[voiserPlayer]
Arın Demir son günlerde TOBB ETÜ’de yaşanan ve üniversite rektörünün öğrencileri Twitter’da bloklamasına kadar varan akademik özgürlük sorununu üniversitenin öğrencileri ile konuştu.
Sizin için bir üniversiteyi üniversite yapan temel değerler nelerdir? Farklı görüşlerden akademisyenlere tolerans, üniversiteye ve kamuoyuna neler kazandırır?
Selin Aktan: Üniversitenin temel değeri kucaklayıcı olabilmesidir. Üniversiteye başladığım ilk yıllarda geldiğim şehrin etkisinden olacak ki, oldukça radikal ve popülist düşüncelere sahiptim. Bir düşünce ya da ideolojiyi ya desteklerdim ya da sonuna kadar yererdim. Bugün geriye baktığımda ne kadar tahammülsüzmüşüm diye düşünüyorum. Üniversite yıllarımda karşıt fikirlerden de gerçek manada bir kazanım elde edebileceğimi, kişi ve düşüncelere saygı gösterilmesi gerektiğini net bir biçimde öğrenmiş oldum. Bunların hepsini oldukça geniş bir görüş skalasına sahip hocalarıma borçluyum.
Yaren Bekdemir: Üniversitenin en önemli özelliği orada ifade özgürlüğünün var olması, farklı görüşlerin bir arada bulunabilmesi ve aktif bir tartışma ortamının sağlanabilmesidir. Aksi takdirde literatürde mevcut olan bilgileri okumak hepimiz için yeterli olurdu. Sahip olduğumuz bilgileri ya da görüşleri karşıt kutuplarla tartışabiliyor veya farklı disiplinlerden ele alabiliyorsak o bilgi ve görüş değer kazanır. Bu nedenle farklı görüşlerden akademisyenlerin varlığı bir tolerans değil, üniversitenin gerekliliğidir.
Kerem Okyay: Sadece üniversiteler bazında değil, bütün eğitim kurumları için, günümüz gelişmiş toplumlarının benimsemiş olduğu çok temel değerler vardır. Aslında bu toplumlar, benimsemiş oldukları bu değerlere sahip çıkarak varlıklarını sürdürmekte ve başarı göstermektedirler. Bunlar; bilim ahlakı, ifade hürriyeti, çoğulculuk ve daha saymadığım bir sürü değerdir. Bir ortamda bulunan bir insan topluluğu, tartışmalı bir konu hakkında aynı veya benzer fikirlere sahipse eğer, o tartışmanın sağlıklı bir sonuca ulaşmasından endişe duyarım. Farklı fikirleri benimsemiş insanlar da olmalı ki sağlıklı bir sonuca varılsın. Dolayısıyla farklı bakış açılarının, ne olursa olsun her şartta hem üniversitelerin saygınlığı için hem de üniversiteleri saygın kurumlar olarak gören kamuoyu için benimsenmesi ve tolere edilmesi bir ön koşul olarak ileri sürülmelidir.
Ece Zeynep Gerçek: Bir yükseköğretim kurumu, öğrencileri tarafından bir iş bulma kurumu olarak değil de ilgili oldukları alanlarda akademik bilgiye ulaşma yolu olarak görülüyorsa orası üniversitedir. Bu bakış açısına sahip öğrenciler zaten farklı görüşlerden akademisyenlerden eğitim almayı isteyeceklerdir. Böylelikle, alanında farklı perspektiflerden bakabilen, yetişmiş bireylerin kazanılacağı kanaatindeyim. Bu da hem toplumsal anlamda hem de akademi özelinde hoşgörünün ve kaliteli eğitimin sürdürülebilirliği anlamına gelir.
