[voiserPlayer]
Derin bir nefes aldı ve bir solukta okudu:
– Orta yaşlarında deyyus bir yahudi reklam satıcısı bütün bir gün boyunca dublinde dolaşır sahilde sakat bir kıza hallenir genelevler sokağına gider burada daha fazla sarhoş olur genç bir adamla buluşur onu gecenin bir yarısında evine götürür hatta belki karısını o genç adama pazarlar son.
Derin bir nefes aldı. Şu kaküller rahatsız ediyor. Sol eli ile saçlarını düzeltti. Pencereden sızan güneş kumrala çalan saçlarının rengine hafif bir kızıllık bahşetti. Ne güzel bir işaretti bu. Başını çevirdi ve odadakilere göz attı. Şu sağdaki bordo kaşkollu kıkırdadı galiba.
Bordo kaşkollu, kıkırdamadı mı yoksa, elinde tuttuğu kalın kitabı sinirle büktü, bakışlarını öne eğdi ve parmak kaldırdı.
– Buyrun.
– Bu biraz kaba saba olmadı mı sizce?
– Özet benim değil. Ben sadece aktarıyorum.
Hangi hadsiz?
– Kimden mi? Bir ipucu vereyim mi?: Şeytan Ayetleri desem… Neden direk Selman Rüşdi demedim ki?
Evet bahsi geçen şahsın öyle bir karikatürizesi oldu. 2014 yılıydı. Kopenhag’da, Den Sote Diamant’da. Ukalalıktan değildi ama. Biraz çakırkeyifti ve sıkıcı bir yazar değil de, komik-eğlenceli birisi imajı çizmek istiyordu. Gençliğinden beri beyazların onu ancak eğlenceli ise kabul edeceğine inanmıştı. Yoksa İrlandalıyı büyük romancı olarak görürdü. Hatta Leonard Bloom’u keşke ben kurgulayabilseydim demişliği vardır.
Bordo kaşkollunun hemen karşısındaki yeşil kazaklı konuşmacıya sert bir bakış attı. Hoppala. Bir de Rüşdici mi var? Tamam da adam cidden böyle bir şey söyledi. Başını iki yana salladı. Ama bir şey de demedi.
– Şey, tamam kabul ediyorum. Cidden, biraz kaba saba bir özet. Ama, ıhh, haksız mı cidden?
– Nasıl?
– Ulysses’in hikayesi ne ki? Nasıl yapalım? Baştan kurgulayalım mı? Baş kahraman kim?
– Bloom. Leopold Bloom.
Hikayenin geçtiği dönemde Belçika’nın kralının adı da Leopold değil miydi?
Kral II. Leopold Lodewijk Filips Maria Victor van Saksen-Coburg en Gotha. 1865 yılından 1909’a kadar Belçikanın kralıydı. Bu canavar, bu insan bozması yaratık Kongo’da yürüttüğü vahşetle tarihe geçti. Hikaye 1904 yılında geçtiğine göre, evet o dönem Belçika’nın kralı Leopold’du.
– Yaşı?
– Geç otuzlar.
Joyce, baş kahramanına Kral Leopold’ın adını vermiş olabilir mi? Ama neden bunu yapsın?
– Mesleği?
– Dublin’de yerel bir gazetede reklamcı.
Joyce ve Belçika. Belçika’da hiç yaşamadı ki… Trieste. Zürih. Paris.
– Dini?
– Net bir şekilde örgütlü dine karşı. Ama Katolik galiba. Alleluia, İsa dirildi, Alleluia. Ancak pek dindar da sayılmaz.
Leo, aslan mı demekti? Tam da Bloom’un karakteri ha. Joyce sarcasm sever.
– Yahudilik?
– Ailesi Yahudi kökenli. Babası sonradan din değiştiriyor.
Annesi? Neyse ben de hatırlamıyorum. Sormayayım şimdi.
– Medeni durumu?
