[voiserPlayer]
Geçen hafta ünlü tarihçi Profesör Norman Stone’u 78 yaşında kaybettik. Daha birkaç ay önce doktora törenimin akabinde danışmanıma anlatıyordum. “Lisansımın son yılında Norman Stone’dan iki ders almıştım,” diye. “Falkland Savaşı’yla ilgili sunum yapmıştım kendisinin tam olarak o dönemde de Thatcher’ın danışmanlığını yaptığının şuurunda olmadan,” dedim. Elbette biliyordum; ama nedense işlerin ne kadar da kalbinde olduğunun farkına varamamıştım herhalde.
Norman Hoca ile ilgili pek çok hikaye işitmiştik. Rakıyı çok sevmesi, gün içinde bile tüketiyor olması bunlardan biriydi. Ben hiç şahit olmadım; ama başka ortamlarda beraber güzelce içtik de. Sigaraya başlaması mesela lise yıllarındaydı. Ve açlık hissini bastırdığı içindi. Norman Hoca’yı biliyorduk. Bilkent’te belki de en çok ders almak istediğimiz hocaların arasındaydı Stanford Shaw, Halil İnalcık, ve İlber Ortaylı ile birlikte. Koç Üniversitesi’ne gitmişti ama kısa sürede geri gelince mutlu olmuştuk.
Norman Hoca’dan aldığım lisansüstü dersleri akademik anlamda çok liberaldi. Hoca 20. yüzyıl dünya siyasi tarihi vermek istemişti ve resmi adları “The New World Order” ve “The World Transformed” olan açtığı derslere kayıt olmuştuk. Hoca’nın kişisel anekdotlarıyla süslenmiş çok keyifli derslerdi. “Prens Harry,” demişti “Charles’ın oğlu değil!” Derslerin birinin ardından Hoca’dan yeni çıkan kitabına imza almıştım cesaretimi toplayıp. “Daha yeni çıktı nereden buldun?” diye sormuştu. “Amazon’dan aldım” diye cevapladığımda klasik gülümsemesiyle “akıllıca” demişti. Gerçekten güzel derslerdi. Norman Stone gibi bir efsane isimden ders almış olmaktan çok büyük mutluluk duymuştum. Ayrıca Amerikalı tarihçi Sean McMeekin’in Bilkent’e gelmesine önayak olmuştu ki sanıyorum kendisinin derslerinden keyif almayan öğrencisi yoktur.
Hayata bakışını bilebilecek kadar yakından tanımadım. Ama en azından akademiye bakışının bir kısmını tavırlarından ve duruşundan az çok anladım. Rahat ve esnekti. Eğlenceliydi. Belki asistanları farklı bir şey söyleyecektir bilemiyorum tabii ki. Onu özellikle de Oxford ve Cambridge’deki günlerinden hatırlayanlar kendisinden hazzetmemenin ötesinde nefret ediyorlar. Açıkçası söylenenlere bakılırsa bunun çok meşru sebepleri var.* Yani Norman Hoca aslında zihnimde yarattığım efsane değildi.
Muhtemel bir İskoçya bağımsızlık referandumundan bahsettiğimizde Glasgow’lu bir İskoçyalı olarak “eğer İskoçya bağımsız olursa Türk vatandaşlığına başvururum” deme noktasındaki bir muhafazakârlık konumundaydı. Ben hiçbir zaman neden Türkiye’yi sevdiğini anlayamadım. Anlayamazdım da zaten bir Türkiyeli olarak. Osmanlı’ya ve Türkiye’ye duyduğu muhabbette de hep ince bir oryantalizm sezdim. Bence gayet doğaldı bu; ama yine de onun dünyayı ve Türkiye’yi algılayışını çok derinden etkileyen bir durumdu bu.
Norman Stone üzerinden kendi akademik geçmişimi düşündüm. İddialı yaklaşımlar, ego dolu planlar, özgüven patlamaları şunlar bunlar. Şişirilmiş notlar, vasat seviyede bir müfredat, kendi egolarında kayıp öğretim üyeleri filan derken cangıla doğru ufak bir zıplama. Farklı pedagojik yöntemleri, çatışan eğitim sistemlerini algılamaya çalışırken ben de boğuşmaya girmiştim bile galiba.
Bu sürecin bir kısmı hayal kırıklığıydı. Hatta kısa bir süre nispeten uzaklaştım akademiden. İşte o dönemdi, sanırım 7 yıl kadar önceydi. Bir kokteylde karşılaşmıştık Norman Stone’la. Keyfi yerindeydi. “Artık içmemem gerekiyor,” demişti çünkü kısa bir süre önce hafif bir inme geçirmişti. Sigarayı bırakmıştı; ama yine de elinde kadehi vardı. Beni bittabi tanımamıştı; ama birer içki eşliğinde espriler şakalarla dolu hoş bir sohbet etmiştik.
