[voiserPlayer]
AKP kendi seçmeninin bir kısmını kaybediyor, ancak muhalefet bu seçmeni kazanıyor mu? Uygun mesajlar, uygun mecralarda yayılıyor mu? Seçim kaybettirmenin ötesinde bir umut var mı? Bu soruların cevabını verebilmek için, “Hangi kitle? Seçmen bir bütün müdür? Hangi kitleler hangi doğruluk kümelerindedir ve mesajları nasıl yorumlar?” sorularına bulacağımız yanıtlarla hareket edebiliriz. Bu cevaplar için önceki yazıda ele alınan post-Weberyan siyasetçi ve simülatif düşünce kavramlarının üzerine koyarak, Türkiye’de seçmenin akışkan kimliklere sahip olduğunu ve doğruluk kümelerine göre hareket ettiğini anlatacağım.
Seçmen kitlelerini sınıflandırırken seçmenleri tüketici kimliği ile kabul edip, tüketici-seçmenin oluşturduğu birbirine geçişken farklı kitleler olması bu yaklaşımın birinci varsayımı. İkinci var sayıma ise siyasetçiler ve siyasetçilerin performans-inandırıcılık oranları; siyasetçilerin ürettikleri mesajlar (metinler); bu metinlerin yapı sökümü; analistler ve analistlerin bu üç elemanlı kümeden ürettiği ve o kümeye geri gönderdiği anlamı yerleştirebiliriz. Bu ilişkiyi anlayabileceğimiz çerçeveyi de 1968 sonrası siyaset felsefesini güncel verilerle harmanlayarak bulabiliriz.
Öncelikle, akışkan kimlikler en basit anlamıyla kitlelerin bütüncül, tek bir kimliğe sahip olmadığını, ancak kimliklerin değişken ve pek çok kimliğin öncelik sırasına ve bağlama göre önemsenerek kullanıldığını belirtir.[1] Yani kitleler tek bir kimliği benimsemiyor. Bir kişinin ne konuda muhafazakâr olduğu ya da ne konuda ne kadar dindar olduğu ölçülebilecek bir yaklaşım olmadığı gibi tutarlı olmak zorunda da değil. Ancak insanlar ve kitleler hem muhafazakâr hem de seküler olabilirler. Ya da zamanla bu kimlikler politik önemlerini bazı kitleler için kaybedebilir. Bu durum da bu ilişkiyi aşağıdaki tek boyutlu kartezyen düzlemi gibi hayal etmenin manasız olduğunu öne sürer:
Doğruluk kümeleri, eleştirel düşüncede Alain Baidou’nun teorisinden esinlenilmiş olup, bir bütünün parçaları yerine, var olan kavram ve materyallerin genel bir ‘doğruluk (doğru olarak kabul edilen şeyler ve beklentiler, verili olarak inşa edilmiş toplumsal doğrular)’ kümesinin içerisinde başka kümelere dahil edilmesi olarak tanımlanabilir.[2]
Yani, hayatı (eğlence, siyaset, ekonomik aktiviteler vb.) bir bütün olarak kabul edip bunun içerisinde tek vücut bir seçmen kitlesinin, adayları; adayların ‘bütünleştirici profillerine’ ve ‘seçilince yapacakları projelere’ göre değerlendireceği varsaymanın, analistleri cevaplara değil, tutarsızlıklara götürdüğünü düşünüyorum. Seküler-muhafazakâr gibi kültürel ana çizgiler yerine (bir parçanın bütünleri), siyaset bilimi kavramsallaştırmalarını destekler biçimde, seküler-muhafazakâr karma kimliklerinin ve kitlelerin varlığını öne sürüp, çoklukların analiz edilmesi gerekiyor. Çokluklar, kümenin elemanları olarak tanımlanabilir: değişik sıralamalarda gruplaşabilen, durumları tek başlarına tanımlama niteliği olmayan elemanlar. İnsanlar kendilerini seküler-muhafazakâr kalıpları içerisinde özellikle değerlendirebilir ve bu kalıplara sokabilir, ancak aksi takdirde belli alışkanlıkları sergilemeyen kesimleri bu ana hatlarda bütüncül olarak ele almak hatalıdır. Bunun yerine, bahsi geçen kalıplar, çokluklardan biri olarak verilidir. Ancak insanlar bunları farklı kümeler içerisinde politik olarak gruplandırır.
