[voiserPlayer]
Yerel seçimlerin ardından zamlar üst üste geldi. Elektrik, doğalgaz, alkol, sigara, çay, akaryakıt, cep telefonlarına uygulanan vergi, ulaşım gibi temel ürün ve hizmetlerde ciddi fiyat ve vergi artışları yaşandı.
Bu zamların çok basit ve temel bir nedeni var: Devletin gelir gider dengesi bozuldu. Devletin harcamaları büyüyor ancak vergi toplama kabiliyeti, ekonomik durgunluğun etkisiyle, giderek azalıyor. Hükümet de kamu bütçesinde oluşan açıkları kapatabilmek için kendisini ilave gelirler yaratmak mecburiyetinde hissediyor ve ilk yöntem olarak vergi ve zamlara başvuruyor.
Vergi gelirleri düştükçe hükümet olağanüstü tedbirlere başvuruyor
Merkezi yönetim bütçe açığının toplam milli gelire oranı, Temmuz 2019 itibariyle %3 seviyelerine yaklaştı. Aşağıdaki grafik, 2016 öncesinde bu oranın (2009 kriz dönemi hariç) %1’ler seviyesinde tutulabildiğini gösteriyor. Yani, 2016 öncesinde hükümetin maliye politikalarında sıkı bir duruş sergilediği ancak son üç yılda bu disiplinden ödün verildiği görülüyor.
(Milli gelir hesaplamaları için hem 2016 öncesi eski seriyi, hem de 2016 yılında tartışmalı şekilde revize edilen yeni seriyi kullandım. Eski seri rakamları, yeni serideki büyüme oranları kullanılarak bugüne getirilmiştir.)
Yine bir başka grafik, 2016 yılı öncesinde vergi gelirlerinin faiz dışı kamu harcamalarının %90’ını karşılayabildiğini ancak bu oranının bu yıl içerisinde %75’lere kadar düştüğünü gösteriyor. Yani devlet vergi toplayamıyor ancak harcamalar alıp başını gitmeye devam ediyor.
Üstelik hükümet son 2 yılda imar affı, bedelli askerlik ve Merkez Bankası’nın ihtiyat akçesi gibi süreklilik arz edemeyecek tek sefere mahsus gelirler sayesinde bütçede daha büyük deliklerin açılmasını önledi. Aşağıdaki grafik, tek sefere mahsus diğer gelirler ve iştirak kurum gelirleri hariç bütçe açığını gösteriyor. Grafiğin de gösterdiği gibi bu gelirlerin 2016 yılı öncesinde bütçedeki payı çok sınırlı. Ancak son iki yılda bu gelirler yaratılmamış olsaydı, bütçe açığının toplam milli gelire oranının %6’lara kadar yükselmesi söz konusuydu.
Bütçe açıkları daha da büyüyebilir
İşin kötüsü, bütçe açığı türlü nedenlerden dolayı daha kötüye gidecek gibi görünüyor. Birincisi, devletin tek sefere mahsus gelir kalemleri bitti. Yeni özelleştirmeler söz konusu olabilir ancak hem satılacak varlıkların sayısı eskisine göre daha az, hem de ekonomik resesyon ortamında bu varlıkların satışından elde edilecek gelirler cazip seviyelerde olmayabilir.
İkincisi, devlet bir süredir özel sektöre yapması gereken ödemeleri yapmıyor. Örneğin, müteahhitlere yapılan hakkediş ödemelerinde ciddi sıkıntılar olduğu söyleniyor. Ayrıca, özel sektörün devletten alacağı KDV tutarı da 200 milyar TL’lere ulaşmış durumda. Devlet şirketlere olan borcunu ya şirketlerin vergi borçları ile mahsup edecek ya da yakın zamanda nakden ödeyecek. Bu durum, bütçe gelirlerinden feragat edilmesi ya da mevcut giderlerinin daha da artması demek.