Vefatını öğrendiğimde böyle bazı anlarla donanmış bir küçük şerit geçti gözlerimin önünden. Yine bir şekilde karşılaşacağımızdan o kadar emindim ki ölümü şaşırtıcı derecede gerçeküstü geldi.
Aslında başka bir konuda yazmayı planlamıştım; ancak Birleşik Krallık’taki mevcut siyasi krizin de ışığında Hoca’yı anma fırsatı oldu. Norman Hoca’nın danışmanlık ve metin yazarlığı yaptığı ‘Demir Leydi’ lakaplı muhafazakâr başbakanın partisi bugün ciddi bir sınavdan geçiyor. Asıl olarak sabık başbakan David Cameron’un miras bıraktığı Brexit sürecinde Muhafazakâr Parti liderlik krizi ve gelecek nesil politikaları şekillendirebilme bunalımı içine girmiş bir halde. Müstakbel liderlerden biri olan Boris Johnson’ın aşırı sağ ve popülist söylemlerle bu konuma yürümesi medyada konuşulan önemli konulardan biri.
Ancak konuyu ‘Falkland’ ve aynı derecede kıymeti haiz ‘Malvinas’ ismine sahip adaların egemenlik haklarına getirdiğimizde Margaret Thatcher’ın pozisyonu belki günümüz için daha anlaşılır olacaktır. Thatcher, hala ‘imparatorluk’ topraklarını korumaya ve kollamaya, çoktan kaybettiği nüfuzu bu tür popülist politikalarla en azından söylemsel olarak tesis etmeye çalışıyordu. Askeri gücünü kullanarak bunda başarılı da oldu ve desteği arttı. Amacına göre başarılı ve anlaşılır olması elbette bunları daha kabul edilir veya affedilebilir olduğu anlamına gelmiyor. Yine de popülizmi 1930’lardan beri ilk defa su yüzüne çıkıyormuş gibi ortaya koymanın doğru olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Bu tip politikaların bütün dünyaya sürekli zarar verdiğini fark etmemiz gerekiyor.
Ve bazen kahramanlarımızın, hocalarımızın, en üst derecede saygı duyduğumuz kişilerin kendi tahayyülümüzdeki gibi olmadıklarını kabullenmemiz gerekiyor. Norman Stone’un geçmişinde yaptığı ve aslında Birleşik Krallık’tan Türkiye’ye gelmesine sebep olan affedilemez karanlıklar gibi. O, “Sigara İçilmez” tabelasının altında sigarasını tüttüren görevliyi gördüğünde aradığını bulmuştu. İçinde büyüdüğü ama kısmen sarsılmaya başlayan beyaz ataerkil yapıdan bu imtiyazını sürdürebileceği bir yere gelmişti. Arada kalmış Türkiye onun hayatına menfi bir etkiye sahip olmayacaktı. O yaşayarak görecekti; ama etkilenmeyecekti. Oysa Türkiye’dekiler, yani bizler, onun çok etkilendiği bu durumu aşmak istiyor, kurumların ve hukukun işlediği, imtiyazların olmadığı bir yerin hayalini kuruyorduk. Fakat Türkiye onun için bir sığınak olmuştu.
Ben Norman Stone’la en son karşılaştığımdan beri her şey çok daha kötüye gitti Türkiye için. Onun Türkiye’de gerçekten güzel bir hayat yaşadığından eminim. Ama bir yandan da belki sorun zaten Türkiye’nin ona bir sığınak olmasıydı. Türkiye dostluğu ve Ermeni Soykırımı’nı reddi pek çokları için sevilmesine çok büyük katkıda bulundu. Fakat belki de gerçek bir Türkiye dostundan beklememiz gereken, hataların ve sorunların yüzümüze vurulmasıydı; bunların yüceltilmesi değil. Benim şahsi tecrübelerim söylediğim gibi hep çok keyifliydi ve hiçbir kabalığına bizzat şahit olmadım; ancak ölümüyle bazı gerçekleri öğrenmiş oldum. Norman Stone önemli bir akademisyen ve tarihçiydi. Nasıl bir insan olduğunun hükmünü verebilecek kişiler başkaları; ama onu hatırlayarak belki Türkiye için neler istediğimizi tekrar düşünebiliriz.
* Genel olarak kaba, saygısız ve sorumsuz davranışlarının yanı sıra çok daha önemlisi kadın öğrencilerine elle tacizde bulunduğu Guardian gazetesinde ölümünden sonra yayınlanan yazıda anlatılmakta. (https://www.theguardian.com/books/2019/jun/25/norman-stone-obituary)