Türkiye 2023 Mayıs ayında gerçekleşen seçimlerden yaklaşık bir sene sonra tekrar sandık başına gitmeye hazırlanıyor. 31 Mart 2024’te gerçekleşecek yerel seçimler öncesinde son iki seçimde Millet İttifakında yer alan İYİ Parti’nin seçimlere “hür ve müstakil girme” kararını açıklamasıyla birlikte milliyetçi tabanın seçimdeki tutumu, kulislerde en çok konuşulan konulardan biri oldu. Öte yandan, milliyetçi sağ kanatın diğer kaptanı MHP, bu seçimde de Cumhur İttifakı içerisinde yer almaya devam edecek. Yerel seçimde milliyetçi tabanın kararını kimden yana kullanacağını Tamga Türk web sitesinin imtiyaz sahibi Bahadırhan Dinçaslan’a sorduk.
Süper Kupa finalinde yaşananlar, Galata Köprüsünde Gazze Mitingi… Türkiye yerel seçime nasıl bir atmosferde gidiyor?
Benim gördüğüm temel sorun şu, siyaset tükenmiş vaziyette. Bu sadece iktidar için geçerli değil. Muhalefet için de geçerli. Muhalefet partileri de iktidar partisi de, ya da MHP’yi de iktidarın içinde sayarsak iktidar partileri de, siyaseten bir şey söyleyemiyorlar. Yani vatandaşa vaat yok. Mesela şu çok ilginç; AKP bir vaat partisidir, şimdiye kadarki seçim sloganları, “Onlar konuşur, AKP yapar” gibi vaat odaklı söylemlerdi. Ama AK Parti bu konuda da bitti, tükendi. Herkes, bütün siyasi bileşenler, ikonlar üzerinden siyaset yapıyorlar. İkon siyaseti diyorum ben buna, hatta ikon ticareti diyorum. Ne gibi mesela? Yerel seçim olacak, efendim CHP’nin İzmir adayı diyor ki, demokrasiye vereceksiniz, laikliğe vereceksiniz ya da 1-2 kişi çıkıyor diyor ki, işte Osman Kavala’ya Demirtaş’a selam. Bunlar yerel seçimi ilgilendiren, vatandaşı ilgilendiren, vaat içeren siyasi yöntemler değil. İktidar da malzemesi bittiği için, insanlara vaat edeceği bir şey kalmadığı için, bu tarz ikonlara sığınıyor. Yani, bunun üzerinden hem kendi kitlesini biraz pekiştirmek, hem kamplaşma, kutuplaşma ortamı yaratıp buradan bir siyasi kazanım devşirmek yoluna gidiyor. Hem de işin bence biraz gözden kaçan tarafı şu: Bazen ideolojik körlüğe sahip saplantılı insanlar oluyor. Böyle anlarda bir grubun, bir yapının saplantıları varsa ve pratik siyaset bittiyse, vaade yönelik, icraata yönelik siyaset bittiyse siyaset kurumu kitlenebilir; buna yönelmeye başlıyorlar.
Ben iktidarın bunu yaparak çok da kârlı çıktığını düşünmüyorum. Yani buradan ciddi bir oy kazandığını düşünmüyorum Türkiye’de. Mütedeyyinlerle yahut muhafazakârlık ile işte Filistin için ölürüz, hilafet gelsin, şeriat gelsin tavrının ayrıştığını, farklı olduğunu düşünüyorum. Muhafazakârla mütedeyyin denen insanların da oy verme tercihlerinde Gazze’ye yardım göndermek çok da önemli bir faktör değil.
2024 yerel seçimlerinde milliyetçilik nasıl bir rol oynayacak?
Genel seçimde şöyle bir tespit yapmıştım: Milliyetçilik bir faktör olarak etkili, ancak aktör değil. Herkes milliyetçiliğe hitap etmeye çalışıyor. Herkes milliyetçi olduğunu iddia ediyordu o dönemde. Dikkat edin, Selahattin Demirtaş hariç bütün parti liderleri çok uzun süredir bozkurt işareti yapıyorlar. Milliyetçilik bir faktör olarak etkili ama aktör olarak etkili değildi. Çünkü milliyetçilik, diğer ideolojiler gibi bir ideoloji ve bir ideoloji olması sebebiyle talepleri var, beklentileri var, kırmızı çizgileri var. Genel seçimde bu faktöre hitap etmeye çalışan aktörler bunların hiçbirisine hitap etmedi. Milliyetçilik yeniden aktör olmak istiyor ve bir yandan da çok uzun süredir devam eden milliyetçiliğin sahipliği kavgası var. Bakın, hudut namustur pankartı açan gençlere saldırılması, milliyetçi muhalif gazetecilere, kanaat önderlerine saldırılması, linç kampanyalarının yapılması, yargı yoluyla bunların üzerine gidilmesi gibi olayların sebebi milliyetçiliğin içindeki kavgası süreci.
