[voiserPlayer]
İnsanlık tarihinin erken dönemlerine kadar uzanan otoriteryanizmin kökenleri, birçok medeniyetin ve toplumun siyasi kutsamasında yer alırken Antik Roma’dan klasik Avrupa’ya, Asya’dan Amerika kıtasına kadar farklı biçimlerde gözlemlenmiştir. Otoriteryanizmin siyasi amacı, istikrar ve düzen genelinde merkezi otoritenin devamlılığını gözetmektedir. Dolayısıyla, bu istikrarın devamlılığı adına bireysel özgürlük alanları ve insan haklarının yaşam sahaları kısıtlanmaktadır.
Otoriter rejimlerde varolan bireysel özgürlük ve insan hakları üzerindeki baskı, uzun süreli ekonomik kalkınmaya ve girişimciliğe de zarar vermektedir. Zira, mevcut sınırlı katılım ve esneklik, ekonomik büyümenin genele yayılmasına da engel olmaktadır. Sonuç olarak otoriteryanizm; siyasi, içtimai ve iktisadi bir kontrollü baskı ortamının tahayyülüdür.
Otoriteryanizm, modern dünyadaki birçok ülkede etkili bir siyasi ideoloji olarak varlığını devam ettirirken özellikle lider odaklı siyasi anlayışlar, demokratik yönetimleri idare etmek, baskılamak ya da ortadan kaldırmak amacıyla siber alanı ve iletişim teknolojilerini de kullanarak bilgi kapasitelerini kontrol etmeye çalışmaktadırlar.
Demokrat Parti Dönemine Giden Süreç
Türkiye, tarihsel zeminde farklı siyasi dönemlerden geçerek bu dönemlerde varolan siyasi partilerin çeşitli dönüşümler yaşadığı ve politik kutuplaşma ortamının yüksek olduğu sert bir siyaset iklimine sahiptir. Bu sert iklimli siyasi dönemlerden biri de Demokrat Parti (DP) iktidarı dönemidir.
Büyük Buhran ve II. Dünya Savaşı dönemlerinin arasında geçen yıllarda, dünyada otoriter yönetimler güçlenmiştir. İki defa (1924 ve 1930) çok partili demokratik yaşama geçme denemesinde bulunan Türkiye, bu denemelerde başarısız olunca özellikle 1930’dan sonra iktidarı elinde bulunduran Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) aracılığıyla parti-devlet bütünleşmesi yaşanmıştır. CHP ilkelerinin anayasaya girmesiyle birlikte (1937) bu süreç had safhaya ulaşmıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1938 yılındaki vefatı üzerine Cumhurbaşkanı olarak seçilen İsmet İnönü, II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte eski küskünleri bir çatı altında toplayarak ülkede, savaş günlerinde alınan kararlara muhalif olabilecek bir kesimin doğmasına engel olmuştur.[1]
Savaşın getirdiği ağır ekonomik sıkıntılar içerisinde karaborsacılık faaliyetlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte sermayenin belirli ellerde tekelleşmesi bir şehir burjuvazisini doğurmuştur. Silah altına alınan çiftçi/köylü kesiminin eksikliğinden kaynaklanan üretim düşüşünün yanında büyük toprak sahiplerinin arzı kendilerince kontrol etmeye çalışması, üretim dengelerini değiştirmiş, yükselen talep karşısında arzdaki daralma, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı ve enflasyonu arttırmıştır.
Bu şartlar altında hükümet tarafından yürürlüğe konulan Varlık Vergisi, vergi ödemeyenlere uygulanan taş işçiliği gibi keyfi cezalar, şehir burjuvazisinin hükümete karşı cephe almasına neden olmuştur. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu gibi uygulamalarla büyük toprak sahiplerinin toprakları bölünerek destek amaçlı küçük çiftçilere pay edilirken bu durum, büyük toprak sahiplerinin tepkisine neden olmuştur. Toplumsal alandaki bu tepki, CHP sıralarındaki “Dörtlü Takrir’’ çıkışının ardından Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan öncülüğünde 1946 yılında DP’nin kurulmasının yolunu açmıştır.[2]
İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya politiğinde görülen demokratikleşme rüzgarları Türkiye’de de esmeye başlarken kuvvetler birliği ilkesi, yerini kuvvetler denkliği ilkesine bırakarak çok partili meclis düzeninin demokratik sistemlerle bütünleşmesi gerçeğini gün yüzüne çıkarmıştır. Demokrasi ve liberalizm ilkelerini esas alan DP, özellikle CHP’nin devletçi ekonomi modeline karşı çıkarak, şahsi teşebbüs ve serbest piyasa rekabetini önceleyen bir ekonomik sistemi savunmuştur.
