[voiserPlayer]
21 Kasım’da, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin üçüncü denemesinde ilk “casus” uydusunu başarılı bir şekilde yörüngeye yerleştirerek ABD’nin Beyaz Saray, Pentagon ve bazı üslerini gözlemleyebildiğini resmen duyurması, ABD-Kuzey Kore gerilimini artıran bir olay olarak kayda geçti.
Kuzey Kore’nin uydusuna yapılacak herhangi bir müdahaleyi savaş sebebi olarak değerlendirileceğini açıklaması, Hint-Pasifik bölgesinin güvenliği konusunda bir kez daha ciddi endişelere yol açtı. Uydunun fırlatılmasında kullanılan balistik füze teknolojisinin Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı olduğu düzenlenen Güvenlik Konseyi oturumuyla vurgulanırken, Kuzey Kore yönetimi Kore Yarımadası’nın silahsızlandırılması yoluyla sürdürülebilir barışın tesis edilmesi amacından sapmakla suçlandı.
Pyongyang yönetiminin bu eylemi iki ülke arasında 2018 yılında imzalanan, kara, deniz ve havada tampon bölgeler ve uçuşa kapalı alanlar oluşturarak gerilimi azaltmayı, Kore yarımadasının nükleerden arındırılması için işbirliğini amaçlayan Panmunjom Deklarasyonu’nun Güney Kore tarafından askıya alınmasına sebep olurken Kuzey Kore anlaşmadan tamamen çekildiğini duyurdu.
Kuzey tarafının fırlatma denemelerinin başarısı, iki ülkenin aralarındaki savaşı resmen sona erdirme ve nihai birleşme hedeflerine ciddi zararlar verdiği gibi ABD’nin Soğuk Savaş döneminden itibaren Asya-Pasifik bölgesini güvenlikleştirme çabalarında da kırılmaların yaşandığı bir döneme karşılık geldi.
Soğuk Savaş döneminde ABD, Avrupa-Atlantik bölgesinde Sovyetler Birliği ve diğer Varşova Paktı ülkelerini çevrelemek amacıyla NATO’yu stratejisinin önemli bir parçası haline getirdi. NATO’nun kuruluşu ABD’nin Avrupa’daki askeri varlığının meşru bir zemine oturmasına fırsat tanırken, üye ülkelerin askeri modernizasyon ve müşterek faaliyet icra edebilme kapasitelerinin geliştirilmesine de öncü oldu. NATO’nun Soğuk Savaş sonrası dönemde varlık sebebini yitirmesi tartışmaları ise bu sefer post-komünist Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ordularının barış koruma ve kriz çözümü konularında işlev gösterebilecek şekilde modernizasyonu üzerinden çözümlenerek ittifakın Soğuk Savaş sonrası dönemdeki genişleme hareketlerini başlattı.
Güvenliği ve ulusal çıkarları açısından vazgeçilmez bulduğu Hint-Pasifik bölgesinde ise ABD, kendisi için daha geniş sorumluluklar öngören karşılıklı savunma anlaşmalarını tercih etti. 1950’lerden itibaren sırasıyla Filipinler, Güney Kore, Tayland ve Japonya’yla iki taraflı anlaşmalar imzalayan ABD, Avustralya ve Yeni Zelanda’ya da ANZUS Anlaşması kapsamında Pasifik Okyanusunda karşılıklı güvenlik taahhütlerinde bulunmuş oldu.
1954 yılında komünizmin yayılmasını engellemek amacıyla NATO’nun Asya’daki muadili olarak kurulan Güneydoğu Asya Anlaşması Teşkilatı (SEATO) ise hem NATO gibi istihbarat toplama ve askeri birlikleri konuşlandırma konusunda bağımsız bir mekanizmaya, hem de üye ülkeler arasındaki kültürel ve dilsel farklılıklar nedeniyle kolektif bir kimliğe sahip olamaması sebebiyle başlangıçtan itibaren organizasyonel olarak zayıf kaldı. SEATO’nun Soğuk Savaş döneminden sağ çıkamaması, ANZUS’un da Yeni Zelanda boyutunu yitirmesiyle ABD’nin Soğuk Savaş dönemindeki Hint-Pasifik bölgesi politikalarını, Avrupa-Atlantik bölgesi kadar bütünlüklü gerçekleştiremediğini söylemek yanlış olmaz.
