Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi sonrası Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleri çok büyük bir enerji krizi yaşıyor. Bu krizi aşmak için birçok yola başvuran Avrupa ülkeleri, şimdilik doğal gaz depolarının yüzde 85-90’ını doldurmuş durumda. Ancak yine de bu kış Avrupa için zor geçecek. Enerji krizinin derinleştiği bu günlerde, Avrupa’nın bu krizden nasıl ve ne şekilde etkilendiğini ve bu krizin alternatif çözümlerini Türk Demokrasi Vakfı Enerji Politikası Direktörü Ali Arif Aktürk ile konuştuk.
Avrupa’daki enerji krizinin temelinde ne var? Ukrayna savaşı bu krizi nasıl etkiledi?
Uzun dönemli kontratlarla Pakistan’a LNG satan tedarikçiler, ceza ödemeyi göz önüne alıp bu gazı Avrupa’ya satmayı bile yeğliyorlar çünkü Avrupa’daki fiyatlarda o bile kârlı oluyor.
Makro ölçekte pandemi sonrasında sadece enerji değil, tüm emtianın fiyatları arttı. Özellikle gelişmiş ülkelerdeki devasa parasal genişlemenin sonucunda, Fed’in, Avrupa Merkez Bankası’nın, İngiliz Merkez Bankası’nın bir faiz artışı yapacağı ve böyle sıkılıklar sebebiyle biraz durgunluk ve enflasyonun birlikte süreceği ekonomistlerin beklediği bir durumdu. Ancak 2021’in Kasım ayında Glasgow’da Cop 26 ve Paris İklim Zirvesi sonrasında karbon emisyonlarını 2050’lerde sıfırlayalım, ilgili önlemleri alalım diyen dünya ve başta Avrupa, aradan 2-3 ay geçtikten sonra 24 Şubat’ta bir anda Rusya’nın Ukrayna müdahalesiyle karşı karşıya kalıp neye uğradığını şaşırdı. Nasıl önlemler alacağını kara kara düşünmeye başladı. Çünkü Avrupa’nın, özellikle doğal gazda ama daha çok da tüm enerjide Rusya’ya çok yoğun bir bağımlılığı var. Mesela Orta Avrupa ülkelerinden Macaristan gibi ülkeler, petrol boru hatlarıyla da Rusya’ya bağlılar. Avrupa’daki 8 tane rafineri doğrudan boru hatlarıyla gelen Rus petrolü ile çalışıyor. Petrolü bir kenara bıraktığımızda doğal gazda da yine Orta Avrupa başta olmak üzere Rusya’ya bağımlılık söz konusu. Ama mesela 2000 yılındaki Uluslararası Enerji Ajansı’nın ve bu konuyu takip eden diğer kuruluşların rakamlarına baktığınızda 2000’deki Rusya’nın gazdaki payı % 35-40’lar mertebesinde iken 2021’de de üç aşağı beş yukarı Rusya’nın payı aynı. Avrupa, Rusya’nın payını her dönem azaltacağız dedi. Gaz direktifleri çıkardı, üçüncü nesil gaz direktifi, arz güvenliği direktifi verdi. Liberal bir gaz piyasası tesis etmeye çalışırken, Rusya’nın payı üç aşağı beş yukarı hep aynı kaldı.
