[voiserPlayer]
İmar affı, çeşitli afetlerden sonra kamuoyunda, şehirlerin kalitesi ya da binaların güvenliğine dair sorunların temel kaynaklarından biri olarak işaret edilebiliyor. Bu konudaki önermeler, bağışlamayan bir imar otoritesinin koşulları ıslah edebileceği varsayımını içeriyor. Oysa Türkiye şehirlerinin, herhangi bir imar otoritesinden bağımsız, Bu Kentleşme Modelinin Altından Kalkmak yazısında tarif ettiğim model içinde, faillerin sorumluluğu birbirine devredebildiği bir pazarlık rejimi ile ayakta durduğu ve kent kalitesi ya da yapı güvenliğinin konu edilmediği bir rant protokolü çerçevesinde ortaya çıktığını hatırlayalım. Bu tartışmadaki vurgu, niteliği tartışılabilecek bir imar otoritesinin eksikliği değil yersizliğidir.
Türkiye şehirlerinde üretilen yapı stokunun, (a)kuralların esnetilebilmesi sonucu “yasallığı” ve (b)düşük maliyetlerle, tedricen inşa edilmesi sonucu “kalitesi” muğlak kalmıştır. Yasallığı ve kalitesi muğlak, ctrl+z komutunun mümkün olmadığı ve hızla nüfusu artan Türkiye şehirleri, sürekli yaraları pansuman edilerek ya da kusurları “affedilerek” büyümeye devam edebilmiştir. Bu bağlamda, imar affını tedavülden kaldırmanın mevcut koşullarda varsayılandan daha güç, tedavülden kalkmasının ise varsayılandan daha radikal bir paradigma değişikliği anlamına geleceğini iddia edeceğim.
İmar affı, Türkiye’nin kentleşme serüvenin ortalarında, 80’lerde, formülize edildi. 80’ler, önceki dönemden, şehirlerdeki yapılaşmanın gecekondu tipolojisini aşarak çok katlı binalara evrildiği, şehirlerdeki nüfus artışının rant üretimini daha güçlü desteklediği bir dönem olarak farklılaşır. Yani, şehirlerin gecekondularla yatay olarak yayılmasının yavaşladığı ve mevcut dokunun kat artırımları ile yoğunlaşmasının öne çıktığı bir dönemdir.
Bu dönem aynı zamanda, Türkiye’de işler olan ekonomik sistemde bir kırılma ve yeni sistemin ve aktörlerinin meşruiyet zemini arayışı içinde olduğu bir döneme tekabül eder. Bu bağlamda “imar affı”, Türkiye kentleşmesindeki bir kırılma anında, o dönem mevcut olan yapı stoku ve kentleşme dinamiklerinin bir sonucu olarak icat edilmiş ve farklı aktörlerin hem rollerine meşruiyet hem angajmanına motivasyon sağlayan bir enstrüman olarak sistem içinde kalmaya devam etmiştir.
Türkiye kentleşmesinin, hızlı, kuralları esneten, düşük maliyetlerle kotarılan ve çok aktörlü yapısı, genelde bir inşaatın baştan aşağı yasal olmasını mümkün kılmamıştır. Bir binanın her yönüyle yasal olması için üzerinde bulunduğu arsanın mülkiyetiyle ilişkili olması, o arsanın imar hakkına sahip olması, o hakkın sınırları çerçevesinde bir yapı ruhsatı ile inşaata başlanmış olması, ruhsata uygun inşaatın tamamlandığının tescil edilmiş olması ve imalat sonrasında yapıda herhangi bir inşai faaliyetin izin alınmadan gerçekleşmemiş olması gereklidir. Herhangi bir binanın tüm bu kriterlere aynı anda nadiren sahip olduğunu hatırlayalım. Bir katı iskanlı, bir katı ruhsatlı bir katı tamamen kaçak binaya rastlayabileceğiniz gibi bir bina, imar hakkına takla attırılarak ruhsatlanmış, kitabına uygun iskan alınsa bile teras daire katılmış, bodrumuna imalathane açılmış, sığınağı kiraya verilmiş ya da kolonları kesilmiş olabilir.
Bu süreçte binalar, belirli bir kentsel çevre ya da yaşam kalitesi amacıyla değil, hızlı nüfus artışını karşılamak ve mümkün olan rantı en hızlı sürede realize edebilmek için inşa edilmeye devam edilmiştir. Yapıların güvenliğine dair mevzuat ise sahada kolaylıkla esnetilebildiği gibi “ucuz” ve “acil” konut talebi bu konuda hassasiyetin gelişmesine fırsat vermemiştir.
Mevcut koşulların affa mahal veren en önemli niteliği, bir binanın yasallığının nadiren kesin oluşudur. Mevcut koşul, bir yasallık gradyanında ancak bir mertebeye isabet etmektedir.
Belediyelerin imar arşivleri uygulamaya geçmemiş sayısız yıkım kararı, ruhsat hilafını tespit eden tutanakla doludur. Ancak, “yasadışı” binaları ya da eklentilerini yıkmak ve cezalandırmak pratikte mümkün olmamaktadır. Her aktör gücü oranında, mevcut koşulunun devamını ve mümkün ise “yasal” olarak tanınmasını yani “affedilmesini” talep etmektedir. Bu talebin, yüksek montanlı rant sahiplerinden gelmesi ya da temel barınma ihtiyacını karşılamak amacıyla olması, çok sayıda küçük aktörün küçük ölçekli menfaatleri için topluca seçim dönemlerinde kozunu göstermesi ya da güçlü aktörlerin her dönem bu işleri kolaylıkla kotarabilmesi kurulan pazarlık rejiminin çerçevesini değiştirmemektedir.