Ecem Kocakanat: Üniversite özünde; özgürlükçü, farklı görüşlere karşı hoşgörülü, eleştiriye açık ve yenilikçidir. Bizler, nitelikli eğitimin yanı sıra, birey hak ve özgürlüklerine saygılı, hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi için çaba gösteren bireyler olarak yetiştirildik. Farklı görüşlere katılmasak dahi o görüşlere her zaman saygı duyduk ve karşımızdakinin o fikri özgürce ifade edebilmesine odaklandık. Farklı görüşlerin bir sosyal çevre altında düşüncelerini hiçbir baskı ve korku altında kalmadan özgürce söyleyebilmesi bana göre akademinin en önemli ilkesidir. Bizler düşünceleriyle var olan varlıklarız. Hepimiz tek ağız olsak, aynı görüşleri taklit etsek ilerleme kaydedemeyiz. Aslında yeni düşünceler de farklı düşüncelerin çeşitliliğinden ortaya çıkmaktadır. Farklı ideolojilere sahip akademisyenlerden ders alabilmek bizim de düşüncelerimizin belirginleşmesine katkı sağlıyor ve bu çeşitlilik bizlere yeni bir vizyon katıyor. Farklı düşünceleri dinlemek, okumak ve münazara yapabilmek; öğrencileri daha sonra da toplumu bir olaya tek gözlükte bakmaktan alıkoyup, olayları daha objektif algılayabilme ve değerlendirebilmemizi sağlıyor.
Oğuzhan Akyol: Bir üniversitenin mensuplarına sağlaması gereken en önemli şey; hem öğrencilerin hem de akademik kadronun özgürce, ilgilendikleri alan üzerine çalışma fırsatını bulabilecekleri bir ortamdır. Böyle bir ortamda yaratıcılık ve üretkenlik artar. Bu da hem üniversitenin hem de kamuoyunun gelişmesine katkı sağlar. 21. yüzyılda da hala farklı görüşlerden akademisyenlere tolerans hakkında konuşmamız da şaşırtıcı bir noktadır. Çünkü üniversiteler modern dünyada özgür düşüncenin merkezidir ve böyle kalmalıdır. Fikirler tartışıldıkça olgunlaşır ve gelişir. Bu nedenle üniversitelerde farklı görüşlerden akademisyenlere toleransı değil, bu akademisyenlerin çeşitliliğini ve niteliğini nasıl arttırabileceğimizi konuşmak bizi ileriye götürecektir. Yani, bir üniversitenin temel değerlerinden biri de farklı konularda nitelikli akademisyenleri bünyesinde bulundurarak onlara topluma yararlı çalışmalar yaptıracak fırsatı sunmasıdır.
Seda Sezen Tunalı: Üniversite zaten farklı görüşlerin bir arada var olabildiği bir kurum olmalıdır. Bu görüşler bilimsel bilgiye ulaşma yöntemleri çerçevesinde tartışılır ve böylece akademi ilerler. Akademisyenlerin farklı görüşlerden olması öğrencilere ve üniversiteye çeşitlilik kazandırır ve dogmatik unsurların bilimsel araştırmanın önüne geçmesini engeller. Özellikle de bir sosyal bilimlerde tek bir doğru olmadığı için açık fikirlilik ve objektiflik kariyerinizin ilerleyen dönemlerinde daima karşınıza çıkacaktır. Bu değerleri öğrenmenin en doğru yeri ise üniversitelerdir.
Enes Kurnaz: Bir üniversiteyi üniversite yapan sadece fiziki şartları değildir, girerken aldığınız puan sıralamanız hiç değildir. Bence karşılıklı saygı ve iletişime önem vermek sağlıklı bir öğrenim ortamı oluşması için olmazsa olmazdır. Aslına bakarsanız TOBB ETÜ’den daha ‘’iyi’’ olduğu düşünülen bazı okulları tercih etmeme nedenim de, öğretim üyelerinin öğrencilere tepeden bakması ya da yeterince zaman ayırmamasıydı. Bir diğer unsur da soruda da bahsedildiği gibi akademisyenlerin ve öğrencilerin birbirlerine ve yöneticilerin akademisyen ve öğrencilere karşı tolerans göstermesidir. Bu tolerans ve bu toleranstan doğan ifade özgürlüğü, kritik düşünme yeteneğini ve yaratıcılığı arttırır. Bunlar bir üniversite ortamında en çok ihtiyacınız olan yeteneklerdir, ülkemizde neden yeterince uluslararası dergide yayınlanan ya da atıf alan akademik çalışma olmadığını düşünürken kendimizi bu açıdan sorgulayabiliriz.