Alain Badiou bizlere tıpkı matematikteki ‘kümeler’ konusuna benzer şekilde, uzay boşluğuna savrulmuş gibi üretilen siyasi düşüncelerin ve devlet, ulus-devlet, siyaset gibi kavramların sınırlarının, insanlar tarafından soyut olarak inşa edilmiş çokluklardan oluşan birer küme olduğunu; bu kümelerin içlerinde de ulus, fedakârlık, vatandaşlık, inanç gibi elemanları barındırdığını söyler.[3] Olay ve durum arasındaki farkı açıklarken, statükonun, var olan verili durumların, mesela Fransız toplumunun bir durum ifade ettiğini, bu durumun inşa edilmiş olduğunu, daha alt kümelere sahip olduğunu (sekülerler, seküler ama muhafazakâr özellikleri de barındıranlar, muhafazakârlar, çiftçiler, esnaf vs.) söyler. Olay’ın ise, Fransız Devrimi gibi öngörülemeyen, bir durum (Fransız toplumu) içinden ortaya çıkan ancak bir daha asla o durumu eskisi gibi yapmayan (Fransız toplumu, Fransız Devrimi’nden sonra değişmiştir), büyük bir belirsizlik ânından ortaya çıkar (örneğin, mezuniyet ile iş bulmak arasındaki safha gibi; tüm bir belirlenemezlik ve belirsizlik hâli, saf hakikatle yüz yüze geliş).
Bu düşünceyi Baudrillard’ın insanların artık gerçek olan ile olmayan arasında değil, baştan çıkarıcı ve tüketim amacıyla ortalığa saçılan, doğru kabul edilen kopyalara olan açlığını ifade ettiği simülakrlarla[4] birleştirirsek, farklı kitlelerin, siyasetçileri analistlerin yorumladığı gibi yorumlamadığını, değiştirilmiş biçimlerde, tüketilebilir biçimlerde siyaset kümesinin elemanlarıyla eşleştirerek kendilerini ait hissettikleri popüler kültür parçalarıyla ilişkilendirerek ortaya kendi simülasyonlarını çıkarttıklarını öne sürebiliriz.
Yani kitleler Türkiye’nin alt kümeleriyken, kitlelerin kendi inandıkları, düşünce biçimlerinin ve önlerine sürülen düşünce biçimlerinin ortak bir üretimi olan doğruluk setlerine göre hareket ettiğini düşünebiliriz. Ancak bu doğruluk setlerinin mantıklı açıklamalar üreteceğini verili kabul etmek yerine, artık ortada simülatif bir mantık düzeni olduğunu kabul edersek insanların karmaşık kümeleri, sembolleri kullanarak tekil kümelere indirgenmelerini açıklayabiliriz.[5]
AKP’nin oy kazancını ya da oy kaybını sebep-sonuç ilişkisi içinde ekonomiye bağlamak tutarlı olmadığı gibi, ekonomik gerilemenin hangi sınırda insanların oy ve ideoloji değişimlerine yol açtığını da bilemiyoruz. Baskı ve enflasyon, Türkiye’de en az 1990’ların ikinci yarısından beri protest bir şekilde dile getirilen bir argümandı. Bugün yapılan anketlerde Erdoğan iktidarının desteğinin yüzde otuzlara gerilemesinin sebebi de orta sınıfın git gide küçülüp, orta-altı sınıfta yeni alt kümeler oluşturması ve bu alt kümelerin gittikçe ‘tüketememeye’ başlamaları oldu.[6] Ekonomik büyüme tüketim temelliyken, AKP’nin ekonomik büyümeyi sembolleştirmesi ve dolayısıyla tüketimle kendini sürdürmesi tesadüf değildi. Bu yüzden ekonomik büyümeden dolayı yıllarca kazanan AKP’nin kazanmasındaki sebebin ‘seçmen cebindeki paraya göre oy verir’ argümanını reddediyor, bunun bir trope’den (dillerde dolaşan ancak ardı araştırılmayan kalıplar) ileri götürmeye yettiğini düşünmüyorum. Ancak bu argüman pek çok faktörden biri olabilirken AKP’nin hangi düşünsel mekanizmada kendini sürdürdüğünü bizlere açıklamaz. AKP’nin yükselişindeki ekonomik büyümenin[7] tüketim alışkanlıklarını AKP’nin şekillendirmesine ve kendi tabanı olarak inşa ettiği kitlenin dominasyonuna yol açtığını söylemek daha desteklenebilir ve ortaya yeni bir yaklaşım koyabilecek bir argüman.
