[voiserPlayer]
Siyaset okumaları, bazı istisnalar hariç belirgin şekilde içinden çıktığımız toplum kesiminin izlerini taşır. Bu nedenle söz konusu izler bazen oluşan veya oluşmakta olan değişimi aleni şekilde dışarı yansıtmayabilir. Hiç kuşkusuz, Türk siyasal hayatında Kemalist tek parti sonrasının en başat örneklerinden olup en uzun siyasal iktidar sürecini yaşayan AKP’ye ilişkin, farklı cenahlarda farklı ve bir o kadar da indirgemeci yaklaşımlar (kalıplaşmış) ortaya koyuldu. Bu uzun soluklu iktidar koşusunda; iktidar politikaları, toplumsal kesimlerin birikimleri, iktisadî kazanımlar gibi birçok etmenin yanı sıra bir o kadar belirleyici olan etmen ise siyasetin yönünü tayin edemeyen, toplumsal kamplaşmalarda bulunduğu sahanın dışına çıkmaya cesaret edemeyen muhalefet olmuştur. Kısır yaklaşım ve metotlarıyla kendi kabuklarında yeniden harmanladıkları söylemleriyle değişen ve değişmesi gereken hususları okuyamadılar, dolayısıyla müdahale edemediler. Bu durumda siyasal mecra ve basın gibi tekel yapılarda ön plana çıkan aktörler bir yanda muhafazakâr diğer yandan hegemonikleşen (baskınlaşma) söylem ve yaklaşımlarıyla siyasal alanın ruhunu stabilleştirme çabasıyla süreklilik oluşturmaya çalıştılar.
Oysaki Türkiye’nin ağır aksak ilerleyen toplumsal dönüşümü bu uzun iktidar dönemiyle belirli bir konsolidasyona tabi olmuş olsa da sosyal ve kültürel yapıda bir o kadar keskin çatlaklar yarattı. Farklı toplumsal birimlerde farklı düzeylerde hissedilen ve bazen ayrıştıran bazen bütünleştiren boyutlarıyla bu çatlaklar, temelde toplumsal formu (süregelmiş aidiyet, algı ve beklentilerin hem mevcut yurttaş nazarında yeni nesillerle beraber aşınması) yeniden şekillendirdi. Burada yazılı-görsel veya sosyal medya da günlerce öne çıkarılanlardan ziyade odaklanılması gereken husus, toplumsal değişim ve dönüşümün bizatihi kendisidir. Diğer bir ifadeyle sosyal yapısı, sosyolojisi geçmişin siyasal söylemlerine yön veren değerlerden ayrışan yeni bir toplumsal kimlik siyasal alana sirayet etmiştir. Geziyle gün yüzüne çıkan bu sosyal ve kültürel kopuşun kendisi anakent gibi daha heterojen kimliklerin yer aldığı mekânlarda daha hissedilebilir duruma gelirken içinden geçmekte olduğumuz tarihsel eşikte siyasal ve iktisadî çöküşle birlikte sosyal ve kültürel yansımaları da belirginlik kazanmıştır.
Yukarıda belirtmiş olduğumuz çerçeveden hareketle 31 Mart 2019 yerel seçimlerine bakacak olursak anakent belediye yönetimlerinin el değiştirmesinde farklı siyasal oluşumların farklı beklenti ve amaçlarına göre almış oldukları kararlar ve bloklaşmanın etkisi inkâr edilemez. Diğer yandan, seçim değerlendirmesinde ön plana çıkan kamplaşma, söylem ve taktikler üzerinden yapılan okumalara karşın asıl husus, seçim sonuçlarında kadrajın dışında bırakılan ve pek dikkate alınmayan toplumsal yapıdaki sosyal değişimin varlığıdır.
Bu iddianın iki dayanağı vardır. İlki, özellikle İstanbul seçimlerinin 31 Mart’tan 24 Haziran’a taşınmasıyla ortaya çıkan oy farkı kadar eğitim ve yaş hususlarının dışında beklentileri artan bir seçmen kademesinin oy dağılımıdır. İkincisi ise değer yargıları ve yaklaşımları değişen bu kitlenin ağırlığının arttığı ortamlarda merkez sağ seçmenin oransal olarak zayıflamasıdır. Çünkü AKP ve dolayısıyla Erdoğan; üzerine inşa olduğu toplumsal dokunun kılcal damarlarını bilinçli veya bilinçsizce tahrip ederek, bir şekilde “kaybedecek bir şeyi olmayanlardan kaybedecek bir şeyi olanları” yarattı.
