Çin her geçen gün, küresel siyasette ve dünya basınında daha çok yer alıyor. Özellikle Kuşak ve Yol Projesi ile hem yakın çevresini hem de küresel ekonomiyi etkileme potansiyeline sahip bir ülke olarak öne çıkıyor.
Prof. Dr. Çağdaş Üngör ile Çin’in dış ilişkilerine odaklandığımız bir röportaj gerçekleştirmiştik. Ancak Çin’in iç dinamikleri hakkında pek az şey biliyoruz. Son yıllarda Çin’in küresel ekonomideki rolü, özellikle pandemi sonrası dönemde sıkça tartışılırken, dünyanın en kalabalık ikinci ülkesinin iç ekonomik yapısındaki zorluklar, yerel düzeydeki yönetim modelleri ve kültürel üretim süreçleri arka planda kalıyor.
Avrupa Politika Çalışmaları Merkezi ve Barselona Özerk Üniversitesi’nin Doğu Asya Araştırmaları Merkezi’nden Doç. Dr. Ceren Ergenç ile Çin’in ekonomik durumunu, nüfus politikalarını, kültür endüstrisini ve ABD’deki başkanlık seçimlerini Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) nasıl takip ettiğini konuştuk.
Eylül ayının sonunda Çin, büyük bir ekonomik teşvik paketinin sinyallerini verdi. 2024’te %5’lik büyüme hedefini tutturmak için kredilerin genişletilmesini, konut kredi faizlerinin düşürülmesini sağlayacak kararlar alındı. Ama araştırmalar, Çinliler arasında ekonomik iyimserliğin yıllar içerisinde düştüğünü gösteriyor. Çin’in şu anda yaşadığı en büyük ekonomik problemler nelerdir, ÇKP yönetimi bu problemleri çözmek için ne gibi adımlar atıyor?
Çin’deki orta sınıfların bakmaları gereken, emekli olmuş ebeveynleri var ve kendileri de emekli oldukları zaman devletin onlara bakamayacağını tahmin ettikleri için parayı harcamak yerine biriktirme yoluna gidiyorlar.
Henüz ayrıntıları belli değil ama beklentilere bakacak olursak bu yeni teşvik paketi, büyüklük anlamında 2008 paketiyle karşılaştırılabilir. 2008 paketi gerçekten Çin ekonomisi için bir dönüm noktası olmuştu. 2008’deki finansal krizden Çin’in çok etkilenmemesini sağlamıştı ve Çin’i bugün gördüğümüz gibi bir dünya devi, ana ekonomik aktör yapan yapı taşlarından bir tanesi bu 2008 teşvik paketiydi.
Ama Çin içerisinde başka bir yansıması daha olmuştu. Çin’i genel olarak bir dünya aktörü yaparken, Çin içerisinde aslında yüksek teknolojili sanayileşme sürecini yavaşlatan ve uzatan bir rol de oynamıştır. Çünkü yine bu yılki teşvik paketi gibi emlak sektörünü ve inşaat sektörünü önceleyen, krizden bu şekilde kolay bir çıkış yolu sunan bir paketti. 2008 sonrasındaki 10 yıl gerçekten de Çin’in inşaat ve emlak sektörünün çok büyüdüğü ve ekonominin geri kalanının da bu sektörlerin peşine takılıp gittiği bir dönem olmuştu. Teknolojik gelişmeyi, yeni sanayileşme atılımını biraz yavaşlattı aslında. 2020’li yıllara yaklaştığımız zaman Çin hükümeti, ekonomiye tekrar müdahale edip emlak sektörünü ve inşaat sektörünü ikinci plana almak ve şu an önde olduğu yüksek teknolojili sanayilere yatırım için yeni teşvikler ve sanayi politikaları oluşturmak zorunda kaldı. Böyle bir ikili bir rolü oldu.