2014’de Kırım’ın ilhakında da ses çıkardılar ama bu cılız oldu. Rusya aslında Ukrayna üzerinde kendi emellerinin sinyalini verdi. Şu anda Ukrayna’da ilhak edilen bölgelerle ilgili Minsk 1 protokolü yapıldı AGİT başkanlığında. Sonra ona uyulmadı ve Minsk 2 yapıldı. Bugünlere gelineceği politik ve diplomatik olarak belliydi. Bu süreçte Rusya doğru zamanı bekledi ve 23-24 Şubat’ta Ukrayna’ya müdahale yaptı. Şimdi tüm bunlar olduktan sonra Avrupa’nın, okyanusun öteki tarafında Amerika’nın baskısıyla yaptırım yapma lüksü yok. Çünkü ben Rus gazını almıyorum dese kendini ikame etme şansı yok. Ortadaki 7-8 tane rafineri Rus petrolünü almıyorum dese yine ikame şansı yok. Mesela bizde BOTAŞ’ın işlettiği Kırıkkale rafinerisi Anadolu’nun ortasındadır, aşağıdan petrol basılır ve tek bir kaynağa bağlı bir petrol değildir. Oradaki boru hattına hem Irak petrolü gelir hem de başka kaynaklardan gelir. Ceyhan’a iner ham petrol ve Kırıkkale rafinerisine basar. Mesela, Avrupa’daki o söz konusu rafineriler böyle değildir ve Rusya’ya bağımlılığı %100’dür. Yaz geldiğinde, Haziran ayında Kuzey Akım 1’de bakıma giriyoruz denildi. Bakıma girildi, sonra Ursula Von Der Leyen çeşitli şekillerde biz Rus gazına bağımlılığı azaltacağız, LNG’ye yükleneceğiz, depolarımızı dolu tutacağız dedi ve Avrupa yaz aylarını bu söylemlerle geçirdi. Ağustos ayına gelindiğinde depolara gaz basmanın gerektiği süreçte TTF gaz fiyatları çok yüksek seyretti ve Kuzey Akım 1’deki kompresör istasyonundaki üniteler ağır bakıma girmişlerdi. Beklenmedik şekilde arıza yapan Siemens’in türbinleri, yaptırımlar kapsamında iade edilmedi. Avrupa, gaz sıkıntısını ve fiyatların yükseleceğini görünce iade etti. Bu sefer de Ruslar geri almadı. Almanya da bekledi, hatta Almanya şansölyesi Shultz, Almanya’da türbinlerin beklediği yere de gitti, gördü ve basının önünde açıklama yaptı. Bu nedenle gaz fiyatları 303-350 € megavat saatleri gördü ve bugüne geldik şimdi. Avrupa’daki yeraltı depoları tamamen dolduruldu, %90’lar mertebelerinde. %8-10’luk kısım işletmeyle ilgili marj kısım ama yeterli değil. Avrupa’nın soğuk kış döneminde günlük talebi 2400 MCM-day, yani 2.4 milyar metreküp-gün. Bunu sadece yeraltı depolarıyla karşılayabilme imkanı yok. Şimdi Kuzey Akım 1’de de geçen hafta patlamalar oldu. 1 ve 2’de patlamalar oldu, yorgan gitti kavga bitti misali.
En az 9-10 ay belki bir sene Kuzey Akım 1’in tamiratı sürebilir. Kuzey Akım 2 devreye girmemişti ama Kuzey Akım 1 için şimdi durum bu şekilde. LNG ile kışı geçirme imkanına baktığınızda, mevcut LNG terminallerinin hepsine spot LNG tedarik edilebiliyor olsa bile 480 MC per day yani 480 milyon metreküp-gün eder ki biraz önce söylediğim rakam 2400 MCM’di. Bunun 480 milyon LNG ile karşıladın, bir kısmını yeraltı depolarıyla karşıladın, Norveç’ten gelen 350 MC per day var. Aşağıdan Cezayir’den gelen boru hattı