Devlet günümüzün en çok tartışılan terimlerinden biri. Bunun nedeni kavramın algılanış biçiminden veya yanlış yorumlanışından kaynaklanmakta. Zaman zaman iktidar, rejim, siyaset, partiler ya da kişiler; devlet olarak kabul edilmekte, devlet kavramının yerine kullanılan bir niteliğe bürünmekte.
Bunun doğrudan bir sonucu olarak tüm bu yapılar da kimileri tarafından kutsallaştırılmakta, bunlara yönelik eleştiri ve muhalif tavırlar şeytanlaştırılmakta. Haliyle bu durum, bir sorunsala dönüşmekte ve toplumsal zeminde de sosyolojik, politik hatta adli problem alanları yaratmakta. Bu nedenle devleti doğru tanımlamak ve anlamak yaşamsal bir öneme sahip.
Devlet; özel, önemli ve karmaşık bir terminolojik alandır. İçinde yaşadığımız kara parçası üzerindeki siyasi örgütlenmeden çok daha ötesidir. İnsanoğlu üzerindeki belirleyiciliği, konuyu her daim dinamik bir mesele olarak tutmaktadır. Yüzyıllardır hayatımızı, hayallerimizi, planlarımızı ve davranışlarımızı dolaylı olarak şekillendiren bu örgütlenme biçimi, günümüzde hukuki ve kurumsal kabiliyetlerini maksimize ederek olağanüstü güçlü bir aygıta dönüşmüştür.
Bu beşerî örgütlenme hakkında çok sayıda eser yazılıp çizilmiş; belgeseller, diziler ve filmler çekilmiş; yazılı, görsel ve sosyal medyadaki tartışmalara konu olmuştur. İnsanoğlu var olduğu sürece, adı ve biçimi ne olursa olsun, bugün devlet adını verdiğimiz sistemli örgütlenmeler de varlığını sürdüreceğinden, binlerce yıldır süren devlet terimi üzerine tartışmaların, geleceğin de konusu olduğundan şüphe etmiyorum.
Birçok düşünür ve yazar ekonomik, toplumsal ve politik sorunların en önemli kaynağı olarak devleti işaret etmektedir. Gündelik yaşam koşullarımızı, gelecek hedeflerimizi, hayallerimizi, edimlerimizi, adalete ve özgürlüğe sahip olmamızı (ya da olmamamızı) belirleyen en temel etken devlettir. “Biz”e dair her şeyin belirleyicisi olan devletin anlaşılır kılınması için, bu beşerî örgütlenmenin yapısının, kökeninin, nasıl işlediğinin ve devlet-toplum, devlet-birey, toplum-birey, birey-birey ilişkileri sarmalını biçimlendiren dinamiklerin ve parametrelerin ortaya konması zorunludur.
Devlet, insanların gözünde kimi zaman babadır; kimi zaman zorbadır; kimi zaman hakemdir; bazılarına göre kamu düzenidir, güvenliktir; kimisi onu gözleri bağlı adalet dağıtıcısı; kimisi kutsal bir varlık olarak görür. Ne olarak görülürse görülsün devlet, yerleşik bir kurumsallık olarak modern toplumsal yaşamın odağında yer alır. Asker, polis, tahsildar, yargıç ve gardiyan gibi cisimleşmiş suretlerle aramızdadır. Yasal şiddet, vergi toplama, yargılama ve cezalandırma işlevlerini tekelinde tutarak tepemizdedir. Kurumlarıyla, mal varlığıyla, personeliyle ve rıza-zor araçlarıyla devlet, insanoğlunun yarattığı tartışmasız en büyük ve en güçlü organizasyondur [1].
Devlet, gelirlerimize ve varlığımıza değer biçer; bunları, rızamızı almaya gereksinim duymadan vergilendirir; hepimiz hakkında muazzam miktarda bilgi depolar; kendi topraklarının neredeyse her yerinde iradesini kabul ettirebilecek kudrettedir; gündelik yaşamın ve ekonominin geneli üzerinde etkisi çok büyüktür; hatta çoğumuzun geçim kaynağını sağlar [2].
