[voiserPlayer]
İlk önce öyküyü özetleyelim.
Üçüncü Dünya Savaşı kopmuştur ve bütün hızıyla devam ediyordur. Bu hengamede okyanusta bir uçak, bir mercan adasına düşer. Yetişkin kim varsa ölür. Sadece yaşları 6 ile 12 arasında değişen sayısını tam bilmediğimiz çocuk hayatta kalır. Çocuklar yaşça iki gruptur: büyükler ve küçükler. Öykünün ana kahramanlarının tamamı büyüklerdendir: Ralph, Jack, Domuzcuk, Roger, Eric, Sam ve Simon.
Adada ilk önce Ralph ve Domuzcuk karşılaşır. İkili, sahilde büyük bir deniz kabuğu bulur. Domuzcuk’un tavsiyesi ile Ralph onu bir borazan gibi kullanır. Çıkan sesi duyan çocuklar sahilde toplanır. Sahile en gösterişli girişi Jack yapar. Kendilerine has üniformaları ile kilise korosunun başında… O halde bile disiplinden taviz vermez.
İlk toplantıda Ralph lider seçilir, ancak rakipsiz değildir. Takip eden günler ve haftalar Ralph ile Jack arasındaki liderlik mücadelesine şahit olacaktır. Başlarda ikili arasındaki ilişki arkadaşçadır. Jack, Ralph’in liderliğini, Ralph de Jack’i olduğu hali ile kabul eder.
Adadaki yaşamı düzene koyma adına bazı kararlar alınır. Baraka yapımı, hijyene dikkat edilmesi, ve saire… Ayrıca konuşma hakkının deniz kabuğunu elinde tutanda olması ve diğerlerinin o deniz kabuğunu elinde tuttuğu sürece dinlemesi… Ancak elbette, bu toplantıda alınan en önemli karar, gelip geçen gemilerin çocukların varlığını farketmesi için adanın en yüksek noktasında ateş yakmak ve ateşi en azından gündüzleri diri tutmak kararıdır. Domuzcuk’un kalın gözlükleri kullanılarak ateş yakılır. Jack’in korosu ateşi diri tutmanın sorumluluğunu üstlenir. Daha da önemlisi avcılığı…
Ancak kısa süre içinde alınan kararların uygulaması aksamaya başlar. Barınakların inşası durma noktasına gelir. Hijyene dikkat edilmemeye başlanır. Ve Ralph ve Jack arasında alttan alta, yavaş yavaş biriken gerginliğin patlama anı gelir. Adaya yakın bir mesafeden bir gemi geçer, ancak büyük ateş o sırada sönüktür. Bunu gören Ralph sinir krizleri geçirir. Tam o an Jack büyük bir neşe içinde başarıyla geçen bir avdan döner. Ateş Jack’in sorumsuzluğu yüzünden sönmüştür. İkili tartışır. Ancak bu ilk ciddi kriz bir kopuşa yol açmaz.
Ralph ve Jack arasındaki ilişkinin gerginleşmesi ile paralel olarak arka planda başka bir kriz daha gelişir. Küçük çocuklar adada gece karanlığında ortaya çıkan canavarların var olduğuna inanırlar ve bunu dile getirirler. Büyükler canavarların varlığını inkar ederek küçüklerin korkularını dindirmeye çalışır.
Bir gece büyükleri de canavarın varlığına inandıracak bir olay olur. Adaya yakın bir mevkide düşen/düşürülen uçaklardan birinden atlayan bir paraşütçü adaya kadar sürüklenir. Bu olduğunda gece yarısıdır. Bütün çocuklar uykudadır. Ateşin başında o gece nöbetçilik yapan Eric ve Sam de uyuya kalmıştır. İki çocuk uyandıklarında paraşütün ve adamın rüzgarın hareketiyle yarattığı gölgeleri canavar olarak görürler ve koşarak çocuklara haber verirler.
