İsrail-Hamas Savaşı üçüncü ayına girdi. İsrail saldırılarında hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı 18 bini geçti. İsrail ile Hamas arasındaki çatışmalara iki hafta önce toplamda 7 gün “insani ara” verilmiş, iki ülke arasında esir takası yapılmıştı. İsrail ile Hamas arasında varılan esir takası mutabakatı çerçevesinde, Gazze Şeridi’nden 81 İsrailli esir, İsrail hapishanelerinden de 240 Filistinli mahkum serbest bırakıldı.
İsrail ordusu, 1 Aralık’ta “insani ara”nın bitmesinin hemen ardından Gazze Şeridi’ne yönelik saldırılarına yeniden başladı. Öte yandan, geçtiğimiz günlerde BM Genel Kurulu Özel Acil Filistin oturumuyla toplandı. Oturumda, Gazze’de acil ateşkes ilan edilmesi için Mısır tarafından ortaya koyulan ve Türkiye dahil yaklaşık 100 ülkenin eş sunucusu olduğu karar tasarısı 153 oyla kabul edildi. İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği saldırılar sonucunda bölgedeki evlerin yüzde 68’i kullanılmaz hale geldi. Bu, İkinci Dünya Savaşı’nda Köln şehrindeki yıkımlardan daha büyük bir yıkım. Gazze halkı açlık, hastalık ve ölümle mücadelesini sürdürmeye çalışıyor. İsrail-Hamas Savaşı’nda yaşanan gelişmeleri, kameraman arkadaşı Burak Dalgül ile birlikte 20 gün bölgede kalan Sözcü TV Dış Haberler Müdürü Burak Tatari’ye sorduk.
İsrail’in Gazze’ye gerçekleştirdiği saldırılar üçüncü ayına girdi. Bölgede neler oluyor?
20 gün boyunca Kudüs’te, Mescidi Aksa’yı karşı cepheden gören bir otelde kaldık. Birçok Türk gazeteci de oradaydı. Oradayken bölgeyi de gezme şansımız oldu. Batı Şeria’ya geçtik. Birkaç defa Ramallah’a, Nablus’a gittik. Tel Aviv’e de birkaç defa gittik. Bölgedeki durum çok gergin. Hayatın normal akışının da bir nebze böyle olduğu söyleniyor. Ben ilk kez Kudüs’e gittim. İnsanların sırtında tüfeklerle çocuklarının elini tutarken yürümeleri, markete girdiklerinde sırtlarında tüfek olması beni çok şaşırttı. Ve hatta şunu da yaşadık. Batı Kudüs’te bir saldırı oldu. Sabah olay yerine gittiğimizde iki Hamas üyesinin saldırısı sonucunda üç İsraillinin öldüğünü ve bu saldırının hemen ardından bölgede bulunan sivillerin tüfekleriyle Hamas üyelerini öldürdüğünü anladık.
Şiddet, gündelik hayatla iç içe geçmiş durumda. Yine bu saldırıdan yarım saat sonra bir otobüs durağında saldırı olmuştu. O otobüs durağı çevresinde hayatın tamamen normale döndüğünü, hiçbir emniyet şeridi işareti olmadığını söylemek lazım. Hayat hemen normale dönmüştü. O kadar ki biz Burak Dalgül’le birlikte otururken yanımıza 7-8 yaşında 2 tane İsrailli çocuk geldi, ellerinde birer tane mermiyle ve gülerek bu mermileri bize gösterdiler. Benim kanım dondu. Bana çok ağır geldi, bu durumun bu kadar normalleştirilmiş olması. Yani bölgede gerginlik hat safhada, biz hem savaşı hem ateşkesi yaşadık. Savaş dönemi daha gergin oluyor. Ateşkes dönemi biraz daha diğer konuların konuşulduğu, mahkum-rehine takasının yapıldığı bir zaman. Ateşkesteki göreceli sakinlikten sonra savaş yeniden başlayınca bıraktığımız yere de dönmedik. Onun da ötesinde bir gerginlik başladı. Kimse rahat değil orada, ne İsrailliler ne Filistinliler. Çok çok gergin.
Ateşkes günleri Gazzeliler için nasıl geçti?