var, Türk Akımı’nın Avrupa’ya giden kısmının da kesilmediğini varsayıyorum. Yaklaşık oradan da 45 MCM geçiyor, Tanap’tan gelen 30-35 MCM de var. Bunları alt alta topladığınızda, 2400 MCM günlük ihtiyacın karşılanması çok mümkün görünmüyor. Onun için de kısıntılara gitmeye başladılar, oda sıcaklığını bir derece düşürelim, boruların, kaloriferlerin sıcaklıklarını düşürelim. Orada da tasarruf edebilecekleri miktar alt alta topladığınızda yıllık 20-25 milyar metreküpü geçmiyor. 2021’in rakamıyla 155 milyar metreküplük bir Rus ithalatının yanında bu rakam oldukça düşük. 25 milyar metreküplük tasarruf hiçbir şey. Şimdi Kuzey Akım 1 de düştü. En fazla tedarik edebilecekleri rakam, eğer Ukrayna çalışırsa Ukrayna’dan gelen gaz, Belarus üzerinden gelen gaz çalışırsa 85-90 milyar metreküplük Rus gazı gelebilecek ki bu da Avrupa’ya çok yeterli bir miktar değil. Kışın Avrupa’yı zor günler bekliyor. Almanya 6 tane FSRU (Yüzer LNG Depolama ve Gazlaştırma Ünitesi) projesi yapayım dedi. Çevreciler buna karşı çıkıyorlar, bir tanesinin üzerinde anlaşıldı. Onun gemisi üzerinde de anlaşıldı. Günlük 200 bin € anlaşma yapıldı ama diğer 5 tane terminalin FSRU giriş noktası muallakta şu anda. FSRU çok gündemde ama FSRU tankerleri için de sıra var. Yani inşa halinde olan yeni FSRU var ama yeni FSRU projesi tüm dünyada 35 tane. Yani uzak Doğu’daki FSRU’lar da gündemde. Dolayısıyla sıkıntılı bir durum söz konusu. Spot LNG kapanın elinde kalıyor. Ama şöyle bir şans var, Uzak Doğu’da biraz durgunluğa giriliyor. Özellikle Çin ve Hindistan, Hindistan’da % 4’lük bir küçülme var. LNG ithalatında Çin’de % 1’lik küçülme var. Bangladeş ve Pakistan bu fiyatlardan LNG tüketemiyorlar, hatta 12-13 saatlik elektrik kesintileri söz konusu sanayi ve evlerde. Uzun dönemli kontratlarla Pakistan’a LNG satan tedarikçiler, ceza ödemeyi göz önüne alıp bu gazı Avrupa’ya satmayı bile yeğliyorlar. Çünkü Avrupa’daki fiyatlarda o bile kârlı oluyor. Avrupa Birliği bir karar aldı, cap fiyat üst sınırı konuşuluyor ama orada ben bunun çalışabileceğini sanmıyorum. Konulacak fiyat cap’i seviyesine bağlı olmakla birlikte fiyat çok düşük konursa, kış döneminde ihtiyaç olan gaz uzak Doğu’ya gider. Yüksek olursa da çok bir etkisi olmaz. Başta Rus fiyatına cap koyalım dediler. Onun çalışmayacağı görüldü. Şimdi TTF’ye fiyat cap’i koyalım diyorlar ya da toptan satış fiyatına bir fiyat gibi koyalım diyorlar. Bakalım göreceğiz.
Rusya’nın boru gazına Avrupa’nın yıllık % 40-41 seviyesinde bağımlı olduğunu görüyoruz. Avrupa, Rusya’nın ilerde oluşturabileceği riskleri göz önüne almamış mıydı?
Denizin dibindeki boru hattı paralel olarak patlatıldı. Bu bir sabotaj, aynı anda derin denizde 4 tane patlama, bir kaza ihtimali yok. Aynı anda hem Kuzey Akım 1’de iki tane paralel hatta, hem Kuzey Akım 2’de tek seferde dört patlamanın olması sabotajı akla getiriyor.
