[voiserPlayer]
Cinsiyet eşitsizliği maalesef günümüzde dünyanın pek çok ülkesinde büyük bir sorun olmaya devam ediyor. Bu eşitsizliğin kaçınılmaz sonucu ise eşitsizliğin zarar gören tarafı olan kadına yönelik şiddetin de bir türlü azaltılamamasıdır.
Aslında pek çok ülkede kadına yönelik şiddetin ciddi bir sorun olduğu ve buna karşı politikaların hem siyasal hem hukuki çerçevede oluşturulduğu ve oluşturulacağına yönelik açıklamalar yer bulur. Fakat, gerek açıklamaların, gerek kanunların işe yarayıp yaramadığını doğru şekilde kaydetmek mümkün değildir. Kadına yönelik şiddete ilişkin verilerin nasıl ölçüleceği, ne şekilde değerlendirileceği ise ayrı bir konudur. Bu konuda dikkate alınacak farklı veriler vardır.
Kadına yönelik şiddet konusu pek çok farklı insan hakları ve demokrasi endeksinde kendine yer bulur. Zira, toplumsal cinsiyet eşitliği gerçek anlamda insan haklarına saygılı ve demokratik bir toplumun olmazsa olmazıdır. Kadına yönelik şiddetin devam ettiği ve yüksek oranda olduğu toplumlarda cinsiyet eşitliğinden söz etmek ise mümkün değildir.
Bu yazıda demokrasi ölçütleri bakımından kadına yönelik şiddetin hangi başlıklar altında değerlendirileceği üzerinde durdum. Tabii bunun için pek çok farklı ölçüt olabilir. Bu yazıda OECD verileri gösterge olarak ele alındı. OECD kadına yönelik şiddet göstergesi bu alanda dikkate alınabilecek en önemli raporlardan biridir.
OECD çalışması aşağıdaki üç farklı konuda veri sağlıyor:
- Şiddete karşı tutumlar: Bir kocanın/partnerin belirli koşullar altında karısını/partnerini dövmekte haklı olduğunu kabul eden kadınların yüzdesi.
- Yaşam boyu şiddetin yaygınlığı: Hayatlarının herhangi bir döneminde yakın bir partnerden fiziksel ve/veya cinsel şiddet görmüş kadınların yüzdesi.
- Aile içi şiddetle ilgili yasalar: Yasal çerçevenin kadınlara aile içi şiddete karşı yasal koruma sağlayıp sağlamadığı.
Bu konuların seçilmesini önemli buluyorum. Çünkü de facto (olan) ve kanuni düzenlemeleri aynı anda ele almak ve kıyaslama yapmak önemli. Şahsi kanaatimce Türkiye’de yasalar kadına şiddeti teşvik edici ya da cezasız bırakılması yönünde değil. Fakat uygulamaya baktığımızda gerek kolluk, gerek bürokrasinin farklı birimleri (özellikle sosyal hizmetler) gerekse de hukuk uygulayıcıları (özellikle de hakim ve savcılar) bakımından kanuni düzenlemeler ile paralel bir başarı göremiyoruz. Bu nedenle de kadına yönelik şiddet gerçekte yüksek oranda devam ediyor. Bu pek çok ülkede de olan bir durum bu aslında; Türkiye’ye özgü değil. Bu nedenle kadına yönelik şiddetin durumu incelenirken sebebinin de netleştirilmesi lazım. Yani, yalnızca yasalar değiştirilsin, cezalar ağırlaştırılsın demek ile sorunun çözülmesi mümkün değil. Hele ki kadını meta olarak gören, sosyolojik olarak eşitlik algısının yerleşmediği toplumlarda, cezaların yüksekliği ile sorunların çözülmesi ve şiddet ile mücadele edilmesi pek olası değil.
OECD’nin ilk konu başlığı olan “Şiddete Karşı Tutumlar” bölümüne baktığımızda bu başlık altında 155 ülkenin değerlendirildiğini görüyoruz. Şiddete karşı tutum kriteri ile neyin ele alındığını açıklamakta fayda var. Bu başlık altında, kadınlar arasında yüzde kaçının eşlerinin/partnerlerinin belirli şartlar altında kadınlara şiddet göstermesinin haklı olduğunu düşündüğü özetleniyor.
Cinsiyetten bağımsız, meşru müdafaa hariç herhangi bir şiddettin haklı olabilme ihtimalini düşünmeyen ben için bu aslında fazlasıyla çarpıcı bir soru ve değerlendirme ölçütü. Diğer bir yandan, tam da yukarıda bahsi geçen toplumsal algı ve yasal düzenleme çatışmasında ele almamız gereken nokta aslında bu. Burada yer alan bazı örnek ülkelere bakarsak aslında bu kriterin önemi daha da çok anlaşılıyor. Örneğin, Danimarka kadınların şiddet görmeyi haklı görmediği ülkelerde başı çekiyor. Türkiye’nin puanı ise 6.0 ve sıralaması 27. sıra. Aslında Türkiye buradaki puanı ile iyiye yakın bir imaj çiziyor. Fakat yine de bunun 0’a yaklaşması gerektiği aşikar. Kadınların şiddetin hiç birini maruz görmeyecekleri bir algının oturması gerekiyor.
