[voiserPlayer]
Türkiye’de hakikatler perspektifi ile bir demokrasi anlayışı inşa etme geleneği, ülkenin 100. yılına yaklaşan Cumhuriyet dönemi içerisinde hiçbir zaman oluşturulamadı. Fakat demokrasi çabası ve yüzleşme arayışı belirli ölçüde bugüne kadar en azından deneniyordu. Türkiye’de kurulan yeni rejimin özelliğinden kaynaklanan bir takım tecrübeler, Erdoğan ve AKP iktidarının değişimine dair demokratik umutları ülke tarihinde ilk kez sorgulatmıştır. Türkiye’de bu dönem ve bu dönemin gelişiminde rolü olan siyasal olaylar, “post truth” kavramının açığa çıkışı ve demokrasinin manipülasyon ve kutuplaştırıcı bir dille nasıl otokrasiye dönüştüğünün çarpıcı bir örneği.
Post Truth Nedir?
Dünya siyaseti içerisinde medyanın dijitalleşmesiyle daha da belirginleşen post-truth kavramı, ilk kez 2004 yılında Ralph Keyes tarafından kurumsallaştırılmıştır. Türkçeye “hakikat sonrası” olarak çevrilen post-truth kavramının kullanımı, 2016 yılında Oxford Sözlükleri’nin yılın kelimesi olarak seçmesiyle yaygınlaşmıştır. Oxford sözcüğü bu kavramı bir sıfat olarak “belirli bir konuda kamuoyu oluşturmada nesnel olguların duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması” şeklinde tanımlamıştır. Özellikle siyasetçilerin kendi fikirlerine yönelik olarak kamuoyu oluşturmak için kullandığı bu yöntem popülizmin en önemli araçlarındandır.
Post-truth kavramının siyasal iletişimde politikacılar tarafından kullanımı bir bakıma yalanı makyajlamaya benzetilebilir. Hiç şüphesiz yalan sadece siyasetçilere has bir davranış değildir. İnsanlar günümüzde etik ve ahlaki değerleri bir kenara bırakıp paçayı kurtarabilmek için gerçeği örtbas edebilmektedirler. Keyes bu duruma “hakikat sonrası” derken, yaşadığımız yüzyılı “hakikat sonrası çağ” olarak konumlandırıyor: “Hakikat sonrası, etik açıdan bir alacakaranlık kuşağında yer alıyor. Yalancı olduğumuzu düşünmeden gerçeği gizlememizi sağlıyor.”
Demokrasi ve Post-Truth Arasındaki İlişkiyi Anlamak
Siyasette hakikat olgusu, demokratik ülkelerde kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte daha sorgulanabilir bir biçimde ortaya çıkarken, internetin küresel bir iletişim aracı olarak ortaya çıkmasıyla başlayan enformasyon çağı, bu olguyu daha da belirgin kılmıştır. Bu nedenle felsefi hakikat ile olgusal hakikat arasındaki farkı ayırt etmek gerekir. Bir politikacının kendi değer yargılarını temel alarak inşa etmek istediği toplumla (felsefi hakikat), bireyin ve toplumun kendi oluşturduğu değer yargıları her zaman örtüşmemektedir. Dolayısıyla hakikat ile siyaset arasındaki keskin hat burada ayrışmaktadır.
Felsefi hakikat berrak değildir fakat olgusal hakikat yorumlara açık olmakla birlikte bilimsel bir anlam taşımaktadır. Olgusal hakikat Arendt’e göre sabit ve değişmezdir. Siyasetçilerin olgusal hakikatleri tümden değiştirip, kendi değer yargılarıyla topluma empoze ettikleri ise bir tür modern yalandır. “Modern ve örgütlü yalan, Arendt’e göre, yok saymaya karar verdiği her şeyi ortadan kaldırma eğilimi taşıdığı gibi aynı zamanda olgusal hakikat ile sıradan kanaatler arasındaki ayrım çizgisini flu’laştırarak kendisini güçlendirir. Enformasyon çağında dahi demokratik ülkelerde son yıllarda popülist siyasetle birlikte etkisini arttıran modern ve örgütlü yalan, demokrasinin faziletlerinin tartışıldığı bir dönemin yolunu açmıştır. Bu gelişmenin tezahürlerini ise toplumlar üzerinde kutuplaştırmayı arttıran bir faktör olarak görmekteyiz.