AKP, MHP’nin marka değerini transfer ederek, bir nevi markasını satın alarak, kendisinin en büyük tehlike olarak gördüğü muhalif milliyetçi mevziiyi topal bıraktı. Çünkü MHP’nin, biz sevelim sevmeyelim, toplum üzerinde geçmişinden gelen bir etkisi ve bir kurumsal ağırlığı var. AKP bunu kendi saflarına kattı. Geri kalan alanda da sosyoloji bir anda ortadan kalkmadı. Milliyetçi muhalif sosyoloji duruyor ama milliyetçi muhalif kurumlar yoktu ortada. Ve bu durum önce İyi Parti’yi doğurdu. Sonunda İyi Parti içerisinden de Zafer Partisi doğdu. Bunun yanında irili ufaklı kişisel aktörler de kendilerini göstermeye başladılar, Sinan Oğan gibi. Fakat hâlâ bu aktörler tam anlamıyla bir aktör olmuş değil. Bu bağlamda ben, seçmenin milliyetçi aktör olduğuna emin olduğu, kani olduğu insanlara oy vereceği kanaatindeyim. Yani şunu yapmayacak artık: Efendim bu adamı sevmiyorum, içime sinmiyor ama AKP gitsin ya da aman AKP’ye yaramasın falan filan demeyecek. Ben de demeyeceğim mesela, ben de o zümreye mensup birisiyim. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanlış aday olduğunu düşünüyordum. Kazanamayacağını düşünüyordum. Kazansa da Türkiye’ye hayır vermeyeceğini düşünüyordum. Ama AKP’ye yaramasın diyerek Kılıçdaroğlu’na oy verdim ve sonunda pişman oldum. Yani sorun da, ortaya çıkan manzara da çok lehime bir manzara olmadı. Üstelik sonucun böyle çıkacağını kendim yazmış olmama rağmen böyle yaptım.
Bunun yanında dikkatinizi çekerim sadece milliyetçilikte yok bu. TİP ve aynı zamanda TKP, yani o yapılar da kendilerini vaktiyle kerhen bir stratejik işbirliğine girdikleri yapılardan uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Mesela Erkan Baş’ın yakın zamanda Şeyh Sait’le ilgili açıklamaları oldu. DEM Partililerden tepki gördüler. Oysaki çok yakın zamana kadar bu insanlar aynı parti listelerinden aday çıkıyorlardı. Bir işbirliği geliştiriyorlardı ama onlar da memnun değil. Çünkü 50+1 sistemi bir şeyleri dayatarak siyaseti imkânsızlaştırıyor. Yani 50+1’i yakalayan bir yapı var. Tersine siz de bunu yakalayabilmek için şöyle bir zanna kapılıyorsunuz: Köşesiz olalım, tavırsız olalım, aman herkesi bir araya getirelim. Herkesle bir araya gelinmiyor. Üstelik gelindiği zaman başarılı da olunmuyor. Dolayısıyla, bütün yapılarda böyle bir arayış var artık: Ben kendimden olana oy vereyim. Milliyetçilerde bu anlayış yüksek ama sadece milliyetçilere de mahsus değil. Bunun önemli bir faktör olduğunu düşünüyorum.
İYİ Parti neden Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’la ters düştü? İYİ Parti bu seçimde belediyeler kazanabilecek mi?
