[voiserPlayer]
Türkiye önümüzdeki yıl cumhuriyetin 100. yılını kutlamaya hazırlanıyor. Cumhuriyet geride bıraktığı yüzyılı, 50’li yılların çok partili demokrasi adımları, 60’lardan 1980’e uzanan her on yılda bir yaşanan darbeler zinciri, sağ-sol olayları, 90’lı yılların devlet-derin devlet-mafya üçgeni, faili meçhul cinayetler, sonuçları günümüzü de etkileyen 28 Şubat süreci ve son darbe girişimi olan 15 Temmuz süreciyle birlikte çok sancılı geçirdi. Cumhuriyetin ilk yüzyılının aktörleri sırasıyla önce demokratlar sonra belli dönemlerde askerler oldu. Cumhuriyetin son 20 yılına ise AKP iktidarı damga vurdu. Peki önümüzdeki yıl yeni yüzyılını karşılamaya hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüzyıla ne kadar hazır? Cumhuriyetin ilk yüzyılını ve karşılamaya hazırladığımız yeni yüzyılını siyaset bilimci ve akademisyen Burak Bilgehan Özpek’e sorduk.
Cumhuriyet tarihi boyunca günümüze kadar etkileri süren önemli dönüm noktaları nelerdir?
‘’Geride bıraktığımız 20 senenin ardından psikolojisi bozulmuş gençler, ümitsiz kalabalıklar ve kendini bu topluma ait hissetmeyen kitleler var.’’
Türkiye önümüzdeki yıl hem cumhuriyetin 100. yılını kutlamaya hem de ülkenin kaderini değiştirecek bir seçime hazırlanıyor. Cumhuriyet geride bıraktığı yüzyılı çok sancılı geçirdi. İlk yüzyılın tarih sahnesine darbeler, sağ-sol olayları, ekonomik krizler, faili meçhul cinayetler damgasını vurdu. Cumhuriyetin ikinci yüzyılını anlayabilmek için aslında biraz geriye bakmak gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihi içinde yaşanmış olaylar kendi kendini tekrar ediyor. Cumhuriyet tarihi içerisinde yaşanmış olan ve günümüzü de etkileyen olaylar ve dönüm noktaları şunlar:
1950’li yıllar: Türkiye tarihinin dönüm noktalarından biri olan 1950 seçimleriyle birlikte Türkiye’de, 27 yıllık tek parti devri sona erdi ve Demokrat Parti iktidara geldi. Adnan Menderes’in başbakan Celal Bayar’ın ise cumhurbaşkanı olduğu Demokrat Parti iktidarında Arapça ezan ve radyoda dini yayınlar yapılması ve mevlit yayınlanması üzerindeki yasaklar kaldırıldı. Kore’ye asker gönderilmesi şartıyla Türkiye NATO üyesi oldu. Köy Enstitüleri kapatıldı. İstanbul’da yaşayan Rum azınlığa karşı 6-7 Eylül 1955’te saldırı gerçekleşti. Demokrat Parti iktidarı 27 Mayıs 1960 darbesiyle birlikte sona erdi.
1960’lı yıllar: Türkiye 60’ları 27 Mayıs Darbesiyle karşıladı. Darbeyle birlikte Demokrat Parti dönemi sona erdi ve çok partili demokrasi denemeleri büyük yara aldı. Darbenin ardından Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve bazı hükûmet üyeleri tutuklandı, 235 general ve 3500 civarında subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edildi, üniversitede bulunan 147 öğretim görevlisi görevden alındı ve bazı üniversiteler kapatıldı. Türkiye tarihine geçen ‘’Yassıada Duruşmalarında” Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi.
1970’li yıllar: Türkiye 70’li yılları 12 Mart Muhtırası ile karşıladı. Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinin; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a bir muhtıra vererek 32. Türkiye Hükûmetini istifaya zorladı. Muhtıranın ardından Nihat Erim başbakanlığında yeni bir hükümet kuruldu. Bu dönemde dünyada hissedilen değişim rüzgarı ve öğrenci hareketleri Türkiye’ye de sıçradı. Sol, üniversitelerde yükselişe geçti. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi öğrenci liderleri hükûmeti politikaları nedeniyle ağır bir şekilde eleştiriyorlardı ve “Türkiye’yi Amerikan bağımlılığından kurtaracaklarını” iddia ederek başta Dolmabahçe’deki 6. Filo eylemi olmak üzere bir çok eylem yapmışlardı. Türkiye için 70’ler, Kanlı 1 Mayıs, Maraş Katliamı gibi yüzlerce insanın hayatını kaybettiği acı olaylar ve sokakta ve üniversitelerdeki sağ-sol çatışmalarıyla geçti.