Ozan Anıl Özmercan: Üniversite bir eğitim öğretim kurumu olduğu gibi araştırma ve bilgi üretme kurumudur da. Haliyle bilgi üretimi özgürlük gerektirmektedir. Fikir özgürlüğü aşılamayan toplumsal problemleri çözmemiz için bize doğru yolu gösterecek ve geleceğe daha sağlam adımlarla ilerleyebilmemizi sağlayacaktır.
Çoğu alanda olduğu gibi Türkiye akademisinin de gelişmesi için özgürlük, şeffaflık, liyakat ve dürüstlük önemlidir. Sizce, bu ortamda doğru bilgiye erişimin en önemli kaynaklarından olan üniversitelerimizin kurumsal yapı ve özerkliklerini koruması niçin önemlidir? Bu yapıları koruyabiliyorlar mı?
Selin Aktan: Türkiye’de çok uzun yıllardır akademik camianın istek ve çabası ile birtakım çalışmalar ortaya konulmakta ve yeni projeler üretilmekte olup buna karşın iktidar güçleri tarafından sürekli olarak eğitim köreltilmekte. Rektörler bariz bir korku içerisindeler. Her üniversitede kurumsal bir yapı olduğu aşikâr fakat üniversitelerin uzun zamandır özerkliklerinin bulunduğunu düşünmüyorum. Geldiğimiz noktayı düşünecek olursak eğer, evet. Bağımsız bir yapı çok daha iyi olacaktır sanırım.
Yaren Bekdemir: Bir bilginin doğruluğunu anlayabilmemiz için onu farklı süzgeçlerden geçirip analiz etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Akademisyenler sahip oldukları bilgileri bize aktarmanın yanı sıra doğru bilgiye nasıl erişeceğimizi, bir bilginin doğru bilgi olduğunu nasıl anlayacağımızı da bize öğretirler. En azından TOBB ETÜ’deki akademisyenlerimiz bize daima bu şekilde yaklaştı. Üniversitemin en sevdiğim yanı da geçtiğimiz haftaya kadar buydu. Dışardan görünenin aksine, akademisyenlerimizin özgür olduklarını ve üniversite yönetiminin şeffaf olduğunu düşünüyordum. Bu durumun sarsılması hem TOBB ETÜ’nün hem de Türkiye’deki akademik yapının tamamını sorgulamama ve gelecekte akademisyen olmayı hedefleyen biri olarak inancımın sarsılmasına sebep oldu. Bu yapılar korunabiliyor olsaydı, şu an bunları konuşmak zorunda kalmazdık.
Kerem Okyay: Yukarıda sayılan değerlerin hepsi başarılı bir kurum için vazgeçilmez değerlerdir. Biraz iddialı olacak ama hayatın önem atfettiğimiz alanlarında, güçlü bir kurumsallaşma olmadığı sürece başarının ve mutluluğun sürdürülebilir olduğuna ihtimal vermiyorum. Kişi âşık olunca veya bir ilişkiye sahip olunca dahi bunu sürdürmek için bir kurumsallaşma içine girmek zorundadır. Aksi takdirde başarı elde etme yüzdesi düşüktür. Bu kurumsallaşma da yukarıdaki değerlerin özerk bir yapı içerisinde herhangi bir müdahaleye kapalı olarak korunması ile başlar. Bu kurumsal yapıyı korumayan, önem vermeyen hatta güçlendirmeyen üniversiteler ve diğer bütün kurumlar zaman içerisinde başarısız bir tablo ortaya koyarlar.
