[voiserPlayer]
Fotoğraf kimine göre bir sanat, kimine göre ise sadece bir kayıt, bir belge aracı olarak nitelendiriliyor. Oysa fotoğraf sayesinde bugün birçok olaydan daha da gerçekçi bir şekilde bilgi sahibi oluyoruz. 186 yıl önce yaşantımızda yerini alan bu genç buluş, bugün insan hayatının vazgeçilmez bir parçası. Hiç fotoğraflanmamış ya da objektifin karşısına geçmemiş bir insan var mı? Bir asır önce buna cevap verebilmek oldukça zordu. Oysa bugün için bunun kesin bir cevabı vardır.
186 yıl ve onun sonrasında neler oldu? Aslında fotoğrafın bulunuşunun kökleri 13. yy’a kadar uzanır. Arap yarımadasında gök cisimlerinin hareketlerini inceleyen Hasan İbnü’l Heysem, “Alhazen” isimli yapıtında çadırdan bahseder. Bu kavram Leonardo da Vinci’nin deneylerinde Camera Obscura (Karanlık Oda) şeklinde tanımlanacak ve ressamlar için yeni bakış açıları getirecektir. Fosforla başlayan yoluculukta tıp profesörü Heinrich Schulze, ışık görüntüsü üzerine deneylerle yolu açmış olacaktı. 1802 yılında İngiliz çömlek üreticisi Thomas Wedgwood ise deri üzerinde sinek kanatlarının iz düşümleri üzerine bir takım deneyler yapmayı başarmıştı.
1824 yılına gelindiğin ise Joseph Nicephore Niepce, oğlu ile holiogravür baskılarında oldukça iyi ilerlemeler kaydedecekti. Evinin odasından görünen samanlık, tarihin ilk belli belirsiz imgesi olarak kabul edilir. Çalışmalarından emindir. Yazışmalar onun Fransa’da tiyatrolar için diaporamalar hazırlamakta olan Louis Jacques Mande Daguerre ile tanışmasını sağlayacak ve ortak olacaklardı. Bir daha hiçbir zaman görüşmeyecekler, sadece yazışacaklardı. Ancak 1833 yılında Niepce vefat eder. Daguerre inatla çalışmalara devam eder. Bakır levha üzerinde görüntü kaydettiği buluşunu 7 Ocak 1839 tarihinde Fransız Bilimler Akademisine sunar. Komisyon buluşunu inceler ve 19 Ağustos 1839 tarihinde fotoğrafın Fransızlar tarafından bulunduğunu bütün dünyaya duyururlar.
Ancak gidişat istenildiği gibi değildir. Diğer yandan İngiltere’de çalışan Sir Willam Henry Fox, Talbot Calotype baskı üzerine deneyler yapmaktaydı. Doğadan bulduğu kuş tüyü, yaprak gibi cisimlerle birtakım baskı teknikleri uyguluyordu. Ancak deneylerini sunmakta biraz geç kalmıştı. İngiliz Kraliyet Akademisine tezini sunma tarihi çok kısa bir süre sonrası idi: 25 Ocak 1839. Ancak ne var ki Daguerreotype, bakır levha üzerinde cıva banyosundan geçtiği için insan sağlığı için son derece tehlikeli bir madde idi ve çoğaltılabilme olanağına sahip değildi. Bundan dolayı çok uzun ömürlü de değildi.
Bugün fotoğraf kelimesini Talbot’un yakın çalışma ortağı Herchell’e borçluyuz. 14 Mart 1839’da Kraliyet Enstitüsüne sunduğu “Fotoğraf Üzerine” başlıklı yazısında fotoğrafı, “Fotoğraf sanatı üzerine bir not veya görsel yeniden sunum amacıyla ışık huzmelerinin kimyasal olarak işlenmesi…” şeklinde tanımlamıştı. Bu sanatın adını Yunan dilinden alarak isimlendirmiştir. Photos ve Graphus, yani ışıkla çizim.
Fotoğrafın bulunuşuna özellikle tarih konularının ressamı Paul De La Roche sert tepki gösterecek, “Herkes herhangi bir resim çizme becerisine sahip olmadan bir optik düzenek sayesinde fotoğraf çekebilecek ve bunu sanat diye satabileceklerdir. Bu sanatın sonudur.” şeklindeki yorumu ile fotoğrafa sert tepkisini dile getirecektir.
Ancak ikinci endüstriyel devrim sırasında bulunan fotoğraf, çok kısa zamanda kendi alanında yenilikler getirdi. Levha camın devreye girmesi, hareketi dondurmak için hızlı objektifler bulunması ve albümin negatifler sayesinde fotoğrafın çok kısa sürede bir ticari araç ve sanatta anlatım diline dönüşmesi, fotoğraf alanındaki en önemli yenilikler olmuştu.
