[voiserPlayer]
Türkiye, 2021 Hukukun Üstünlüğü Endeksinde 139 ülke arasında 117. sırada kendisine yer buldu. [1] Tarafı olduğumuz ve bağlayıcılığı olan uluslararası sözleşme hükümleri, AİHM ve AYM kararları, yargı tarafından çiğneniyor ve bu ihlal kararlarına karşı direniliyor. Toplumun yüzde 68’i yargıya güvenmiyor [2], yarısı ise yargının bağımsız olmadığını düşünüyor. [3]
Her gün yargı kararları nedeniyle yaşam hakkı, kişi özgürlüğü, işkence yasağı, çalışma hakkı ihlalleriyle ilgili haberler okuyoruz ve dahası bu durum olağanlaştı. Özellikle son 6-7 yıldır durumun gittikçe kötüleştiği ortada. Yapılan güncel bir araştırmaya göre toplumun önemli bir kısmı insan hakları ihlallerinin bilincinde, bu ihlallerin sorumlusu olarak hükümeti görüyor ve ihlalleri eleştiriyor. Yine toplumun yarısından fazlası insan haklarını ihmal eden siyasetçiden oyunu esirgeyeceğini belirtiyor. Bu durum, toplumda insan hakları konusunun muhtemel bir seçimde önemli bir unsur olacağına işaret ediyor. [4]
Güncel politik zeminde hükümet sistemi ve yeni anayasa tartışmaları devam ediyor, partiler aksayan bu sistem için çözüm arıyor. Bağımsız ve tarafsız yargı da bu çözüm çabalarının içerisinde kendine yer buluyor. Zira, bağımsız ve tarafsız yargı bir demokratik sistemin temel taşıdır. Hangi sistemle yönetilirse yönetilsin, bir ülkenin demokratik olduğundan bahsedebilmek için bağımsız bir yargıya sahip olması gerekir. Bu nedenle yargının neden bağımsız ve tarafsız ol(a)madığı, yargı kalitesinin neden düştüğü üzerine konuşmakta yarar var.
Avrupa Konseyi de, Türkiye’nin yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı, hesap verebilirliği, kalitesi, etkinliği ve profesyonelliğini temin etmek için gerekli koşulları yeniden tesis etmesi gerektiğini yıllardır vurguluyor. Yargının mevcut olumsuz durumunun ortaya çıkmasındaki temel sebepler ise HSK’nın yapısı nedeniyle siyasallaşması, yargı üzerindeki otosansür ve liyakatsizlik olarak sayılabilir.
Yargının Siyasallaşması
Bağımsız ve tarafsız yargı için öncelikle, yargının görevlerini, tarafı olduğumuz Avrupa standartlarına riayet ederek bağımsız ve tarafsız şekilde gerçekleştirmesine imkân tanıyan siyasi ve hukuki bir ortam oluşturulması elzemdir. 2014 yılında, o dönemki adıyla “paralel” tehdidine karşı kurulduğu söylenen YBD’ye (Yargıda Birlik Derneği) [5] şu an görevde olan hakim-savcıların yarısı üye. Derneğe üyelik bir referans ve prestij aracına dönüşmüş halde. Bu durum YBD’nin bir meslek derneğinden ziyade yargı içinde bir tekelleşmeyi ve yargının siyasallaştığını gösteren ciddi bir bulgu. [6]
Hakkında ciddi ithamlar bulunan yargı mensuplarının, haklarındaki iddialar araştırılmadığı ve disiplin süreçleri işletilmediği gibi bu kişiler daire başkanlıklarıyla, Danıştay, Yargıtay ve AYM üyelikleriyle taltif ediliyorlar. HSK, yargı mensuplarının dürüstlük kuralları ihlallerinin tespitine ve disiplin cezalarının uygulanmasına yönelik mekanizmaları etkili hâle getirmeli ve bu mekanizmaların siyasi müdahalelerden uzak olması gerekmektedir. Mart 2019’da Türk Yargı Etiği Bildirgesi’ni kabul eden HSK, bu bildirgeye uygun şekilde süreç yürütmemektedir. Anılan bu bildirgenin tekrar gözden geçirilerek yasalaşması ve etkili bir şekilde uygulanması gereklidir.
