23 Ekim 2011
[voiserPlayer]
Van vilayetimizde 7.2 büyüklüğünde deprem meydana gelmişti. Dönemin Başbakanı Erdoğan: “Bölgeye, benim talimatımla, ilk etapta 3 milyon Türk Lirası Acil Yardım Ödeneği gönderildi. Bugün bu rakam 10 milyon TL’ye çıkarıldı. Başbakanlık adına açtığımız yardım hesaplarında da şu an itibarıyla 1 milyon 728 bin lira yardım toplandı.” açıklamasında bulundu. Bölgeye yardımlar ardı ardına gönderiliyor ve tırlarla da malzemeler taşınıyordu. Hazin olan ise vefat sayısının 644 olması ve 1966 vatandaşımızın yaralanmasaydı.
24 Ocak 2020
Elazığ vilayetimizi bu kez deprem 6.8 şiddetinde vurmuştu. Depremin hemen akabinde “AFAD koordinasyonunda başlayan kurtarma çalışmalarında, 21 farklı kamu kurumu, sivil kurum ve kuruluştan 3 bin 829 personel, 22 arama kurtarma köpeği, 568 kara aracı ve 5 hava aracı yer aldı.” Elazığ depremi sırasında Malatya’nın da etkilenip hasar almasından dolayı nakdi yardım olarak “Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı AFAD Başkanlığı tarafından Elazığ’a 142 milyon lira, Malatya’ya 65,5 milyon lira toplamda 207,5 milyon lira ödenek gönderildi.” Hazin sonuç ise: 41 vefat ve 1631 yaralı vatandaşımız olmuştu.
30 Ekim 2020, İzmir depremi
İzmir depreminin şiddeti için televizyon kanallarında defaatle 6.6 büyüklüğü haberleri verilmiş ancak Birleşik Devletler, Rusya, Yunanistan 7 ölçümünde bulunmuştu. Elbette yine arama kurtarmada müthiş bir çalışma ve işbirliği sergilendi; AFAD, İzmir Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere, nice gönüllünün yanı sıra tazminat ve maaşlarının ödenmediği gerekçesiyle günlerdir eylemde olan bir grup Somalı madenci de eylemlerine ara vererek katılmışlardı. İzmir’de depremden etkilenenlere “10 milyon 836 bin 200 lira” maddi yardım yapıldı. Arama kurtarma çalışmalarının tamamlandığının söylendiği 4 Kasım gününde ise hazin tablo: 114 vefat ve 1035 yaralı vatandaşımız.
Satırlar ardı ardına akarken gözlerimizin buğulanmasının nihai sebebiyetin olduğu noktayı fark ediyoruz değil mi? Her depremin akabinde olay seyrinin sadece nerede değişkenlik sergilediğini fark ettik mi?
81 vilayetten herkes en ufaktan en büyüğüne; bütün musibetler karşısında cansiparane, cömertçe, kalpleri olayın olduğu yerde attığını, madden ve manen yardıma hazırda olduğunu, olduğumuzu biliyoruz. Değişen tek şey var: vefatlarımız ile yaralılarımızın sayılarında.
Hazin olan nokta, yaşanmaması gerekli ölümler neticesinde tuttuğumuz yaslar. Üstelik, göz göre göre gelen faili belli ölümlerden öte cinayetler…
Sonra ne mi oldu? Deprem gelişmeleri, haber bültenlerinin bütününü kapsadı, gazetelerin köşe yazarlarının ana gündem konusu oldu, üzerine her gün ayrı deprem uzmanlarının görüşleri yayımlandı ardından günler geçtikçe normal hayatımıza döndük ve şimdi yine unuttuk her olayın akabinde olduğu gibi.