Tek parti iktidarının tek dereceli seçim sistemini ve basın üzerinde kurduğu tahakkümü eleştiren DP, ekonomideki dış ödeme dengesizliğinden kaynaklanan sebeplerle 7 Eylül 1946 tarihindeki Türk lirasının değer kaybıyla seçmen nazarında iktidara karşı prim kazanmıştır. Seçmen nazarında kazandığı primle kurulduğu yıl seçimlere katılarak TBMM içerisinde milletvekili sandalyesi sahibi olan DP, Türkiye Cumhuriyeti döneminde çok partili yaşama geçiş evresini başlatan bir mahiyete sahip olmuştur.[3]
İlk kurultayını 7 Ocak 1947 tarihinde gerçekleştiren DP, Hürriyet Misakı’nı kabul ederken özgürlük ve demokrasi vurgularıyla iktidarın tehdit alanı içerisine girmeye başlamıştır.[4] Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından ilan edilen 12 Temmuz Beyannamesi (1947), siyasal partilerin Türk demokrasisinin vazgeçilmez unsurları olduğunu vurgularken iktidar ve muhalefet arasında esen sert rüzgarları yumuşatmaya çalışmıştır.[5] Ayrıca, Başbakan Recep Peker’in görevinden ayrılarak yerini Hasan Saka’ya bırakması ile Türkiye’deki siyasi ortamın değişeceğine dair bir işaretin ortaya çıkması, demokratikleşme çabalarından öte, esasında iktidarın DP karşısında göstermiş olduğu korku refleksinin bir göstergesi olmuştur.[6]
DP’nin 12 Temmuz Beyannamesi’nin yayınlanmasının ardından iktidara karşı takındığı tavrın yumuşaması parti içerisindeki bazı grupların tepkisini çekmiştir. Bu duruma “güdümlü demokrasi’’ yakıştırması yapan ve içerisinde Fevzi Çakmak, Yusuf Hikmet Bayur, Kenan Öner, Osman Bölükbaşı, Sadık Aldoğan ve Yusuf Kemal Tengirşenk gibi isimlerin bulunduğu grup partiden ayrılarak 20 Temmuz 1948 tarihinde Millet Partisi (MP)’ni kurmuştur.
12 Temmuz Beyannamesi, her ne kadar DP ile iktidar arasındaki sert rüzgarları yumuşattığı iddia edilse de, DP’nin seçim güvenliği gerekçesiyle 1948 ve 1949 yıllarındaki ara seçimlere katılmama kararında etkili olmuştur. 20 Haziran 1949 tarihinde ikinci büyük kurultayını yapan DP, seçimlerde oylara sahip çıkılması adına Millî Teminat Andı’nı kabul ederken iktidar cenahı bu andı “Millî Husumet Andı” olarak adlandırmıştır.[7]
Demokrat Parti’nin İktidara Gelişi
1950 yılında Yargıtay ve Danıştay üyelerinden müteşekkil Yüksek Seçim Kurulu’nun oluşturulmasını öngören bir seçim yasasının kabul edilmesiyle “gizli oy, açık tasnif” sistemine geçen Türkiye’de, 14 Mayıs 1950 tarihinde genel seçimler gerçekleştirilmiştir. 1940’lı yılların sonlarına doğru Türkiye’de değişen siyasi ve iktisadi gelişmeler, toplumun yaşam standartlarını düşürürken bu durum, toplumsal bir kimliksizliğin tezahür etmesine neden olmuştur.
DP, bu kimliksizlik ortamı içerisinde popülist politikalar izleyerek CHP karşısında ciddi bir seçmen tabanı elde etmiştir. CHP iktidarının anti-demokratik uygulamalara imza attığı eleştirisini getirerek liberal söylemler geliştiren DP, 1950 seçimlerinde %55,2 oy oranıyla birinci olarak 27 yıllık tek parti dönemine son vermiştir. Seçimlerin ardından TBMM’de yapılan oylama neticesinde Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Refik Koraltan ise Meclis Başkanı olarak seçilmiştir. Ayrıca, DP’nin yeni genel başkanı sıfatı ve hükümeti kurma göreviyle başbakanlık koltuğuna Adnan Menderes bu dönemde öne çıkarken iç ve dış siyasette önemli gelişmelerin yaşandığı 1950-1960 yılları arası dönem de DP dönemi olarak tarihe geçen Türk siyasal hayatının önemli evrelerinden birisini oluşturmuştur.
DP iktidarının özellikle ilk dönemi, Türkiye’nin ekonomik kalkınma süreci adına önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu dönemdeki makineli tarım reformları, altyapı projeleri ve özelleştirme politikaları, önemli bir ekonomik ivme sağlarken dış politika adına bir tehdit olarak tanımlanan Sovyet komünizmine karşı Batı ittifakına eklemlenme süreci de bu dönemde kendini göstermiştir.