HSK’nın Yapısı
Yargının siyasallaşmasının en temel nedeni HSK’nın yapısıdır. Aralık 2016’da, Hakimler-Savcılar Kurulu ve benzeri kurulların Avrupa’daki üst ve çatı kuruluşu olan Avrupa Yargı Kurulları Ağı (ENCJ), HSK’nın gözlemci statüsünü askıya almaya ve ENCJ faaliyetlerine katılımını engellemeye karar vermiştir. 2020 yılında yeni bir açıklama yapan ENCJ “HSK artık bir tabelaya dönüştü. Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve Türk vatandaşları da dahil olmak üzere bağımsız, adil ve tarafsız mahkemelere erişim için çok az umut vardır” dedi. [7] Bu durum Türk yargısının durumunu ortaya koyan somut bir örnektir.
HSK 13 üyeden oluşmaktadır. Kurulun dört üyesi (üyelerin yaklaşık üçte biri) Cumhurbaşkanı tarafından atanırken, yedi üye, TBMM tarafından nitelikli çoğunlukla atanmaktadır. Bu üyelerin dokuzu hâkim ve savcı olmasına rağmen, artık hiçbiri yargı tarafından seçilmemektedir. Geriye kalan iki koltuk ise, Cumhurbaşkanı tarafından atanacak olan Adalet Bakanına ve Müsteşarına re’sen hasredilmiştir. Yani eğer Cumhurbaşkanı’nın partisi, Mecliste beşte üç çoğunluğa sahip olursa (400 mv.) HSK’daki tüm pozisyonları doldurabilecektir. Eğer koltukların en az beşte ikisine sahip olursa Cumhurbaşkanı tarafından atanan üyelerle birlikte çoğunluğu oluşturmak suretiyle birçok koltuk sayısına sahip olmaktadır. Bu da aslında HSK’nın Cumhurbaşkanı’na, yani hükümet partisine bağlı olduğunu açıkça gösteriyor. Zaten kamuoyunda da HSK üyeliğine aday olan bazı kişilerin iktidar partisi ve hükûmet ile yakın bağları olduğu bilinmektedir.
Mevcut haliyle HSK’nın siyasallaşmaması imkansızdır. Bu nedenle HSK’ya üye seçim süreçleri yeniden ele alınmalı, Adalet Bakanlığı ve müsteşarının kontenjanı kaldırılmalıdır. Üyeler mümkün olduğu ölçüde yargı mensuplarının kendi aralarından yaptığı seçimle göreve gelmelidir. Adayların isimlerinin, göreve uygunluklarının ve mal beyanlarının seçimden önce basın ve kamuoyuyla paylaşılması gereklidir. Bu, adaleti tesis etmekle yükümlü olan yargının her türlü etkenden bağımsız ve tarafsız bir biçimde çalışmasını sağlayacaktır. Üyeliğe seçim süreci boyunca, seçime ilişkin toplantıların da basına ve kamuoyuna açık olması, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesinin bir gereğidir.
28 Şubat 2022 günü 6 siyasi partinin mutabakatıyla imzalanan Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem adlı metinde HSK ikiye ayrılarak Hakimler Kurulu ve Savcılar Kurulu adlı iki yeni kurum öngörülmektedir. Yıllardan beri hem iktidar hem de muhalefet tarafından süregelen bir öneri olan bu hususa [8] metinde yer verilmesi, her iki mesleğin yaptığı işin yapısal farklılığı bakımından yerindedir. Ayrıca metinde “bağımsızlık ilkesinin güçlendirilmesi için Adalet Bakanı ve Müsteşarı, Hakimler Kurulu’nda yer almayacaktır” denilmesine karşın burada Savcılar Kurulu’nun sayılmaması bir eksikliktir. Her ne kadar sadece hakimler hüküm verme ehliyetine sahiplerse de savcıların da kamu adına soruşturma yetkisini tekelinde bulundurduğu unutulmamalıdır. Keyfi gözaltı ve arama kararlarının oluşturduğu mağduriyetler AİHM tarafından sık sık tescil ediliyor. Bu bağlamda metinde sadece Hakimler Kurulu’nda Adalet Bakanlığı’nın gücünü azaltmak düşüncesi yerinde değildir. Ayrıca bu üyelerin seçim usulüne ilişkin öngörülen sistem –tartışmaya açık olmakla birlikte- daha çoğulcu bir yapıyı sağlayacaktır. Üyeliğe seçim sürecinin daha şeffaf yürütülmesine yönelik bir husus ise metinde yer almamaktadır.