Büyükşehir belediyelerinden emin değilim. Yani kazanabileceğini pek sanmıyorum, ama bazı şehirlerde İyi Parti’nin şansı var. Mesela Nevşehir’de var, zorlarlarsa doğru bir adayla Uşak’ta var. İllerin yanında belli ilçelerde, özellikle güney sahilinde, batı sahilinde belli ilçelerde İyi Parti kazanabilir. Ancak İyi Parti’nin anladığım kadarıyla niyeti, sadece belediye kazanmak değil. Müstakil bir yapı olarak muhalif milliyetçi sosyolojinin başat temsilcisi olup sağ temayülü olan, ancak mevcut iktidardan rahatsız olan ve bir alternatif arayan kitleye umut olabilmek. Bu tutum, ilkesel olarak doğru bir tavır. İmamoğlu ve Yavaş’ı cumhurbaşkanı adayı olarak gösteren sadece İyi Parti değildi. Ümit Özdağ bizzat genel başkan olarak Yavaş’a aday ol çağrısı yapmıştı. Bunun yanında hem kişisel gözlemlerimiz hem de anketler bunu gösteriyordu. Toplumun çok büyük bir kesimi, iki zattan birisinin Cumhurbaşkanı adayı olmasını istiyordu. Buna AKP’liler de dâhildi. Yani AKP’ye oy vermiş ancak oradan soğumuş ya da bir takım eleştiriler geliştirmiş olan insanlar da bu ikisinden birisini istiyordu. Fakat bu iki isim cesaret gösteremedi, hamle yapamadı ve şunu tercih ettiler: belediyenin rantının sağladığı gücü kullanarak siyaseti dizayn etmek. CHP’yi dizayn ettiler. Ekrem İmamoğlu bir gölge başkan gibi. Bu çok beklendik bir şeydi.
Belediye rantı korkunç bir ranttır ve siyaset rantla yürüyor. Siyaset parayla giden bir şey, en kolay para kazanma yolu da; “bireysel olarak ben teşebbüste bulundum, para kazandım, onu da siyasette harcıyorum” değil, kamu kesesinden, kamunun malını harcamak. Bunu iktidar da yapıyor ama yalnız iktidar yapmıyor, muhalif partiler de yapıyor maalesef. Bu siyasi bir güce tekabül ediyor ve güç üzerinden partileri tanzim ediyor. İyi Parti burada tepki gösteriyor. Bu arada ben Meral Akşener’i çok eleştiren bir insanım. Burada Meral Akşener savunusu yapmıyorum. Çünkü bu konuda yine Meral Hanım’ın da insan tercihlerindeki hatalarının payı var. Yani, durumun bu hale gelmesinde, bu enfeksiyonun yayılmasında o tercihlerin de payı var. Ama son tahlilde seçmen iradesi üzerinde, seçmenin talepleri ve kaygılarıyla alakası olmayan rant odaklarının hesaplarının vesayetini kırmak adına olumlu bir iş yapıyor ve bu konuda ben kendisine destek veriyorum.
MHP’nin 2015’ten bu yana Erdoğan ve AKP ile konumlanması, Türk milliyetçiliği açısından ne anlama geliyor?
Türk milliyetçiliğinin geleceği açısından büyük bir fecaat olarak görüyorum. Bugün Türkiye’de birçok lafı vaktiyle Atatürk ettiği için edebiliyoruz. Yoksa üzerimizden dozerle geçerler. Dinle ilgili olsun, yaşam tarzıyla ilgili olsun, millet fikriyle vatandaşlık fikriyle ilgili olsun… Mesela, Atatürk böyle bir laf etmiş olmasaydı ve ben çıkıp bir gazeteci olarak deseydim ki “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz.” Beni evimden alırlardı. Halkın bir bölümünün benimsediği değerleri aşağıladığım için hapiste yatırırlardı. Ömrümü çürütürlerdi. Ama ben bu lafı edebiliyorum. Çünkü çok şükür Atatürk vaktiyle bu lafı etmiş. Şimdi milliyetçiliğin böyle bir koruma kalkanı var. MHP muhalif bir partiyken AKP muhalefeti istediği gibi dövemiyordu, bunlar hain falan diyemiyordu. Çünkü MHP vardı. Bunlar komünist, bunlar ahlaksız dediği zaman MHP bir mevzi olarak bu söylemleri yumuşatıyordu. AKP karşıdan gelecek saldırıları MHP’yi transfer ederek çözdü. Zaten transfer yapmak AKP’nin geleneğidir.
Yine iyi biliyorsunuz, Has Parti olayı oldu, Demokrat Parti hikâyesi oldu. İşte Süleyman Soylu ve Numan Kurtulmuş, oralardan transfer edilerek AKP içerisinde öğütülen isimlerdir. Ancak az önce de bahsettiğim gibi muhalif milliyetçi sosyoloji ortadan kalkmış olmadığı için o insanlar kendilerine yeni kurumlar, yeni yapılar yarattılar. Fakat burada da şöyle bir sorun oldu: CHP; İyi Parti’ye, AKP’nin MHP’ye biçtiği donu biçmeye başladı. Yani, senin işlerin bu kadar olsun, sen benim için bir meşruiyet kaynağı ol, bir saldırı olduğunda senin üzerinden ben bir siyaset geliştirilebileyim, ama orada kal.