Ancak DP, ikinci iktidar dönemi sonrasında iktisadi kalkınmayı diğer alanların önünde tutan bir politika izlerken bu savurgan yatırım politikalarının sonuçları, bir zaman sonra Türkiye ekonomisi adına ağır bir faturaya dönüşmüştür. Zamanla yükselen enflasyon ve bozulan ekonomi karşısında durumu toparlayamayan DP, kendisine yöneltilen eleştiriler karşısında gittikçe sert ve otoriter bir tutum sergilemeye başlamıştır.
1950 yılında 22.3 milyon dolar olan dış ticaret açığı, savurgan yatırım politikaları nedeniyle 1952 yılına gelindiğinde 193 milyon dolara ulaşmıştır. Bu artışın sonucunda rezervlerin üçte birinin tükenmesiyle Merkez Bankası’nda serbest bırakılan altın satışlarına set çekilmiştir. 1953 yılında ithalattaki liberal eğilime son verilerek ihracat ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu dönemde 396.1 milyon dolar olan ihracat, Kore Savaşı’nın ardından hızlı bir düşüş yaşamıştır. Ekonomi; ithalat, kredi ve dış yardım desteğiyle canlı tutulmaya çalışılırken 1955-1957 yılları arasında fiyat artışları yılda %20’leri görmüştür.
DP iktidarının ikinci dönemi, gelir dağılımda uçurumların oluştuğu ve bundan dolayı ortaya çıkan sıkıntıların sosyo-politik sorunlara evrildiği bir dönem olmuştur.Yükselen enflasyon ve hayat pahalılığına dair kendisine karşı yöneltilen eleştirileri “hainlik’’ olarak değerlendiren DP, ekonomideki bu kötü gidişat karşısında bir çözüm üretmekten ziyade, tarihi bir atıfa başvurarak “İktisadi Millî Mücadele’’ içerisinde olunduğu söylemiyle popülist bir savunma mekanizması geliştirmiştir.
Tek parti döneminin baskıcı ve keyfi yönetim anlayışını eleştirerek liberal ve demokratik söylemlerle iktidara gelen DP’nin bu defa kendisi, tek parti dönemini aratmayan, özgürlüklerin kısıtlandığı ve siyasi baskıların arttığı otoriter, keyfi ve baskıcı bir rejim inşa etmiştir. DP, kendisini eleştiren muhalefet partilerini “milli güvenliği tehlikeye atan’’ faaliyetlerle suçlarken muhalefet partilerini kapatmaya kadar giden sert bir tutum benimsemiştir.Siyasal ve toplumsal muhalefet üzerindeki baskı artarken sendikalar ve sivil toplum örgütleri sıkı bir denetimle karşılaşmıştır.
Bu dönemde, üzerinde tahakküm alanı kurulmak istenen sahalardan birisi de basın özgürlüğü olurken hükümet, eleştirel seslere karşı sert önlemler alarak muhalif yayın organlarını baskılamıştır. Bu süreçte Türkiye, gazetelerin kapatılıp gazetecilerin tutuklandığı ve basın özgürlüğünün sık sık sansüre uğradığı siyasi bir taarruzla karşı karşıya kalmıştır.Muhalefet üzerindeki baskıların yanı sıra yargı üzerinde de inşa edilmeye çalışılan kontrol, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığına yönelik ciddi endişeler ortaya çıkarmıştır.[8]
Muhalefetin otoriter rejime karşı kolektif bir yapılanmaya dönüştüğü günlerde DP, atağa kalkarak “Vatan Cephesi’’ adı verilen bir ittifak modeli geliştirmiştir. İttifaka katılan destekçilerini her gün radyodan anons ettiren DP, iktidarını korumak adına sahip olduğu devlet gücünü çekinmeden kullanırken iktidar ve muhalefet özelinde yükselen ancak tüm topluma sirayet eden politik kutuplaşma ortamını beslemeye devam etmiştir.[9]
Demokrat Parti’nin Otoriterleşmesi
DP’nin yüksek bir oy potansiyeline sahip olmasına rağmen zaman içerisinde otoriter bir siyaset benimsemesinin arka planında, tek parti döneminin mirasını taşıması yer almıştır. Zira, DP’nin yürüttüğü baskıcı rejimin hukuki zeminini; çoğunlukçu demokrasiyi esas alarak yürütmenin denetimsizce hükümete bırakıldığı, milli iradeli ancak orantısız bir iktidar gücü tesis eden 1924 Anayasası oluşturmuştur. 1924 Anayasası’nın getirdiği çoğunlukçu demokrasi anlayışına karşı muhalefet ederken muhalefet ettiği düzenin iktidar sistemine entegre olarak “çok partili hayatın tek partisine” dönüşen DP, demokrasiyi benimsemiş bir bilinci, siyaset kurumuyla buluşturamadığı tezat bir otoriteryanizme bürünmüştür.