Özetle HSK’nın itibarının yanı sıra kamuoyunda yargıya güvenin yeniden tesis edilebilmesi için, Kurulun şeffaflığının artırılması, yürütmeden tamamen bağımsız olması ve Avrupa standartları ile uyumlu usullere sıkı bir şekilde bağlı kalması gerekmektedir.
Mesleğe Kabul ve Liyakat
Yürütme erkinin Hâkimler ve Savcılar Kurulu üzerindeki rolünün ve etkisinin sınırlandırılması açısından problem teşkil eden sorunlardan birisi de hâkim ve savcıların mülakat ve mesleğe kabul süreçleridir. Hâkim savcılara ilişkin yeni kadro açmaya Adalet Bakanlığı yetkilidir ve hakim-savcı adayını seçen mülakat kurulu da bakanlığın çoğunluğu oluşturduğu kişilerden oluşmaktadır. [9] Adaylık sürecini tamamlayan kişiler ise HSK tarafından mesleğe kabul edilirler. İşe alınma ile ilgili nihai karar HSK tarafından verildiği hâlde HSK, kadro ilanında ve seçim kurullarında hiçbir rol oynamamaktadır. Bu rolün değişerek tamamen HSK’ya verilmesi gerekmektedir.
İkinci husus ise mesleğe kabul sürecinin şeffaf olmamasıdır. 2016’dan bugüne dek, 10.000 hâkim ve savcı adayı şeffaf olmayan ve hızlı bir seçim sürecinin ardından yargı sisteminde yerini almıştır. Hâkim ve savcıların işe alınmasında ve terfiinde nesnel, liyakate dayalı, yeknesak ve önceden belirlenmiş ölçütlerin bulunmaması işin ehline verilmemesinin önünü açmaktadır.
Yargıda liyakatin olmadığını ve siyasallaştığını gösteren bir diğer bulgu ise özellikle iktidar partisinde doğrudan siyaset yapmış kişilerin hâkim-savcılığa atanmalarıdır. [10] Gerçekten de kürsülerde yer alan hâkimlerin, X ilinin AKP’li meclis üyeleri, il ve ilçe başkanlarının olması hususu salt bir iddia değil, yargı içinde karşılaşılan ve herkesin malumu olan bir durumdur. Özellikle avukatlıktan hâkim-savcılığa geçiş sınavlarında bu durumun daha yaygın olduğu bilinmektedir.
Mevcut düzenleme bu haliyle hakim ve savcıları mesleğe başlamadan itibaren yürütmenin güdümüne sokmaktadır. Yargının bağımsızlığını sağlamak için bu heyette yürütme erki yer almamalı, hiç değilse HSK’nın çoğunluğu oluşturduğu bir düzene kavuşturulmalıdır.
Partilerin deklare ettiği mutabakat metnine baktığımızda konuyla ilgili “hâkim ve savcıların mesleğe kabullerinde ve yükselmelerinde objektif kriterler esas alınacaktır” denilmekle yetinildiğini görüyoruz. Burada Adalet Bakanlığı’nın pozisyonuna değinilmemesi ise bir eksiklik olarak göze çarpıyor.