Gelecekte ne olur? Türk milliyetçiliği kitle sosyolojisi bağlamında pür-i pak bir yapıydı. Ne terörle iltisaklıydı, ne başka menfur yapılarla irtibatlandı, ne de AKP’li oldu. Fakat MHP’nin bu transferi ve bir kısım milliyetçiyi buna ikna etmesi, bize ciddi bir bagaj bıraktı. Ben ömrüm olursa 30 sene sonra da Türk milliyetçisi olarak siyaset yapmak istiyorum. Otuz sene sonra MHP’nin kurumsal kimliğinde bir milliyetçiliği temsil misyonu olduğu için MHP, “vaktiyle milliyetçiler diktatöre yardaklılık yaptı” eleştirisiyle karşı karşıya kalacak. Buna karşı cevap vermek zorunda kalacağım. Üstelik bu sürece hiç dahlim olmadı ve ben otoriterliğe karşı mücadele ettiğim halde bu olacak. MHP, Türk milliyetçiliğinin geleceğini bu bağlamda korkunç bir şekilde etkiledi.
Türkiye’de, özellikle de gençler arasında milliyetçilik yükseliyor mu?
Tabii ki yükseliyor, ama bu kategorik olarak olumlu bir yükseliş de değil. Çünkü gençler şöyle milliyetçi olmuyor: Okudum, kendimi geliştirdim, kişisel dünyamda bir felsefe yaptım ve Türk milliyetçiliğinin sorunlara çare olacağını düşündüm. Böyle bir şey yok. Reaksiyoner bir şekilde milliyetçi oluyorlar. Bu arada bu iş biraz böyledir. Yani siyasi görüşler genelde reaksiyoner bir şekilde kazanılır. Fakat onlara makul, doğru ve güzel rehberlik edecek, oturmuş ve köklü kurumlar kalmadığı için, bu kurumların hepsi MHP’nin ihanetiyle beraber iflas ettiği için, şundan korkuyorum: Bu milliyetçi yükseliş, süfli, zarar verici, marjinal, radikal bir şeye dönüşebilir. Çünkü ezoforiden doğan bir iletişim, ama öte taraftan çok da iyi anlıyorum. Türkiye’de çok fazla kaçak göçmen var. Kaçak göçmenlerin de ötesinde parası olan yabancılar efendi muamelesi görüyorlar. Yani hatırlayın, pandemi zamanında turistlerin sokakta gezmesi serbestken Türklerin gezmesi yasaklandı. Bu sadece Araplarla ilgili de değil. AKP’nin genel olarak havzası Arap dünyasında olduğu için, Arap görünürlüğü ve zengin Arapların Türkiye’deki menfur eylemleri çok gözümüze batıyor. Ama sadece Araplar değil, Batılı turistlere de öyle bir kayırmacılık var. Hâliyle Türk insanı bunu kaldıramıyor. Çünkü biz dünya tarihinde görülmemiş bir şekilde, emperyalizmin en güçlü olduğu döneminde, Nihal Atsız’ın deyimiyle, emperyalizmin cakasını bozup topraklarından kovmuş ve hem bireysel hem milli itibarını dik tutabilmiş insanlarız. Yani alışık olmadığımız bir muamele. Hindistanlı değiliz. Hindistanlı olsak belki bu tarz şeylere bu kadar tepki vermezdik. Bunun doğurduğu bir öfke de var. Böyle çok haklı bir öfke, üstelik ekonomi de kötüye gidiyor. İnsanlar hayat şartları kötüleştikçe statü endişesi denen bir fenomeni yaşamaya başladılar. Elde ettiğini tutamıyor, sürekli aşağı düşüyor. Diyelim ki benden 10 yaş küçük çocuk, benim 10 yaş önceki halim ve şimdiki halimle durumu karşılaştırıyor zihninde ve diyor ki, ben asla öyle olamayacağım. Bu da bir öfkeyle dolduruyor içini ve bütün faturayı haklı olarak AKP’nin Arapçılığına, AKP’nin Türk düşmanlığına kesiyor ve bunun üzerinden AKP karşısında kendisine böyle bir mevziyi buluyor.
Gençler arasında popüler olan İttihatçılık akımı neden bu kadar yükselişe geçti?