Devlet, kentleşme sürecine dahil olan aktörleri yönetmek ve maliyetini karşılamak konusunda yetersiz kaldığı bu süreçte, tarafların somut ihtiyaçlarının ve taleplerinin karşılanması için kuralların esnetilmesine alan açmaktadır. Aynı zamanda ise bir kuralın var olduğunu hatırlatma hakkını saklı tutmaktadır. Pazarlık rejimi de bu esnek temel üzerinde mümkün ve daim kalmaktadır. İmar mevzuatı ise herkesin uyulması gerektiğini beyan ettiği ama kefaret hakkı için sıraya girdiği bir kurum olarak sistem içinde var olmaktadır.
Dolayısıyla, yasallığı tam teşekküllü temin edilmemiş birçok bina, daire ya da kat sahibi, mevcut koşulunu sürdürebilse dahi, bir sonraki fırsatta arsa üzerinde oluşacak ranttan payını garanti edememekte, müteahhit ya da diğer hak sahiplerine karşı pazarlık kozunu koruyamamaktadır. Daha önemlisi, mevcut koşulu idame ettirebilmesi bile komşusunun şikayeti, tapu hissedarlarının kötü niyeti ya da kendisini esirgemeyecek bir belediye reisi tarafından tehdit altındadır. İmar affının bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiği ve tedavülden kaldırılmasının neden umulandan güç ve radikal bir değişikliğe işaret ettiğini iki argüman etrafında vurgulayarak tamamlayacağım.
(1) ”Af” enstrümanı, imar ya da kentleşme konusuna özgü bir enstrüman olmayıp vergi ya da ceza gibi bir çok alanda vatandaş ile devlet arasındaki rızanın ince ayar aparatı olarak yer almaktadır. İmar affı da, kaçak yapılaşmaya dair devletin göz yumma, görmezden gelme, el altından destekleme gibi pazarlık kozlarının yasallaşması olarak formülize edilmiştir.
Hızlı kentleşme sürecinde hileyi engellemeyi beceremeyen “imar otoritesi”, hileyi affetme kudretine sahip olduğunu hatırlatarak devreye girmiş, “imar affı” otoritenin resme dahil olabileceği neredeyse tek boşluk olmuştur. Dolayısıyla, bu fırsattan feragat etmesi güçtür.
(2) “İmar Affı”, kentleşmenin yöntemini ve biçimini tayin eden çarpıklıkların sorumlusu değil bir sonucu olarak, şehirlerin yoğunlaştığı bir dönemde devletin, rantın dağıtımına odaklanan imar sahnesindeki otoritesini tahkim edebilmiş ve harç geliri üretmeyi becermiş bir müktesep hak yaratma prosedürü olarak ortaya çıkmıştır.
Bu aparatının işlevselliğinin premisi ise kuralların esnekliği ve bu konudaki mutabakattır. Kuralların esnekliği sonucunda Türkiye şehirlerinde inşa edilmiş bir bina, nadiren her yönüyle yasaldır. Tüm aktörlerin bu esneklikteki fırsatlardan feragat edeceği bir mutabakatla formal bir zeminde yeniden inşa edilemediği sürece, şehirler affa muhtaç kalacaktır.
Bina dayanıklılığı ya da vadettiği yaşam kalitesi ile imar mevzuatı arasında bir neden sonuç ilişkisi kurmak güç olduğu gibi binaların kalitesiyle ilgili sorunlarda imar otoritesini davet eden ve mevzuata ya da denetime yapılan atıflar da sahada boşa düşmektedir. Yukarıdaki bağlamda üretilen binanın yasallığı nadiren yapının kalitesine dair bir garanti verir. Pratikte, müteahhitte güven, yapı ruhsatına güvenden daha geçerlidir. Meslektaşlarım için itiraf etmek ve teknik olarak ifade edebilmek güç olsa da, kamuoyunda depremin sorumlusunun imar afları değil müteahhitler olarak kabul edilmesinin sebebi de budur.
Özetle imar affı, bir binanın dayanıksızlığının bağışlanması değil, imar otoritesinin bina üzerinde, hiçbir zaman uygulamayacak olsaydı dahi, yıkma hakkından feragat ettiğini ve olası gelecek ranttan pay dağıtacağını beyan etmesidir. Af enstrümanının işlevselliğini sürdüreceği bu model, bu çıkmazı taşımaya devam edecek ve bina kalitesi ya da kentsel yaşam konforunun gündeme gelmesini erteleyecektir.
Bu çıkmazdan kurtulmak, ancak şehir ve şehirlilerin temel ihtiyaçlarını ve refahını garanti etmek için esnetilmek zorunda kalınmayacak ve Türkiye’nin dinamiklerine uygun kuralların kurgulandığı, aynı zamanda rant protokolünde radikal değişiklikler yapılarak şehirleşmenin maliyetinin ortak menfaatleri garanti edecek şekilde üstlenilmesi ile mümkün olabilir.