Başta da söylediğim gibi, politik riskler göz önüne alınmamış görünüyor. Dünya, Ukrayna’daki gelişmeleri Kırım’dan bugüne geldiğimiz süreçte dikkate almamış görünüyor ama bugün itibarıyla bir de farklı bir risk çıktı. Denizin dibindeki boru hattı paralel olarak patlatıldı. Bu bir sabotaj, aynı anda derin denizde 4 tane patlama, bir kaza ihtimali yok. Aynı anda hem Kuzey Akım 1’de iki tane paralel hatta, hem Kuzey Akım 2’de tek seferde dört patlamanın olması sabotajı akla getiriyor. Derin denizde bu tür bir operasyonu normal bir terör saldırısı olarak nitelendiremeyiz. Çünkü çok yüksek teknoloji gerektiriyor. Yani siz boru hattının güzergahını bileceksiniz, derin denizde 100 kiloluk patlayıcıları tam yerine indireceksiniz, bu kolay bir şey değil. Dolayısıyla bu bir devlet operasyonu ya da devletler operasyonu diyelim. Bu da boru hatlarının, terör güvenliğinin de tartışılması gerektiğini söylüyor. Eskiden boru hatlarında kaynak ülke riski, transit ülke riski ve pazar ülke riskleri, siyasi ve ticari riskler hesaplanırdı risk primi konulurken. Şimdiyse derin denizden geçen boru hattında böyle bir risk ortaya çıktı. Rusya daha önce Türkiye’ye batı hattı dediğimiz Ukrayna, Moldova, Romanya, Bulgaristan üzerinden boru hattı ile gaz satarken, Mavi Akım’ı ve Türk Akımı’nı yaptı, aradaki trans riskler ortadan kalksın diye. Ama mesela derin denizde de böyle riskler ortaya çıkabiliyormuş. Dolayısıyla Avrupa bunları çok dikkate almadı, rekabeti tesis edelim dedi, uzun vadeli kontratlar sona erecek dedi. Ama dünya sıvılaştırılmış doğalgaz piyasasına giderken Ukrayna krizi olmasaydı Kuzey Akım 2 devreye alınacaktı. Ukrayna krizi çıktı, Kuzey Akım 2 regülatöründe birtakım eksikliklerin olduğu görüldü ve sonra da yaptırımlar kapsamında rafa kaldırıldı. Yani ezcümle Avrupa Birliği bir bütün olarak kendi arz güvenliğini dikkate almamış durumda. 11 ay geçti Glasgow’un üzerinden, bir sene bile değil, bugün nükleer enerji bile temiz enerji olarak tartışılıyor. Kömür bile alternatif olarak Avrupa’da gündemde. Bunu 11 ay önce kimse hayal bile edemiyordu.
Ukrayna savaşı çıktığından beri Rusya’nın sık sık Avrupa’ya giden gazı kestiğine şahit olduk. Rus gazı güvenilir bir gaz olmaktan çıktı mı?
İkinci Dünya Savaşı yapılırken bile ki o zamanlar gaz kullanımı bu kadar yoğun değildi, Polonya’da üç tane sanayi tesisinde Rus gazı kullanılıyordu. Polonya işgal edilirken, savaş varken bile gaz kesilmedi diyorduk.
Ben gaz sektörüne 89 yılında girdim. O zamanlar hep tartışılırdı, Rusya gazı keserse ne olur diye? Biz de gazı tanıtmak istediğimizden hep şu argümanı söylerdik: İkinci Dünya Savaşı yapılırken bile ki o zamanlar gaz kullanımı bu kadar yoğun değildi, Polonya’da üç tane sanayi tesisinde Rus gazı kullanılıyordu. Polonya işgal edilirken, savaş varken bile gaz kesilmedi diyorduk. Ama gelin görün ki bugün durum çok farklı bir ortama geldi. Şimdi Rusya’nın bunu bir siyasi enstrüman olarak kullanması, üçüncü ülkelerin de bunu bir tehdit olarak görmesiyle Rusya maalesef güvenilirliğini kaybetti. Bundan sonra da kolay kolay toparlayamaz. Bugün dünyadaki gaz rezervlerine baktığımızda Rusya birinci sırada. Yani ileride de dünya, gaz tüketecekse -ki gazın çevreye ya da karbona etkisi diğer hidrokarbonlara göre çok daha azdır, dolayısıyla dünya gaz tüketmeye devam edecektir- Rusya’daki rezervi çöpe atamaz. Ama Rusya’daki rezerv dünya piyasalarına ulaşırken herkes, herhalde yoğurdu üfleyerek yiyecektir. Risk primi olarak finansman, aslında financial closing için de çok daha başka rakamlar konacaktır ve fiyat yapısı da bu risk priminden dolayı daha yüksek seviyelerde olacaktır. Ama Rusya’nın da tekrar gereken güveni dünyaya sağlaması gerekiyor. Bugün Rusya bunu umursamaz görünüyor. Ben bu gazı Uzakdoğu’ya, Çin’e satarım diyor. Önümüzdeki 2-3 yıl gaz üzerinde ve genel olarak enerjide, makro ölçekte, Neoliberalizm ve makro ekonomik politikalar açısından çok şeye gebe diye düşünüyorum.