Büyükler canavarı aramak ve öldürmek için mızrakları ile birlikte adada bir keşif gezisine çıkar. Akşam olup karanlık bastırınca canavar avına üç kişi devam eder: Ralph, Jack ve Roger. Üçü de en nihayetinde ölü paraşütçüyü görür. Ancak gece yarısıdır ve gördüklerinin bir canavar olduğu kanısına varırlar ve kaçarak sahile dönerler.
Sahilde ertesi gün yapılan ilk toplantıda adada bir canavar olduğu bu sefer büyükler tarafından ilan edilir. Ralph, liderliğini ve cesaretini ispatlamak için keşfe katılmıştır. Toplantıda Jack onu korkaklıkla suçlar ve liderlikten atılması gerektiğini savunur. Ancak çocuklar, Ralph’in liderliğinin devamına karar verir. Bunun üzerine Jack gruptan ayrılır. Diğer bazı çocuklar da onu takip eder.
Jack bir domuz avlar ve herkesi ziyafete davet eder. Ralph ve Domuzcuk bile ziyafete gider. Ziyafet sonunda bir fırtına kopar. Hem fırtına hem canavar korkusu… Çocuklar çılgın bir şekilde dans etmeye başlar. Tam dans sırasında, ziyafete katılmayan Simon çıkagelir. Simon paraşütlünün canavar olmadığını, sadece ölü bir insan olduğunu farketmiştir ve çocuklara haber vermek için gelmiştir. Ancak fırtınalı havada dansla kendilerinden geçen çocuklar Simon’ı canavar zanneder ve öldürürler. Ertesi gün Simon’ın cesedini deniz suları alıp götürür.
Jack adadaki çocukların neredeyse tamamını yanına çekmiştir. Ralph’in yanında sadece Domuzcuk, Eric ve Sam kalmıştır. Bir gece Jack ve adamları Ralph’in kaldığı yere baskın düzenler. Ralph’i ve diğerlerini döverler ve ateş yakmakta kullandıkları Domuzcuk’un gözlüğünü de çalarlar. Ertesi gün Ralph, artık yarı kör haldeki Domuzcuk, Eric ve Sam, Jack’in kampına hesap sormaya ve gözlüğü geri almaya gider. Çıkan kargaşada Domuzcuk kayalardan düşerek ölür. Eric ve Sam’in mızrakları alınır ve tutuklanır. Ralph ise çareyi ormana kaçmakta bulur.
Ancak Jack, Ralph’in tek başına kalmasına müsade etmeyecektir. Bütün adamlarını toplayarak Ralph’i yakalamak ve öldürmek için ava çıkar. Hatta adada yangın çıkartır. Yangını civardan geçen bir İngiliz savaş gemisi fark eder. Gemiden adaya bir filika ile gelen İngiliz subayı Ralph’i ölümden kurtarır. Subay, Ralph’le sohbet etmek ister, ancak Ralph yaşadığı travmanın etkisi ile pek konuşkan değildir. Subay, adadaki hayatla alakalı en son “çok hoştu herhalde” yorumunu yaptıktan sonra, Ralph artık kendisini tutamaz ve ‘hıçkıra hıçkıra, titreye titreye’ ağlamaya başlar. Ralph’in duyduğu keder, tüm gövdesini ürpertmiş, sarsmış, parçalamıştır sanki… Ralph’in acısı diğer çocuklara da sıçrar. Onlar da titremeye, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarlar. Öykü böyle biter.
Bu öykünün ‘literal’ yorumlaması pekala mümkün. Sineklerin Tanrısı çocukların yetişkin gözetimi olmadan, başı boş bırakıldıklarında ne kadar kontrolden çıkabileceklerini, hatta canavarlaşabileceklerinin canlı ve çarpıcı bir öyküsü.