2013 yılında Atsız’la ilgili mini bir konferans vermiştim, bir yerde davetli olarak. Orada şöyle bir ifade kullanmıştım. Benim neslimde keşfedilen iki figür var: birisi Atsız diğeri Enver. Bu iki şahsın da ortak özelliği, romantik ve duygusal taraflara hitap eden isimler olması. Çünkü, şu an bir kimlik buhranı var. Şu an ben neyim, neredeyim, ne yapacağım gibi bir buhran var ve maddi imkânsızlıklarla çevrilisin. Yani imkânların olup kendine rasyonel bir plan yapıp maddi somut amaçlara giden bir yol çizemiyorsun. O zaman romantik, duygusal olup Mesih ve kurtarıcı bekleyen bir forma giriyorsun. Bu ikisi için de bu arada tükenmiş ikonların yanında yeni ikonlar lazım. Tükenmiş ikonlardan kastım, çok işlendiği için tükenen ikonlar. Mesela en geniş planda Atatürk ya da özel planda Alparslan Türkeş. Bu isimler o neslin şu anki arayışına, biraz da tabii yaşlarının getirdiği farklı olma, marjinal olma gibi bir duyguya çok hitap etmiyor, ama ittihatçı hikaye buna uygun bir malzeme sağlıyor. Şöyle komik bir durum var. Höt desen korkacak çocuklar müthiş paylaşımlar yapıyorlar sosyal medyada, İttihat ve Terakki falan filan diye. Bu çocuk mizacı ona yatkın olduğu için öyle yapmış. Yoksa belki bilgisayar oyunu oynayıp yapacaktı ya da gidecekti paintball ekibine katılıp orada yapacaktı. Çünkü bir roleplay ihtiyacı duyuyor. Bu durumun tek olumlu tarafı, bunun üzerinden bir şeyleri okumaya ve bir şeyleri anlamaya yönelebilmeleri. Çünkü bir tarih ilgisi de doğuruyor bu, ama orada da şöyle zehirli bir faktör var. Enver Paşa’yı Atatürk alternatifi olarak sunan ve özünde FETÖ iltisaklı bir neşriyat var. Çok eski zamandan beri, doksanlardan beri türetilen bir neşriyat bu. Böyle bir neşriyat, bulabildikleri en hazır neşriyat. Oradan etkilenip ittihatçı olacağım diye yola çıkıp basbayağı Ahrar fırkasına dönüşebilir bu gençler.
Ak Parti’nin İstanbul ve Ankara adayları hakkında bir tahmininiz var mı? Özellikle İçişleri Bakanı Yerlikaya’nın aday gösterileceğini düşünüyor musunuz?
Ali Yerlikaya’nın kendisinin de adaylığı çok isteyeceğini zannetmiyorum. Ali Yerlikaya’yla Süleyman Soylu’nun arasında biliyorsunuz adı konmamış bir gerginlik ve hatta savaş var. Orada da Yerlikaya’yı yıpratmak ya da saf dışı etmek isteyenlerin böyle bir beklentisi var gibi. Ben Tayyip Erdoğan’ın aklındaki ismin Ali Yerlikaya olmadığını düşünüyorum. Henüz karar vermedi muhtemelen, çünkü partisindeki birçok şeyi gözetmek zorunda. Kazanan aday bulmak zorunda, çünkü Binali Yıldırım gibi, Özhaseki gibi figürlerin tutmadığını gördü. O figürler Tayyip Erdoğan çok güçlüyken, zaten kazanacakken, “bu adamların çok emeği var bana, hadi bunları ödüllendireyim” diye aday gösterildi. Ama artık Türkiye öyle bir Türkiye değil, toplumsal muhalefet de çok daha güçlü. Bu planda kendisini ispatlamış, vatandaş tarafından sevilen ve yerel yöneticilik tecrübesi olan isimler üzerinden gidecektir diye düşünüyorum. Yani Ankara’da zannediyorum Turgut Altınok’un ismi kesinleşti. Açıklama olmadı ama İstanbul’da da işte Fatih Belediye Başkanı konuşuluyor, belki deprem vurgulu da bir kampanya olabilir diye düşünürsek eski TOKİ başkanının ismi geçiyor ve Murat Kurum’un ismi geçiyor. Ben bu üçünün daha muhtemel olduğunu düşünüyorum. Ali Yerlikaya, evet kendisine sempatik bir imaj çizdi, ama henüz İstanbul’u kazanacak aday olmaya yetecek kadar güçlü de değil.