1860’lı yıllara gelindiğinde üçüncü boyutu ortaya koyan “Stereoscope” cihazlar artık evlerde çocuklar için boş vakit geçirme aracına dönüşecekti. Hatta tarihçiler bu aleti “Viktorya Televizyonu” şeklinde yorumlayacaklardı.
İnsanlar birbirlerine hatıra hediye etmek ve öldükten sonra iz bırakmak amacıyla 12 pozlu ucuz portreler sistemini kullanmış ve Carte-de-visit (kartvizit) fotoğrafları ile kendilerini ölümsüzleştirdiklerine inanmaya başlamışlardı.
Bir başka fotoğrafçı olan Roger Fenton, 8 Mart 1855 tarihinde Balaklava’ya vararak Kırım savaşı sırasında yanına aldığı 5 fotoğraf makinesi ve 700 cam levha ile tarihte ilk kez bir savaşın fotoğraflarını çekmeyi başarabilecekti. Yazın sivrisineklerle, kışın ise suların donmasından dolayı ahşaptan yapılmış, kapalı, Western filmlerinden bildiğimiz arabasında, tarihte ilk kez savaş muhabirliği görevini yerine getirecekti.
Yola çıkmadan önce Kraliçe Viktorya, kendisinden İngilizlerin kahramanlıklarını belgeleyen fotoğraflar talep edecekti. Oysa Fenton çok zor şartlarda siperlerden dışarı çıkamamış ve çoğunlukla ölü asker fotoğraflarından oluşan 360 cam levha ile geri dönebilmişti. O yıllara kadar tarihi olayların görselleştirilmesi, mahkemelerde olduğu gibi, karikatürist ya da ressamların işi idi. Fenton’un fotoğrafları ilk kez basında kullanıldı. Ve İlk kez acısını bugün de duyduğumuz gibi “sansüre” uğramışlardı. Sorun belli idi: Fotoğraflar sanki İngilizlerin korkaklığını yansıtıyordu.
1872 yılında ise Eadweard Muybridge bir hipodroma kurduğu düzenekle atın hareketlerini tespit etmeye çalışıyordu. Daha sonra Etienne Marey ile çalışmalarını geliştirecek “Tarmatrop” isimli cihaz sayesinde 7. sanatın da doğmasına katkıda bulunacaktı. Bütün bu çalışmalar “Hayvanların Hareketi” (Animal Locomotion) adlı kitapta bir bütünlük içinde yer alacaktı.
1888 yılında Rochester’da bir banka memuru olarak yaşam savaşına başlayıp ülkenin en önemli endüstriyel girişimcilerinden ve milyonerlerinden biri olan George Eastman, banka memurluğu işinden kısa sürede istifa etti. Annesinin kiracısı olan Henry Strong ile American Film’i kurdu. Amaçları, yeni bir dil olan sinema için film imal etmekti. Ancak gelişmeler, onların çalışmalarını başka yöne sevk etti. 2 dolar karşılığında alınan basit bir fotoğraf makinesi sayesinde insanlar artık fotoğraf çekebileceklerdi. Bir slogan geliştirdiler “SİZ DÜĞMEYE BASINIZ, GERİSİNİ BİZ HALLEDERİZ.” Bu yeni buluşun marka adı “KODAK” idi ve artık fotoğraf kitlelerin kullanım alanı içine girdi.
20. yüzyıla girerken bir yandan taşınabilir refleks makineler alanında yapılan köklü yenilikler, diğer yandan ise Leica firmasının 35 mm.’lik filmleri icat etmiş olması, fotoğrafçılığı artık yeni bir evrim sürecinde sokacaktı.
21. yüzyıla girerken ise bu çağın artık fotoğrafı sayısal bir dille anlatabiliyor olması, 140 yıllık KODAK firmasının endüstrisinin sonlanmasına neden olurken fotoğraf artık yeni bir akım olarak yerini almış ve rüştünü ispat etmiştir.
Artık günümüzde, “fotoğraf sanat mıdır, değil midir” tartışmaları bitmiştir. Fotoğrafın önce bir teknoloji sonra da sanatsal bir dil olduğu üzerinde fikirler birleşmiştir. Sonuçlar ne olursa olsun fotoğraf sayesinde insanlar iletişim kurabiliyor, anlatım dili oluşturuyor ve anlatmak istediklerini anlatabiliyorlar.
Fotoğraf: Markus Spiske