– Marion (Molly) isimli bir opera şarkıcısı ile evli.
Baba İrlandalı, Anne İspanyol. Leopold…
– Çocukları var mı?
– Çiftin bir tane kız çocuğu var. Milly.
Milly ve Molly… Koyun isimleri gibi.. Hahaha. Leopold the Pastor. Joyce bunu düşünmüş olabilir mi?
– Bir tane de erkek çocukları olmuş. Rudy. Ancak Rudy doğduktan kısa bir süre sonra ölmüş.
Rudy de Rudolph’un kısaltması galiba.
– Hikaye nerede geçiyor?
– Dublin’de.
Rudy Giuliani’nin tam adı yoksa Rudolf Giuliani mi?
– Ne zaman?
– 16 Haziran günü sabah saat 8’den 17 Haziran günün erken saatlerine kadar.
Rudolph tam WASP ismi…
– Nasıl başlıyor?
– Aslında Bloom’la değil. Hikayenin ikinci karakteri Stephen nasıl okunuyor? Dedalus’la başlıyor.
– Şimdi sadece Bloom’a odaklansak…
Dedalus? Bu isim de Yunanca.. Irlandalı Katolik bir ailenin soy ismi neden Yunanca olur ya… Batı medeniyetinin tekliğine mi gönderme acaba?
– Bloom sabah uyanır ve kahvaltısını yapar.
– Karısının da kahvaltısını hazırlar.
Büyük sevgi.
– Sonrası?
Sessizlik.
Dedalus kesin Yunan mitolojisindendir.
Yunan mitolojisinde Daedalus isimli bir karakter vardır ve son derece becerikli bir sanatkardır. Öyle beceriklidir ki oğlu Icarus’la hapsedildikleri Girit’ten kaçmak için kendisi ve oğlu için kanat yapar. Icarus babasının tavsiyesini dinlemez ve güneşe çok yakın uçar. Güneş kanatları tutan balmumunu eritince, Icarus yere çakılır ve Azrail’iyle buluşur.
Dublin’in haritasını masaya açtı ve Bloom’un evini buldu.
– Ev. Yürür. Postane. Yürür. Kilise. Yine yürür. Eczane. Tramvay. Cenaze Evi. At arabası. Mezarlık. ? Gazete. Yürür. İş görüşmesi. Yine yürür. Öğle yemeği. Yine yürür. Müze. Yine yürür. Kütüphane. Yine yürür. Kitapçı. Yine yürür. Otel. Yine yürür. Bar. Araba. Cenaze Evi. Yürür. Sahil. Tramvay. Hastane. Yine yürür. Bar. Tren. Genelev. Yürür. Lokanta. Yürü babam yürü. Ev. Uyu. Son. Rüşdi’nin dediği kadar var değil mi? Bloom gününün neredeyse tamamını Dublin sokaklarında yürüyerek geçiyor. Peki, Rüşdi’nin bahsettiği genç bir kıza hallenmesini hatırlayan var mı?
– Sahilde demiştiniz zaten, dedi bordo kaşkollu.
Evet ya demiştim. Dikkatli eleman.
– Ve ekledi, genç kız da tahrik ediyor ama onu.
İçinde Suwen var. Sahi Zeki Triko’ya ne oldu?
– Öyle mi gerçekten? Sahildeki olay Bloom’un hayal kurgusu da olabilir. Bildiğiniz gibi Ulysses’in önemli bir kısmı kahramanın hayal dünyasında geçiyor. Yine de sapık.
– Sadece hayal dünyasında da değil sanki. Genelev bölgesinde geçen olayların önemli bir kısmı ya rüya ya da halüsinasyon.
– Kesinlikle. Peki, Rüşdi Bloom’a neden deyyus diyor?
Bu kelime sadece bana mı ofansif geliyor. Daha güzel bir tabir yok mu? Gavat? Yok gavat olmaz. Olur, en sonunda karısını pazarlamıyor mu? Yok yok çok ofansif. Boynuzlu nasıl? Hahaha.