Devlet, kimilerine göre yaklaşık 5.000 [3] ila 8.000 [4], kimilerine göre 10.000 yıl önce, Mezopotamya’da ortaya çıkan ilk tarım topluluklarına kadar uzanan geçmişiyle [5] insanlık tarihinin görece yeni bir kurumsal oluşumudur. Pratik bir gerçeklik olarak ontolojik varoluşunun yanında, devlet kavramının terminolojik açıdan tanımlamasına Antik Çağ ve Orta Çağ’da rastlansa da, günümüzdeki anlamıyla (modern) devletin siyasi ve doktrinel dil dağarcığında yer alması, daha yakın tarihlerde olmuştur [6]. Aksini düşünmek anakronik olur. Günümüzdeki şekliyle devlet kavramının, “her şeye hükmeden düzen” olarak görülmeye başlanması, 16. yüzyıldan günümüze uzanan dönemde gerçekleşmiştir.[7]
Siyaset bilimciler devleti egemenlik yapılarına göre (demokratik ve baskıcı olarak), hukuki yapıları bakımından (tekçi ve birleşik/bütünleşik olarak) veya tarihsel gelişimlerine göre (göçebe devletler, feodal devletler, imparatorluklar, kent devletler, mutlakiyetçi devletler ve modern ulusal devletler…) kategorize ederek açıklamışlardır.
Siyaset felsefesinde devlet terimi; Platon, Aristoteles, Niccolo Machiavelli, Jean Bodin, Montesquieu, Friedrich Hegel, Adam Smith ve daha nicelerinin kuramsal önermelerinden beslenir.
Siyasal ideolojiler de devlete ilişkin argümanlar sunmuştur. Liberalizm, Muhafazakârlık, Kurumsalcı Ekol, Sosyalizm, Milliyetçilik, Anarşizm, Faşizm, Feminizm, Ekolojik Düşünce ve Dini Fundamentalizm [8] bu terminolojinin açıklanmasında ve temellendirilmesinde önemli katkılar sunmuştur.
Bazı sosyal bilimciler devletin kökenini tanımlama çabasına girişerek devletin doğuşunu uzlaşmaya ya da çatışmaya (toplumsal eşitsizliğe) veya tanrısal temellere dayandıran görüşler ileri sürmüştür. Thomas Hobbes, John Locke, Jean Jacques Rousseau gibi düşünürlerin temellerini attığı toplum sözleşmesi olarak adlandırılan uzlaşmacı ekol, Fransız İhtilali’ne, Amerikan Devrimi’ne ve günümüz modern devletlerinin doğuşuna ilham kaynağı olmuştur.
Devleti sözleşmeye/uzlaşmaya dayandıran görüşlerin temelleri Hobbes’a uzanır: İnsanları başkalarının saldırılarından koruyabilecek, böylece kendi emekleriyle geçinebilmelerini ve mutlu yaşayabilmelerini sağlayacak şey; bireylerin bütün kudret ve güçlerini, tek bir kişiye veya hepsinin iradesini oyların çokluğu ile tek bir iradeye indirgeyecek bir heyete devretmeleriyle mümkündür.
Devletin ortaya çıkışını açıklayan kuramsal perspektiflerin diğer bir kanadı olan evrimci temeller, Marksist ve Anarşist yaklaşımlardan beslenir. Bu yaklaşımların özgün yanı, devletin uzlaşmacı bir temelden ziyade, sınıf ilişkileri ve çatışma ile açıklanmaya çalışılmasıdır. Devleti tanrısal temellere dayandıran görüşler ise Orta Çağ siyasi felsefesini ve toplumsal yaşamını şekillendiren (Batı’da) Hristiyanlık ve (Doğu’da) İslamiyet’in teokratik argümanlarına yaslanmaktadır.
Böylece devlet üzerine tarihsel, kavramsal, ontolojik ve kuramsal tartışmaları kabaca özetlemiş olduk ve metnin başındaki temel meseleye cevap verebilecek bir noktaya yaklaştık. “Devlet kavramından ne anlamalıyız” sorusunun cevabını aradığımız yazımızda, iki önemli düşünürden elde edeceğimiz eklektik bir devlet tanımı en uygun cevap olarak görünüyor.