Ece Zeynep Gerçek: Ben, akademinin gelişmesinin kurumsal üniversitelerden çok, akademide bulunan akademisyenlerinin ortaya çıkardığı çalışmaların ve akademisyenlerin donanımlı oluşunun sayesinde olacağına inanıyorum. Çünkü artık bilginin yayılması anlamında oldukça küçülen bir dünyada yaşıyoruz. Bugün kolayca Boğaziçili ya da Harvardlı fark etmeden her hocadan bilgi edinebiliriz. Bu sebeple, akademinin gelişmesinin önünü açmak için akademisyenlere rahat çalışabilecekleri bir alan sunulmalı, bu şekilde akademik ürün elde edebiliriz. Biz, akademik başarısı göz önüne alındığında, okulumuz TOBB ETÜ’nün bu alanı sunduğuna inanıyorduk. Fakat Burak Hoca’mızın yaşadığı durum bize inancımızı sorgulattı. Bu inancın yeniden tesisi için bize bir açıklama yapılmalı.
Ecem Kocakanat:
Bir üniversitede özgürlük kısıtlanır, üniversite içerisinde eğitimini sürdürenler dürüstçe konuşamazsa üniversitenin asli fonksiyonunu kaybettiğine inanıyorum. Üniversitelerin özerk yönetimlerinin kaybedilmesi de üniversitenin kurulma amacını ve yapısını bize sorgulatır. Bilgiyi edinebildiğimiz ve kullanabildiğimiz en etkin alanda sessiz kalacaksak maalesef bizler başarısızlığa mahkûm kalacağız demektir. Biz öğrencilerin yeterli olabilmesi farklı düşüncelere maruz kalarak ve onları analiz edebilerek sağlanır. Sessiz kalmaya zorlandığımız her durumda karanlığa bir adım daha yaklaşmakta ve körelmekteyiz.
Oğuzhan Akyol: Bence, üniversiteler bilgiyi üretme ve geliştirme merkezleridir. Aynı zamanda üniversitenin akademik kadrosu ve buna bağlı olarak oluşan öğrenci profili bu bilginin denetimini de üstlenmektedir. Ancak üniversitelerin özerk çalışma ortamlarını etkileyecek herhangi bir müdahale bilginin doğruluğu ve tarafsızlığı konusunda şüpheye yol açabilecek bir eylemdir. Bu da akademinin doğasına zarar verir. Bu nedenle üniversiteler bu yapıyı koruyarak doğru bilgiye ulaşımın yolunu açmalıdırlar. Bunu yaparken verilen kararlarda şeffaflık hayati öneme sahiptir. Çünkü üniversiteler ticari kuruluşlar değildirler verdikleri kararları doğrudan öğrencileri ve akademinin niteliğini etkilemektedir. Maalesef Türkiye’de gördüğümüz son gelişmeler akademinin geleceği için endişe vericidir. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesinin bir öğrencisi olarak son olaylara kadar okulumla her zaman gurur duydum. Biz öğrencilere ve akademisyenlere uygun bir çalışma ortamı ve ifade özgürlüğü tanındığını düşündüm. Ancak okulumuzun değerli akademisyenlerinden Burak Bilgehan Özpek’in işine nedensiz yere son verilmesi bana hayli endişe vermiştir. Umarım bu hatadan en kısa zamanda dönülür ve bu sayede biz öğrencilerin de geleceğe karşı umutlarımız yeniden yeşerir.
Seda Sezen Tunalı: Üniversitelerin kendi kendilerini yönetebilen, özerk yapılar olmaları gerekliliğinin tarihi çok eskiye dayanmaktadır. Bağımsızlık, özgür düşünce gibi değerler üniversitelerde araştırma yapabilmek için vazgeçilmez kriterlerdir. Aksi takdirde akademi, daha önce söylenmiş sözlerin yalnızca seçilmiş kısımlarını tekrarlamaktan başka bir iş yapamaz. Bu durumda üniversiteler de zaman kaybına dönüşür. Bu yapıların korunabilmesi ise başlı başına farklı bir konudur. Bir uluslararası ilişkiler öğrencisi olarak, kendi üniversitemin daima bu değerlere sahip çıktığına inandım. Derslerimizi farklı görüşlere sahip akademisyenlerden aldık, her birinin uzlaştığı nokta ise yukarıda bahsettiğim değerlerdi. Ancak görünüyor ki, bazı sözleri söylemek, bu sözlerin gerekliliğini yapmaktan daha kolay oluyor.