2015-2020 yılları arasında tüm teknik, ticari ve mevzuatsal gelişmelerin, Avrupa’da Gazprom’un gelirlerini ve pazar hakimiyetini ciddi bir şekilde sarstığını gördük. Sizce Avrupa’nın bundan sonraki süreçte bu gaz yolları yerine LNG sektörüne yönelimini görür müyüz?
Özellikle de denize açılımı olan ülkelerde LNG önemli bir faktör olacak.
LNG mutlaka önemli bir faktör olacak, özellikle FSRU (Yüzer LNG Depolama ve Gazlaştırma Ünitesi) dediğimiz. Bu sektörün FSRU’nun normal konvansiyonel LNG gazlaştırma tesislerinden çok farkı var. FSRU’yu 10-12 ayda devreye alabiliyorsunuz. Sadece iskeleyi yapıyorsunuz, gemi kiralıyorsunuz ya da satın alıyorsunuz, oraya yanaştı diyorsunuz. Yarın vazgeçtiğinizde de o gemiyi satabiliyor ya da başka yere kiralayabiliyorsunuz. O gemi başka yerde de hizmet verebiliyor ya da LNG taşımacılığında da kullanılabiliyor. Bu ciddi bir avantaj, dolayısıyla tüm dünyada, özellikle de denize açılımı olan ülkelerde LNG önemli bir faktör olacak. Afrika’daki nihai yatırım kararı bekleyen projeler, FID kararı bekleyen projeler için kararlar alınacak. Ama bu kararlar ekonomik durgunluk geçtikten sonraya kalır. En aşağı onun da 2-3 yılı var. Ben artık Rusya’nın, boru hatlarıyla gaz satışından ziyade, özellikle Baltık’ta ve Uzak Doğu’da diğer sakarindeki LNG terminallerinde expansion (genişleme) yaparak LNG sektörüne yöneleceğini düşünüyorum. Çünkü LNG’de malın, emtianın birkaç kez satışı da söz konusu, bugün örneğin yamal LNG, Rus LNG, Fransa’ya ve İspanya’ya geliyor. Oradan da yeniden satılıyor. Hatta Türkiye’ye, Yunanistan’a da satılıyor. Orada tedarikçi riskini de yeniden satan taraf alıyor. Özellikle Portföy Yönetimi yapan şirketlerin de, GUNVOR, Trafigura gibi şirketler, benzer şekilde önümüzdeki dönemde özellikle Amerikan odaklı diğer şirketler gibi portföy oluşturup tek bir kaynaktan ziyade birkaç kaynaktan orta ve uzun vadeli kontratlar alıp spotta sattıkları şirketleri göreceğiz. Orada da tabii hem Henry Hub, hem TTF rekabet içindeydi. Fiyat oluşumunda bence Avrupa Birliği TTF’yi iyi geliştirmekteydi. Son kararlarıyla TTF’yi de tekrar mezara gömmüş oldu. Artık orta ve uzun vadede global bir LNG Endeksi olacağını, onun da Henry Hub olacağını tahmin ediyorum. Petrolde Brent ya da WTI olduğu gibi, LNG’de de tek endeks Henry Hub olabilir belki. Uzak Doğu’da da JKM bir endeks olacaktır ve gazın gidişatı da LNG olacaktır.
Türkiye-İsrail ilişkilerinde karşılıklı büyükelçi atama kararı, Avrupa’nın doğalgaz enerji güvenliğini Rusya dışı alternatiflere yönlendirebilir mi ve Doğu Akdeniz’deki doğalgaz kaynaklarının ticarileşmesine ön ayak olur mu?
