[voiserPlayer]
Yaşadığımız bu dönemde küresel olarak dünyada sağ popülist ve milliyetçi iktidarların her geçen gün daha da desteklendiğini görebiliyoruz. Dünyanın pandemi ile savaşı devam ederken akla şu soru geliyor: Korona virüs otoriter rejimler için bir ilham mı? Otoriter rejimlerde halkın siyasi karar alma sürecine katılması daha zordur. Bu yüzden iktidarın aldığı kararlar halka danışılmaksızın hızlı bir şekilde uygulanır. Kontrolsüz bir şekilde yayılan hastalıklarda devletin hızlı davranabilmesi halk sağlığı için hayati önem taşır. COVID-19’un anavatanı olan Çin, virüsün çıkışını doğru zamanda bildirmediği ve sınırlarını kapatmakta geç kaldığı için eleştirilere hatta siyasi tepkilere maruz kalsa da vaka sayısını çok hızlı bir şekilde dengelemeyi başardı. Her ne kadar Çin otoriter bir devlet olarak bu başarıyı yakalayabilse de diğer otoriter devletler için aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Pandeminin ilk ayı Sırbistan, sokağa çıkma kısıtlamalarıyla ve sıkı sınır denetimleriyle vaka sayılarını düşük tutmayı başardı. Fakat iki aya kalmadan haziran için seçim hazırlıklarına başlandı. Mitingler düzenlendi ve iktidar, ilan edilen acil durumu hiçbir açıklama olmadan kaldırdı. 11 Haziran günü Sırbistan Futbol Kupası yarı final maçı için 25 bin taraftarın maçı sahada izlemesine izin verildi. Vucic halkın önlemlere uymadığı için salgının yayıldığını söylese de Sırbistan 21 Haziran’da korona virüs gölgesinde bir seçim geçirdi.
Katılımın oldukça düşük olduğu seçimlerde muhalefet, medyayı kontrolüne aldığı Vekic için halkı boykota davet etti. Muhalefet lideri Radulovic seçimlerde usulsüzlük yapıldığını öne sürerek Sırbistan Anayasa Mahkemesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. Seçimin ertesi günü Balkan Investigative Reporting Network hükümetin açıkladığı vaka sayılarının ve ölüm sayılarının üç kat daha fazla olduğuna dair bir rapor yayımladı. Vucic bu iddiayı yalanladı ve salgının artmasının sorumlusunun halkın umursamazlığı olduğunu savunarak 7 Temmuz günü sokağa çıkma yasağı ilan etti.
Hükümetin korona virüse karşı savaş politikalarını doğru bulmayanlar seslerini parlamento önlerinde, sokaklarda, balkonlarda tencere tavayla devlet görevlilerine duyurmaya çalıştı. 7 Temmuz 2020’de Sırbistan’da halk sokağa döküldü. Sırbistan cumhurbaşkanı Alexandar Vucic’in sokağa çıkma yasağı ilan etmesinden birkaç saat sonra Sırplar Belgrad’daki ulusal meclis binası önünde toplandı. Binlerce kişi polis müdahalesiyle, biber gazıyla dağıtılmaya çalışıldı. Vucic, Belgrad’da çıkan ayaklanmalar için Hırvatistan’ı suçladı ve eylemcilere terörist dedi.
Alexandar Vucic kendi ülkesinin sınır ülkeleri tarafından sevilmeyen bir devlet adamı. Karantinanın başında salgınla savaşmak için Avrupa Birliği tarafından kendisine yardım edilmediğini söyleyen Sırp cumhurbaşkanı, Avrupa dayanışmasının birer peri masalından ibaret olduğunu belirtmiş ve Sırp hükümetinin imdadına Çin koşmuştu.
Otoriter rejimlerin başarılı olabileceği ihtimalini çürüten diğer ülke ise Brezilya. Brezilya devlet başkanı Jair Bolsanaro salgının başından beri önlemlere uymamasıyla biliniyordu. Basını halkı gereksiz yere tedirgin etmekle suçlamış, İtalya koronavirüsten kırılırken İtalyan halkının yaşlı nüfusundan dolayı ölüm sayılarının fazla olduğunu savunmuştu. Maskesiz dolaşan ve nasıl olsa “eninde sonunda hastalığa yakalanacağız” anlayışıyla halkla iç içe dolaşan Bolsanaro, 16 Temmuz’da eşiyle birlikte koronavirüse yakalandığını duyurdu. Brezilya ise şu an salgından dolayı en çok can kaybı veren ikinci ülke.
Avrupalı Chavez olarak bilinen Macaristan cumhurbaşkanı Viktor Orban’a salgının başında parlamento tarafından karar alımını hızlandırmak adına sınırsız yetki tanındı. Macar halkında 2010’da iktidara gelen ve yasama, yürütme, yargıda köklü değişiklikler yapan ve basına sansür uygulayan Orban’a karşı bu yetkiyi kötüye kullanma endişesi var. Avrupa Birliği’ne üye olmasından dolayı AB de Orban’ın bir “Korona Diktatörü”ne dönüşmesinden korkuyor.