Ancak ‘literal’ okumanın ötesine de geçmek mümkün. Sineklerin Tanrısı ilk olarak 1954 yılında yayınlandı. Yani, dünyanın Batı ve Doğu blokları olarak ikiye bölündüğü Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında… Hiroşima ve Nagazaki felaketleri halen hatırlarda ve nükleer savaşın capcanlı bir ihtimal olduğu yıllar. Yazar 1911 doğumlu. Birinci Cihan Harbi’nin yarattığı enkazın çapına ve derinliğine şahit olmuş ve arkasında daha büyük bir enkaz bırakan İkinci Dünya Savaşı’na asker olarak katılmış birisi. Bu dönem ayrıca popülist – faşist liderlerin insanların temel arzu ve içgüdülerine seslenerek arkalarında milyonları topladığı, insanlığı ölüme sürüklediği ve dünyayı kan gölüne çevirdiği bir dönem. Ve o liderler karşısında hukukun üstünlüğünün, insan hak ve özgürlüklerini, ahlakı ve değerleri savunanların acze düştüğü bir dönem.
Sineklerin Tanrısı insanlığın iki dünya savaşı arasında yaşadığı karmakarışık politik gerçeğin alegorisi: Ralph ve Domuzcuk, nispeten soyut bir gayeyi, adadan kurtuluşu önceleyen, ortak yaşam için kuralların olması ve o kurallara uyulması gerektiğini savunan, aslında demokratik bir politik sistemi temsil ediyorlar. Jack ve Roger ise daha acil, somut bir gayeyi; et yemeyi önceleyen, korku üzerinden iktidarını pekiştiren, otoriter bir politik sistemi… Küçükler ise bu siyasi mücadelenin sadece nesneleri, etkisiz elemanları. İki taraf küçükleri kendi tarafına çekmek için mücadele veriyor. Adadaki mücadeleyi, tıpkı iki dünya savaşı arasında olduğu gibi, otoriterlik kazanıyor. Demokrasi son anda dıştan bir müdahale ile kurtarılıyor.
Öykünün sembolizminde daha da ilerlemek, derinlere inmek mümkün. Ralph liderlik mücadelesinde en istikrarlı ve güçlü desteği Domuzcuk’tan alır. Domuzcuk adadaki en akıllı ve kendini en iyi ifade eden çocuktur. Ralph bile onun kadar akıllı, ondan daha iyi bir hatip değildir. Ralph’i liderlik mücadelesinde tutan da Domuzcuk’tur. Zira, Ralph’in Jack gibi güçlü bir liderlik dürtüsü yoktur. Hatta zaman zaman vazgeçme eğilimine girer. O anlarda Domuzcuk devreye girer ve Ralph’i mücadeleye devam ettirir. Domuzcuk, Ralph’in arkasındaki akıldır. Ancak akıl vermenin ötesinde de Ralph’in mücadelesine fiziki bir katkısı yoktur. Küçük boyludur, şişmandır ve gözleri ileri derecede miyoptur. Astımlıdır da. Adada fiziki uğraş gerektiren bütün işlerden kaçınır. Ateşe odun taşımaz. Ava çıkmaz. Bu haliyle de Jack’in saygısını hiç bir zaman kazanamaz, hatta fiziki ve manevi tacizine maruz kalır. Domuzcuk için Ralph’in liderlik mücadelesi kendi rahatı ve huzuru içindir aslında. Ancak Ralph’in liderliği altında bir şeydir. Jack’in liderliği altında bir hiç.
Simon… Barınakların yapımında Ralph’e yardım eden tek çocuk. Jack, Domuzcuk’a avladığı etten pay vermeyince, ona kendi payını veren, küçüklere en olgun meyveleri toplamaları için yardım eden koca yürekli çocuk. Adada saf, karşılıksız iyiliğin, vicdanın temsilcisi. Sineklerin Tanrısı’nın mütercimi merhum Mina Urgan’ın tarifiyle: “Canavara inanmayan tek çocuk… kendi iç dünyası ışık içinde olduğundan, tüm çocukların ödünü koparan karanlıklardan hiç korkmayan” tek çocuk.