Yıllardır defaatle söylenen, önlemler alma noktasında tedbiri elden bırakmamamız üzerine makaleler, söyleşiler, televizyon programları yapılan, yakın zamanda beklenen İstanbul depremi gerçeği…
Bu kertede sormamak elde değil: süregelen bir olgu ile karşı karşıyayız, dolayısı ile her depremin ardından yıkılan onlarca bina, altında kalıp vefat eden insanlarımız, şans eseri kurtulup sirenler eşliğinde hastanelere yetiştirilmeye çalışılan vatandaşlarımız ve yardımsever topraklarımız insanlarının topladığı yardımlar ile beraber devletin gönderdiği yardımlarla ayakta tutulmaya çalışılan aileler…
Bunları 81 vilayetin yurttaşları olarak neden yaşamak zorundayız?
Sizler ile Cumhuriyet Gazetesi’nden Hazal Ocak’ın yaptığı bir haberi paylaşmak ve okuduktan sonra vicdanlarınızdan yankılanacak seslere kulak vermenizi istirham ediyorum.
“İzmir’de 6.9 şiddetinde deprem olunca SOMA’da “20 gündür tazminatlarını almak için eylem yapan madenciler” bir arama kurtarma ekibi oluşturdular ve çökmüş binaların altında “can telaşına düşmüşlerin” imdadına koştular. Madencilerden Başaran Aksu, gördüklerini şöyle anlattı: “Göçük konusunda deneyimli olduğumuz için hemen koşup geldik. Şaşıra şaşıra çalıştık. Çekiçle bile vurunca kolon tuz buz oluyor. Dağılıyor. Binalar içindekilere refleks gösterme şansı bırakmadan 5 saniye içinde çökmüş. Binanın niteliklerini görünce; yapı da zemin de sıkıntılı. Burada hem bu binaları yapanlar ve hem de buraları inşaata açanlar ölümlerden sorumlu olmalı… Bunlara dair öfke hissediyorum…” diyor.”
Bu durumun sebebiyeti ise; İzmir vilayetimizde 811 bin kaçak yapı imar barışından yararlanmış ve neticesinde de devlet 2 milyar 150 milyon TL kazanmış. O halde sormak gerekir bu imar barışını çıkaranlara, ön ayak olanlara milletin ne kadar kaybı olduğunu açıklayan çıkar mı dersiniz?
Üstelik 2020 yılı içerisinde şimdiye değin tüm dünyada 6.5 büyüklüğünde ve hatta üzerine sahip 22 deprem yaşanmış. Ülkemiz dışında meydan gelen 20 depremde toplam 13 can kaybı kayıtlara geçerken bizde ise oluşan 2 depremde can kaybı maalesef 155.
Hali durumumuzun vahametinin çok acı olduğu aşikar. Ülke olarak; yaşıyoruz, unutuyoruz, yeniden yaşıyoruz…
İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu, beklenen İstanbul depreminin ‘Türkiye’nin ulusal bağımsızlığını tehdit ettiğini’ ve olması durumunda vatandaşların özel arabaları ile dışarı çıkmamaları yönünde telkinlerde bulundu.
İçişleri bakanımızın bu açıklamaları 8 Kasım 2020 gibi çok yakın bir zaman diliminde geldi. Unutmamamız gerekir ki, ülke savunması sadece dışarıda askeri, diplomatik, istihbari güçle olmasının yanı sıra, içeriyi de güvende, adalette, huzurda tutabilmektir. İçerisi enkaz olan bir ülkenin dışını güvende tutmak, muhafaza edebilmek belli bir yerden sonra zafiyet yaratır. İçişleri bakanımızın da ‘ulusal bağımsızlığımıza’ tehdit açıklamasının bu düşüncemle aynı doğrultuda olduğu kanaatindeyim.
İyi bir gelişme var ki; İzmir’de meydana gelen 6,6 şiddetindeki depremin ardından 5 siyasi partinin ortak önergesiyle deprem araştırma komisyonu kurulacağı haberi geldi. TBMM Genel Kurulunda; AK Parti, CHP, HDP, MHP ve İYİ Parti’nin, “Depremde Alınması Gereken Tedbirlerle İlgili Meclis Araştırması” açılmasına ilişkin ortak önerisi kabul edildi. Bu arada TBMM’de uzun zamandır ilk kez grubu bulunan 5 partinin katıldığı bir komisyonun kurulması ayrıca da önem arz ediyor.