Ateşkes öncelikle Gazze’yi kapsıyordu. Biz Gazze’nin içine giremediğimiz için oradan gelen haberleri çok net bilemiyorum. Ateşkes sırasında İsrail Gazze’yi vurmayı durdurunca Gazze’ye insani yardım girdi. Rehine takası çok önemli İsrail halkı için. Biz İsrail’e ilk adım attığımız anda, daha havalimanına indiğimizde, etrafta yüzlerce rehinenin fotoğrafını görmüştük. O rehinelerin İsrail toplumu için nasıl bir travma olduğu ve ne kadar önemli olduğu hep karşımıza çıktı. İsrail halkının büyük bir çoğunluğunun bir numaralı meselesi hep bu rehine meselesiydi. Oradaki protestolar da hep “brie damom”, yani onları eve getir diye doğrudan hükümete seslenen protestolardı. İsrail toplumu açısından rehinelerin önemini ne kadar anlatsam az. Şu an hâlâ Hamas’ın elinde 140’a yakın rehine olduğu söyleniyor. Onların hayatından da endişe ediyorlar.
Savaş başka bir noktaya giderse rehinelerin canı da bir pazarlık konusu olabilir. Aynı zamanda İsrail cezaevlerindeki kadın ve çocuk mahkumların da salıverilme süreci vardı. Batı Şeria’da büyük kutlamalar oldu her akşam. Filistinli mahkumlar serbest bırakıldığında iki toplum için de ateşkes sürecinde, rehine-mahkum takasından dolayı insanlar mutlu görünüyordu. Aslında kamuoyları ateşkesin uzaması için hazırdı. Ama buna rağmen bir hafta sürdü ve savaşın yeniden başladığına tanık olduk ki İsrail otoritesi Filistinlilerin salıverilen mahkumlar için kutlama yapacağını da öngörerek buna önlem almaya çalıştı. Buna rağmen önüne geçilemedi. Ramallah sokaklarında da kutlamalar vardı. Hatta biz, ateşkesin bittiği akşam Ramallah’a, iki saatte yoğun bir trafikte gitmeye çalıştık. Çünkü herkes sokaklara dökülmüştü.
İsrail tarafından serbest bırakılan mahkumlarla röportaj yaptınız. Bu röportajda size neler anlattılar?
Görüştüğüm mahkumlardan biri 16, diğeri 17 yaşında iki çocuktu. Bir tanesi 45 ay, diğeri ise 16 aya yakın bir süre İsrail cezaevlerinde kalmış. Bu insanlar en başta, tam olarak hangi sebepten dolayı tutuklandıklarını bilmediklerini ve bununla ilgili de bir açıklama yapılmadığını söylüyorlar. Tutukluluk şartlarının pek iyi olmadığını söylüyorlar. Aslında ateşkesin başlaması ve serbest bırakılmaları da onlar için sürpriz olmuş. Şunu da anlattılar; bu çocuklar siyasi mahkumdu, yani çocuk ama siyasi kişiler ve dolayısıyla her ne kadar ailelerine kavuşmak onları mutlu etse de Gazze’deki durumu göz önünde bulundurduklarında o kadar da mutlu hissetmediklerini anlıyorsunuz.
BM Genel Kurulu’nda yapılan Filistin Acil Eylem Oturumunda ateşkes ilan edilmesi kararı alındı. Bu karar savaşın seyrini etkiler mi?
Bu karar danışma kararı niteliğinde, yani tavsiye niteliğinde. Sembolik önemi kuvvetli. Ama mesela Amerika buna bir kez daha ret oyu verirken ABD Başkanı Biden, İsrail’in Gazze’deki operasyonuna dönük dünyadaki kamuoyu desteğinin giderek azaldığını belirtiyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının çıkmamasını da Amerika sağladı. İngiltere bile çekimser kalmıştı orda. Dolayısıyla bence, tüm bu olup bitenler şunu da gösteriyor: Batıdan her ne kadar başından itibaren İsrail’e destek mesajları gelse de Amerika kamuoyuna karşı farklı, kameralar arkasında ise İsrail’e farklı konuşuyor. İkincisi, Batı kamuoylarındaki İsrail’e yönelik eleştiriler ve Filistin’e destek ya da Gazzelilere destek mitinglerinin sonuçlarını da görüyoruz. Mesela, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un tavrı çok değişti. Uluslararası medyada da ben açıkçası o değişimi görüyorum. CNN International sadece İsrail’in yanında diye nitelenebilecek yayınlar yaparken şimdi hakikaten Filistinlilerin hikayesine de bayağı söz hakkı veriyor. Dolayısıyla bu süreçte İsrail’in, her ne kadar Gazze operasyonunu askeri olarak istediği gibi sürdürüyor görünse de, dünya kamuoyundaki desteğinde gözle görülür bir düşüş var.