1980’li yıllar: Türkiye 1960 darbesiyle başlayan her 10 yılda bir darbe olması geleneğini 1980 yılında da sürdürdü. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren komutasındaki Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koydu. Darbenin ardından parlamento feshedildi. Süleyman Demirel, Ali Naili Erdem, Ekrem Ceyhun, Saadettin Bilgiç, Nahit Menteşe, Yiğit Köker, İhsan Sabri Çağlayangil; Cumhuriyet Halk Partisinden Sırrı Atalay, Metin Tüzün, Celal Doğan, Deniz Baykal, Ferhat Aslantaş, Süleyman Genç, Yüksel Çakmur; Büyük Türkiye Partisinden Hüsamettin Cindoruk ve Mehmet Gölhan olmak üzere 16 eski siyasetçi 121 gün süreyle Çanakkale’nin Lapseki ilçesindeki Zincirbozan askerî üssünde sürgüne gönderildi. On binlerce kişi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. Yargılananlar cezaevlerinde işkenceye maruz kaldı. Başta dönemin sembolü olan Erdal Eren olmak üzere 47 kişi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanarak idam edildi. Darbenin ardından günümüzde de yürürlükte olan 1982 Anayasası yürürlüğe girdi. Türkiye darbeyle karşıladığı 80’leri, Turgut Özal’ın önderliğinde esen özelleşme ve serbest piyasa ekonomisi rüzgarıyla uğurladı.
1990’lı yıllar: Doksanlı yıllarda da Türkiye’de, kaos rüzgarı esmeye devam etti. Doksanlı yılların başında Sivas’ta yaşanan Madımak Katliamında 33 kişi hayatını kaybetti. Uğur Mumcu, Çetin Emeç ve Bahriye Üçok gibi gazeteci ve aydınlar faili meçhul cinayetlere kurban gitti. Türkiye için 1990’lar muhafazakarlığın yükselişe geçtiği, devlet-mafya ilişkisinin Susurluk Kazasıyla ayyuka çıktığı, terör örgütü PKK’nın Güneydoğu’da sayısız katliam yaptığı kaotik bir dönem oldu. Her 10 yılı darbe ve muhtıralarla geçirmeye alışan ülkede bir dönem daha ordunun müdahalesiyle kapandı. Çankaya Köşkünde yapılan 28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu’nun ardından MGK, “laikliğin Türkiye’de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu” vurguladı. Bu kararının ardından iktidarda olan Erbakan istifa etti ve REFAHYOL Hükûmeti dağıldı.
Türkiye önümüzdeki sene cumhuriyetin 100. yılını kutlamaya hazırlanıyor. Bu 100. yılı hangi koşullar altında karşılamaya hazırlanıyoruz?
Maalesef, modern devlet karakterini yitirmiş, dolayısıyla eşit vatandaşlık olgusundan uzaklaşmış ve kurumsal kapasitesini yitirdiği için ekonomik sorunlarla boğuşan bir Türkiye var. 100. yıla bu şekilde gireceğimizi birçok insan hayal etmemişti.
Cumhuriyet tarihindeki her iktidar kendi demokrasisini veya oligarşisini yarattı mı?
İktidarın kim olduğu oldukça belirsiz. Bu sorudan kasıt sivil siyasetin aktörleriyse, bu durumun bütün Cumhuriyet tarihine teşmil edilemeyeceğini söylememiz gerekiyor. Siyasi partilerin gerçekten iktidar oldukları dönemler oldukça sınırlıdır. Ve bu dönemleri de maalesef iyi değerlendirdiklerini söylemek çok zor. Genel itibariyle patronaj, kayırmacılık, kutuplaştırma ve hamaset gibi kavramlarla tanımlayabiliriz bu dönemleri. O yüzden siyasi partilerle birlikte anılan zenginler ve bu partiler sayesinde bir şekilde kamuda personel olabilmiş vatandaşlar vardır. Öte yandan, askerin iktidara sahip olduğu dönemlerde benzer bağımlılık mekanizmalarının, bağımlı işadamlarının, gazetecilerin, akademisyenlerin olduğunu söylemek mümkündür.