Enes Kurnaz: YÖK gibi bir üstyapının olduğu ortamda üniversitelerin kurumsal özerkliklerinden bahsetmek anlamsız olur. Geçmişinde özellikle üniversite kampüslerinde alevlenen tartışmaların farklı boyutlar kazanıp yıkıcı yan etkiler yaratabileceğini deneyimlemiş bir ülkede yöneticilerin bazı endişeleri anlaşılabilir fakat çözüm üniversitelerin özerkliklerini ellerinden almak olmamalıdır bana sorarsanız. Onun yerine insanlara fikirlerini demokratik bir şekilde, karşı tarafın kimliksel özelliklerini ya da kişiliğini hedef almadan, hamaset ya da laf cambazlığı katmadan, provake edici, manipülatif ya da kutuplaştırıcı olmadan ortaya koyabilmelerini sağlayacak bir eğitim sistemi ve kurumsal yapı daha faydalı olabilir. Kurumsal özerkliği üniversitelerin elinden alırsanız; ülke kurumlarına duymak isteyecekleri bilgileri üreten, gerçeklikle ve bilimsel esaslarla bağı kopmuş bir yapı ve mezunlar elde etme ihtimaliniz çok yüksektir.
Ozan Anıl Özmercan: Burak Bilgehan Özpek’in yaşadıkları bize kurumsal yapının korunamadığını açıkça göstermektedir. Kurumsal yapının kuvvetli olmadığı bir yerde özgürlük, şeffaflık, liyakat ve dürüstlük ancak kısıtlı ve dönemsel olarak sağlanabilir çünkü muhtemelen kişi bazlıdır. Bizlerin ihtiyacı olan şey kurumsal yapıların sürdürülebilir bir şekilde insanlara bu değerleri sağlayabiliyor olmasıdır
Son birkaç haftadır üniversitenin esas unsuru olan sizler yani öğrenciler yönetimin keyfî hareketlerine karşı hemen hemen her görüşten arkadaşlarla birlikte sosyal medyada ve okulda esprili bir şekilde eylemler yapıyorsunuz. Bunun yanı sıra bu keyfiliğin sona ermesi için kurucu vakıf yönetimine dilekçe de verdiniz. Bu tepkilerinizi sebebi neydi ve yaptığınız eylemler ile verdiğiniz dilekçeden ne gibi sonuçlar bekliyorsunuz?
Selin Aktan: Okulumuzda sevilen ve oldukça saygı duyulan bir akademik personelin, gerekçesiz işten çıkarılması kabul edilemez bir davranıştır. Fakat bunun yanı sıra gösterdiğimiz tepkinin birkaç boyutu daha var. Bunlardan ilki işten çıkarılan hocamızın derslerinden mahrum bırakılmamızdı, bir diğeri ise görmezden gelinmemiz. Bir vakıf üniversiteyiz ve hepimiz bu okula belli meblağda ücret ödüyoruz, dolayısıyla aynı zamanda birer müşteriyiz. Kimse ücret ödediği bir kurumda kale alınmamayı sineye çekmemeli. Hocamıza yapılan muamelenin bugün bir değişik versiyonu bizlere de yapılabilir. İşte bu yüzden sayın rektörümüze durmadan aynı soruyu soruyoruz. Neden? Ümidimiz var, hocamız bu okula geri gelecek ve bizlerle yeniden bir arada olacak. Şayet hukuki süreç uzasa da Burak Hoca ve diğer hocalarımızın bizlere onurlu davranmayı kazandıran öğretileri her daim aklımızda.