Bu ikili rol, Çin ekonomisini anlamak için de bir rehber olabilir. Şöyle ki, Çin ekonomisinin genel durumuna baktığımız zaman gerçekten bugün dünyanın en önemli ekonomilerinden biri olduğunu görüyoruz. Çünkü ABD ile beraber, hatta Avrupa Birliği’nden de önce diyeceğimiz bir şekilde yeşil ve dijital ikili dönüşümü, dördüncü sanayi devrimini en hızlı ve başarılı şekilde tamamlayan ekonomilerden biri oldu.
Birçok sektörü Çin’in domine ettiğini görüyoruz. Birçok başka sektörde de domine etme potansiyeli var; ki ABD de Obama döneminden başlamak üzere, Trump’la beraber giderek hızlanarak bunun paniğini yaşıyor. Enflasyonu Düşürme Yasası (The Inflation Reduction Act) gibi hamlelerle Çin’in yeşil ve dijital alanlardaki hakimiyetini kırıcı çabalar içerisine giriyor. Çin ekonomisi zayıflamıyor, küçülmüyor. Gidişat büyüme yönünde. Geçtiğimiz haftalarda, Çin’den gelen elektrikli araçlara karşı Avrupa Birliği zor da olsa, kendi içerisinde bölünerek gümrük vergisi uygulamaya karar verdi. Ama bu bölünmüşlük hali bile aslında bunu uygulamanın ne kadar zor olacağını gösteriyor.
Fakat aynı zamanda Çin’in içerisine baktığımız zaman işsizliğin, özellikle genç işsizliğinin arttığını görüyoruz. Özellikle yerel hükümetlerin finansal durumu çok kötü durumda. Yerel hükümetlerin bu durumu yapısal bir sorundan kaynaklandığı için kısa vadede bir çözüm yolu bulunması zor. Çin’de açıklanan yeni teşvik paketi, yerel hükümetlerin hayatlarını kurtarmaya yönelik. Ama yine eski reçete uygulanmış. Emlak sektörüne verilen izinler genişletilerek oradan gelecek olan “kolay para” yerel hükümetlere biraz can suyu olsun tarzı bir eski bir formül uygulanmış. Fakat yerel hükümetlerin kendi kurdukları finansal sistemlerini, borçlanma sistemlerini de biraz rahatlatacak bir yenilik var. Ama bazı ekonomistlerin önerdiği gibi, yerel hükümetleri kurtarmak için merkezi hükümetin bonolar çıkarması fikri yine kabul görmemiş. Yerel hükumetlerin borç batağında olması, iflasın eşiğinde olması, Çin’in kendi içerisindeki en büyük sorunlarından biri.
Ayrıca Çin’de, Asya ekonomilerinin genel bir özelliği olan şu problem var: Dünyanın en büyük tüketici pazarı olmasına rağmen tüketim oranlarının aynı büyüklükte olmaması. Tasarruf oranlarının, harcama oranlarından daha fazla olması gibi meseleler de devam ediyor. Öte yandan, nüfusun yaşlanmasıyla birlikte Çin’in diğer ülkelere göre sahip olduğu düşük üretim maliyeti avantajını kaybetmesi durumu da söz konusu. Aynı zamanda, madalyonun diğer yüzü olarak iflas etmekte olan yerel hükümetlerin emekli nüfusa sağlık, sosyal hizmetler ve diğer refah hizmetlerini sağlayamaması, bu yükün de genç kuşaklara kalması durumu var.
Konunun tekrar en başına dönersek, çalışan orta sınıflar niye harcama yapmıyorlar? Niye daha çok biriktirme yoluna gidiyorlar? Çünkü bakmaları gereken, emekli olmuş ebeveynleri var ve kendileri de emekli oldukları zaman devletin onlara bakamayacağını tahmin ettikleri için parayı harcamak yerine biriktirme yoluna gidiyorlar.