Soğuk Savaşın bitişiyle birlikte Çin’in ekonomik yükselişi, Güney Çin Denizi’nde doğal kaynakların paylaşımı ve adalar sorunu üzerinden bölge ülkeleriyle giriştiği rekabet, “Kuşak ve Yol” gibi büyük altyapı projeleriyle güçlendirmeye gayret ettiği ticari ilişkiler, Hint-Pasifik bölgesinde ABD’nin etkisinin azaldığı ve bölgedeki dengelerin Çin lehine değişmeye başladığı şeklinde yorumlandı. Buna karşılık ABD, “açık ve özgür” Hint-Pasifik idealini gerçekleştirmek adına Soğuk Savaş döneminde karşılıklı savunma anlaşması yapmış olduğu Avustralya, Japonya, Kore ilişkilerini derinleştirirken, bir yandan da bu ülkelerin birbirleriyle olan ilişkilerini de geliştirerek mevcut güvenlik taahhütlerini çok taraflı bir boyuta taşımaya yöneldi. Bu çok taraflı boyut, Hint-Pasifik bölgesiyle Avrupa-Atlantik bölgesi arasındaki ilişkinin tesis edilmesini de içeriyordu.
Bu doğrultuda NATO, ilk defa 2022 Stratejik Konseptinde Hint-Pasifik bölgesini “Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliğini doğrudan etkileyen” bir bölge olarak tanımlarken, 2000’lerin ortalarından itibaren terörle mücadele, siber güvenlik, deniz korsanlığı, silahsızlandırma gibi konularda ad hoc düzeyde partnerlik ilişkisi kurduğu bölge ülkeleriyle diyalog ve işbirliğini güçlendireceğini ilan etti. Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda devlet ve hükümet başkanları NATO tarihinde bir ilk olarak önce 2022 Madrid Zirvesi’ne ardından da 2023 Vilnius Zirvesi’ne davet edildi.
Japonya ve Güney Kore’nin NATO’yla kuracağı ortaklık ilişkisi, ABD’nin iki ülkeyle olan karşılıklı savunma anlaşmaları ve Kuzey Kore ve Çin’le ilişkilerin gerilimli tabiatı sebebiyle diğer ortaklardan daha büyük bir önem arz ediyor. NATO’nun 2012 yılından itibaren Güney Kore, 2014 yılından itibaren Japonya’yla Bireysel Ortaklık ve İşbirliği programı aracılığıyla yürüttüğü ilişkiler, iki ülkenin de 2023 yılında Bireysel Uyarlanmış Ortaklık Programı ile geliştirilmeye çalışılıyor. Güney Kore diğer Hint-Pasifik ortaklardan bir adım daha ileri giderek 2022 yılı itibariyle NATO genel merkezine daimî diplomatik misyon temsilcisi de gönderdi. Güney Kore’nin NATO’ya yönelik bu gayretleri ittifak tarafından çeşitli bağlamlarda desteklenirken, Stoltenberg Kuzey tarafının önceki başarısız denemelerini “provokatif eylemler” olarak tanımlamıştı.
NATO’nun Hint-Pasifik ortakları, özellikle de Japonya ve Kore ile ilişkilerini derinleştirmesinin arka planında, Çin’in 2019 Londra Zirvesiyle beraber önce “zorluk” ardından da yeni stratejik konseptle “tehdit” olarak ittifak gündemine girmesi bulunsa da Ukrayna Savaşı’nın yarattığı uluslararası ortamın ABD’ye aradığı esas fırsatı verdiğini söylemek yanlış olmaz.