Üçüncüsü, gelecekte ödenmesi zorunlu giderler bütçeye yük olmaya devam edecek. Kamu-Özel İşbirliği ortaklığı çerçevesinde faaliyete geçen köprü, otoyol ve şehir hastanesi gibi projelerin bütçeye olan maliyetinin katlanarak artması bekleniyor. Aynı zamanda, hükümetin 2017 yılında ekonomiyi canlandırmak için KOBİ’lere kullandırdığı ve büyüklüğü 300 milyar TL’ye yaklaşan Kredi Garanti Fonu (KGF) kredilerinin tahsil edilemeyen kısımları, hazine garantisi kapsamında devlet tarafından üstleniliyor. Ekonomik durgunluk derinleştikçe zorunlu KGF ödemelerinin daha da büyümesi kaçınılmaz.
Kriz döneminde harcamaları artırmalı mı kısmalı mı?
Sağlıklı bir ekonomi yönetimi denk bir kamu bütçesini gerektirir. Bazı ekonomistler, özellikle durgunluk dönemlerinde kamu harcamalarını ve dolayısıyla bütçe açığını artırmanın ekonomiye olumlu etki edeceğini iddia eder. Ancak bu kısa vadeli bir yaklaşımdır ve sorunları derinleştirerek geleceğe ötelemekten başka işe yaramaz. Zira, fazla giderler için devletin ilaveten borçlanması gerekir. Bu durum, zaten düşük tasarruf oranımız nedeniyle sınırlı olan finansal kaynakların özel sektör değil de kamu tarafından kullanılması mecburiyetini doğurur. Kamunun borçlanma gereğinin artması faizleri yükseltir. Faizlerin yükselmesi de özel sektörün yatırım iştahını azaltacağından ekonomide büyüme yavaşlar ve potansiyel vergi geliri düşer. Ayrıca faizlerin yükselmesi, bütçe içerisindeki faiz giderlerini de artıracağından, bütçe açığı kronik bir açmaza düşer.
Öte yandan bütçe açığını borçlanma yolu ile değil de vergileri artırmak yoluyla kapatmak da sağlıklı bir çözüm değildir. Çünkü, ilave vergiler üreticinin maliyetini artırırken, tüketicinin alım gücünü zayıflatır. Hane halkı daha az tüketirken, üretici yüksek maliyetleri fiyatlarına yansıtmak durumunda kalır ve ekonomik aktivite bu kısır (stagflasyonist) döngü içerisinde daha da azalır.
Bu yüzden, mevcut ekonomi yönetiminin vergileri artırmaktan önce harcamalarını kısması gerekiyor. Aşağıdaki grafik, 2006’ya kıyasla 2019 yılında Türkiye’nin faiz dışı kamu harcamalarının milli gelir içerisindeki payının, eski milli gelir hesaplarına göre sekiz yüzde puan yükseldiğini gösteriyor. Özellikle son dört yılda devletin ekonomiden aldığı payın ciddi oranda arttığını görüyoruz. Ancak bu durumun olumsuz etkilerini, küresel likiditenin bol ve ekonomik büyümenin yüksek olduğu geçmiş dönemde değil, şimdi hissediyoruz.
İsraf engellenmeli ama nasıl?
Kamuoyunun kamu harcamalarında yapılacak tasarruf için üzerinde uzlaşacağı ilk çare şüphesiz israfı engellemek olacaktır. Ama, israfın en çok nerelerde engellenebileceğini görmek için hangi kalemlere ne kadar para harcandığına bakmak gerekiyor.
Yukarıdaki grafik bize şunu gösteriyor: On beş yıl önce devlet bütçesinden en büyük payı faiz giderleri alıyordu. Bu durum, 90’lı yıllardan miras kalan yüksek kamu borcu ve enflasyonun bir sonucuydu. AKP hükümeti, 2003-2015 yılları arasında takip ettiği sıkı maliye politikası ile kamunun borç stokunu düşürdü. Bu borçlanma maliyetlerini indirdiği gibi, faiz giderlerinin toplam bütçe içerisindeki payını da daralttı. Ancak, özellikle 2015 sonrası dönemde, faiz ödemelerinde sağlanan tasarrufun çok üstünde harcamalar yapıldığı için, faiz dışı giderlerin toplam ekonomi içerisindeki payı ciddi bir şekilde arttı. Kamu harcamalarındaki artışın en çok personel, sosyal güvenlik, hane halkına yapılan transferler ve gayrimenkul üretim (devletin bina inşaatı için yaptığı harcamalar) giderlerinde olduğunu görüyoruz.
