[voiserPlayer]
Aralık 1991’de Sovyetlet Birliği parçalandıktan sonra, Türkiye kamuoyu, o güne kadar bazı siyasi iktidarlar, entellektüel çevreler ve Türk Milliyetçileri’nin gündeminde olan Türk Dünyası gerçeğiyle nihayet tanıştı. Soğuk Savaş bitmişti. Demir perde, hür dünya karşısında artık pes etmişti. SSCB bünyesindeki Esir Türklerin bir kısmı devletlerinin bağımsızlıklarını ardı ardına ilan ettiler. Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan devletleri kuruldu. Fakat maalesef büyük ölçüde SSCB döneminden kalma bürokrasi ve yönetim anlayışı ad değiştirerek devam etti. Milliyetçiler heyecanlı ve sevinç içindeydi. Yıllardır söyledikleri gerçekleşmişti. Sovyetler yıkılmış, esir Türkler hürriyetlerine kavuşmuştu. Bütün bu bahar havasının gürültüsünde kimse farketmiyordu ama Türk Dünyası yeni bir esaretin arefesindeydi. Totaliter rejim sadece isim değiştirmişti.
Bu dönemde 1992’de ilk toplantısı Ankara’da yapılan Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi adıyla bir organizasyon gerçekleşti. Zirveye Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan Cumhurbaşkanları katıldı. 2009 yılına kadar her yıl olmasa da belli aralıklarla toplantılar yapıldı, bir teşkilat kurmaya çalışıldı. Nihayet 2009 yılında Nahçıvan’da yapılan toplantıda Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan arasında imzalanan anlaşmayla Türk Konseyi adıyla bir teşkilat kurulmasına karar verildi. 2018 yılında teşkilatın adı Türk Keneşi olarak değiştirildi. Türkiye ile Özbekistan arasındaki ilişkilerin soğukluğu sebebiyle İslam Kerimov vefat edene kadar Özbekistan teşkilata üye olmadı. 2016’da Kerimov vefat ettikten sonra 2018’de Özbekistan yönetimi teşkilata üye olmak istediğini açıkladı ve 2019’da üye oldu. Aynı yıl Macaristan teşkilatın gözlemci üyesi oldu. Nihayet 12 Kasım 2021’de Yassıada’da yapılan zirvede Türkmenistan teşkilata gözlemci üye olarak katıldı. Bu arada teşkilatın Türk Keneşi olan adı Türk Devletleri Teşkilatı olarak değiştirildi. Teşkilatın temel amaçlarında öne çıkanlar Türk Devletleri arasında ticareti yaygınlaştırmak, kültürel iletişimi hızlandırmak, dil birliğini sağlamak ve öğrenci değişimi oldu. Başka amaçlar da var ama onlar sadece kağıt üzerinde kalan ve hiç uygulanmayan hukuk, insan hakları ve demokrasi kavramlarını içerdiği için buraya yazmaya gerek duymuyorum.
Kurulduğu günden bu yana dostlar alışverişte görsün toplantıları dışında hiçbir anlamı olmayan, ülkeler arası ticaretin gelişmesi dışında hiçbir somut çıktısı olmayan bu teşkilata, özellikle 2016 sonrası dönemde Türkiye daha fazla önem vermeye başladı. Türkiye’de yükselen “Milliyetçi” dalganın uluslarası platformda devam ettirilmesi ve iç kamuoyuna bunun satılması için bu teşkilat biçilmiş kaftandı. Bu yüzden teşkilatın adının değişmesi bizim medyada çok yer kapladı, sosyal medyada büyük bir coşku yarattı. Artık Türk Birliği kurulmuştu, herkes ayağını denk almak zorundaydı. Yedi Düvele karşı savaş veren Türkiye, diğer Türk devletlerini de yanına alarak dünyaya haddini bildirebilecekti. Elbette bunların hepsi birer hayalden ve yalandan ibaretti. Ne Türkiye’ye saldıran vardı ne de Türk Birliği kurulmuştu. Çünkü bu teşkilata üye olan ülkelerin böyle bir derdi ve hedefi yoktu. Türkiye hariç diğer ülkeler zaten her dönem Rusya etkisi altındaydı ve bundan hiç rahatsız değildi. Son yıllarda bölgede Çin’in de etkisi artıyor ve bundan da rahatsız değiller. Maalesef 2015 sonrası Türkiye de bu ekibe ayak uydurdu, Rusya ve Çin hattına doğru yaklaşmaya başladı. Bu yaklaşma Türkiye’de bütün aksaklıklarına rağmen var olan demokrasiyi daha fazla zayıflattı, otoriterliği pekiştirdi. Türkiye’nin, Türk Dünyası’na demokrasi ve hukuk ihraç etmesi, bu alanda Türk devletlerine rol model olması gerekiyorken, Türkiye “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” adıyla Orta Asya’daki kardeşlerimizden otoriter rejim ithal etti.
Ayrıca bu meselenin diğer bir tarafı ise devletlerden ziyade bazı kişilerin isim değişikliğine verdiği tepkiydi. Türk Keneşi, Türk Devletleri Teşkilatı oldu diye sevinç çığlıkları atan ve kendini Türk Milliyetçisi olarak ifade edenler üzerine düşünülmesi gerekiyor. Sanki Türk Milleti bu ülke yöneticilerinin umurundaymış gibi bunların yaptıkları bir işi kendine “milliyetçiyim” diyenlerin alkışlamasını anlayamıyorum, anlamak istemiyorum. Bağımsız Türk Devletleri’nin arasındaki işbirliği artsa ve bu iş birliğinden dolayı bir fayda ortaya çıksa bundan kim faydalanacak? Azerbaycan’da, Türkmenistan’da Özbekistan’da, Kırgızistan’da, Kazakistan’da ve Türkiye’de yaşayan sade bir vatandaş mı yararlanacak yoksa bu ülkeleri yönetenlerin yakınlarında yer alan insanlar mı? Benim bu söylediklerimi teyit etmek isteyen Türk devletlerinin yolsuzluk algısı endekslerindeki sıralamalarına baksınlar. Hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü, demokrasi gibi alanlardaki sıralamalarını da incelesinler. Bakınca tablonun ne kadar vahim olduğunu görecekler.
Aliyev Ailesi daha fazla zengin olacak, vergi cennetleri üzerinden Avrupa’da daha fazla gayrimenkul alacak diye, Nazarbayev çocuklarına imtiyazlar sağlayacak diye, Berdimuhammedov köpeğinin daha fazla heykelini yaptıracak diye, Erdoğan yandaşlarına daha fazla ihale dağıtacak diye kendine Türk Milliyetçişi diyen birinin bunları alkışlaması kabul edilebilir bir durum değildir. Milliyetçiler artık bir karar vermelidir. Ya milletten yana tavır alacaklar ya da otoriter liderlerden yana. Ya milletten yana taraf olup, Türk Devletlerinde demokrasinin, hukukun, hürriyetlerin ve insan haklarının kavgası verecekler ya da otoriter yönetimlerin iktidarlarını pekiştirmek için kullandıkları birer aparat olacaklar. Ya Yusuf Akçura’nın, İsmail Gaspralı’nın, Ziya Gökalp’in gösterdiği yoldan gidecekler ya da “milliyetçiliği” kendine maske yapmış diktatörlerin yolundan.
Fotoğraf: Ali Arif Soydaş