Çin’in Kuzey Kore ile ekonomik ilişkileri, Kuzey Kore’ye sağladığı teknolojik altyapı ve ekipman desteği, her iki ülkenin Pasifik bölgesindeki “zorlayıcı” politikaları bağlamında düşünüldüğünde ABD açısından kaygı verici bir durum teşkil ediyor. Ancak, ABD bu faktörlerin Hint-Pasifik ülkelerini ittifaka dahil etme konusunda NATO müttefiklerini ikna etmek için yetersiz kalabileceği ihtimalini de göz önünde bulunduruyor. Bunun yerine, Rusya’nın Çin’le olan partnerliği ve Kuzey Kore füze denemelerine verdiği destek dolayısıyla Ukrayna’daki savaşta kullanılmak üzere askeri mühimmat temin ettiği üzerinden bir anlatı da inşa ediyor.
Bu bağlamda, Hint-Pasifik ülkelerinin NATO’yla müşterek faaliyet kapasitelerini geliştirmek adına Kore ve Japonya, NATO’nun siber güvenlik alanında her yıl düzenlediği Locked Shields tatbikatına, Barış ve Güvenlik için Bilim programına, Ortak Uyumluluk İnisiyatifi ve Afgan Ulusal Ordusu Güven Fonu’na destek verirken, Avustralya ve Yeni Zelanda bunlara ek olarak ittifakın Kararlı Destek Misyonu ve Okyanus Kalkanı operasyonlarına katılım sağlıyor.
ABD’nin Hint-Pasifik açılımının doğrudan hedefi olan Kuzey Kore yönetimi ise Güney Kore ve Japonya’ya yönelik politikaları “agresif ve şovenist” karakterli bir “tümöre” benzetiyor. Pyongyang yönetimi NATO’nun Asya ülkelerini kapsayacak şekilde doğuya doğru ilerlemesi için Rusya’yı sıkıştıran frensiz bir tank ifadelerini kullanırken, bölge ülkelerini de ABD’nin bölgedeki hegemonyasını yeniden tesis etmek için planlanan “Asya versiyonu NATO” inşasına karşı uyarıyor.
Ukrayna’daki savaşı diplomatik olarak destekleyen Kuzey Kore yönetimi, savaşın sebebini Rusya’nın meşru ve makul taleplerini göz ardı eden NATO’nun Washington yönetimi önderliğinde doğuya doğru genişlemesi olarak değerlendiriyor. Bu genişlemenin silah sistemlerini konuşlandırmayı da içermesinin Avrupa güvenlik ortamına sistematik olarak zarar verdiğini ve bölgede tansiyonu tırmandırdığını da vurguluyor.
Çin, NATO’nun gündemine yeni giren bir aktör olarak hem Rusya-Ukrayna savaşı hem de NATO’nun doğuya doğru genişlemesi konusunda görece dengeli bir tutum sergiliyor. Rus yanlısı bir tarafsızlık politikası benimseyen Çin, Batı ile ekonomik ilişkilerini riske etmemek adına Ukrayna Savaşı’nda Rusya’yı kınayan ve Ukrayna’ya insani yardım sağlayan bir yerde konumlanmaya gayret gösteriyor. Ancak, Çin geniş ölçekte Hint-Pasifik bölgesinde NATO’nun varlığı ve egemenlik haklarının tartışmaya açılması dolayısıyla Tayvan Sorunu’nun “Ukraynalaştırılması” yönünde de derin endişeler taşıyor.
Bu gelişmeler, NATO’nun sorumluluk alanı ve genişlemesine yönelik tartışmaların yalnızca Rusya değil, Hint-Pasifik’teki ortaklık ilişkileri üzerinden Kuzey Kore ve Çin gibi aktörleri de dahil ederek devam edeceğini, küresel ve bölgesel dengeleri etkileyebilecek bir potansiyele sahip olduğunu gösteriyor.