Deprem araştırma komisyonunu iyi bir gelişme olarak belirtmemin sebebi; muhtemel bir gün, deprem anında vatandaşlarımızı enkaz yığınlarının altında çıkarınca sevinmekten öte kimsenin enkaz altında kalmadığını duyabileceğimiz zamanları görebileceğimize olan temennimden dolayıdır.
Bu denli yapılması gereken her şey ortadayken velev ki yapılmaması, sözlerde kalması durumunda vaziyetler için en doğru benzetme Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” romanı olacaktır. “Kırmızı Pazartesi” romanını okumuş muydunuz? Romanda herkes olacakları biliyordu, lakin Santiago Nasar’ı kasaba halkının sessizliği öldürmüştü.
Sistemden zemine çürüklük, malzemeden müteahhitliğe kötü kavramının hakim olduğu durumlar bir yere kadar kabul edilebilir ancak ahlak çürümesi, ahlakın kötü olması kabul edilebilir bir durum değildir.
Beylikdüzü’nde Gürpınar Siteler Bölgesi Kentsel Dönüşümü – 1. Etap başlığı altında bir protokül imzalandı ve burada yapılan çok değerli iki açıklamaya dikkatinizi çekmek isterim: birincisi İBB Başkanından, ikincisi ise Beylikdüzü Belediye Başkanından olmak üzere.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu: “Deprem işi siyasi bir konu değil. Bir bakanın değişmesi meselesi de değil. Geri gelmeyecek canlar meselesidir. İstanbul depremi Türkiye’nin bağımsızlık sorunudur. Önlem alınmazsa, acele edilmezse, olası büyük bir depremde yüz milyarlarca dolarlık bir maliyet, daha da önemlisi büyük can kaybı olacaktır. İstanbul’da deprem olursa ne banka ne sigorta şirketi kalır. İstanbul’da deprem meselesini hiçbir şeyle kıyaslayamazsınız. Biz, beklediğimiz desteği almazsak kaşıkla kamyon doldurmaya devam edeceğiz. Kimse ‘ben çözerim’ diye nara atmasın. Bu tek başına çözülecek bir mesele değil. Bu feryadımızı duyun. Herkesi bu seferberliğe davet ediyorum.”
Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık: “Komşularımı göçük altında aramak isteyen bir belediye başkanı değilim. Sorunların altında ezilmeyen, sürdürülebilir kentler yaratmak bizim görevimiz.” ifadelerini kullandı.
Ehemmiyet taşıyan açıklamalar değil mi? Bu çağrılara kulak verip hükümet ile yerel yönetimler koordineli ortak akıl, ortak dayanışma oluşturmalıdır. Bu feryada kulak verilmesi gerek.
Beklentileri, umutları olumlu yönde tutacak en iyi örnek ise Avcılar Belediyesi Başkanı Turan Hançerli’den geldi. Avcılar’da “Hayat Kurtarma Hareketi” olarak adlandırılan riskli binaların yenilenmesi çalışması sayesinde “1135 bina kentsel dönüşüme girerken yaklaşık 39 bin kişinin hayatı kurtuldu.” Sn.Hançer’linin çabasının siyasi pencerelerden bakılmadan bütün taraflarca, toplumca desteklendiğini hayal edebiliyor musunuz? Ne denli hızlı, etkin, sonuca gidilebilir ve yapıcı olur.
Devlet denilen bedene ruhu veren hükümet dediğimiz merkezi yönetimin yanı sıra, aciliyet gerektiren deprem gibi konularda belediyelerin merkezi yönetim tarafından desteklenmesi 1135 bina, 39 bin kişi verilerine milyonlarca bina, milyonlarca vatandaşımızın daha fazla kurtarılmalarına vesile olması demektir.