Politico’nun bir haberinde ABD’nin İsrail’e saldırıların bitmesi için yıl sonuna kadar süre verdiği iddia edildi. ABD yönetiminin aklında Filistin ile ilgili nasıl bir senaryo var?
Amerika ve Biden yönetimi başından itibaren şunu söyledi. 7 Ekimi bir terör saldırısı olarak nitelendirip buna verilecek yanıtın da meşru müdafaa olduğunu vurguladı. Ama özellikle son dönemde sivillerin korunması adına çok şey söyleniyor ve artık iş Amerika tarafından da galiba öyle bir yere geldi ki, “evet, meşru müdafaa hakkın var, ama şu an artık attığın adımlar meşru müdafaanın ötesine geçiyor” diye düşünülüyor. Dolayısıyla, şöyle akıl yürütebiliriz: Gazze’nin kuzeyini Hamas’tan arındırma operasyonunu bitir, Gazze’nin güneyinde de bir tampon bölge oluştur ama senin aklında Filistinlileri Mısır’a veya başka ülkelere sürmek gibi bir şey var; bunu aklından çıkar. Hamas’tan arındırma nasıl olacak? Çünkü Hamas, halkta karşılığı olan bir örgüt. Sonuçta Gazze’de bu planı uygulamaya geçirdikten sonra Gazze’nin geleceğine tek başına karar vermek, hatta bölgenin İsrail’in kontrolünde olması zor. Uluslararası bir mekanizma devreye girebilir. Mümkünse Mısır ve Suudi Arabistan’ın da katılacağı bir barış gücü orada görev alsın diye düşünülüyor olabilir.
İsrail yönetimi Filistin ile ilgili nasıl bir senaryo düşünüyor?
Netanyahu siyasi olarak zor bir durumda, sıkışmış bir durumda. 7 Ekim’de yaşanan saldırıdan önce de sıkışmış durumdaydı. 89 aydır protestolar vardı İsrail’de zaten. Bunun üzerine bu saldırı gelince Netanyahu, İsrail halkında da popülaritesi giderek düşen bir lider oldu. Çünkü 7 Ekim’de yaşananlardan onu sorumlu tutanların sayısı az değil. Bu rehine konusu çok önemli ve rehinelerin hâlâ tamamen alınamamış olması da onu siyasi olarak zorluyor. Burada kendi kabinesi içinde de ona karşı itirazlar var. Ateşkese karşı çıkanlar vardı. Ben Güver gibi aşırılar, Ulusal Güvenlik Bakanı Galand öne çıkmaya çalışıyor. Galand açık açık Netanyahu benimle birlikte basın toplantısı yapmak istemiyor dedi. Dolayısıyla, Netanyahu’nun en başta iktidarını koruma içgüdüsü var. Şu mesajı vermeye çalışıyor: İsrail’in çıkarlarını, menfaatlerini en iyi ben savunurum, İsrail’in güvenliğini en iyi ben sağlarım. Bu operasyonu kolay kolay bitirme gibi bir düşüncesi olduğunu düşünmüyorum.
Şundan dolayı da bu öngörüyü yapmak zor. Önce sadece Gazze’nin kuzeyini Hamas’tan arındıracağız sözü vardı. Sivillerin oradan gitmesi istendi. Ateşkes bitip savaş yeniden başladıktan sonra da Gazze’nin güneyindeki sivillere de aynı şekilde daha güneye gidin dendiğini biliyoruz. Yine, istihbarat raporlarının Amerikan basınına yansıdığı kadarıyla Gazze savaşı sonrası senaryoların ne olabileceği konuşulduğunda ciddi ciddi İsrail güvenlik güçlerinin kafasında, eğer mümkün olsa 100 binlerce Filistinlinin Mısır’a, Sina çölüne gönderilmesi gibi bir plan olduğu anlaşılıyor. Bu, herhalde kolay olmayacak. Şimdi Mısır’da seçimler var. Tabii Sisi mutlaka seçilecektir. Ekonomik olarak zor durumda olan Mısır’a yine teklifler yapılacak. Ama Mısır ve Ürdün sınır kapılarını sıkı bir şekilde kapattı. Kolay kolay bitecek bir konu değil, ne olacağını kestirmek de kolay değil. Yaşayıp göreceğiz.
İsrailliler savaş hakkında ne düşünüyor? Hükümetin politikalarını destekliyor mu?