Bunlar birbiriyle bağlantılı sosyoekonomik problemler. Ayrıca küçük ve orta ölçekli işletmeler, Çin’in yüksek teknoloji devrimine yetişemiyor. Çin’den çok büyük, yıldız firmalar çıkıyor; BYD ve daha öncesinde Huawei gibi. Fakat Çin ekonomisinin esas bel kemiği KOBİ’ler ve KOBİ’ler bu teknolojik dönüşümü yapacak mali duruma sahip değiller. Onları destekleyecek yerel hükümetler iflasın eşiğinde ve KOBİ’ler de sürekli bir iflasın eşiğinde olma durumu içerisindeler. Çin’de istihdamın çoğu da KOBİ’lerde olduğu için KOBİ iflaslarıyla zaten var olan yüksek işsizlik oranlarının katbekat artması ihtimali de artıyor. Çin ekonomisinde; yerel hükümetlerin hem KOBİ’lere hem de emeklilere yeterince yardım edememesi, genç çalışan nüfusun harcama yapmaması ve KOBİ’lerin durumunu kurtaramaması şeklinde tüm bu problemlerin birbirine bağlı olduğu yapısal bir sorun bulunuyor.
Ama Çin’in en büyük özelliği, bu iki durumun yan yana var olabilmesi. İki resimden sadece birine baktığımız zaman Çin’e dair yanlış izlenimlere kapılabiliriz. Sadece Çinli firmaların Avrupa’daki güneş ve rüzgâr enerji piyasalarını tamamen ele geçirmiş olmasına, BYD’ye ve Huawei’ye bakıp “Çin bütün küresel ekonomiye tahakküm ediyor” şeklinde bir çıkarım yapmak yanlış olur. Ayrıca, yerel hükümetlerin, KOBİ’lerin, istihdam sorunlarının ve sosyal hizmetlerin sağlanamaması döngüsüne bakarak “Çin battı, Çin mucizesi sona erdi, buradan çıkış yok” gibi bir tablo çizmek de doğru olmaz.
Bu ikisi aynı anda var oluyor ve çelişkili görünse de aslında birbirini besleyen iki süreç. Çin ekonomisini yöneten merkezi hükümet karar alıcılarının Mao sonrası dönemde bir özelliği var: Çözüm nereden gelecekse o metodu adapte etmeye hazırlar. Bu yüzden ekonomik ve sosyal politikalar sürekli bir deneme yanılma şeklinde ilerliyor ve bu iki birbiriyle bağlantılı ekonomik durumu birbirine zararlı değil, faydalı hale getirecek politikalar da üretmeye çalışıyorlar.
Örneğin, son zamanlarda bu iki durumu birbirine bağlamayı amaçlayan yeni bir politika ortaya kondu. Son on yıldır Çin, yeşil ve dijital dönüşümü gerçekleştirmek için hep büyüme potansiyeli olan yıldız firmalara, kamu iktisadi teşebbüslerine yatırım yaptı. Yalnızca maddi kaynak aktarımından değil, aynı zamanda insan kaynağına yapılan yatırımlardan ve bu firmalara yönelik politikaların daha esnek hale getirilmesi gibi desteklerden de söz ediyorum. Ama son yapılan değişiklikle bu büyük, yıldız firmaları besleyen alt sanayileri de destekleme kararı aldı. Bu alt sanayileri de destekleme programının iki temel amacı var. Biri, büyük sanayi firmalarının alt sanayilerini destekleyerek, Amerika’nın da yaptığı gibi kendi arz zincirlerini oluşturma sistemini Çin de bir ölçüde yapmaya çalışıyor. Küreselleşmiş kapitalizmin kurallarına uygun olarak uluslararası arz zincirlerine, üretim ağına tamamıyla dayanmak yerine, yüksek teknolojili alanlarda gerektiğinde kullanabilmek üzere ülke içerisinde kendine yeterli bir arz zinciri kurmak için alt sanayileri de geliştirmeye çalışıyor.
