[voiserPlayer]
Manhattan Projesi, II.Dünya Savaşı sırasında işlevsel bir atom silahı geliştirmek için Amerikan hükümetinin başlattığı askeri projenin adıydı. Atom bombasının yapımı çalışmalarına birçok ülke gibi Amerika Birleşik Devletleri de birçok tartışmaya rağmen başladı. Çalışmalar ilk olarak New Mexico’daki Los Alamos’ta yapıldı. Manhattan Projesi’nin ABD hükümeti tarafından başlatılmasının ve askeri bir projeye dönüştürülmesinin en büyük sebebi, dünya kamuoyundaki Alman bilim insanlarının atom bombası üzerine çalıştıkları ve Adolf Hitler’in bu bombayı kullanmak niyetinde olduğu şüphesiydi.
1939’da ABD istihbarat ajanları Adolf Hitler için çalışan bilim insanlarının zaten nükleer bir silah üzerinde çalıştıklarını tespit etmelerinden sonra Başkan Franklin D. Roosevelt tarafından Manhattan Projesi kuruldu. Roosevelt ilk önce uranyumun bir silah olarak potansiyel rolünü araştırmakla görevli bir bilim insanları ve askeri yetkililer ekibi olan Uranyum Danışma Komitesi’ni kurdu. Komitenin bulgularına dayanarak ABD hükümeti, Enrico Fermi ve Columbia Üniversitesi’ndeki Leo Szilard tarafından radyoaktif izotop ayrımı (uranyum zenginleştirme olarak da bilinir) ve nükleer zincir reaksiyonlarına odaklanan araştırmalara fon sağlamaya başladı.
Uranyum Danışma Kurulu 1940 yılında Ulusal Savunma Araştırma Komitesi olarak değiştirildi. Sonrasında 1941 yılında Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Ofisi (OSRD) adını aldı ve ünlü bilim adamı Enrico Fermi üye listesine eklendi. Aynı yıl Pearl Harbor’a yapılan Japon saldırısının ardından Başkan Roosevelt, ABD’nin II. Dünya Savaşı’na gireceğini ve Avrupa’daki Almanlara ve Pasifik tiyatrosundaki Japonlara karşı savaşmak için İngiltere, Fransa ve Rusya ile uyum sağlayacağını ilan etti.
Ordu Mühendisler Birliği, OSRD’ye 1942’de Başkan Roosevelt’in onayıyla katıldı ve proje resmi olarak askeri bir girişime dönüştü. Bilim insanları bu projede destekleyici bir rol oynadı. OSRD, 1942’de New York City semtinin ismine istinaden Manhattan Mühendis Bölgesi’ni kurdu. Projeye başkanlık etmek üzere ABD Ordusu, Albay Leslie R. Groves’u atadı.
Ünlü bilim adamları Fermi ve Szilard, Chicago Üniversitesi’nde atomların ayrılıp etkileşime girdiği bir uranyum üretmek için çalışmalar yürütüyordu. Bilim adamları burada uranyum zenginleştirme ve nükleer zincir reaksiyonları üzerine araştırmalar yürütüyordu. Bu sırada Glenn Seaborg gibi bilim adamları saf plütonyumun mikroskobik örneklerini üretiyorlardı ve Kanada hükümeti ve askeri yetkilileri ise Kanada’nın çeşitli bölgelerinde nükleer araştırmalar üzerinde çalışıyorlardı. Manhattan Projesi çerçevesinde atom testlerinin gerçekleştirilmesi için New Mexico, Tennessee ve Washington’daki uzak yerler ile birlikte Kanada’da da tesisler kuruldu.
Robert Oppenheimer ve Y Projesi
Teorik fizikçi J. Robert Oppenheimer, 1943’te New Mexico’nun kuzeyindeki Los Alamos Laboratuvarı’nın direktörü olarak seçildiğinde nükleer füzyon kavramı üzerinde çalışıyordu. Proje Y olarak bilinen Los Alamos Laboratuvarı, resmi olarak 1 Ocak 1943’te kuruldu. Bu kompleks, ilk Manhattan Proje bombalarının inşa edildiği ve test edildiği yer olarak tarihe geçti. Robert Oppenheimer atom bombasının babası olarak üne kavuştu.
16 Temmuz 1945’te Alamogordo, New Mexico yakınlarındaki uzak bir çölde ilk atom bombası başarıyla patlatıldı. “Trinity Testi” adı verilen bu testte 40.000 feet yüksekliğinde muazzam bir mantar bulutu yaratıldı ve ABD Atom Çağı’nı başlatmış oldu.