Esasında DP’nin bürünmüş olduğu bu otoriteryanizm, Türk siyasetinin karakteristik özelliklerinden biri olarak sonraki yıllarda da farklı tezahürlerle kendini göstermiştir. Meşrutiyet döneminde değişen iktidar merkezi, bürokrasinin temsilcisi kalemiye sınıfının elinde bulundurduğu gücü değiştirmemiştir. Bu dönemde imparatorluğun çöküşüne çözüm bulmak iddiasıyla ortaya çıkan ve bürokrasi içerisindeki bazı isimleri de kapsayan Jön Türk hareketi, “istibdat” şeklinde adlandırdığı Sultan II. Abdülhamid yönetimine karşı muhalif bir tutumla kendi paradigmasını inşa ederken ideolojik dayatmalar, ihtilalcilik ve komitacılık gibi faaliyetlerle otoriter bir tavır sergilemiştir.
Bu durum, Jön Türk hareketi içerisinde vuku bulan ayrışmalar neticesinde tezahür eden İttihatçılar ile ivme kazanmıştır. İttihatçıların iktidar olduktan sonra özgürlükler üzerinde tesis ettiği sınırlamalar, militarist bir oligarşi inşa ederken siyasal alandan toplumsal alana sirayet eden jakoben bir otoriteryanizm doğurmuştur. Tanzimattan Cumhuriyet’e süregelen ve zamanla bir devlet geleneğine dönüşen bu otoriteryanizm, Cumhuriyet’in erken döneminde de kendisini hissettirirken Tanzimat ile başlayıp çöküş sürecinde sekteye uğrayan modernizasyon farklı bir silüetle yeniden inşa edilmiştir.
Tek parti dönemi uygulamaları ve otoriteryanizmine karşı çıkarak demokratik ve özgürlükçü söylemlerle kurulan DP, iktidar olduktan sonra iktidarını korumak refleksinin getirdiği aynı geleneğin rahlesinde, sert bir tutum benimseyerek tezat bir otoriteryanizm inşa etmiştir. Muhalefeti baskılamaktan parti kapatmaya, basın yasaklarından protesto ve gösterileri dağıtmaya, tahkikat komisyonlarından yargı müdahalesine kadar, liberalizm ve demokrasinin hiçbir ilkesi ile uyuşmayan siyasi icralarda bulunan DP, 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesiyle iktidardan indirilirken bu müdahale sonucunda uğramış olduğu “yetki gaspı” nedeniyle yeteri tenkit tedrisatından da geçirilememiştir. Zira, askeri darbeyle DP’nin uğramış olduğu haksızlık ve sonrasında yaşananlar ne kadar kabul edilemezse, demokratik ve liberal söylemlere sahip DP’nin iktidarını korumak adına iktidarı boyunca icra ettiği demokratik tahribatlar da bir o kadar kabul edilemez bir gerçeklik barındırmaktadır.
[1] Tevfik Çavdar, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, 1983, s.2060.
[2] Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Çev. Yavuz Alogan, Kaynak Yayınları, 3. Basım, İstanbul, 2005.s.126.
[3] Çetin Yetkin, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi (1930-1945), s.232, Cem Eroğul, “Çok Partili Düzenin Kuruluşu: 1945-1971”, Geçiş Sürecinde Türkiye (içinde), Der. Irvin Cemil Schink ve Ertuğrul Ahmet Tonak, Belge Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 2013, s. 175-177.
[4] Mümtaz Faik Fenik, “Hürriyet Misakı”, Vatan, 12 Ocak 1947.
[5] “İnönü’nün Beyannameleri”, Tanin, 12 Temmuz 1947.
[6] Zafer Toprak, “Türkiye’de Muhalefetin Doğuşu, II. Dünya Savaşı ve Tek Partinin Sonu”, Toplumsal Tarih, Cilt 20, Sayı 121, Ocak 2004, 74-75.
[7] Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları (1944-1973)-Tek Partiden Çok Partiye (1944-1950), Bilgi Yayınevi, Ankara, Üçüncü Basım, 1990.
[8] Eric Jan Zürcher, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Siyasal Muhalefet-Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924-1925), İletişim Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2016.
[9] Cem Eroğul, Demokrat Parti-Tarihi ve İdeolojisi, İmge Kitabevi, Ankara, 2003.