İkinci faydası olarak da, bu alt sanayi dediğimiz sektörler zaten KOBİ’ler ve önemli bir kısmı Orta Çin’de, daha az gelişmiş olan bölgelerde. Az da olsa bir kısmı da Batı Çin’de. Bu alt sanayileri destekleme programı, bölgesel düzeyde KOBİ’leri destekleyerek, istihdamı ve dolayısıyla sosyal politikaları güçlendirebilecek bir sistemin başlangıcını oluşturuyor. Hem küresel ekonomi ve uluslararası tedarik zincirleri açısından, hem de Çin’in KOBİ’ler, yerel hükümetler ve sosyal politikalar arasındaki kısır döngüyü kırma çabaları açısından ortaya çıkacak olan sonuçların izlenmeye değer olduğunu düşünüyorum.
Çin son zamanlarda nüfus politikaları konusunda da gündeme geldi. Son 2 yıldır Çin’in nüfusu azalıyor, 2023’te de zaten Hindistan’ın nüfusu Çin’i geçti. 2100 yılına kadar da Çin’in nüfusunun 1,4 milyardan 700 milyon civarına düşeceği tahmin ediliyor. Geçtiğimiz aylarda emeklilik yaşını da yükselttiler. Çin gerçekten de önünü alamadığı bir demografik krizle mi karşı karşıya?
Çin, yüksek teknolojili sanayi dönüşümlerini büyük ölçüde dışa bağımlı olmadan gerçekleştirebilecek bir iş gücüne sahip oldu. Ama tek çocuk politikasının uzun vadeli sonuçlarına karşı önlem almakta geç kalındı.
Evet, büyük bir demografik krizle karşı karşıya. Çünkü hesapta olmayan, merkezi hükümetin göremediği gelişme, güçlenen orta sınıf oldu. Mao sonrası ilk dönemde ve Deng Şiaoping zamanında Çin’in kalifiye olmayan çalışanlardan oluşan büyük nüfusunun, neoliberal kapitalizme eklemlenme döneminde bir sıkıntı olacağı düşünülerek tek çocuk politikası uygulandı. Bu politika çok sıkı bir şekilde uygulandı. Gerçekten de büyüme kontrol altına alındı ve o dönem ekonomiye de katkısı oldu. Üniversitelerin açılmasıyla birlikte ise nüfus daha kalifiye bir iş gücü haline geldi.
Günümüze geldiğimizde ise Çin, bahsettiğimiz yüksek teknolojili sanayi dönüşümlerini büyük ölçüde dışa bağımlı olmadan gerçekleştirebilecek bir iş gücüne sahip oldu. Ama tek çocuk politikasının uzun vadeli sonuçlarına karşı önlem almakta geç kalındı. Çünkü sistem yürüyordu. Ama zaman içerisinde nüfusun yaşlanmasının hızlanacağını ve bunun önünü alamayacaklarını öngöremediler. Geldiğimiz noktanın yaklaşık on senelik geçmişi var. İlk olarak, ikinci çocuk yapmanın teşvik edilmesiyle politika yumuşatılmaya başlandı. Ardından, “İkinci çocuğu yapın” politikası benimsendi. Zamanla, üçüncü çocuğun yapılması teşvik edilmeye başlandı ve neredeyse çocuk sınırı ortadan kalktı; “Yapabildiğiniz kadar çocuk yapın” politikasına geri dönüldü.
Ancak bu süreçte, kentli orta sınıflar çocuk yetiştirmenin ne kadar pahalı olduğunu fark ettiler. Ayrıca, emeklilik dönemini kapsayan hiçbir sosyal politika olmadığı için çalışan orta sınıflar kendilerine “sandviç sınıf” diyorlar. Hem çocuklarının eğitimi için para harcamakla yükümlüler hem de anne babalarının yaşlılık dönemi sağlık sorunları için para harcamakla yükümlüler. Aynı zamanda da kentli orta sınıf olarak kendileri de belli bir yaşam tarzını tutturmak istiyorlar ve bütün bunlara iki gelirli bir ailenin bütçesi yetmiyor artık.