Yaren Bekdemir: Bu konu bana günlerdir uyku uyutmayan bir şey haline geldi. Bölümdeki ilk dersimi Burak Hoca’dan almıştım. Burak Hoca, açtığı her derste konuya hakimiyetine koşulsuz güvendiğimiz, bize katacaklarının sınırsız olduğunu bildiğimiz bir hocadır. Sınavlarında bizden istediği derste öğrendiklerimizi özgün biçimde tartışmamızdır, kendi doğrularımızı ifade etmemizdir. Onun dışında odasına gidip kendisiyle birçok farklı konuda tartışabilirsiniz. Her öğrencisine eşit mesafede yaklaşan, hepimizin sonsuz saygı duyduğu biridir ve kendisinin öğrencisi olmak hepimiz için yıllar sonra dahi gururla anılacak bir durumdur.
Durumu öğrendiğimiz an herkes “Bir şey yapmak zorundayız.” Diyordu. Ancak okulda daha önce hiç böyle bir durumla karşılaşmamıştık. Başlattığımız hem post-it çalışması hem de imza kampanyası farklı bölümlerden, farklı görüşlerden, farklı üniversitelerden destek gördü. TOBB ETÜ’nün şimdiye kadar böylesine bir dayanışma ruhu içine büründüğünü hiç sanmıyorum, ben hiç tanık olmadım. İmza toplanırken bana söylenen iki temel şey vardı: İlki Burak Hoca’nın kendisine yönelik sevgiydi ve bu durumun kabul edilemezliğiydi, ikincisi ise sebep gösterilmeden böyle bir şeyin yaşanmasının sorgulanmasıydı.
Dilekçeyi hazırlarken ilk amacımız öğrencilerin tepkisinin ve Burak Hoca’nın bizim için ne kadar önemli biri olduğunu gerekli mercilere göstermekti. #BozpekNedenKovuldu sorusuna yanıt almayı bekliyoruz evet ancak bence hocamıza güveniyoruz ve bunun geçerli bir sebebi olmayacağını düşünüyoruz. Desteğin bu kadar yayılmasının sebebi hocamıza duyduğumuz güvende yatıyor. Bu nedenle dilekçede de post-itlerde de belirttiğimiz gibi geri dönmesini dört gözle bekliyoruz.
Yalnız yeni dönemde açacağı ilk derste kontenjanı biraz artırmak zorunda kalabilir, bizden söylemesi.
Kerem Okyay: Ben olumlu bir sonuç çıkmasından ümitliyim. İnanıyorum ki, TOBB ETÜ Mütevelli Heyet Başkanlığı, biz öğrencilerin haklı tepkisini dikkate alarak ona göre bir karara varacaktır. Durumu ilk öğrendiğimizde üzülmekle beraber çok şaşırdık, doğrusu bir anlam veremedik. Türkiye üniversiteleri arasında prestijli bir konumda bulunan üniversitemizin, herhangi bir gerekçe göstermeden, değerli bir akademisyenin sözleşmesini feshetmesi doğrusu biz öğrenciler tarafından beklenmiyordu. Eğer olayı geniş bir çerçevede ele alırsanız, bu durumun mağdurunun Burak hocadan ibaret olmadığını göreceksiniz. Başta biz bölüm öğrencileri olmak üzere, bölümde görev yapan hocalarımız, diğer bölüm hocaları ve öğrencileri ve Burak Hoca’nın çalışmalarını yakından takip eden herkes bu durumun mağduru konumundadır. Sizin de belirttiğiniz üzere üniversitenin esas unsuru bizleriz ve bizim herhangi bir şiddet eylemine başvurmadan bu olaya tepki göstermemiz gerekiyordu. Ben 4 senedir Burak Hoca’yı tanıyorum lisans eğitimim boyunca kendisinden 3 farklı ders aldım ve bu derslerin bana katkısı çok büyük oldu. Bölüme yeni başlayan veya Burak Hoca’dan ders almak isteyen öğrencilerin bu haklarından geri bırakılmaları üzücü olmakla beraber kabul edilebilir bir durum haline gelmemelidir. Umarım kısa süre içerisinde Burak Hoca’yı okuldaki odasında ziyaret ederiz.