Bu arada bu incelediğimiz veri Türkiye’de bölgeler ya da şehirler arası bir ayrım yapmasa da bölgesel farklar ve eğitim durumuna dayalı farklılıkların olması olası. Türkiye’nin sıralamasının İtalya ve Japonya gibi ekonomik olarak gelişmiş ülkeler ile art arda sıralarda olması ilgi çekici dursa da aslında hukuki düzenlemeler karşısında sürekli bahsettiğimiz kültür ve toplumsal algının önemini görüyoruz. Japonya’da da ciddi bir ataerkil toplum düzeni olmasının bu algının derecesinde önemi olduğunu düşünüyorum. Bu kriter bakımından endeksin en endişe verici değerlerine indiğimizde ise Çad, Mali, Somali, Tacikistan ve Afganistan gibi nüfusunun çoğunun Müslüman olduğu geri kalmış Afrika ve Asya ülkelerini görüyoruz. Bu ülkelerde hâlihazırda hukuki düzenleme yapılabilse bile sosyolojik çalışmalar yapılmadıkça ilerleme sağlanması mümkün değil.
Diğer bir değerlendirme ölçütü ise yaşam boyu şiddetin yaygınlığı. Bu başlık altında da yakınlarındaki bir erkek/partnerleri tarafından şiddete uğrama sıklıkları değerlendirilmiş. 141 ülkede çalışma yapılmış. Burada şiddet tanımı fiziksel ve/veya cinsel şiddet olarak tanımlanmış. Bence bu aslında yanıltıcı bir oran. Çünkü genelde yakın çevredeki erkek ve partner şiddeti öncelikle sözel ve psikolojik şiddet olarak başlar ve aslında bunların ciddi bir kısmında da fiziksel, cinsel şiddete dönüşür. Bu nedenle, şahsi kanaatimce kadına yönelik şiddetin ve aslında yanlış kültürün daha iyi anlaşılması için psikolojik şiddete de bu endekste yer verilmesi daha iyi olurdu.
Bu kriterde Türkiye’nin yerine batığımızda 32 puan ile 31. sırada olduğunu görüyoruz. Eşinden ya da partnerinden fiziksel ya da cinsel şiddet gören kadınların 2023 yılında hala %32 olması dehşet verici. Nitekim bu endekslerde sapma payı negatif yöndedir. Yani, şiddet görüp bunu dile getirmeyen kadınların da olması mümkün. Bu arada kanuni düzenleme kriterine yazının devamında değineceğim ancak bu noktada altını çizmenin gerekli olduğu bir konu var. Her ne kadar yerel hukuki düzenlemelerimiz olsa da ve bu düzenlemeler başarılı sayılacak durumda olsa da İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmiş olmamız gibi siyasi iktidarın kadına yönelik şiddet konusundaki bazı adım ve açıklamaları toplumda da etki gösteriyor. Bu nedenle, değiştirmemiz gereken toplum algısı gerçeği varken iktidarın bu davranışları aslında cinsiyet eşitliği gayesine büyük zarar veriyor. Türkiye bu kriterde İran, Kolombiya, Mısır ve Malavi gibi kadına yönelik şiddetin ve cinsiyet eşitsizliğinin had safhada olduğu ülkelerin hemen üstünde yer alıyor. Bu durum, gerçekten Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk ve yabancı tüm kadınlar için endişe verici.
Üçüncü ve son kritere geldiğimizde ise endeks, hukuki düzenlemeleri ele alarak bir çalışma yapmış. Buna göre hane içi şiddet için mevcut yasal düzenlemelerin kapsamı ve kadını koruyuculuğu incelenmiş. Burada Türkiye 0 puan alarak başarılı bir imaj sahibi. Zaten yazının farklı yerlerinde de bahsettiğim gibi son yıllarda atılan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması gibi korkunç bazı adımları bir kenara ayırırsak Türkiye’de kanunlar, kadın erkek ayrımcılığı öngörmüyor. Ancak iş, hukukun uygulamasına geldiğinde bu kadar iç açıcı bir tablo ile karşılaşmıyoruz.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi cinsiyet eşitliğinin yalnızca bir parçası, tamamı değil. Ama yine de maalesef hala önemli bir parçası. Bu nedenle de demokratik ve medeni ülkelerde artık bu sorunun kalmaması gerekiyor. Fakat pek çok insan hakları sorunu gibi bunun da çözümü yalnızca hukuk ile mümkün değil. Türkiye buna en net örneklerden. Endekste farklı parametreleri birlikte ele aldığınızda hukuk puanı yüksek fakat şiddetin yaygınlığı da yüksek çıkabiliyor. Bu ölçümleri ele aldığımızda ve dikkatlice incelediğimizde kapsamlı bir toplumsal çalışma ve değişiklik gerektiğini görebiliyoruz. Kadın hakları mücadelesi yalnızca kadınlar için değil, aslında çocuklar, engelliler, yaşlılar için de çok önemli. Kadına yönelik şiddetin failleri genelde güçlerini bu kırılgan kesimler üzerinde de kullanmaya yelteniyor. Şiddetin meşru müdafaa hariç herhangi bir geçerli sebebi olamaz ve umarım ki çok da uzak olmayan bir gelecekte kanunlar gerçeklerimiz haline de gelir.