen ve terfi konusunda sektöründe bir harekete sahip olmayan bu çalışan, Prekarya sınıfna girmektedir. Prekaryalar devletten ya da çalıştıkları kurumlardan emekliliklerinde çok az yardım almakta ya da alamamaktadırlar. Geleceğin belirsiz olması hali hem kişisel hem toplumsal bağlamda kriz yaratmaktadır. Yazara göre Prekaryaların krizlerini tanımlayan dört “A” süreci vardır. İngilizce isimleri ile: Anger, Anomie, Anxiety, Alienation. Materyal kültürün getirdiği “başarı”ya sahip olamadığı için öfkelenen bireyler, toplumsal normlara yabancılaşırlar. Yaşanan bu anomali halinde orta sınıf tarafından “tembel, başarısız, sorumsuz” olarak görülen bireylere politikacılar el uzatırlar. Kaygılı bireyler, refah talebiyle bu ele sıkıca uzanma talebinde bulunurlar. Sonuçta kendine ve topluma yabancılaşmış sınıf grupları meydana çıkar.
Yazar ampirik bir veri, istatistiki bir modelleme kullanmamasına rağmen gelecekte pek çok ülkede yetişkin nüfusun en az çeyreğinin Prekarya sınıfına mensup olacağı tahmininde bulunmaktadır. Bir kimlik bunalımı ifade eden ve parçalı bir sınıflaşmayı temsil eden Prekaryalar, kapitalizmin çocuğu olarak, kapitalizm devam ettiği sürece yükselecektir. Küresel üretim biçiminin yükselmesi, kârların dolaşıma girmesi ve git gide karşılıklı bağımlı hale gelen kompleks bir ekonomik sistemde prekaryanın yükselmesi kaçınılmazdır. Ancak bu noktada benim eleştirim, Prekarya ile proletaryayı bir araya getirecek, birlikte hareket etmelerini sağlayacak bir projeksiyon sunulmamasıdır. Prekarya olgusuna kavramsal bir açıklık getirmek için yazılan kitapta, daha çok psikolojik ve sosyolojik eğilimlere yer verilmekle beraber, Prekaryanın ne zaman dönüştürücü bir aktör olacağı konusu açık değildir.
Prekarya Bildirgesi
Standing, Prekaryalar hakkındaki ikinci kitabını 2014 yılında “A Precariat Charter: From Denizens to Citizens” adıyla yayımlamıştır. (Kitabın Türkçesi Sercan Çınar ve Senem Demiralp tarafından hazırlanıp İletişim Yayınları tarafından 2017 yılında sunulmuştur.) Modern zamanın Magna Cartası olarak tanıtılan kitapta, Prekaryaların ağzından, onların muhtemel talepleri dile getirilmiştir. Burada temel sorun, sunulan maddelerin gerçekten de Prekaryaların istekleri olup olmadığıdır. Akademik bir kitap olarak neoliberalizmden, gelir düzeyi farkından, çalışma saatlerinden bahseden eserin, bir önceki kitapta sistemli bir hareket haline gelmediğinden bahsettiği Prekaryalar adına bir talep listesi oluşturması çelişki değil midir?
Prekarya Bildirgesi, kitabın son bölümünde yirmi dokuz madde olarak sunulmuş ve her bir madde tek tek açıklanmıştır. Sunulan maddelerde en dikkat çeken kısım, Prekaryaların önemli bir kesimini oluşturan göçmenler hakkında dört ayrı açıklayıcı madde ortaya konmasıdır. Maddelerde genel olarak esnek çalışma saatlerinden, stajyerlerin konumundan, evrensel gelir değerlerinden ve haklardan bahsediliyor. Küresel öneriler sunan maddelerin bir kısmı İngiltere’deki sistemden örneklerle açıklanmakta. Maddelerde işverenlere yönelik haklar da talep edilmekte ancak kendi hesabına çalışan emekçiler hakkında ayrıntılı bilgi bulunmamakta. Dahası maddelerin salt Prekarya sınıfının sorunları çözme iddiasının yanı sıra aslında tüm Proletarya sınıfı için de gerekli temel hak iddiaları içerdiği söylenebilir. Örneğin öğrenim kredilerinin yüksekliğinden şikayet eden ve düzenlenmesini talep eden maddede salt eğitimli kesimin bu durumdan muzdarip olduğunu var saymak ne kadar doğrudur? Tüm Proletarya eğitimsiz midir ya da eğitim vermeye çalıştıkları evlatları yok mudur? Eğitimin bireyleri iş bulmaya değil sorumlu yurttaş olmaya hazırlaması gerektiğini savunan Standing, eleştirdiği küreselleşme çıkmazına katkı sağlamakta ve bir nevi üniversite mezunu işsiz kavramını normalleştirmektedir. Prekarya ile Proletarya arasında bir ayrım ortaya koymaya çalışan yazarın, işçi olduğunun farkında olmayan beyaz yakalıları yanlış bilinçlendirmektedir. Kitabın ayrıntılı incelemesini yapan Denizhan Kutlu’nun da ifade ettiği üzere, güvencesizliği ortak ancak iş kolları ve eğitimleri farklı olan işçi sınıfını ayrıştırmakta ve birbirinden ayrı sınıflar olarak şematize etmektedir.[1]