Popülizm İçerisindeki Demokratik Anlayış ve Post-Truth Siyaset
Hakikat ötesi siyasetin en etkili aygıtı popülizmdir. Popülizm, salt bir ideoloji olarak (komünizm, liberalizm, feminizm vb.) nitelenmemekle birlikte özünü kutuplaştırmadan alır. Bir siyasal iletişim biçimi olarak ortaya koyduğu argümanı “yozlaşmış elit” ve “gerçek halk” şeklinde örnekleyebileceğimiz popülist siyaset, halkın çoğunluğunun temsil edildiği bir iradenin iktidarını amaçlamaktadır. Burada popülizmin hakikat ötesi siyasetle özdeş bir durum olarak ortaya çıkmasında ise belirleyici ana unsur propaganda biçimidir.
Modern dünyada belirgin bir şekilde ortaya çıkan bir politika tarzı olan popülizmin etki alanını ve kitlesini besleyen propaganda ve retorik, dezenformasyon ile birleştiği vakit etkili bir silaha dönüşmektedir. Bunun örneklerini özellikle son yıllarda dünyada popülizmin artışıyla açıklayabiliriz. Sol veya sağ popülizmin ortak hedefi, kitle siyasetine yönelik kullanılan iletişim aygıtlarını da birleştirerek, toplumsal sorunların demokratik çözümlerine perde çekip, halka “yalan” üzerine kurulu bir alternatif sunmanın ötesine geçmemektedir. Popülizm, literatürde bir siyasal ideoloji değil, bir siyaset tarzı olarak somutlaşmıştır.
Murat Belge, Siz İsterseniz: Popülizm Üzerine Yazılar kitabında, günümüzde popülist siyaset tarzının geldiği noktayı, sağ siyasetin hegemonyası altında siyasetçiler tarafından kendilerine göre eğip-büktüğü bir yöntem olarak açıklarken, sol siyasetin de bu alana kendini “eklemlemesinin” önemli bir gereklilik olduğunu söylüyor. Özetle, hakikat ötesi çağda siyasetin bütünüyle popülizmden beslendiği bir dönemde, temel dinamiğini “insanların yüzyıllardır birikmiş, çoğu çelişik ve çoğu gerçeklikten kopuk genellemeyi, nosyonu, felsefe kırıntısını bir araya getirip bir iktidar aracı olarak “tutarlılık” verecek bir şekilde eklemlemek” bir siyaset yöntemi olarak öne çıkmıştır.
Hakikatin önemsizleştiği bir siyaset tarzında, demokrasinin insanlığa getirdiği değerlerin tartışıldığı bir paradigmanın içerisinde en büyük tehlike, demokrasinin tüm ideallerini gerçekleştirmeyi vaat eden, yozlaşmış bir demokrasi biçimi olan popülizm tarafından geliyor. Yalın Alpay bu durumu Yalanın Siyaseti kitabında bir başka deyişle şöyle açıklıyor: Popülist siyasette “kazanan her şeyi alır” zihniyeti demokrasinin temel ilkesi olarak pazarlanmaya çalışılıyor.
Günümüzde Türkiye’de Erdoğan önderliğinde yerleşen otoriter rejim, post-truth kavramının açığa vurduğu üzere, kitle iletişim aygıtları ve devlet gücünü arkasına alarak halkın birçok sorununun çözülmesinin önünde bir engel teşkil etmeye başlamıştır. Güçlü medyası aracılığıyla özellikle ekonomi alanında ortaya atılan ve hiçbir şekilde gerçeği yansıtmayan veriler eşliğinde, halkı bir hayal dünyasında yaşatma çabası içerisindedir. Ancak sosyal medya gibi alternatif alanlar ve özellikle de ekonomik krizin insanların bireysel hayatlarının her alanında kendini hissettirmesi, otoriter rejimin inşa ettiği duvarların bir bir yıkılmasıyla sonuçlanmaktadır. Bu nedenle muhalefetin post-truth kavramı ve bu kavramla ilişkili bir popülizmin farkında olarak karşı stratejiler geliştirmesi elzemdir.
Fotoğraf: Alistair Corden