Tüm bunlar düşünüldüğünde, Türkiye’de seçmenin yeni şartlarda oy davranışının ‘doğruluk kümeleriyle’ ve aktörlerin ‘inandırıcılık/performans’ skalasındaki yerleriyle ortaya çıktığına inanıyor, siyasal iletişim stratejisinin de bu kümeleri tespit edip yeni alt kümelerdeki hedef kitleleri konu alması gerektiğini düşünüyorum. Siyasal iletişim, pragmatik türlerden biridir ve kazanmayı hedefler. Bu doğrultuda da hedef kitleyi ve ‘game changer (oyun değiştirici)’[8] kitleleri bulmak gerekiyor. Tüketici bir kitlenin, tüketilebilir siyasileri nasıl ele aldığı ve sembolik/simülatif düşünceyi siyasi tartışmada ve kimliklerde ne şekilde düşündükleriyle alakalıdır.
Badiou ve Baudrillard’ın düşüncelerini bir araya getirerek düşünmek, insanların tüketim toplumu kurgusunda nasıl oy verdiklerine dair daha gerçekçi bir çerçeve çizecektir. Böyle bir yaklaşım, materyal gerçeklik ile simülatif düşünce arasındaki bağı kurar. Gündelik hayatta insanın kendisini hem önemli hissettiren hem de kendisini bir bütünün parçası hissettiren siyasal tüketim, siyasetçileri performans-inandırıcılık eksenine sokar. Bu eksen aslında TV dizilerinin ve filmlerin izleyici tarafından en temel değerlendirilme biçimleridir. Varmamız gereken nokta ise birbirine eklenen ve geçişken kimliklere sahip olan seçmen kitlelerinin doğruluk kümeleridir. Bu kümelere göre adayın performansı beğeniliyor ve adayın söylemlerinden ziyade performansı inandırıcı bulunuyor.
Bunun sebebi aradaki ideolojik farktan ziyade, bu iki seçmen kitlesinin doğruluk kümelerinin farklılığıdır. TRT dizisinin kümesindeki doğruluk elemanlarıyla Erdoğan’ın performansını icra ederken dile getirdiği söylemler birbiriyle eşleşip inandırıcı bulunurken, Halk TV tüketen bir seçmenin doğruluk kümesinde, yetiştiriliş tarzı, ideolojisi, çevresiyle doğru kabul ettikleri ve son olarak Erdoğan’a bakarken onu eşleştirdiği imgesel kopyası onun inandırıcılığını ve performansını kendisine göre düşürür. Genel kitlede ise, Erdoğan’ın 2011 seçimlerindeki kampanyası ve performansı yüksek iken seçmen kitlelerinin çoğunluğu tarafından inandırıcı bulunurluğu da oldukça yüksekti. Örneğin, Kılıçdaroğlu inandırıcılığı görece yüksek bir adayken tüketilebilecek performansı şu ana kadar düşük seyretti. Diğer yandan, Ekrem İmamoğlu’nun profili çok yüksek tempoda tüketilecek bir performans üretiyor, kendi kişiliği ile seslendiği kitlelere kişiliği olduğunu yansıtabiliyor. Bu yüzden de İmamoğlu’nun profili ve söylemleri AKP seçmenine de hitap edebilir. Yüksek tüketilebilirlik, aynı söylemin daha çok kitle tarafından dinlenilmesini sağlarken, inandırıcılık için bundan daha fazlası gereklidir.
Bir diğer noktada aday profili ile söylemleri de farklı temellendirmemiz gerekiyor. Profil, aday kimliğinden ziyade inandırıcılık ve performanstan oluşurken söylemler (ya da seçim kampanyaları) seçmenlerin doğruluk kümeleriyle eşleşebilirse ve görünürlük kazanabilirse başarılı oluyor. Bu argümana göre, Tayyip Erdoğan’ın anketlerdeki düşüşü ekonomi bazlı değil. Ancak ekonomik olarak çöküş ve Tayyip Erdoğan’ın düşen sahne performansı onun inandırıcılığını, kendi imgesini eşleştirdiği kahramanlardan uzaklaştırıyor. Söylemleri de doğruluk kümelerine girememeye başlıyor. Ancak bu sadece oy düşüşüne sebep olmayabilir, adayların yaptıkları gaflar da kitleye görünür kılınamadığı zaman adayın lehine işleyen bir durum doğurabilir.