Hakim ve Savcıların Adalet Bakanlığı Tarafından Denetlenmesi
Anayasa’nın 140. Maddesine göre hâkimler ve savcılar idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığı’na bağlıdırlar. Ayrıca meslek içi denetim ve soruşturma açılması hususunda Adalet Bakanlığı yetkili kılınmıştır. Verilen anayasal yetki yargı-yürütme arasındaki ilişkide kantarın topuzunu yürütme lehine çevirmektedir. Mutabakat metninde Anayasa’da yer alan bu hükmün çıkarılacağının vurgulanması, belki de metinde yargı-yürütme ilişkisine ilişkin yer alan en somut öneridir.
Yargı Üyelerinde Otosansür
Yargıdan adil karar çıkmamasının önünde yer alan engellerden birisi de, yargı mensuplarının kendisine uyguladığı otosansürdür. Hâkimler, verdikleri kararlar veya yaptıkları açıklamalar nedeniyle hedef gösterilip soruşturmalara veya sürgüne muhatap olmaktadırlar. [11] Ayrıca çok değil, 5 yıl önce yargı mensuplarının önemli bir kısmı tek gecede azledilmiştir. Aynı akıbete muhatap olmak istemeyen yargı mensupları, bile bile hukuksuz kararlara imza atmaktadırlar. Bu durum Venedik Komisyonu’nun raporlarında da defalarca belirtilmiştir: “2016 darbe girişiminin ardından hâkim ve savcıların %30’unun ihraç edilmesi ve görevden el çektirilmesi neticesinde Türk yargısının bağımsızlığı oldukça zarar görmüştür. Söz konusu ihraçlar, yargı genelinde caydırıcı bir etki yaratmış ve hâkim ve savcılar arasında yaygın bir otosansür riskini de beraberinde getirmiştir. Yargının bağımsızlığını temin eden yasal güvencelerin yeniden tesis edilmesine yönelik herhangi bir tedbir alınmamıştır. Tam aksine, Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) ile ilgili yapılan Anayasa değişiklikleri, Kurulun yürütme erkinden bağımsızlığına daha çok gölge düşürmüştür.” [12]
2016’dan bu yana hakim-savcılara tanınan anayasal güvenceler hiçe sayılmıştır. Hakkında yürütülecek soruşturmalarda ciddi prosedürler ve katı kriterler olan, suçüstü hali dışında gözaltına alınamayacak olan bu kişiler, duruşma esnasında kelepçelenerek gözaltına alınmışlardır. [13] Öncelikli olarak Anayasa m.139’daki hakimlik teminatının fiili olarak hayata geçmesi kritik önemdedir. Hâkimlerin görev yerlerinin kendi istekleri dışında değiştirilmemesi konusunda etkili güvenceler sağlanması, yani coğrafi teminatın yasal zemine oturtulması gereklidir. Mutabakat metninde bu hususlara ilkesel anlamda yer verildiğini görüyoruz.
Yüksek Yargı Üyelerinin Seçimi
Yüksek yargı organları da siyasallaşmadan nasibini almıştır. Yürütme önünde, düğmesi olmayan cübbelerini ilikleyen yüksek yargı mensupları jet torpiller almaktadır. [14] Bu sorunun temelinde de yüksek yargı üyelerinin seçiminde yürütmenin yer alması yatmaktadır.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Hâkimlerin Bağımsızlığı, Etkinliği ve Sorumlulukları hakkında üye devletlere yönelik Tavsiye Kararında yüksek yargı kurulları kast edilerek “bu tür kurulların üyelerinin en az yarısının, yargının her kademesindeki görevdeşleri tarafından ve yargıda çoğulculuk anlayışı gözetilerek seçilmesi gerekir.” denilmektedir. Yine aynı metinde “Hâkimlerin seçilmesi ve kariyerleri hakkında karar veren merci, yasama ve yürütme organlarından bağımsız olmalıdır. Söz konusu merciin bağımsızlığının güvence altına alınması için üyelerinin en az yarısının görevdeşleri tarafından seçilecek hâkimlerden oluşması gerekir.” denilmektedir. [15]
Yüksek yargı organlarında bu ilkeler göz önünde bulundurularak seçim şartları düzenlenmeli, üyelik için gerekli liyakat şartları, dil, verdiği kararların yerindeliği, ihtisas yapmış olma gibi nesnel şartlara bağlanmalıdır.