Kamu harcamalarında nasıl bir tasarrufa gidilmeli sorusunun cevabı, bambaşka bir makale ve hatta detaylı çalışma gerektiren bir araştırma konusu olabilir. Yine de, yukarıdaki bilgiler ışığında, öncelikli olarak uygulanmasında fayda gördüğüm politikalar beş ana maddede şöyle özetlenebilir:
1. Kamu personeli alımının rasyonelleştirilmesi: Devletin kamu kadrolarını verimsiz bir şekilde şişirmesine son vermesi gerekiyor. Devlet memuruna 657 sayılı kanun gereği sağlanan “ömür boyu iş garantisi” imtiyazının fayda ve maliyetlerini iyi düşünmek lazım. Bunun yerine, objektif kriterlerle belirlenmiş bir performans takip sisteminin kurulması kamu personelinden alınan hizmetin verim ve kalitesini de artıracaktır. Ayrıca atıl pozisyondaki kadroların, bir takım temel eğitimlerin ardından, ihtiyaç duyulan alanların (başta hukuk ve güvenlik) ilgili bürokratik kademelerine kaydırılması da düşünülebilir. Emekliliğine yakın personelin erken emekliliğe teşvik edilmesi ve kamu hizmetlerinde dijitalleşmenin artırılması da personel giderlerinin yönetiminde uzun vadeli faydalar sağlayacaktır.
2. Sosyal güvenlik sisteminin reform edilmesi: Türkiye’de sosyal güvenlik açığı giderek büyüyor. Özellikle ekonomik durgunluk yüzünden yükselen işsizlik oranları nedeniyle prim ödemelerinde görülen düşüş bu açığı daha da derinleştiriyor. Hükümet, her ne kadar sağlık politikaları ile övünse de, bu politikaların yüksek maliyeti topluma yüksek vergi olarak dönüyor. Bu yüzden, sağlık sistemine dahil olan katılımcılardan daha fazla katkı payı alınması ve özel hastaneler yoluyla yapılan harcamalarda tasarrufa gidilmesi elzem görünüyor. Ayrıca, mevcut sistem “erken yaşta emekliliği” kaldırabilecek bir lükse sahip değil.
3. Sosyal ve tarımsal desteklerin objektif ölçütlere bağlanması: Devlet tarafından verilen yardım ve desteklerin etkinliğinin test edilmesi için, devletin büyük veri analizi odaklı bir yönetim anlayışını ilgili kurumlarında oturtması gerekiyor.
4. Cari harcamaların kontrolü için şeffaflık ve etkin denetim: Kamu ihalelerinde saydamlığı ve denetimi artırmak amacıyla ihaleler canlı olarak yayımlanabilir ve ihale sonuçlarının tüm detayları ilgili kurumun web sitesinde yer alabilir. Ayrıca Sayıştay raporlarına bağlayıcılık kazandıracak adımlar israfın engellenmesinde etkili olacaktır.
5. Bütçe açığının mali kurala bağlanması: Yasalarda yer alacak bir mali kural yoluyla bütçe açığına sınırlama getirmek, merkezi hükümeti kamu harcamalarında daha disiplinli hareket etmeye sevk edebilir.
Sonuç
Rakamlar, devletin özellikle son üç yılda verimsiz bir şekilde hantallaştığını ortaya koyuyor. Vergi mükelleflerinin sırtına daha fazla yük binmemesi için devletin acilen küçülmesi gerekiyor. Aksi takdirde, yeni vergiler kaçınılmaz olacak ve toplumun refahından çalmaya devam edecektir.