Bu durumda şu kartezyeni çizebiliriz:
Bu kartezyende çizilen inandırıcılık, siyasetçinin bir dizi karakteri gibi inandırıcı olmasına karşılık geliyor. Çünkü siyasetçinin performansı tüketim araçları üzerinden gözleniyor. Burada püf nokta bu inandırıcılığın nasıl tanımlanacağıdır. Bunun için film çalışmalarına başvurulabilir. Siyasetin tüketim ve materyallikle ilişkili olduğunu söylemiştik. Tüketim için izlenen ve tüketim kültürüne referanslarla halkta görünürlüğü artan siyasetçinin ‘inandırıcılığı’, siyasetçi materyal gerçeklikle de temas ettiği için bir dizi oyuncusunda tolere edilebilen düzeleri geçmek durumunda. Dizi ve filmlerde gerçekçilik belli oranlarda tüketim niyetine göz ardı edilebiliyor. Ancak gerçeklik, bir film olarak algılandığında olduğundan daha gerçek hissettiriyor. Bu yüzden de materyal gerçeklikle bağı bulunan siyasetçilerin, bir performans sahnelediği bilinse de bunu çok gerçekçi yapma zorunlulukları, dizi oyuncularınınkinden daha yüksek oluyor.
Gerçeğin değil performansın talep edilmesi, inandırıcılık üzerine daha güçlü bir baskı kuruyor. Siyasetçi, görünürlük eylemi içerisinde verili kümelerdeki söylemlerden ve tekrardan popüler kültürle olan atfedilebilirliğinden besleniyordu. Bu durumda, inandırıcılık tanımlamamızı tıpkı kurgu bir dizinin inandırıcılığı gibi kurmamız gerekiyor: Bağlam, tutarlılık, kişilik özellikleri sergileme ve umursama potansiyeli.[9] Adayın kendiyle ilgili anlattığı hikâye, insanlar için bir şeyler yapacağı ve bu rolü oynarken onların akıllarını çelmeye çalıştığını belli etmeden akıllarını çelmesi gerektiğidir.[10] Bu yüzden adayın kendi hareketlerindeki tepkiselliğin kendiyle uyumu, sergilediği performansın kişilik özellikleri barındırması ve en önemlisi, bu görünürlük oyununun bilinmesine rağmen yine de siyasetçinin ‘halk için çalıştığı’ fikrini dengeli bir şekilde tutturabilmesi adayın inandırıcılığını belirleyen faktörler.
Çok soyut gözükseler de bunları örneklendirebiliriz: Bir dizide yanındaki arkadaşına saldırılan bir askerin buna tepki vermesini bekleriz. Eğer vermez de öylece durursa, Cüneyt Arkın filmlerinde olduğu gibi, filmi inandırıcı bulmayız. Kişilik sahipliğine baktığımızda filmlerin inandırıcılıkları karakterlerin amaç, motivasyon ve duygulara sahip olmalarıyla alakalıdır: Bambi karakteri çocuklara çok gerçekçi gelirken yetişkinlere gelmeyebilir. Bu durumu da esnaf ziyareti yaparken esnafların diliyle konuşabilmeye, ancak genel kitleye hitap ederken popüler kültüre âtıf yapabilmeye bağlayarak çözebiliriz.
Sonuç: Post Weberyan Siyasetçi, Simülatif Düşünce ve Doğruluk Kümeleri
Siyasetin eski tip bir devlet mekanizması olduğunu düşünmektense günlük bir tüketim nesnesi ve gösterisi olduğunu düşünmek, siyasetin bir enstrüman olduğunu düşünmekten daha gerçekçi duruyor. Bu düşünme yönteminin sonucunda elde ettiğimiz bulgular, iktidar ve muhalefet siyasetçileri arasında temel bir farkı ortaya koyuyor: halkı hedef kitlelere göre alt kümelere ayırma ve tüketim toplumunu ele alma.
Siyaset, tüketim nesneleri arasında da insan güvenliğiyle, fantezilerle ve ideolojiyle en içli dışlı olan, doğrudan materyal gerçeklikle bağlantılıdır. Henüz adı konmamış ancak popülizm çalışmalarıyla yaklaşılan bu kavrayış biçimi, insanların tüketebilecek yeni hikayelere ihtiyaç duyduğunu gösterir. Gerçekten de “hikâyeler” ve “semboller” simulakrların çıkış noktalarıdır, genellikle söylendiği üzere siyasal iletişim stratejisine “yeni bir hikâye” yazarak başlamak, aslında üretilecek simulakrın inandırıcılığını ve tazeliğini ortaya koyacak, onu daha tüketilebilir ve siyasetin materyal alt kümeleriyle ilişkilendirilebilir kılacaktır.