Mutabakat metninde özellikle Yargıtay ve Danıştay üyeliği için öngörülen seçim usulleri açısından bir demokratikleşme olduğu görülmektedir. Ancak yeterliliğe ilişkin hususlara değinilmediği anlaşılmaktadır. AYM üyelerinin seçiminde ise yeterlilik şartlarının daha somutlaştırıldığı ve yürütmenin rolünün azaltıldığı görülmektedir.
Yargı Hizmetlerinde Kalite ve Meslek İçi Yeterlilik Sorunu
Uzun yargılama süreleri, adil kararlar ortaya konulmaması ve etkin soruşturma yürütülmemesi gibi hususların temel nedenlerinden birisi, yargı mensuplarının bilgi ve tecrübe eksikliğidir.
Yargıda Hedef Süre adıyla getirilen uygulama, davanın türüne göre belli bir süre içinde tamamlanmasını öngörmektedir. Süresi içinde tamamlanmayan davalar, hâkimlerin sicilini olumsuz yönde etkilemektedir. İlkesel olarak makul olan bu uygulama, hâkimlerin hedef süreyi yakalayabilmek amacıyla kısa ve özensiz yargılamalar yapmasına da sebebiyet vermiştir.
Hâkim ve savcıların görev yerlerinin sık sık değiştirilmesi yargı kalitesini olumsuz yönde etkilemekte, yargılama süreleri uzamaktadır. Genel olarak, başta terörle ilgili davalardakiler olmak üzere, hukuki gerekçeleri ve dayandırıldıkları somut deliller bakımından, yargı kararlarının kalitesine ilişkin ciddi endişeler bulunmaktadır. Ayrıca hâkim olarak göreve başlayan kişinin sonradan savcı olarak atanması, yargı mensuplarının yetkinleşmesinin önüne geçmektedir. Yine küçük il ve ilçelerde eş olan hâkim savcıların birbirlerinin ardılı olan işler yapmaları (örneğin şüpheliyi tutuklamaya sevk eden savcının eşinin sulh ceza hâkimi olması gibi) bir ölçüde kapalı devre yargılamaya neden olmaktadır.
Hâkimlerin uzmanlaşması iyi işleyen bir adalet sistemi açısından önemli bir konudur. Örneğin bir ağır ceza hâkiminin sonradan kadastro davalarına bakması, hakimin bir konuda yeterli yargısal birikim yapmasını engellemektedir. Bu da verilen kararların kalitesini etkilemektedir. Hâkimlerin mesleğe girişte tercihte bulunup bu tercihi devam ettirmeleri sağlanmalıdır. Bu konuya mutabakat metninde yer verilmemesi önemli bir eksikliktir.
Alt derece mahkemelerinin, AYM-AİHM gibi anayasal temeli ve bağlayıcılığı olan mahkemelerin kararlarını uygulamamaları ve bu kararlara uymamakta direnmeleri ciddi hak ihlallerine yol açtığı gibi, Türkiye’yi uluslararası alanda itibarsızlaştırmaktadır. Aslında yargının siyasallaşmasının sonucu olan bu sorunun kronikleşmemesi adına, -kürsü bağımsızlığı çiğnenmeden- AYM-AİHM içtihatlarının ve kararlarının bağlayıcılığı tesis edilmelidir. Mutabakat metninde bu husus ele alınarak, hâkimler tarafından alınan kararların AYM-AİHM kriterlerine uygunluğunun terfilerine yönelik temel bir ölçüt olarak kabul edileceği, açık bir şekilde bu mahkemelerin içtihatlarına aykırı karar veren hâkimlerin tazmin sorumluluğunun doğacağı vurgulanmıştır. Esasen hâkimlerin bu kararlara uyup uymama tercihleri hukuki değil siyasidir. Zira, bu kararların alt derece mahkemeleri için bağlayıcılığı yasadan kaynaklıdır. Bu nedenle yargı üzerindeki tahakküm kalktığında bu tip ihlallerle karşılaşmamız daha da azalacaktır. Yine de metinde öngörülen bu hususlar geçmiş tecrübelerin tekrarlanmaması adına olumlu bir çabadır.