Bu iddia anakent ve ilçe belediye seçimleri sonuçlarının zıtlık içermesi nedeniyle doğru görülmeyebilir. Ancak siyasal algıların güçlü olduğu toplumsal bir arayışın varlığı; söylem, tavır, yaklaşım ve üslubun niteliği kadar sorunlara yönelik vurguların ön plana çıkması pragmatizmini de beraberinde getirmiştir. Buradaki tabloyu toplumun bünyesinde ortaya çıkan dönüşümün göstergesi olarak okumak, siyaset ve siyasetin doğasındaki değişimi anlamada diğer etmenlerdeki değişim ve dönüşümün kendisini anlamaktan daha önemlidir.
Çünkü siyasetin dili, üslubu, aktörü vb.lerinin değişmesine karşın bu değişime cevap verecek uygun bir toplumsal kesim/tabaka yoksa anlamsızlık kaçınılmazdır. Benzer şekilde iktidar söylemlerinin mahiyeti, kullanılan gücün kaynakları dikkate alındığında da toplumsal yapının sosyal sermayesinde (kişi veya kişilerin pragmatik veya doğrudan değişimi fark etmeksizin) geri dönüşü olmayacak filizlenmelerin olduğu rahatlıkla okunabilmektedir. Dolayısıyla, yerel seçimlerde (özellikle İstanbul) ortaya çıkan tablo, toplumun bileşenlerinin olabildiğince sabitlendiğine yönelik görüşler ve siyasal yelpazelerdeki yaklaşımların kendi değer yargılarına göre yorumlamalarından ziyade farklı toplumsal kesimlerdeki harmanlanmadır. Buradaki harmanlama, bir yandan siyasetin geleneksel ayrışmasını temsil eden değer yargılarını taşıyanlarda, diğer yandan ise mensubu olduğu toplum kesiminden çok boyutlu gerekçeler silsilesi nedeniyle ayrışan/kopan nesillerin öngördükleri yaklaşımların sonuçlarını taşımaktadır. Bu nedenle değişen siyasetin dili, yapılmak istenen, bulunulan konum, otoriterlik, ötekileştirici unsurların farklı tonlardaki tezahürü değil, bu tezahürlerin hitap edildiği muhataplarının normal kabul edilen veya alışılagelmiş olan her şeyden bağımsızlaşmasının yansımalarını taşımaktadır. Dolayısıyla, yerel seçimlerin siyasal ve toplumsal sonuçlarını bu olgu üzerinden okumak, gerek önümüzdeki seçimlerin anlaşılmasını gerekse de toplumdaki dönüşümü görebilmek açısından daha faydalı olacaktır.
7 Haziran seçimleri gibi 31 Mart’tan 24 Haziran’a giden tarihsel aralık, aynı zamanda, 14 Mayıs’ın siyasal ve toplumsal izleğinin temel hedefinin nasıl olması gerektiği konusunda en bariz referanstır. Elbette ki şartlar ve koşullar bakımından karşılaştırılamaz ayrışmalar ve dinamikler olduğu ileri sürülebilir ve bunların mevcut olduğu da inkâr edilemeyecek bir gerçeklik olabilir. Ancak hem tarihsel süreklilik açısından daha yakın zamanlı bir bütünlük içermesi hem de izlenmesi gereken yöntemin sosyolojik nüvelerini barındırması bakımından yerel seçimlerin sonuçlarını anlamak önemlidir. Çünkü, siyasetin üretilmesi ve toplumsallaştırılmasında siyaseti salt aktörler (kişi ve kurumlar) ve süregelen siyaset tarzları dışında okumaya imkân veren toplumun sosyolojik değişimidir.
Bu nedenle, geleneksel siyasal ve toplumsal söylemlerden arınmış ve yurttaşlığı merkeze almış bir siyasal yaklaşım dahilinde bu harmanlanmayı idrak etmek, mevcut düşünsel ve psikolojik eşiklerin yıkılmasında katalizör olacaktır. Bunun itici gücü ise hiç kuşkusuz AKP’nin (nihayetinde şimdiki iktidar bloğu) Türk siyasetinin 2000’lere kadar sınırlarını belirlediği ve belirli bir siyasal ve ideolojik kimlik dahilinde özdeşleştirerek lanse ettiği (Kemalizm ve ilericilik, muhafazakârlık ve ahlak, Kürt ve terörist, başı kapalı/açık ile namus vb.) sınırların içsel yozluğunun kamusal görünüm sağlamasıdır. Siyasal, iktisadî, sosyal ve kültürel koşulların uygun olduğu bir düzlemde siyaseti geleneksel perspektife sıkışarak okumak yerine, bilakis onunla eşitlenmeyi reddedip sosyolojik değişim ve dönüşümü idrak etmek ve bu minvalde konumlanmak yeterli olacaktır.
Fotoğraf: Marc Zimmer