Siyasal söylem bir simulakr ise siyaset de bir simülasyondur. Hem ahlaki açıdan hem de algılanış biçimi bakımından, siyasetin bir simülasyonlar kümesi olduğu sonucuna varmak, bu kümenin elemanlarına uygun hikâyeler, toplumun akışkan alt kümelerine uygun ürünler yerleştirmek anlamına gelir. Bu da kimlik siyasetinden öteye geçilmesini, 90’lardan beri süregelen zam ve ekonomi söyleminin materyal hayat alanından sembolik alana geçirilebilmesini ve dolayısıyla siyasal simülasyonda da bir değer taşıyabilmesini sağlar.
Süreklilik ve inandırıcılık faktörleri çalıştığı ve halkın bu konudaki görüşleri takip edildiği sürece, bu düşünce biçimi var olan kamuoyu araştırma yöntemlerinden çok daha verimli şekilde faydalanılmasını sağlayabilir. Böylece muhalefet, sadece iktidarın kaybetmesini beklemekten ve kapı arkası siyasetle ortada kaldığı düşünülen devlet aygıtına yeniden itibar kazandırma stratejisinden vazgeçip kazanma yoluna gidebilir.
[1] Bauman, Zygmunt (2005). Liquid Life. London: Polity.
[2] Edkins, J., & Vaughan-Williams, N. (Eds.). (2009). Critical Theorists and International Relations (Vol. 1). London: Routledge.
[3] Badiou, Alain (2007). Being and Event, (trans. Oliver Feltham), New York: Continuum.
[4] Simülakrlarla düşünmek, simülatif düşünce olarak yazının başında formüle edilen düşünce biçimidir.
[5] İnsanların karmaşık motivasyonları veya sebepleri bir sembole indirgemesi kitlesel-ideolojik hareketler için kolaylık sağlayan bir durum olduğu hakkında Zizek’in bu belgeseli açıklayıcı olabilir: The Pervert’s Guide to Ideology, dir. Sophie Fiennes, writer: Slavoj Zizek, https://www.imdb.com/title/tt2152198/.
[6] Rota, Kerim (2020). Barış ve Sinem’in Orta Direk Olma Hayali. ParaAnaliz, https://www.paraanaliz.com/2020/yazarlar/kerim-rota-yazdi-baris-ve-sinemin-orta-direk-olma-hayali-g-1407/
Ayrıca bknz. Esen, B., & Gumuscu, S. (2019). Killing competitive authoritarianism softly: the 2019 local elections in Turkey. South European Society and Politics, 24(3), 317-342.
[7] Erinç Yeldan, A., & Ünüvar, B. (2016). An assessment of the Turkish economy in the AKP era. Research and policy on Turkey, 1(1), 11-28.
[8] Amerikan Siyasetinde ‘Swing Vote’ olarak adlandırılan ‘kararsız oylar’ için bknz. Gayte, M., Chélini-Pont, B., & Rozell, M. J. (Eds.). (2021). Catholics and US Politics After the 2020 Elections: Understanding the” swing Vote”. Springer Nature. https://link.springer.com/book/10.1007/978-3-030-82212-5?noAccess=true
[9] Pedersen, L. (2013). A study in perceived believability. Utilising visual movement to alter the level of detail. Copenhagen: Aalborg University Copenhagen. Retrieved September, 2, 2016. Ayrıca bknz.:
Gibson, A. (1999). Sense of an Ending. Film-Philosophy, 3(1).
Loyall, A. B. (1997). Believable Agents: Building Interactive Personalities. Carnegıe-Mellon Unı. Pıttsburgh Dept Of Computer Scıence. (Yayınlanmış Tez).
[10] Bu durum Slavoj Zizek’in babaanne ziyareti örneğine benziyor. Baskıcı ve otoriter babanız bayramda oraya gitmek zorunda olduğunuzu, onu sevip sevmediğinizi umursamadığını söyleyerek babaannenize gitmenizi istediğinde bu durumu severek yapmak zorunda değilsiniz, tek yapmanız gereken orada bulunmak; tatlı ve iyi huylu babanız babaannenizin sizi ne kadar sevdiğini söylüyor ve sizin de onu çok sevdiğiniz için babaannenize gitmeniz gerektiğini söylediğinde babaannenize gitmek yetmiyor, bir de babaannenizi sevmek zorunda kalıyorsunuz. Zizek, 2. durumun çok daha güçlü bir seçeneksizlik olduğunu anlatır. ‘Zizek the Father’, https://www.youtube.com/watch?v=54CeL2z9yrs&t=19s.
Fotoğraf: Kier In Sight