Yeni Bir Akım: Sosyal Medya Fenomenleri
Standing’in yarattığı kavram her ne kadar eleştirilse de önemli tespitler içerdiği ve güncel sorunlara yanıt aramaya çalıştığı su götürmez bir gerçektir. Fakat gerek eserlerinin dili gerekse oturtmaya çalıştığı tarihsel düzlemde piyasanın regüle edilmesine ve toplum yararının birey yararının üstünde tutulmasına dair tonlamalar görülmektedir. İlk kitabında sosyal medyanın etkisinden bahsederken kişilerin birbirleriyle daha aktif iletişime geçebilme aracı olarak ele almış ikinci kitabında ise sosyal medyadan hiç bahsetmemiştir. İki kitabında da sosyal medya hesaplarını ticarileştirmiş ve kendi hesaplarına çalışan, bir sektör olarak Instagram ve YouTube kullanımından bahsetmemiştir. Burada ben inisiyatif alarak, Prekarya sınıfının var olduğunu doğru kabul ettiğimizde, sınıfın güncel versiyonunun sosyal medya fenomenlerinin oluşturduğunu iddia etmekteyim.
Günümüzde bir çok sosyal medya fenomeni “Influencer” (etki eden) olarak kendini tanımlamakta, bu etiketle üniversitelerde ya da TEDx gibi platformlarda konuşmalar yapmakta hatta önerilerini içeren kitaplar çıkarmaktadır. “Herkesi mutlu edemezsin çünkü pizza değilsin.” gibi ufuk açıcı cümleler ile kitleleri sürüklemektedirler. Özellikle güzellik endüstrisi, önemli miktarda reklam yatırımlarını influencerlara yapmaktadır. Youtuber ya da Instagram blogger kişiler yeni makyaj ürünlerini denemekte, markaların lansmanlarına gidip tanıtım yapmakta ve bir kısmı sosyal medya ajansıyla çalışmaktadır. Git gide büyüyen bir sektör olarak sosyal medya fenomenliği önemli bir emek gücü arz etmektedir. Peki bu fenomenler, bayramda akrabalarına kendilerini “ne” olarak tanıtmaktadır? Bu noktada bu kişilerin Prekarya kavramı ile özdeşleşebilen, muğlak iş tanımlarına ve esnek çalışma saatlerine sahip olan, gelirleri popülaritelerine bağlı olan kişiler olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Sosyal medya fenomenlerinin gençleri özendiren ışıltılı dünyalarının arkasında aslında çok zorlu iş şartlarının, sürekli pozitif görünme zorunluluğunun ve hayranların birçok takıntılı insanı kendine çekme riski olduğunu belirtmekte fayda var. “Hater”ların (nefret eden) hedefi haline gelen fenomenler, sosyal medyada sürekli linç edilmekte ve zaman zaman adli makamlara şikayet edilmektedir. Bu denli göz önünde yaşamanın zorluğu bir yana, söyledikleri – gösterdikleri her şey kriminalize edilme riski taşımaktadır. Geçtiğimiz günlerde Pucca lakabıyla tanınan ve gerçekten sosyal medya fenomenliğinin ilk temsilcilerinden olan Pınar Karagöz’ün bir tweet yüzünden yedi sene hapis cezası aldığını yine kendi sosyal medya hesabından öğrendik. Artık yaşanan her şeyin sosyal medyaya taşınması bir kenara, bir şekilde göz önünde bulunduğu ve linç girişimlerinin hedefi haline geldiği için bu cezayı aldığı açık. Kamu vicdanını yaralayan bu kararın bizlerin de tüm hareketleri – paylaşımları konusunda dikkatli olmaya ittiği bir gerçek. Sosyal medyayı ticari amaçla kullanmayan bizler bir yana, bu sektörde tutunmaya çalışan kişilerin bir sendika veya ortak bir inisiyatifle hareket etmesi gerekmektedir.
Yeni çağın çocukları fenomenlerin Prekarya olarak adlandırılması, ortada muğlak olan bir iş kolu ve örgütsüzlük durumu söz konusu olduğu için aklıma gelen ilk çözümdür. Fakat kavramın kendisinin bir çözümsüzlüğü ifade ettiği unutulmamalıdır.
[1] Kutlu, D. (2015). “Kitap İncelemesi: “Prekarya” Üzerine Eleştirel Notlar ve Düşünceler”. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 70(1), 223-236.