Oppenheimer altında çalışan bilim insanları iki farklı tip bomba geliştirdiler. Bunlardan birincisi, “Küçük Çocuk – Little Boy” adı verilen uranyum tabanlı tasarım ve bir diğeri “Şişman Adam – Fat Men” adı verilen plütonyum tabanlı bir bombaydı. Los Alamos’taki çalışmalarda her iki tasarım da II. Dünya Savaşı’na son vermeyi amaçlayan ABD stratejisinin önemli bir parçası oldular.
Potsdam Konferansı
Almanların Avrupa’daki ağır kayıplarını sürdürmesi ve teslim olmaya yaklaşmasıyla, 1945’te ABD askeri liderleri arasındaki tartışmalar Japonya üzerine yoğunlaşmıştı. ABD hükümeti ve ordu yetkilileri, Japonların Almanlar gibi asla pes etmeyecekleri ve sonuna kadar her şeyi göze alarak savaşacaklarını düşünmekteydi. Japonların saldırılarının daha da şiddetleneceği ve Amerika halkı için büyük bir risk oluşturdukları görüşü fikir birliği ile kabul görmekteydi.
26 Temmuz 1945’te Müttefik işgali altındaki Almanya’nın Potsdam kentindeki Potsdam Konferansı’nda ABD, Japonya’ya bir ültimatom verdi. ABD’nin Japonya’ya verdiği Potsdam Bildirgesi’nde Japonya’nın savaştan çekilerek adil ve demokratik bir hükümet kurması gerektiği ifade edildi. Eğer Japonya şartları kabul etmezse büyük bir yıkımla karşılaşacağı ABD heyeti tarafından Japonlara belirtildi.
Potsdam Bildirgesi, Japonya devlet gelenekleri için oldukça onur kırıcıydı. Bu bildirge, Japon İmparatoru’nun tüm yetkilerini ortadan kaldırıyor ve Japonya’yı bir imparatorluktan ziyade demokratik yeni bir hükümete sahip bir ülke haline getirmeye çalışıyordu. Bu bildirinin Japon İmparatoru tarafından kabul edilmesi asla mümkün değildir.
Hiroşima ve Nagazaki
Atom bombasının atılması gereken bölgeler ile ilgili planlar yapılıyor ve detaylar netleşmeye başlıyordu. Bu arada, Manhattan Projesi’nin askeri liderleri, büyüklüğü ve bölgede bilinen bir Amerikan savaş esiri bulunmaması nedeniyle Japonya’nın Hiroşima kentini atom bombası için ideal bir hedef olarak tanımlamışlardı. New Mexico’da geliştirilen teknolojinin güçlü bir şekilde gösterilmesi, Japonların teslim olmasını teşvik etmek için gerekli görülüyordu.
6 Ağustos 1945’te Enola Gay bombardıman uçağı, henüz test edilmemiş “Küçük Çocuk” bombasını Hiroşima’nın yaklaşık 1.900 metre yukarısına düşürerek beş kilometrekarelik bir alanda görülmemiş bir yıkıma ve ölüme neden oldu.
Aslında ikinci bombanın hedefi Japonların en büyük mühimmat depolarından biri olan Kokura şehriydi. Fakat hava durumunun etkisi nedeniyle ikinci bomba bir diğer alternatif şehir olan Nagasaki’ye atıldı. Japonlar ilk saldırının şokunu atlatamadan ve teslim olmadan önce (yaklaşık 3 gün sonra) 9 Ağustos’ta, bir torpido inşa tesisine sahip olan Nagazaki’nin üzerine “Şişman Adam” bombası atıldı ve şehrin üç kilometrekareden büyük bir alanı yok oldu.
İki bomba 100.000’den fazla insanı ölümüne sebep oldu ve tarihi geçmişi olan iki büyük Japon şehrini yerle bir etti. Ölenlerin dışında binlerce insanın da maruz kaldıkları radyoaktif maddenin etkisi ile hayatları karardı. İki Japon şehri acıları günümüze kadar süren ve dünya tarihinde eşi görülmemiş bir trajediye sahne oldu.
Japonlar, Roosevelt’ten sonra o dönem başkanlık koltuğunda olan Başkan Harry Truman’a 10 Ağustos’ta teslim olma niyetleri hakkında bilgi verdi ve 14 Ağustos 1945’te resmen teslim oldu. Yaşanan olay Japonya ve insanlık tarihi için büyük bir utaç ve trajediye yol açtı. Japon hükümeti ve halkı yaşananların psikolojik travmasını uzun yıllar üzerlerinden atamadılar.