Yargı sisteminin sorunlarından birisi hukuk fakültelerinin kalitesi ve fakültede verilen hukuk eğitimiyle pratikteki hukukun uyumsuzluğudur. Öyle ki dekanları hukukçu olmayan, kadrosunda doçent dahi olmayan hukuk fakültelerinin sayısı azımsanmayacak derecededir. [16] Adaletin tesisinde kilit rol oynayan hukukçuların daha iyi yetişmeleri için mevcut hukuk fakülteleri de dahil olmak üzere, hukuk fakültelerinin açılmasının öğretim üyesi sayısı ve fiziki koşullar gibi nesnel kriterlere bağlanması gerekir. Ayrıca teorik eğitimle pratik hukuk arasındaki uçurum giderilmelidir. Mutabakat metninde bu hususa ilkesel bazda yer verildiği görülmektedir.
Son yıllarda, tecrübe sahibi olmayan hâkim ve savcı sayısındaki büyük artış ve meslek içi eğitim süresinin önemli ölçüde kısaltılması (2 yıldan 6 aya kadar çekildi), içtihadı etkin bir şekilde uygulayacak ve iş yükünü üstlenecek hâkim ve savcıların becerilerini önemli ölçüde etkilemiştir. Ayrıca meslek öncesi eğitim ve stajın tek elden yürütülmemesi ve Adalet Akademisi’nde verilen eğitimde süre olarak kısa fakat yoğun bir müfredatın uygulanması, eğitimin verimliliğini düşürmektedir.
Hakim savcı adaylarının meslek öncesi ve meslek içi eğitimi ve eğitimin içeriğinden Türkiye Adalet Akademisi (TAA) sorumludur. Her ne kadar bilimsel, mali ve idari özerkliği bulunsa da Türkiye Adalet Akademisi, Adalet Bakanlığı’na bağlıdır. TAA’nın idari ve mali özerkliği tekrardan ele alınarak bu özerkliklerin güvence altına alınması gereklidir. Hakim-savcı adaylarının eğitimlerinin tam anlamıyla sağlanması ve gelecekteki görevlerini etkin bir şekilde yürütmek üzere hazırlanmaları amacıyla TAA’nın akademik ve mali kapasitesinin artırılması elzemdir.
Değinilmesi gereken bir diğer konu ise hakim-savcı yardımcılığı hususudur. Yıllardan beri dillendirilen bu düzenleme bir türlü getirilememiştir. Hakim savcı adayı olan kişilerin, stajdan çok daha uzun bir süreçte hakim-savcı yardımcısı sıfatıyla çalışması ve staja göre daha çok görev ve sorumluluğa sahip olmaları, bu kişilerin mesleğe daha nitelikli ve tecrübeli başlamalarını sağlayacaktır. Ayrıca bu uygulama, yargı yükü fazla olan yerlerde mahkemelerin iş yükünü de olumlu yönde etkileyecektir.
Tüm bu anlatılanlar ışığında, 28 Şubat 2022’de altı partinin imzaladığı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni” incelendiğinde, metinde yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı için asgari bir çerçeve çizilmesi olumludur. Her ne kadar bu metnin ilkesel bazda kalması bazı eleştirilere neden olmuşsa da bu mutabakat metninin imzalanmasının farklı tabanlardan gelen partilerin attığı ilk adım olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle en azından temel bir çerçevede mutabık olmuş olmaları değerlidir. Yukarıda değindiklerimiz dışında somut öneriler bakımından;
- Hakimlik ve savcılık meslekleri arasında geçişin önüne geçilmesi,
- Adli kolluğun kurulması,
- Özel yetkili mahkemelerin kaldırılması,
- Çoklu baro sisteminden vazgeçilmesi fikirleri olumludur.