Simon ne Ralph tarafındadır, ne Jack. İki tarafın da üstünde bir konumdadır. Bütün adanın bir iç çatışmaya sürüklenmesinin önünde duran tek engel. Onun ölümü ise o engelin kalkışı ve barbarlığa sürüklenme… Ralph ve Domuzcuk, Simon’ın öldürüldüğünün farkında, ancak akıl oyunları ile kendilerini kandırır. Jack ve taraftarları ise bir canavarı öldürmenin sarhoşluğunu yaşamaya devam eder. Neyi öldürdüklerinin farkında olmadan… Simon’ın ölümü insanlığı bir felaketten koruyacak sağ duyunun ölümü.
Simon adada öldürülen ilk çocuk değil. Yüzünün bir yanı karadut renginde bir yara ile kaplı küçük çocuk, adada dikkatsizlikten dolayı çıkan ilk yangının kurbanı. Adada bir canavarın olduğunu söyleyen de ilk o çocuktu. Tam olarak karadut yaralı küçük çocuk ve onun ölümü neyi temsil ediyor? Neye gönderme? Yahudilere mi? Holokost’a mı?
Simon’ın adada bir canavarın olmadığı bilgisi ile çocuklara gelmesi, ancak bu kritik bilgiyi iletemeden onlar tarafından öldürülmesi… Daha ilginci Simon’ın katline bütün ada çocuklarının katılması? Bu salt o döneme ait bir eleştiri mi? Öyleyse neye gönderme? Yoksa daha genel Batı modernleşmesine yönelik bir eleştiri mi? Yoksa Simon adada hiç yok muydu?
Simon’ın zıt ikizi bir çocuk karakter öyküde yok. Simon’ın zıttı öyküye adını veren Sineklerin Tanrısı. Jack öldürdüğü bir domuzun başını, gövdeden ayırır ve adadaki canavarın yemesi için bir mızrak üzerinde teşhir eder. Zamanla domuz başı etraftaki sinekleri kendine toplar. Sineklerin doluştuğu, mızrak üzerindeki domuz başı, Simon’a Sineklerin Tanrısı olarak görünür. Ba-al Zebub veya Sineklerin Tanrısı… Yahudilik öncesi Filistinlilerin taptığı tanrılardan birinin adı. Hristiyanlık onu insanlığı yoldan çıkaran saf kötülüğün temsilcisi şeytanın adı olarak devşirir.
“Sen biliyordun, değil mi? Sizlerin bir parçası olduğumu biliyordun? Sizlere öyle yakın, öyle yakın, öyle yakınım ki! Her şeyin bozuk gitmesinin nedeniyim ben. Bunu biliyorsun, değil mi?”
Öyküde böyle seslenir Simon’a, Sineklerin Tanrısı.
“Hadi”, der Simon’a, “ötekilerin yanına git.”
Ve ekler:
“Oraya gitsen de gene ancak benimle karşılaşacağını pekala biliyorsun. Onun için kaçmaya kalkma!”
Kitabın sembolizm denizinde daha da derinlere dalmak elbette mümkün ve farklı açılardan farklı farklı yorumlar getirmek. Sineklerin Tanrısı’nı bir klasik yapan da bu. Yazarın belki kastettiği, belki kastetmediği anlamlara ve yorumlara izin vermesi.
Ve daha da önemlisi öykünün, insanlığın sadece belirli bir zamanda ve belirli bir mekanda gerçekleşen bir hikayesini değil, daha önce de daha sonra da tekrarlanmış ve her zaman ve her mekanda tekrarlanabilecek bir hikayesini anlatması. Halihazırda, küresel, bölgesel, hatta yerel zeminde de, benzer bir hikayeyi yaşamıyor muyuz? Öykünün kahramanlarının adının Ralph, Jack, Roger, Simon… olması öyküyü sadece İngilizin, Fransızın, Amerikalının, Almanın hikayesi yapmıyor. Öykü aynı zaman da Türkün de, Arabın da, Kürtün de hikayesi.
William Golding, Sineklerin Tanrısı, çev. Mina Urgan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006.
Fotoğraf: Jeremy Bezanger