İşin doğrusu Netanyahu protestolarına gittiğimde zaten bu kişiler Netanyahu’ya karşı olan kişilerdi. Rehinelerin aileleri protestolarını, hükümete çağrı yapıldığı için, devlete çağrı yapıldığı için politik olmama iddiasıyla düzenlediler. Ama o gösterilerin ardından insanlarla konuştuğumda Netanyahu’ya çok büyük bir tepki olduğunu gördüm. Özellikle şehirli ve seküler İsrailliler, daha önce destek verenler dahi, Netanyahu’ya çok büyük bir tepki duyuyor ve şunu konuşuyorlar: Netanyahu’yu şimdi göndermek mi, savaş bittiğinde göndermek mi? Göndermek sonucuna varıyorlar ve onların hayalindeki gibi bir isim olmasa da Beni Gantz gibi, insanların daha çok saygı duyduğu kişilerin öne çıkabileceğini düşünüyorlar.
Tabii İsrail mozaik bir toplum. Türkiye gibi aslında. Bu anlamda çok farklı görüşler var. Aşırı sağcılar var ki kabinede de var, ultra Ortodokslar var. Şimdi her kesimin görüşünü alabildim desem doğru olmaz. Ama yaygın kanı, Netanyahu’nun, yedinci kez başbakanlık yapıyor olmasından dolayı da, artık istenmemesi. Bundan sonraki dönemde artık olmasın ve bu dönem bitmeden de ondan kurtulalım duygusu hakim. Bunu söyleyebilirim.
Netanyahu karşıtlarının da ikiye ayrıldığını gördüm. Bazıları diyor ki, İsrail savaşarak güvende olamaz, ancak barış içinde bir bölge olursa kendimizi güvende hissedebiliriz. Kendini demokrat olarak tanımlayan kimileri de şunu söylüyor: Gazze’deki sivillerin ölümüne ben de üzülüyorum ama ne yapacaktık, güvenliğimizi sağlamak için buna benzer bir yanıt verilmesi gerekiyordu. Batı Şeria’daki benim konuştuğum demokrat İsraillilerin hepsi, yerleşimcilerin Filistinlileri vurması konusunda çok büyük üzüntü duyuyorlardı mesela. O konudaki hükümet politikalarına karşı olduklarını da açıkça söylediler.
İsrail’de görüştüğünüz kişiler Türkiye’nin savaş hakkındaki tutumu konusunda ne düşünüyor?
Erdoğan, Ukrayna savaşında önemli bir rol oynadığı için İsrail ve Hamas arasında da benzer bir arabuluculuk rolüne talipti. Erdoğan bu rolü Katar ve Mısır’a kaptırınca kızdı. Orada 20 gün geçirince Türkiye’ye yönelik tepkilerin arttığını gözlemleyebildim. O kadar ki, Türkiye’den geldiğini söylemek bile çok kolay olmuyor. Özellikle İsraillilerin katıldığı bir protestodaysanız çok büyük bir tepki var. Yani İsrail toplumunun çok büyük bir çoğunluğu, Hamas’ı terör örgütü olarak gördüğü için Erdoğan’ın “Hamas terör örgütü değildir” açıklamalarına çok kızmışlar. Bir de aslında çok büyük sorunlar yaşandıktan sonra ilişkilerde normalleşme süreci vardı ve İsrail çok istiyordu bu normalleşme sürecini. Dolayısıyla bu açıdan da çok büyük bir tepki duyduklarını söyleyebilirim. Hatta Türk olduğumuzu söylediğimiz andan itibaren bizimle konuşmayı bırakan çok kişi oldu.
Çok büyük bir tepki var ama bir yandan da Türkiye çok iyi tanınıyor. Türkçe konuştuğumuz için yanımıza gelip dizilerden öğrendikleri Türkçe kelimeleri söyleyenler de vardı. Filistin tarafına geçersek o tarafta da Türk dizileri, Kurtlar Vadisi gibi diziler çok izleniyor. Onlar da Türkiye’yi çok yakından tanıyorlar ve Filistinlilerin en güçlü duygusu dünya tarafından yalnız bırakıldıkları duygusuydu. Özellikle de komşu ülkeler Mısır, Ürdün ve hatta Suudi Arabistan. Bunlara çok büyük bir tepki var ve bunlarla karşılaştığında da işin doğrusu Erdoğan’ın sözlerine büyük bir saygı ve sevgi besleniyor. Bunları da çok fazla duydum. “Çok yalnız bırakıldık dünya tarafından, ama bakın Erdoğan bize destek veriyor” şeklinde birçok Filistinli duygularını bize aktardı.