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, deyyus karısının veya kendisine çok yakın bir kadının iffetsizliğine göz yuman kimse demek. Ayrıca gavat değil kavat. Pezevenk demek. Pezevenk ise gizli ve yasal olmayan cinsel ilişki öncesinde aracılık eden kimse demek. Boynuzlu ise boynuzu olan hayvan veya karısının veya kadın yakınlarından birinin iffetsizliğine göz yuman erkek demek.
– Deyyus tam olarak Rüşdi’nin kullandığı hangi kelimeye karşılık geliyor?
– Cuckold. Yazar da bu kelimeyi kullanıyor.
Kelime ‘guguk’ kuşundan ilhamla türetilmiştir. Bu kuş türünün dişileri yumurtalarını başka kuşların yuvalarına bırakarak annelik yapmaktan kaçınmakla veya çok eşlilikle bilinir. Bu iki davranışın hepsinde değil, sadece bazı guguk kuşu türleri arasında gözlemlendiğini not edelim de kendi insani ahlaki değerlerimizle canlıyı yargılamayalım. ERZ. Neyse işte, guguk kelimesi eski Fransızcada cocu’ya karşılık geliyor. Bu kelimeye kötü anlam katan -ault eklenince, cucuault kelimesi elde ediliyor. İngilizcede ilk önce kukewald veya cokewold olarak kullanılıyor, daha sonra da cuckold. Shakespeare’den: Cuckow, cuckow, O word of fear, unpleasing to a married ear. Canilik. Joyce da Ulysses’de guguk kuşlu saati Bloom duyacak şekilde benzer şekilde öttürür:
Cuckoo
Cuckoo
Cuckoo.
Acımasız.
– Çünkü Molly kocasını aldatıyor.
– Kimle?
– Blazes Boylan’la. Molly’nin menajeri diyebiliriz. Bir sonraki konser turunu ayarlayan kişi.
– Bloom biliyor mu aralarındaki ilişkiyi?
– Evet. Zaten tüm günü karısının onu aldatmasının kabusu ile geçiriyor.
– Peki, engellemek için bir şey yapmıyor mu?
– Hayır.
– Sizce neden? Adam değil ki. Domuz yedikleri için kıskançlıkları kalmamış.
– Karısını sevdiği için. Sevseydi kıskanırdı abi.
– Suçluluk? Karısını cinsel olarak tatmin edememenin suçluluğu.
– Çapkın. Hatta aldatmaya fazlasıyla meyilli. Çapkınlık erkek adama yakışır.
– Sapık. Garip huyları var.
Tam bir weirdo. Yatakta karısının tersine istikamette yatıyor. Aslında komik herif.
– Sahildeki mastürbasyonu unutmayalım.
Kızardım.
– Ancak bütün bunlar, hafifletici sebepler diyelim, hafifletici mi? ne diyorum ben, nasıl desem, Bloom’un, karısının onu aldatmasının kabusunu yaşadığını düşünürsek, pasif kalışını açıklamıyor sanki. Neyse, Bloom’un karısının aldatması karşısındaki pasif kalışına tekrar döneriz. Önce, Rüşdi’nin bahsettiği, Bloom’un buluştuğu ve karısını pazarlamak istediği genç adam kim?
– Dedalus. Stephen Dedalus.
Neden Dedalus? Yunanca bir aile adı? Joyce ne gibi bir şaka yapıyor?
– Erken yirmili yaşlarında İrlandalı bir Katolik.
– Bir şair. Ama başarısız.
– Borç batağında. Eziklik?
Neydi o kelime. Hiperboralı.
– Yarı zamanlı olarak felsefe öğretmeni.
– Bloom’la tanışıklığı var mı?
– Bloom, Stephen’ın babası Simon ile dost olmasalar da, tanışıklar. Bloom kiminle dost ki? Yalnız zavallı bir adamın teki! Stephen’in de Simon’un oğlu olduğunu biliyor.