Manhattan’ın Mirası ve Soğuk Savaş
II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Manhattan Projesi’nin de misyonunu tamamladığı ve sona erdiği düşüncesi yanlıştır. ABD, savaşın sona ermesinin ardından Manhattan Projesi kapsamında geliştirilen teknolojileri diğer alanlara uygulamak için yeni araştırma birimleri kurdu. Atom Enerjisi Komisyonu kurularak yeni nükleer çalışmaların devam edilmesi amaçlandı. Bu projelerde keşfedilen teknolojiler farklı alanlara kaydırılarak yeni teknolojik buluşlara öncülük edildi.
1964’te Başkan Lyndon B. Johnson Manhattan Projesi’ni bitirdi. Fakat Amerika hükümeti ve askeri teknoloji araştırmacıları yeni çalışmalar yapmaya devam ettiler. Askeri silah teknolojisi geliştirmek üzere yeni birimler kuruldu. Özellikle Soğuk Savaş’ın başlamasıyla da ABD bu tür çalışmalara ayrıdığı ödenekleri arttırdı ve teknolojik çalışmalara öncülük etmeye devam etti. ABD ve Rusya, Soğuk Savaş döneminde nükleer silahlanma yarışına girdiler.
Soğuk Savaş başladığında dünyada nükleer güce sahip tek ülke ABD idi. Rusların nükleer çalışmaları daha geç bir dönemde başladı fakat çalışmalar yoğun bir istihbarat faaliyetiyle de desteklenerek başarıyla sonuçlandırıldı. 29 Ağustos 1949’da Sovyetler ilk nükleer bombalarını test etti.
Sovyet istihbarat üyeleri özellikle Amerika’nın Manhattan Projesi’nde çalışan bazı bilim adamlarını kullanarak var olan atom projelerini çalmışlardı. Bu nedenle Rusların atom bombası ve nükleer çalışmaları çok hızlı bir şekilde sonuçlandı. ABD ise Rusya’ya yanıtını, teknolojik ve nükleer silahlanmada daha yoğun çalışmalar başlatmakla verdi.
Rusya’nın nükleer silah yapması ve başarıyla test etmesinden sonraki birkaç yıl içerisinde birçok dünya devleti nükleer silahlanma yarışına dahil oldu. Binlerce nükleer savaş başlığı stoklanmaya başlandı. Büyük Britanya, Fransa ve Çin gibi diğer ülkeler de bu süre zarfında nükleer silah geliştirdi.
Ekim 1962’de bütün dünya neredeyse bir nükleer savaşın eşiğine gelmişti. Sovyetler Birliği, ABD kıyılarına sadece 90 mil uzaklıktaki Küba’ya nükleer başlıklı füzeler yerleştirdi. Bu gelişme, Küba Füze Krizi adıyla tarihe geçecek süreci de başlatmış oldu. Başkan John F. Kennedy Küba çevresinde askeri bir deniz ablukası gerçekleştirdi. ABD, tehdidi etkisiz hale getirmek için gerekirse askeri güç kullanmaya hazır olduğunu açıkça belirtti. Sürecin tehlikeli bir hal almamasını isteyen ABD, Sovyet lideri Nikita Kruşçev’e Küba füzelerini kaldırmaya yönelik bir teklifte bulunarak kendisinin de Küba’yı işgal etmeyeceği vaadinde bulundu.
Bu yıllarda ülkelerin tehlikeli faaliyetlerinin farkında olan sorumlu vatandaşlar anti-nükleer hareketini başlatarak başta ABD ve Rusya olmak üzere dünyanın hemen hemen her bölgesinde protesto gösterileri yapmaya başladılar.
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması
Küba Füze Krizi’nin yarattığı korku ve tüm dünyada başlayan anti-nükleer hareketin etkisiyle ABD ve Rusya önderliğinde Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması 1968’de ülkelerin imzalarına açıldı ve bu antlaşma 1970’te yürürlüğe girdi. Antlaşma kapsamında nükleer silaha sahip imzacı ülkeler nükleer silahlanma çalışmalarını devam ettirmeyecekler ve nükleer silahlanma konusunda başarısız olan ülkelerin kendilerini savunma hakları çerçevesinde onlara yardım edeceklerdi.
Bu antlaşmaya rağmen ABD ve Rusya’nın gizli bir şekilde nükleer faaliyetler yürütmeyi sürdürdüğü bilinmektedir. Nitekim günümüzde de bu konuda iki ülke, karşılıklı olarak restleşme durumlarına sık sık gelmektedirler. Aynı zamanda bu anlaşmanın dışında olan Kuzey Kore ve İran gibi ülkelerin kendi nükleer çalışmalarını yürütmesi, uluslararası ilişkilerde her zaman bir tehdit unsuru olarak algılanmıştır. Bu ülkelere karşı özellikle ABD tarafından zaman zaman yaptırımlar uygulanmaya çalışılmıştır.