Eksiklikler ise şu şekilde sayılabilir;
- Coğrafi teminat dışında hakimlik teminatının nasıl sağlanacağına dair somut bir husus yoktur.
- Hakim ve savcıların mesleğe kabul ve yükselmelerinde “objektif kriterler” getirileceğine değinilmekle yetinilmiş, bu husus somutlaştırılmamıştır.
- Hakim-savcıların iş yükünün önüne nasıl geçileceğine dair somut bir öneri yoktur.
- Hakimlerin ihtisaslaşmalarına değinilmemiştir.
- Türkiye Adalet Akademisi’nin yapısına değinilmemiştir.
- Çoklu baro sisteminden vazgeçildiğinde yeni sistemin nasıl olacağı açıklanmamıştır. Bu konunun detayları için daha önceden kaleme aldığımız yazıya bakılabilir. [17]
[1] Rule of Law Index 2021 (https://worldjusticeproject.org/sites/default/files/documents/WJP-INDEX-21.pdf)
[2] ORC’nin Yargıya Güven Anketi (https://www.ensonhaber.com/gundem/orcnin-yargiya-guven-anketi)
[3] SODEV’in Yargı Bağımsızlığı Araştırma Raporu (https://sodev.org.tr/yargi-bagimsizligi.pdf)
[4] Konda İnsan Hakları Araştırması, Ekim 2021 (https://konda.com.tr/wp-content/uploads/2021/12/CRD_Sunum24112paylasim.pdf)
(https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yargida-birlik-lafta-kaldi-738938)
(https://t24.com.tr/haber/yargida-birlik-dernegi-uyeleri-cankaya-koskunde,565879)
[7] (https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/avrupa-yargi-agi-hsk-tabela-kuruma-donustu-6162624/)
[8] (https://www.yenisafak.com/gundem/kuzu-hakimler-ve-savcilar-ayrilmali-607010)
(https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/metin-feyzioglu–hsyk-mutlaka-ikiye-ayrilmalidir-32399)
[9] “…Mülâkat Kurulu; Adalet Bakanının görevlendireceği bakan yardımcısı başkanlığında, Teftiş Kurulu Başkanı, Ceza İşleri, Hukuk İşleri ve Personel Genel Müdürleri ile Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreteri ve Türkiye Adalet Akademisi Danışma Kurulundan seçilen bir kişi olmak üzere toplam yedi üyeden oluşur.” 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu m.9/A
[10]( https://www.evrensel.net/haber/317453/yarkadastan-akpli-vip-hakimler-listesi)
(https://teyit.org/hakimlik-sinavini-kazananlar-arasinda-ak-parti-yoneticileri-var-iddiasi)
[12] Avrupa Birliği Venedik Komisyonu 2018 Türkiye raporu, s. 23. (https://www.ab.gov.tr/siteimages/pub/komisyon_ulke_raporlari/2018_turkiye_raporu_tr.pdf)
[13](https://www.hurriyet.com.tr/gundem/kadin-hakim-durusmada-gozaltina-alindi-40191052)
(https://www.dunya.com/gundem/hakim-durusma-sirasinda-gozaltina-alindi-haberi-340281)
(https://www.birgun.net/haber/erdogan-anayasa-mahkemesi-uyeligine-irfan-fidan-i-secti-331480)
[15] Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Hâkimlerin Bağımsızlığı, Etkinliği ve Sorumlulukları hakkında üye devletlere yönelik CM/Rec(2010)12 sayılı Tavsiye Kararı, par. 27 vd. (https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/Dosyalar/21ade48c-e4e6-4122-846b-4c4f61511f96.pdf)
[17] (https://www.sivilsayfalar.org/2020/05/18/barolarda-istenen-degisiklik-ve-sivil-toplum/)
Fotoğraf: Litigation photo created by Racool_studio – www.freepik.com