Burada bir parantez açmak gerekir: Çin toplumunda sosyalist dönemden kaynaklanan nedenlerle servet birikimi çok fazla değil. Eğitim, sınıf atlamanın hâlâ tek yolu olarak değerlendirildiği için eğitime büyük bir önem veriliyor. Ancak bu durum, eğitimi oldukça pahalı hale getiriyor. Türkiye’ye benzer bir sistem mevcut; üniversite sınavı, üniversiteye hazırlık için dershaneler ve kurslar var. Ayrıca, iyi bir iş bulmayı sağlayacak her türlü ders dışı aktivite, örneğin piyano ve resim kurslarına önem veriliyor. Türkiye’deki kadar çok özel okul olmasa da eğitim, yine de kentli orta sınıf aileler için oldukça pahalı ve bu ailelerin birden fazla çocuk için bu masrafları karşılayacak ekonomik durumları yok.
Ayrıca, kadınlar iş hayatından geri kalmak istemiyor. Merkezi hükümetin en büyük hatası, daha çok çocuk yapılmasını teşvik etmek için geleneksel değerlere, Konfüçyanizm’e atıfta bulunan ve kadının en önemli kimliğinin anne olmak olduğunu savunan kampanyalar düzenlemesi. Bu kampanyalar, kadının yerinin ev olduğu gibi söylemlerle, orta sınıf kadınları daha fazla çocuk yapmaya ikna etmeye çalışıyor. Oysa belediyelerin kreş sayısını artırması, işyerlerine kreş zorunluluğu getirmesi ve annelik izninin yanı sıra babalık izni sunması gibi yapısal değişiklikler daha etkili olabilir. Ancak kadınlar bu söylemlerle ikna olmuyor. Sonuç olarak, hükümet bu kampanyalarla nüfusun yaşlanmasını kolayca geri çevirebileceğini düşündü; ancak gerçeği çok geç ve acı bir şekilde anladı. Bu nedenle, nüfus yaşlanıyor.
Nüfus yaşlanınca istihdam pazarları daralıyor. İstihdam pazarları küçülünce, yabancı sermaye Çin’den kaçıyor ve Güneydoğu Asya ile Güney Asya’ya yöneliyor. Kriz döneminde bu kaçan sermayenin Türkiye’ye kadar geleceği iddia edildi; Türkiye’ye çok fazla sermaye girmedi, ancak Güneydoğu ve Güney Asya’ya önemli ölçüde yöneldi. Aynı zamanda, daha önce bahsettiğimiz sosyal politikaların finanse edilmesi giderek zorlaşıyor.
Emeklilik yaşının yükseltilmesi olumlu bir gelişme, ancak geç kalınmış bir adım. Uzun vadede, yaşlı ve emekli maaşına dayanan nüfusu azaltacak olması olumlu. Ayrıca, geçmişte emeklilik yaşının 50 gibi genç bir yaş olarak belirlenmesinin nedeni, Çin ekonomisinin teknolojik olarak geri kalmış olması ve çalışanların genellikle kalifiye olmayan işlerde çalışmasıydı. 50 yaşında bir işçiyi emekli ettiğinizde, bilgi ve yetenek kaybı çok fazla olmuyordu; yerine 20 yaşında başka bir kalifiye olmayan işçi kolayca geçebiliyordu.
Ancak günümüzde hem beyaz yakalılar hem de mavi yakalılar için deneyim ve bilgi birikimi önemli hale geldi. 50 veya 55 yaşındaki birini emekli ettiğinizde, aslında o kişinin bilgi birikimini ve aktarımını kaybetmiş oluyorsunuz. Bu durum, Çin sanayilerinin bir kayıp yaşamasına neden oluyor. 50 yaşında tam meslek erbabı bir kişiyi emekli edip yerine 20 yaşında deneyimsiz birini almak, onu eğitmek için 10 yıl harcamanızı gerektiriyor. Böyle bir sistemik sorun mevcut. Bu sorunların üstesinden gelinmesi halinde, bir taşla iki kuş vurulmuş olacak; ancak yeterli mi? Değil. Demografik krizi çözmek için epey geç kalındı. Ayrıca, yerli ve yabancı sermayeyi ürkütmemek adına çalışanlara yönelik ebeveynlik izninin uzatılması gibi değişikliklerle sosyal politikaların iyileştirilmemesi de yapısal bir sorun.