Daktilo1984 Youtube kanalına konuk olan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu: “Dönüşüm seferberlik istiyor. Bütüncül hareket istiyor. TOKİ tek başına yapsın durumunda Sn.Cunhurbaşkanı açklamasında ‘1 milyona yakın konut ürettiklerini ifade etti ama 6 buçuk milyona yakın daha dönüşüme ihtiyaç var’ dedi. 18 yılda bu üretilmişse dönüşüm için Türkiye’nin 110 yıla ihtiyacı var. Böyle bir tabloda çok hızlı hareket etmemiz lazım. Katılımcı bir şekilde, güvence sağlayarak.”
Sonuç olarak, simülasyon evreninde yaşamıyoruz. Depremde yaşanılanlar televizyon görüntüsünden ya da gazete kağıtlarındaki görüntüden ibaret ve cansız değiller. Ne güzel anlatmış şair: “Nerede bir insan ölse
oralı olur yüreğim. Olmalı zaten olmazsa, insan olmaz yüreğim.” Deprem gibi bir durum söz konusu, yarınlar söz konusu. Yarın bilincinin kaybolduğu yerde ise ne hayata ilişkin anlam ne de umut kalır. Yaşadığımız dünya geçmişin veya bugünün kaybından çok, geleceğin kaybının yaşandığı bir dünyadır artık. Yaşam bir haktır, bir ayrıcalık ya da olağan bir şey değil. “Geçmişte yaşananların tekrarı, gelecekte yaşanacakların provası” olan bu felaketlerin ardından yaşananlara bakıp da hâlâ gerekli dersi çıkarmayıp üzerine “kader” demek, en ufak hareket dahi etmeden gökten kendisine nimet yağmasını beklemeye benzer. Ne kadar doğru? Seçim zamanı geldiğinde her türlü fotoğraf karesini halkla yan yana, iç içe vermeye çalışan siyasiler oy istedikleri halkın canı söz konusu olduğunda ‘Bu son olsun, bir daha böyle acı yaşanmasın’ ezgilerini söylediğinde, Gölcük, Düzce, Van ve Elazığ’ı hatırlamıyoruz. Unutuyoruz. Unuttuğumuzu unutuyoruz. Öz’ün yerini tarzın, ilkenin yerini pozun aldığı bir siyaset anlayışı sağlıklı bir gelecek sunamaz. Ortak aklı, ortak vicdanla birleştirmeli ve siyasi birlik çatısı altında; çarpık kentleşmenin son bulmasının gerekliliği, kentsel dönüşümün aciliyeti, imar rantına son vermenin zorunluluğu anlaşılmadıkça, anlatılmadıkça, uygulanmadıkça deprem değil binalar öldürmeye devam edecek. Algı yönetimi ile veyahut kanun kuvvetinde bir kararname ile deprem ötelenemeyeceğine göre; deprem ülkesi olduğumuz gerçekliğinde merkezi yönetim, yerel yönetimler kolektif iş birliğinde uygun stratejiler geliştirmeli, kentsel dönüşümler ve akıllı şehir projeleri hayata geçirmeliyiz. Böylelikle her depremde olduğu gibi feryat figanlar yükselmeyecek, devletine karşı güveni artacak bir millet olacaktır. Yaşıyoruz, unutuyoruz, yeniden yaşıyoruz ama en acısı da her unutuşumuzda daha çok ölüyoruz. Bunu da unutuyoruz
Fotoğraf: Sunyu Kim
Kaynakça
https://www.aa.com.tr/tr/politika/oy-verirmis-vermezmis-dinlemeyecegiz/405300
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/afad-topladigi-yardim-miktarini-acikladi-1716581
https://www.icisleri.gov.tr/elazig-depremi-sonrasi-yapilan-tum-yardimlar