17 yıldır iktidarda olan Azerbaycan cumhurbaşkanı İlham Aliyev, karantina sürecini tarafsız medyanın ve muhalefetin aleyhine çevirdi. Mart ayında, pandemi kapsamında toplanmaların yasak olduğunu ileri sürerek 4 kişilik muhalif hareket “D18 Movement”in ofisini dağıttı.
Korona virüsün dünya geneline yayılmasıyla sağlık dışında da bazı endişeler ortaya çıktı. Bunlardan biri halk tarafından duyulan demokrasiyi ve özgürlükleri yitirme endişesi. Diğeri de insanların sağlıklarından endişe duyduğu ve sevdiklerini kaybetme korkusuyla iktidar tarafından duyulan ayaklanma ve protesto korkusu. Her sene yayınlanan demokrasi indeksine göre korona virüs pandemisi özellikle gelişmemiş ülkeler için endişe verici bir süreç.
Tam olarak ne olduğunu ve nasıl tedavi edilebileceğini aylar geçmesine rağmen hala bilmediğimiz bu virüsle savaşırken, dünyanın farklı yerlerinde yaşanan ayaklanmalara ve siyasi gerilimlere tanıklık ediyoruz.
Belarus’ta 26 yıldır cumhurbaşkanı olan Aleksandr Lukeşenko tarihin tekerrür ettiğini bir kez daha gösteriyor. Virüsten korunmak için votka ve saunayı öneren Lukeşenko, korona virüse rağmen seçim yapılacağını açıklamıştı. Muazzam bir oy farkı ile sandıktan galip çıkan Lukaşenko, Belaruslular tarafından usulsüzlük ve hileyle suçlandı. Ülkede 3 haftayı aşkındır protestolar sürerken geçen günlerde Lukaşenko’nun helikopterden tüfekle inmesi, Belarus cumhurbaşkanının ne kadar korktuğunu tüm dünyaya gösterdi. Lukaşenko halkın sokaklara dökülmesinin ardından bir fabrikaya işçilerin desteğini almaya gittiğinde bir anda “Defol!” sloganlarına maruz kaldı. Bu görüntüleri izlerken akıllara eski Romanya cumhurbaşkanı ve diktatör Çavuşesku gelebilir. Nitekim, o da idam edilmesine günler kala her şeyden habersiz bir şekilde kalabalığa konuşma yaparken, bir anda kalabalık kontrolünü kaybetmiş ve kendisini kızgın halkın içinde bulmuştu. Acaba Avrupa’nın son diktatörünün sonu da mı böyle olacak?
Belarus’taki prostetolar hala sürerken, bugün de bir başka otoriter devlet adamından destek geldi. Rusya cumhurbaşkanı Vladimir Putin, Belarus’a istenirse Rus ordusunu gönderebileceğini söyledi. Daha önce gazeteci Anna Politkovkaya, eski KGB ajanı Alexander Litvinenko ve eski muhalefet lideri Boris Nemtsov’u öldürmekle suçlanan Rus hükümeti, bugünlerde ana Rus muhalefet partisi lideri Aleksey Navalni’yi zehirlemekle itham ediliyor. Putin’in 2000’de iktidara gelmesiyle 21 gazetecinin öldürüldüğü tahmin ediliyor. Litvinenko, gazeteci Politkovkaya’nın katilini bulmaya çalışırken radyoaktif bir maddeyle Londra’da zehirlenmişti.
Otoriter rejimlerde baskı en çok iki şekilde hissettirilebilir: Birincisi, sert bir baskı biçimi olarak suikastların düzenlenmesi ya da ayaklanmaların şiddetle bastırılması gibi sert önlemlerle; ikincisi olaraksa daha yumuşak ve şiddete dayanmayan, gazetecilere hakaret davalarının açılması ya da sıkı denetimlere başvurulması gibi taktiklerdir. Türkiye yumuşak baskı araçlarını kullanırken, Rusya yıllardır muhalifleri “ortadan kaldırmasıyla” biliniyor.
Korona virüs tüm insanların ders çıkarması gereken bir süreç. Bu süreç, sağlıkta yaşanılan sorunların tüm sektörleri ve hayatın her alanını nasıl sert ve hızlı bir şekilde durdurabileceğini gösterdi. Yine aynı salgın bize sosyal devletin ne kadar hayati önem taşıdığını gösterirken, içinde bulunduğumuz ülkeyi yönetenlerden ne kadar memnun olduğumuz sorusuyla da yüzleştirdi.
Otoriter rejimler, halkta korku ve panik yaratan olağanüstü durumları gücünü pekiştirmek için kullanır. Savaş, doğal afet, terör, kundaklama ve salgın gibi facialarda toplumdaki bireyler güçlü bir iktidara ihtiyaç duyar ve liderlerinin etrafında toplanır. Salgın gibi toplumda endişenin hat safhada olduğu durumlarda, otoriter hükümetler durumu lehine çevirmek için halk oylamalarına başvurabilir. Tıpkı Rusya’da Putin’in 2036’ya kadar iktidarda kalmasına olanak tanıyan referandum, Sırbistan ve Belarus’ta yapılan seçimler gibi.