Biraz da Çin’in kültür endüstrisine bakalım. Çin’den yakın zamanda Black Myth: Wukong adında büyük bir video oyunu çıktı. Evrensel’de bu konudaki yazınız da ilginçti. Çin, hep dediğimiz gibi yükselen bir süper güç, özellikle ekonomik alan büyük bir atılım yaşıyor uzun zamandır. Ama yazıda sizin de örnek verdiğiniz gibi yumuşak güç konusunda Japonya, Güney Kore ile karşılaştırılamayacak derecede zayıf. Çin’in ekonomik gücü ile kültürel gücü arasında neden bu kadar büyük bir fark var?
ÇKP’nin varoluşsal kaygıları, sanatçılara özgürlük tanımasına engel oluyor. Sanatsal üretimde verilecek mesajları kontrol etme ihtiyacı baskın hale geliyor.
Yumuşak güce sahip olabilmenin, uluslararası kültürel diplomasinin etkili olabilmesinin ve bir ülkenin sadece ekonomik, siyasi veya askeri gücüyle değil, aynı zamanda kültürel olarak da muhatap olduğu ülkeleri etkileyebilmesinin en önemli faktörlerinden biri özgürlük. Örneğin, Amerikan yumuşak gücünün güçlü olmasının nedenlerinden biri, Hollywood’un sadece eğlence amaçlı değil, aynı zamanda Amerikan hükümetini eleştirebilen filmler de üretebilmesi. Vietnam Savaşı filmlerinin ne kadar yaygın olduğunu biliyoruz. Bu filmlerin Amerika’da rahatça yapılabiliyor ve uluslararası dağıtımda yer alabiliyor olması, Amerikan yumuşak gücünün önemli bir parçası.
Aynı durum Japonya ve Kore için de geçerli. Bu ülkelerin kültürel ihracatlarında dramalar, mangalar ve bilgisayar oyunları gibi ürünlerin başarısı, eleştirel ve sanatsal özgürlüğün varlığından kaynaklanıyor. Çin’in en büyük eksiği ise bu özgürlüğe sahip olmaması. ÇKP buna izin veremiyor.
ÇKP’nin varoluşsal kaygıları, sanatçılara özgürlük tanımasına engel oluyor. Sanatsal üretimde verilecek mesajları kontrol etme ihtiyacı baskın hale geliyor. Bu nedenle, Çin’den çıkan sanatsal ürünler, hangi formda olursa olsun, bağımsız bir üretimden uzak kalıyor. Edebiyat belki bu durumdan kısmen ayrılabilir, ancak Çin’in en güçlü kültürel ihracı da edebiyat değil. Dış dünyada genellikle Çin’den kaçmış muhaliflerin edebiyatı bilinir. Sinema ya da bilgisayar oyunları gibi diğer sanatsal alanlarda ise ya doğrudan hükümet sansürü devreye giriyor ya da üreticiler, sansüre uğramamak için kendi kendilerini sansürlüyorlar. Bu yüzden Çin’in kültürel üretimlerine baktığımızda, bağımsız bir üretim aracı olmaktan çok, resmi söyleme yakın mesaj kaygıları taşıyan eserler görüyoruz. Bu kaygı, Çin’in kültürel üretimlerinin teknik olarak ne kadar iyi olursa olsun – oyunculuk, prodüksiyon ya da içerik kalitesi bakımından – Amerika’nın, Japonya’nın ya da Kore’nin kültürel etkisine ulaşamamasına neden oluyor.