Türkiye’nin belki 2014-2015’lerde şansı vardı eğer İsrail’le geniş kapsamlı bir hükümetler arası anlaşma yapsaydı, ama bunu yapmadı.
Şimdi Doğu Akdeniz’de hâlihazırda gaz üretiliyor, İsrail üretiyor ve Mısır’daki iki tane boş olan sıvılaştırma LNG terminaline gönderiyor. Oraya gidiyor. Oradan bir kısmı Uzak Doğu’ya, bir kısmı Avrupa’ya gidiyor. Ben Türkiye üzerinden Doğu Akdeniz kaynaklarının Avrupa’ya gideceğine inanmıyorum. Kuzey Akım’da patlamalar olduktan sonra bu artık bir hayal. Çünkü Türkiye’ye Transit ülke olarak Avrupa’da bir güven yok. Onun için 2005’te Nabucco diye bir proje ortaya atıldı. Türkiye’nin hukuk sistemine güven olmadığından dolayı Türkiye Büyük Millet Meclisinden anayasanın doksanıncı maddesi kapsamında hükümetler arası anlaşma geçirildi. Ama Nabucco olmadı, çeşitli nedenlerle olmadı. Nabucco projesini geliştiren alıcı taraftaki ülkelerdi, şirketlerdi. Ondan sonra TANAP gündeme geldi. Tanap’ta da keza Türkiye Büyük Millet Meclisinden onaylanan hükümetler arası anlaşma da yetmedi, normalde dünyanın her yerinde ticari bir sözleşme olan gaz taşıma anlaşması ki ticaridir, bunda fiyat bellidir, uygulanacak hukuk vesaire bellidir. Türkiye Büyük Millet Meclisinden onaylandı ve anayasanın 90. maddesi kapsamında domestik yerli yasaların üzerinde bir pozisyon aldı. Böylesine büyük projelerde Türkiye’ye transit ülke olarak bir güven yok.
Doğu Akdeniz’e baktığımızda Doğu Akdeniz’de arama üretiminde hukuk belli değil, orada bir kaotik durum var. Türkiye hak iddia ediyor, Kıbrıs Rum kesimi var, Türkiye tanımıyor, orada Leviathan ve Kıbrıs’ın kesimi Afrodit’tir diyor. Leviathan’da İsrail, Birleşmiş Milletler deniz hukuku sözleşmesinin tarafı değil. İsrail ile Lübnan arasında yaklaşık 1200 kilometre karede bir uyuşmazlık var. Kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sorunları var, Kıbrıs sorunu var. Afrin’de böyle bir problem var. Türkiye’yle, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi arasındaki problem çözülmedi. Kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sorunları varken Avrupa, bu gazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasına sıcak bakmaz. Bu ciddi bir transit ülke riski. Hatta Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçen bir hükümetler arası anlaşma olsa bile sıcak bakmaz ve Türkiye üzerinden boru hattı yapılamaz. Şu anda üretim yapan rezervlerle birlikte ileride de üretim yapılacak rezervlerin güzergahı, LNG olacak doğal gazın sıvılaştırılarak piyasalara satılması olacaktır. Türkiye’nin belki 2014-2015’lerde şansı vardı eğer İsrail’le geniş kapsamlı bir hükümetler arası anlaşma yapsaydı ama bunu yapmadı. Türkiye özel sektör yapsın dedi. Cılız özel sektörü İsrail’e gönderdi ve bugünlere geldik. O dönemde bunlar yapılsaydı belki Doğu Akdeniz sorununda da katalizör görevi olurdu ama yapılmadı. Türkiye üzerinden bir boru hattının geçebileceğine inanmıyorum. Chevron ve Enin’in Kıbrıs Rum kesiminin iddia ettiği bölgelerde, bloklarda arama faaliyetleri var. Orda bile bir belirsizlik var. Çünkü Türkiye de bazı bölgelerde, bazı kısımlarda hak iddia ediyor. Dolayısıyla petrol ve gaz fiyatları da düşerse, orada uzunca bir dönem üretim yapılması kolay değil diye düşünüyorum.
Fotoğraf: Chris Pagan