İçinde bulunduğumuz son 20 yılda bir muhafazakar oligarşi oluştu mu?
Muhafazakar mı bilmiyorum ama bir oligarşi oluştu. Burada, Tayyip Bey’in siyasi ikbaline ve çevresinde inşa edilen imtiyazlı makineye zeval getirmeme gibi bir öncelik var. Bu önceliğe katkıda bulunanlar taltif edilirken buna saygı göstermeyenler cezalandırılıyor. Yani, insanları koruyan kavram cumhuriyetin kanunları değil bahsettiğim imtiyazlı sınıfa duydukları bağlılık. O yüzden kesinlikle bir cumhuriyet yapısından bahsedemeyiz.
Cumhuriyet tarihi içinde yaşanmış olaylar kendi kendini tekrar ediyor mu? Eğer bir tekrar varsa içinde bulunduğumuz dönem hangi dönemi anımsatıyor?
Demokrat Parti dönemi ile benzerlikler olduğu muhakkak. Çünkü hem çok partili sistem var hem de denge ve denetleme mekanizmaları çalışmıyor. Ülke idaresi keyfi kararlar ile yürütülüyor. Ancak toplum o zamana göre daha karmaşık, Türkiye’nin dünya ile kurduğu ilişki daha yoğun ve teknoloji daha yaygın kullanılıyor. Yani otoriter pratikler açısından benzemiyor ama teorik bir yakınlık elbette ki mümkün.
Türkiye ikinci yüzyıla ne kadar hazır?
Mental olarak hazır değil. Geride bıraktığımız 20 senenin ardından psikolojisi bozulmuş gençler, ümitsiz kalabalıklar ve kendini bu topluma ait hissetmeyen kitleler var. Bu ruh hali hiç hayra alamet değil.
Cumhuriyetin yeni yüzyılında başta AB üyeliği ve Kürt sorunu gibi düğüm olmuş sorunlar çözülecek mi?
Hayat birçok problemi kendisi çözüyor. Nehrin akışının tersine kürek çekmek artık bu dünyada o kadar da kolay değil. Cumhuriyet bir yöntem meselesidir, çözüm iradesini sivil toplum ve siyasal alan oluşturur. Cumhuriyet ise bu çözümün uygulanma süreçleriyle ilgilenir. O yüzden çözümün adresi cumhuriyetten daha çok sivil ve siyasal alanların sağlıklı bir şekilde çözüm üretme yeteneklerine bağlı.
Yeni yüzyıl için başta dış politika olmak üzere öngörüleriniz neler bu yüzyılın aktörleri kim olacak?
Bu yüzyılın aktörleri devletler olarak kalmaya devam edecek kanımca. Önce pandemi ardından da Ukrayna’nın işgali güvenlik konularının insanları özgürlüklerini bırakmaya mecbur ettiği bir dönem ortaya çıkardı. Ancak bütün devletlerin de birbirlerine benzemediğini söylemek lazım. Demokratik devletlerde bireylerin hareket alanları haliyle daha geniş olacak. Bu serbestlik çekici bir popüler kültür ve evrensel bir dili, yeni küresel bir orta sınıfı besleyecektir.
Yeni yüzyılın hakim ideolojisi ne olacak?
Ben woke kültürünün ve iptal kültürünün, alt-right dışında illa ki daha rasyonel reaksiyonlar yaratacağını düşünüyorum. Rasyonalizm ve insanilik bence ahlakçı ideolojilerin yerine geçecek.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ”10 yılda 15 milyon genç yaratma” coşkusu hakimdi ancak şu an ülkeden umudunu kesmiş bir gençlik var. Z kuşağı yeni yüzyılın aktörlerinden biri olacak mı?
Bir noktada evet ama nasıl bir aktör olacaklarını kestirmek çok güç. Bu kuşak ümitsizlik, yoksulluk ve karmaşa içinde büyüyor. Bunu avantaja çevirebilir ve akla hayale gelmeyecek öneriler ile ortaya çıkabilirler ya da radikal ve marjinal eylemler üzerinden kendilerini tanımlayabilirler.
2023 gerçekten her sorunun çözümü mü olacak?
Hayır, tabii ki kimse peygamber değil neticede. Çözülen bazı aktörlerin sorunu olacak. Umalım ki sorunları çözme yöntemleri üzerinde bir mutabakat sağlansın ve bu en azından kimseyi dışlamayan bir yönteme işaret etsin.