Ece Zeynep Gerçek:
Biz şuna inanıyoruz; öğrenciler olarak biz bu okulu tercih ettik ve bu tercihimizde birçoğumuz için akademik kadrosunun etkisi çok büyük. Her dönemin başında “umarım ders açar da alırım” diye baktığımız bir hocamızın bu şekilde işten çıkarılmış olmasının dönülebilir bir hata olduğu kanaatindeyim. Bizim amacımız, en azından bu sessizliğin kırılıp, meşru bir sebep var mı yok mu, bunun cevabının verilmesi. Burak Hoca’nın döneceğine inanıyoruz, dönemese bile, bir şekilde akademik bir desteğe ihtiyaç duyarsak yanımızda olacağını biliyoruz. Bu sebeple önceliğimiz, üniversite idaresinin bu kararından duyduğumuz hayal kırıklığını, siyasi görüş, inanç ya da düşünce fark etmeksizin, bütün bir bölüm olarak ifade etmek.
Ecem Kocakanat: 28 Şubat 2020 tarihinde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Doç Dr. Burak Bilgehan Özpek’in görevine hiçbir gerekçe gösterilmeden, tek taraflı fesih yoluyla son verilmiştir. Okula başladığımda seçtiğim bölümden hiç memnun ve mutlu değilken, lisans hayatımın ilk dersiyle birlikte bu bölüme ilgi duymaya başladım. Sorduğum her soruyu büyük bir sabırla dinleyen ve yardımcı olan Burak Hoca’nın bende emeği çok büyüktür. Öğrencilerine emek veren, yoğun ve doyurucu ders anlatabilen, kapısı her zaman öğrencilerine açık olan akademisyenler bulmak çok zor aslında, biz bu konuda TOBB ETÜ öğrencileri olarak çok şanslıyız. Burak Hoca da yukarda söylediğim tüm tanımlara sahip olan biri. 4 yıllık üniversite hayatımda, gerek derste gerek bir konuda fikrini almada gerekse hazırladığım çalışmalara yardım etmesinde bunu deneyimleme fırsatı edindim. Böylesine dolu bilgiye sahip bir hocanın haksızlığa uğramasını hazmedemediğimiz ve bizden sonra bu okuldan mezun olacak öğrencilerin de Burak Hoca’dan ders alabilme şansı elde edebilmesi adına bu kadar tepki gösterdik. En büyük hedefimiz Burak Hoca’nın işine geri dönüp, TOBB ETÜ’de tekrar ders verebilmesi tabii ki. Hem TOBB ETÜ öğrencileri hem de akademisyenleri okulun tanıtım yüzüdür. Bölümümüz güçlü kadroyla, bizler de başarılarımızla okulumuzu temsil ediyoruz ve bu sayede avantajlar elde edebiliyoruz.
Oğuzhan Akyol: Kendi adıma konuşmam gerekirse, ben üniversitemi her zaman sahiplendim ve her platformda savunmaya çalıştım. Çünkü kendimi TOBB ETÜ’nün bir parçası olarak gördüm. Çevremdeki öğrenci arkadaşlarım için de aynı şeyi söyleyebilirim. Son haftalarda yaşanan bu olaylar ben ve arkadaşlarımı hayli üzmüştür. Biz öğrenciler geleceğin akademisyenleri, siyasetçileri, iş adamları, avukatları, savcıları vb. görevlerde olacak kişiler olarak bugün hem bize hem de hocamıza karşı yapılan haksızlığa karşı sessiz kalmamayı tercih ettik. Çünkü bugün sessiz kalırsak gelecekte doğru, ahlaklı bireyler olarak topluma hizmet etme görevlerini yerine getiremeyeceğimizi düşündük, aynı zamanda biz üniversitemizdeki hemen hemen her akademisyenimizden doğrunun ve adaletin peşinden ısrarla yürümemiz gerektiğini öğrendik. Bunların sonucunda yaşanan bu vahim olaya karşıda doğru bir üslupla tepkimizi gösterdik. Bu tepkimizden ve talebimizden geri dönüş alacağımıza dair inancım tamdır. Özellikle üniversitemizin mütevelli heyeti ve başkanını her zaman öğrenci dostu olarak görmüşümdür. En ufak sıkıntımızla bile ilgilenen mütevelli heyeti başkanımızın, öğrencilerin toplu bir şekilde dile getirdiği haklı talebini geri çevireceğine inanmak istemiyorum. Umarım adalet tez bir şekilde tecelli eder ve biz de bu karmaşık dünyanın en onurlu mücadelesi olan onu sıradanlaştırarak ve önemsemeden yaşamaya devam edebiliriz.