– Stephen’la ne zaman buluşuyor?
– Gün boyunca bir iki kez karşılaşıyorlar.
– Gazetede…
– Kütüphanede..
Müzede? Bloom müzeye gidiyordu ama orada karşılaşmadılar galiba.
Müze… Museum. Zeus ve Mnemosyne’nin sanatları temsil eden dokuz kızı.
– Ancak bunlar kısa süreli karşılaşmalar. Herhangi bir etkileşim yok. En uzun süreli aynı ortamda bulunma hastanede oluyor.
– Evet ama hastanede bile karşılıklı sohbetleri yok.
– Sonra?
– Stephen hastaneden ayrılınca, Bloom da peşinden gidiyor.
– Bara ve geneleve de onun peşinden gidiyor.
– Genelevde ve genelevden çıkışta başı belaya girmesin diye müdahil oluyor.
– Genelevler bölgesinden çıkarıp lokantaya, sonra da evine götürüyor.
– Bunları neden yapıyor Bloom?
– Yalnızlık… Kendine arkadaş arıyor olabilir.
– Tatmin edemediği bir, nasıl diyelim, arzusu var sanki. Gün boyu ölen oğlu Rudy geldi aklına. Bu kayıp onu derinden etkilemiş olmalı. Stephen’a karşı babalık duygusu ile hareket ediyor bence. Ama zaten baba değil mi? Koyun Molly var, yok Milly var. Zira gelenevler bölgesinden Stephen’la çıkarken ölen oğlu Rudy’nin hayalini görüyor. İkisi arasında bir ilişki kuruyor.
– Aynı ilişkiyi Molly de kurdu galiba..
– Peki, Rüşdi’nin bahsettiği karısını Stephen’a pazarlama?
Sessizlik.
– Bloom, hatırlarsınız, Stephen’la gece yarısı eve gitmeden önce bir lokantaya uğruyorlar, yoksa uğruyor mu? Özne fiil uyumu. Salon des Refuses. O lokantada Bloom, Stephen’a karısının bir resmini gösteriyor. Resmi masada bir süre bırakıyor. Bu davranış acaba Bloom karısını Stephen’a pazarlıyor mu? diye yorumlanabilecek bir davranış değil mi? O yüzden de Rüşdi, belki de pazarlıyor diyor, kesin pazarlıyor demiyor.
Sessizlik.
Dikkat edilirse, o bölümde anlatım üçüncü tekil şahıs. Anlatıcıya göre Bloom, Stephen karısının ‘güzelliğini kana kana içsin diye’ bırakıyor. Ama anlatıcı Bloom’un kafasından geçeni bilmiyor. Bloom okuyucuya bırakmış yorumu. Bloom’un gariplikleri düşünülünce, bu da aklından geçmez diyemez kimse herhalde.
Yeşil kazaklının sağında oturan pembe kurşun kalemli parmağını kaldırdı.
– Buyrun.
– Hikaye, nasıl desem, cidden zayıf görünüyor. O halde Ulysses’i başyapıt yapan nedir? Gerçekten bir başyapıt mı veya?
– Hımm, bunun da cevabını Rüşdi veriyor aslında. Kimse, der Rüşdi, Ulysses’i hikayesi için okumaz. Onu başka zevkler için okur. Karakterler ve dili için okur.
Burgess.
Burgess… Anthony Burgess?
Ancak, şahsen ben, Ulysses’in hikayesinin çok da zayıf olduğuna inanmıyorum. Nasıl açıklasam. Fakir-i pür-taksir Dokuzuncu Beynelmilel Kurşunlu Meclis-i Edebi’sinde bir layiha arz etmekle mükellef tutulmuş idi; lakin meclis-i mezbûr-i âlînin makarr-ı içtima’ı olarak şehr-i Ankara’nın ihtiyar buyrulmuş olmasını fehm ü idrakten aciz kaldık. Hazihi fırsat ceyyide cidden. Kurşunlu Çankırı’da değil mi yahu?