Son yıllarda Çin’den çıkan ve büyük bütçelerle kapalı gişe oynayan filmlerde sıkça milliyetçi alt tonlar göze çarpıyor. Örneğin, Çinli astronotların uzayı kurtardığı, dünyanın Çinliler sayesinde felaketten kurtulduğu gibi mesajlar veriliyor. Özellikle tarihsel dramalarda da benzer şekilde belirgin bir milliyetçilik öne çıkıyor. Bu nedenle, Çin’in yumuşak gücünü tam anlamıyla hayata geçiremediğini düşünüyorum. Aynı durum Black Myth: Wukong adlı bilgisayar oyununda da görülüyor. Bu oyunda, Çin hükümetinin çalışmadığı yerden gelen bir uluslararası görünürlük oldu. Bilgisayar oyunları zaten yumuşak gücü uygulamaya çalışması için Çin hükümetinin çok aşina olduğu bir alan değil. Ama orada da bir otosansür görüyoruz. Çin’de yasaklanmamak ve hükümetin tepkisini çekmemek için daha eleştirel bir hikaye yerine, resmi tarih anlatısına yakın bir hikaye sunuluyor. Çin hükümeti, sanat ve kültür üretimini serbest bırakmadığı için kültürel bir güç olamıyor.
Çin’de yaşadığım, öğrenci olduğum yıllarda, özellikle Şi Cinping öncesi Hu Cintao döneminde, daha özgürlükçü bir atmosfer olduğunu hatırlıyorum. O dönemde, çağını yakalayan ve hatta yön veren eleştirel sanatçılar vardı. Fakat bu sanatçılar ya yurt dışına kaçtı ya da sindirildi. Yani Çin’de küresel anlamda sanata yön verecek bir potansiyel var, ancak hükümet müdahalesi bu yaratıcılığı kısıtlıyor ve dünya sahnesine çıkmasını engelliyor.
ABD ile ilişkilere ve 5 Kasım’da yapılacak olan ABD Başkanlık seçimlerine gelirsek, Trump ve Harris’in Çin’e bakışları arasında belirgin farklar var mı? Prof. Dr. Çağdaş Üngör ile yaptığımız röportajda, kendisi ÇKP yönetimi açısından iki aday arasında temel bir fark olmadığını söylemişti. ÇKP, ABD seçimlerini nasıl takip ediyor ve seçim sonuçlarına nasıl hazırlanıyor?
Çin hükümetinin hazırlıksız yakalandığı nokta, Kamala Harris’in başkan yardımcısı adayı Tim Walz oldu.
İki aday arasında Çin açısından büyük bir fark olmadığı çıkarımında Çağdaş’a ben de katılıyorum. Çünkü mesele, Demokratlarla Cumhuriyetçilerin ideolojik farklılıklarından ziyade, Çin ve ABD arasındaki ekonomik bölüşüm mücadelesi.
Bu mücadelenin tonunda belki değişiklik olabilir. Trump kazanırsa, ne tür bir söylemle nasıl bir politika izleyeceği belirsiz olacak ve bu belirsizlik artacaktır. Kamala Harris kazanırsa, daha geleneksel siyasi kodlarla ilerleyen bir süreç görebiliriz. Ancak ana politikanın değişeceğini ben de düşünmüyorum. Çin hükümetinin de bu yönde düşündüğünü zannetmiyorum. Fakat Çin hükümetinin hazırlıksız yakalandığı nokta, Harris’in başkan yardımcısı adayı Tim Walz oldu.
Bu konuda net bir tutum belirleyebilmiş değiller. Walz’un Çin dostu mu yoksa düşmanı mı olacağını tam kestiremiyorlar. Walz’un Çin geçmişi de biliniyor. Çin’in kapitalist sisteme entegrasyonunu erken dönemlerde gözlemleyen biri olarak, Çin halkına sempatisi olduğu söylenebilir. Bu yüzden, ABD’deki Yeni Soğuk Savaş savunucularına, ki bunların çoğu Cumhuriyetçilerden oluşuyor ancak Demokratlar arasında da var, karşı çok önemli bir kale oluşturabilecek potansiyele sahip.