Seda Sezen Tunalı: Eylemlerimizin sebebi, her birimizin derslerini aldığı, alanımızla ilgili bize çok şey katan ve daha da önemlisi bir akademisyenin gerçekten nasıl olması gerektiği konusunda bizlere örnek olan hocamızın mağduriyetinin giderilebilmesine katkıda bulunabilmektir. Biz öğrenciler karar verici mercilerde değiliz. Ama bu konumlarda olan insanlara, hocamızın tüm karalama kampanyalarına karşı ne kadar değerli bir akademisyen olduğunu biraz olsun tepkilerimizle gösterebilirsek çıkacak karar üzerinde küçük de olsa etkimiz olabileceğini umuyoruz. Biz hocamızın üniversitemize geri dönmesini, derslerine ve çalışmalarına devam etmesini istiyoruz.
Enes Kurnaz: Son haftalarda ortaya konan eylemleri çok değerli buluyorum. Özellikle de hem Burak Bilgehan Özpek Hocamızın başlattığı hukuki sürece zarar vermeyecek hem insanları kutuplaştırmayacak hem de ilgili yöneticilerin hedef göstermeyecek şekilde esprili ve profesyonel bir şekilde eylem yapılması beni çok mutlu etti. Kimin başına, hangi konjonktürde gelirse gelsin tepki gösterilmesi, kanıksanmaması gereken bir olay bence gerekçesiz ihraçlar. Ki bunun Burak Hoca gibi, dersini almasam da takip ettiğim yazılarıyla ve katıldığım konuşmalarıyla bana çok şey katan, bu katkılarından biri de ‘’apolitizm’’ hakkında fikrilerimi olumlu yönde değiştirmesi olan bir akademisyenin başına gelmesi beni daha çok şaşırttı ve üzdü. Açıkçası verdiğimiz dilekçeleri ve yaptığımız eylemi bölümümüz ve okulumuz adına dik duruş göstermek açısından ve ilgili yöneticilere herhangi bir haksızlığa tepkisiz kalmayacağımızı kanıtlamak açısından faydalı bulsam da asıl belirleyici unsurun hukuki süreç olacağını düşünüyorum. Hukuki süreç sonunda hocamız maddi olarak hak ettiğini alır ama açılanmayan bir nedenden dolayı bizim okulumuza dönemezse bu biz öğrencilerin ve okulumuz TOBB ETÜ’nün kaybı olur ve maalesef bu senaryonun en olası senaryo olduğunu düşünüyorum. Umarım yanılırım ve okulumuzda böyle değerli bir insanın ve akademisyeninin varlığından mahrum kalmayız.
Ozan Anıl Özmercan: TOBB Üniversitesi Türkiye’deki, okula başladığınca hangi hocanın “neci” olduğunu arayan bireyleri, dünyanın siyah ve beyaz renklerden ibaret olmadığını gösteren, öğrencilerine eleştirel düşünme yeteneğini kazandırabilen sayılı üniversitelerden biridir. Burak hocamıza yapılan bu haksızlık yalnızca onun derslerinden mahrum kalmamıza sebep olmayacak aynı zamanda akademik ortamımız hiç olmadığı kadar baskı altına girmiş olacaktır. Bu durum başta TOBB Üniversitesi camiası olmak üzere tüm Türkiye’nin geleceğini hatta insanlığın geleceğini olumsuz etkileyecektir.