Ayn Rand’a göre devlet “bir toplumun kanunları, kurumları ve belirli bir coğrafi alanda yaşayan insanlar arasındaki ilişkileri belirleyen ve hükümet temelinde hayata geçirilen bir ahlaki-siyasi-iktisadi prensipler takımıdır.”[9]
Bu tanım, devletin hem kurumsal hem de normatif yapısını vurgular. Rand’ın eksik bıraktığı alanı Poulantzas’ın “göreli özerklik” [10] kavramıyla tamamlayarak devleti daha kapsamlı ve modern döneme uygun bir şekilde tanımlamak mümkündür. Göreli özerklik teması; devletin yasal, kurumsal, toplumsal ve politik parametrelerin birleşimi olduğunu ve sadece iktidar bloğu olarak değil, aynı zamanda kendi içinde belirli bir özerkliğe sahip yapı olduğuna işaret eder. Bu tanım, devletin farklı dinamikler arasındaki ilişkileri yönetme yeteneğini ve kendi içindeki çeşitli güç odaklarını hesaba katarak daha bütüncül bir anlayış sunar. Bu eklektik tanım, devlet kavramını hem yapısal hem de işlevsel açıdan daha derinlemesine anlamamıza yardımcı olabilir.
Somutlaştırırsak devlet, tüm yasal metinleriyle, içinde yaşayan vatandaşlarıyla, hizmet sunan bürokratik kurumlarıyla, politika oluşturan meşru siyasal iktidarıyla, iktidarı denetleyen medya, yargı ve muhalefet partileriyle bütüncül bir yapıdır. Foucault’dan ödünç alırsak tüm bunlar ilişkisel ama konjönktüre, zamana ve şartlara göre değişken/dinamik bir ağ oluşturur. Ve bunlardan birini cımbızla çekip devlete indirgersek, toplumsal zeminde sorunlar belirmeye başlar. İktidarlar eleştirilemez, kişiler kutsanır, kurumlar dokunulmaz olma riskine bürünür. Bunun doğrudan sonucu demokrasi, ifade özgürlüğü, eşitlik ve adalet gibi binyıllar sonucu elde ettiğimiz değerlerin minimize edilmesidir.
Devleti tanımlarken belirttiğimiz tüm yasal, kurumsal ve ontolojik parametreler çerçevesinde unutmamamız gereken şeyi bir kez daha vurgulayarak bitirelim: Devletin en temel görevi, vatandaşlarına hizmet ve güvenlik sunmaktır.
Kaynaklar
[1] Yurtsever, H. (2013). Tarihten Güncelliğe Sınıf Savaşları ve Devlet, İstanbul: Yordam Kitap.
[2] Mann, M. (2013). Devletler, Savaş ve Kapitalizm: Politik Sosyoloji İncelemeleri, Çev. S.Türkoğlu, İstanbul : Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
[3] Hall, J.A. ve İkenberry, G.J. (2000). Devlet, Çev. Y.O.Alibeygil ve M. Şipal, Ankara: Doruk Yayınları.
[4] Tilly, C. (2001). Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu, Çev. K.Emiroğlu, Ankara: İmge Kitabevi.
[5] Fukuyama, F. (2005). Devlet İnşası, Çev. D.Çetinkasap, İstanbul: Remzi Kitabevi.
[6] D’Emtreves, A.P. (2013). “Devlet Kavramı”, Devlet Kuramı içinde (Der. C.Baki), Çev. B.Baysal, ss.193-214, Ankara: Dost Yayın- ları.
[7] Schmitt, C. (2013). “Somut ve Çağa Bağlı Bir Kavram Olarak Devlet”, Devlet Kuramı içinde (Der. C.Baki), Çev. B.E.Oder, ss.245- 255, Ankara: Dost Yayınları.
[8] Heywood, A. (2021). Siyasal İdeolojiler, Ankara: Felix Kitap
[9] Rand, A. (2004). Kapitalizm: Bilinmeyen İdeal, Çev. N.Kandemir, İstanbul: Plato Yayınları.
[10] Poulantzas, N. (2014). Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar, Çev. Ş.Ünsaldı, Ankara: Epos Yayınları.
[11] Aydilek, E. (2021) Devlet Üzerine Kavramsal, Kuramsal ve Ontolojik Tartışmalar, Ankara: Nobel Yayınları.