Evet, Kurşunlu Çankırı iline bağlı bir ilçedir. Çankırı’ya yaklaşık 80 kilometre, Ankara’ya yaklaşık 200 kilometre uzaktadır. Merkezden kuzeye doğru Kastamonu yolunu aldınız. Yaklaşık 50 km gittiniz, sonra Batı’ya, İstanbul yoluna saptınız. Yaklaşık 30 km daha gittiniz, Kurşunlu.
Zira Bloom’un bir gününün hikayesine yedirilen farklı temalar, tema doğru kelime mi emin değilim, var ve, ımmm, o temalar, bu kelime neden doğru gelmiyor, bence hikayeyi zenginleştiriyor. Hikayeyi dolduran, ımmm, daha doğrusu zenginleştiren, en azından üç farklı çarpıcı temadan bahsedebilirim: anti-semitizm, milliyetçilik, ve sekülerleşme. Başka temalar da var tabi. Bu temalar aslında bütün Avrupa’nın, hatta dünyanın, o dönem içinden geçtiği süreçlerin adı ve bu süreçlerden İrlanda da etkilendi elbette. Ulysses, Bloom, Dedalus, ve bu ikilinin gün boyu karşılaştığı karakterler üzerinden, bahsettiğim süreçlerin İrlanda’daki hallerine, ımmm, hallerini, izdüşümlerini, projection’larını, gözlerimiz önüne seriyor.
Derin bir nefes aldı ve devam etti.
– Bloom ve Dedalus aslında devasa değişim dalgaları ile yıkanan bir adanın, bu yıkanma ne güzel benzetme, siyasi, iktisadi, içtimai, ve vesaire, nasıl desem, şekilsizliği, belirsizliği, şekilsizliğinin, değişkenliğin, kaypaklığının, mücessem olmuş halleri. Bahsettiğim süreçler nasıl bir karakter yaratabilirdi? Bence tam olarak Bloom veya Dedalus gibi. Tarihin altında ezilmiş karakterler. Dedalus’un ezikliğini net bir şekilde Buck Mulligan’la ilişkisinde görüyoruz. Bloom’u ise hemen hemen herkesle ilişkisinde. Ve elbette hain Boylan karşısında.. Karısının aldatması karşısında pasifliği de o ezikliğin neticesi sanki.
Gözlerine baktı. Bakışlar daha sempatikti artık.
Şimdi kim gidecek, sürecek Fergus’la,
Ve delecek dokuma silüetini derin ormanın,
Ve dans edecek dümdüz kıyı boyunda?
Genç adam, kaldır kızıl göz kaşlarını,
Ve aç narin gözlerini, genç kız,
Ve umutlara sarıl ve korkma artık.
Ve çekilme bir tarafa ve sarıl
Aşkın acı sırrına.
Fergus hükm eder pirinç levhadan arabalara,
Ve hükm eder ormanın gölgelerine,
Ve derin denizlerin beyaz kucağına,
Ve bütün başıboş gezen yıldızlara.
İrlandalı William Butler Yeats’a ait bir şiir. Şiirin ilk iki satırı Ulysses’de de geçer. Ayrıca Stephen Dedalus ölüm döşeğinde annesine okuduğu şiirdir bu.
Bilmiyorum Joyce sanki bu şiiri Bloom ve Dedalus’a hitap ettiriyor, ama hala üzerinde düşünmem gereken bir his bu.
Ağır bir sessizlikti çöken sınıfa. Saatine baktı.
– Önümüzdeki hafta görüşmek üzere.
Ve sınıftan çıktı, Joyce’un kendine bakan gülen yüzünü hayal ederek.
James Joyce, Ulysses, çev. Nevzat Erkmen, Yapı Kredi Yayınları, 2020 [ilk baskı 1996].
Fotoğraf: Lukasz Szmigiel