Walz bu konuda yalnız da değil. ABD’de, Çin’le ilişkilerin devam etmesi gerektiğini, toplumlar arası bağların korunmasını ve siyasi ilişkilerin yeni bir Soğuk Savaş kutuplaşmasına gitmeden çözülmesi gerektiğini savunan gruplar ve bireyler mevcut. Ancak bu gruplar oldukça zayıf durumda ve Walz’un varlığı onların elini gerçekten güçlendirebilir. Walz’un adaylığı, en çok bu grupları sevindirdi demek yanlış olmaz.
Öte yandan Walz, sorgusuz sualsiz bir Çin yanlısı da değil. 1989’daki Tiananmen Katliamı’na tanıklık etmiş ve sonrasında bu olayı bizzat yaşayan insanlarla tanışmış biri. Yıllar içinde Çin halkına dostça yaklaşsa da ÇKP’nin insan hakları ihlallerine karşı çok net bir tavır almış ve ABD’deki Çinli muhalifleri, insan hakları savunucularını ve aktivistleri desteklemiş; böyle bir geçmişe sahip.
Bu nedenle de ÇKP için kaygı duyulacak bir figür. Walz, her şeyi Çin yanlısı yapacak bir karakter değil. Çin hükümeti ve ÇKP’nin henüz bu konuda tam bir tavır almadığını düşünüyorum, çünkü ortada böyle bir tavır almaları gereken net bir durum yok. Muhtemelen bekle ve gör stratejisi izliyorlar. Eğer Walz seçilmezse zaten bir tavır almalarına gerek kalmayacak. Ancak Çin’in seçimler konusunda net bir tutum göstermemesi büyük ölçüde bundan kaynaklanıyor olabilir. Resmi olarak ÇKP ya da Çin hükümeti asla bir adayı açıkça desteklemez, ama kamuoyuna ve devlet medyasına baktığımızda, köşe yazılarından veya Çin medyasında çalışan gazetecilerin sosyal medyalarında yazdıklarından hükümetin tavrını bir ölçüde anlamak mümkün. Bu ikinci kaynaklara bakarak, Çin’in bu konuda henüz bir tavır belirlemediğini söyleyebilirim.
Tayvan’da son aylarda gerginliğin daha da arttığını gördük. ABD’de hangi adayın seçilmesi Tayvan meselesini daha da alevlendirebilir?
Cumhuriyetçiler, Tayvan’ı jeostratejik bir koz olarak görüyorlar. Cumhuriyetçiler için Tayvan, Çin’e karşı kullanışlı olduğu sürece desteklenmesi gereken bir unsurdur.
Tayvan meselesi alevlenirse, ABD’nin Tayvan’a verdiği koruma sözünü tutmaya daha meyilli olan taraf Demokratlar olur. Çünkü Demokratlar, insan hakları konularına daha duyarlı oldukları, insan hakları konusunda kaygılı siyasetçileri olduğu için Tayvan’ı desteklemeye daha meyilli olurlar.
Cumhuriyetçiler ise Tayvan’ı jeostratejik bir koz olarak görüyorlar. Cumhuriyetçiler için Tayvan, Çin’e karşı kullanışlı olduğu sürece desteklenmesi gereken bir unsurdur. Çin’in, Şi Cinping yönetiminde Tayvan’a askeri bir müdahale yapıp yapmayacağı ya da bunun ne zaman olacağı sorusu ise hâlâ belirsiz. ABD’deki yeni soğuk savaş lobileri bunun kaçınılmaz olduğunu ve yakın zamanda gerçekleşeceğini savunuyor. Ancak ben, Şi Cinping’in ana karanın güvenliğini ve refahını tehlikeye atacak bir adım atacağını düşünmüyorum. Bu nedenle Tayvan konusunda daha temkinli olacağı kanısındayım. Bu yüzden o kadar da alarmist değilim açıkçası. Fakat olası bir müdahale gerçekleşirse, Cumhuriyetçi bir başkan o anki duruma göre hareket eder. Tayvan’a destek vermek ABD’nin çıkarlarına hizmet ediyor mu etmiyor mu diye değerlendirir ve buna göre karar verir.