[voiserPlayer]
Ne çile çektik
Ne çile çektik, ne çile! Dövüldük, hor görüldük, sancıdık, tüm vatandaşları temsil etme kabiliyetine haiz olması beklenen kişi ve kişiler tarafından kutuplaştırıldık. Toplum olarak bütünlüğümüzü koruyabilmek için cenderelerden geçtik, geçiyoruz. Kırılıp buharlaşmamak için esnemeyi öğrendik, öğreniyoruz.
Son düzlüğü koşuyoruz
Ve fakat inanıyorum artık son virajı döndük, son düzlüğü koşuyoruz. Toplumsal sözleşme ortaya çıktı, bu sözleşmeyi seçim başarısıyla taçlandıracak olan aday ve formül de ortaya çıktı. Kolay olmadı, hiç kolay olmadı. Bir araya gelmek de bir arada durmayı başarmak da bu krizlerin ortaya çıkardığı gerilimleri aşmak da kolay olmadı.
O dört gün
Özellikle geçtiğimiz hafta Millet İttifakı cephesinde yaşanan gerilim, bu toplumsal sözleşmenin yaşayabilmesi ve son düzlükte çizgiye varabilmesi konusunda hiç de hafife alınmayacak bir endişe yaşattı. O dört günlük krizde ailem, arkadaşlarım, dostlarım, akrabalarım, hocalarım, sosyal çevremde iletişim içinde bulunduğum herkes bütünleşme ve krizin aşılması için işi gücü bırakıp soluk almadan gündeme odaklandı; tavrını gösterdi.
Keşke hiç yaşanmasaydı
Bu krizin hiç yaşanmaması en doğrusu olurdu, şüphesiz. Ancak yine Daktilo1984 için yazdığım ‘’Altılı Masaya Samimi Eleştiriler’’ yazımda bu endişemi sezdirmeye çalışmıştım. Sürecin başından beri farklı zamanlarda ve şekillerde katkım talep edildiğinde bu sözleşmeye katkı sunmuş bir genç olarak diyalog konusunda sıkıntıları en başından beri görüyordum. Şimdi bu gerilimin detaylarını, bu gerilimin perde arkasını yazmanın bir manası olmadığı kanaatindeyim. Seçimden sonra, çökme kültürünü ve temsilcilerini elbirliğiyle sandıkta uğurladıktan sonra bunları gerekirse yazacağız, konuşacağız.
Teşekkürler
Bu krizin aşılmasında her partinin rolü oldu. Her parti kamuoyunun da gösterdiği kararlılık sonrasında gelinen noktada örgütsel hassasiyetlerin değil, kazanma hedefinin öncelikli olduğunu net şekilde idrak etmiş oldu. Her parti sağduyu gösterdi ama özellikle Gelecek Partisi’nin ciddi bir mekik diplomasisi oldu ki o diplomasiye pazar günü akşamüzerinden itibaren bizzat şahitlik ettim. Sağduyusu için altı partiye de lakin özellikle bu anarşi halinden çıkılması için gösterdiği tavır için Sayın Davutoğlu’na, Sayın Özdağ’a, Sayın Üstün’e ve Gelecek Partisi’ne teşekkür ediyorum. Geçti, gitti.
Gelsin gelmekte olan
Kendimi 2020’de gibi hissediyorum. Evet, kendimi 2020’de gibi hissediyorum. Neden mi? Amerikan siyasetini takip eder, çözümlemeye ve o konuda heybemi doldurmaya çalışırım. Özellikle 2016’da Trump’ın galibiyetinden sonra ülkemiz kamuoyu da bu konuda daha ilgili olmaya başladı. Clinton’a karşı aldığı galibiyet, tüm dünyada yankı uyandırdı. O seçimi Trump’a kazandıran; kanaatimce öncelikle merkez çevre bölünmesinde çevrenin beklentilerini karşılamaktan uzaklaşan Obama yönetimi, 2008 kriziyle beraber Fukuyama’nın öngördüğü gibi aslında tarihin sonuna gelmiş olmadığımız gerçeği ve dünyada neoliberalizme karşı alternatif paradigma arayışının bir yansıması olarak yükselen milliyetçi-muhafazakar refleks olmuştu. Tabii o sonuca dair pek çok başka etmen eklenebilir, sıralanabilir. Enflasyon, mavi yakanın hayat standardının düşüşü, NAFTA, Clinton’ın kişisel özellikleri, siyasi pazarlama ve iletişim süreci vs. Bu seçimden sonra ABD de siyaset esaslı bir dönüşüm yaşadı, polarizasyon arttı. Trump, sağ popülizmi kökleyerek, kutuplaştırarak ve başta Cumhuriyetçi Parti’yi daha sonra da devleti Trumplaştırmak istedi. Trumpizm bugün halen Amerikan siyasetinden silinmiş vaziyette değil, uygun boşluğu bekliyor. Bu dört yıllık dönem ABD’de dişleri ve yumrukları sıktırdı, belki de modern tarihinde Amerikan halkına Watergate elinde patlamış Nixon’dan daha fazla yaka silktirdi. Merkez siyasetin kapsamı ve kapasitesi daralırken Cumhuriyetçi Parti’nin tabanı uçlara kaymaya başladı, seçmen davranışları keskinleşti. Demokrat Parti buna karşın “Amerikan Ruhu” temasıyla siyasette merkez alanı genişletmeye odaklandı, bu yönde bir stratejiyi ortaya koydu.
Donald Trump, 2020 için kitlesini coştururken işin başında anketlerde halen şansa sahipti.
Sonra önseçim maratonu başladı ve Demokrat Parti’de adaylar belirdi.
Bernie Sanders, Kamala Harris, Pete Buttigieg, Amy Klobuchar, Kirsten Gillibrand, Tulsi Gabbard ve Joe Biden.
2020’ye bir virgül koyalım ve bir geriye bakış yapalım.
Joe Biden yaşlıydı ve toplumun hemen hemen hiçbir kesimi kendisi için pek de heyecanlı sayılmazdı.
Biden, daha önce 1988’de ve 2008’de aday olmuş; 1988’de önseçimler başlamadan geri çekilmiş, 2008’de de ilk önseçim olan Iowa’da %1 oy dahi alamadan 5’nci gelerek kampanyasını noktalamıştı.
1988’de varlık dahi gösteremedi. 2008’de yarış Barack Obama ve Hillary Clinton arasında geçti ve grassroots kampanya stratejisi, siyasi iletişimde yenilikçi uygulamalarıyla Obama, Demokrat Parti’nin adayı olmayı başardı. Bu Demokrat Parti’nin o dönemki merkez kanadı için şaşırtıcı bir netice oldu zira herkes Hillary Clinton’ın aday çıkmasını bekliyordu. Obama, genç bir senatördü; Clinton deneyimi temsil ediyordu.
Obama’nın önünde önemli bir tercih vardı, beraber kampanya yapacağı ve yetki bölüşümüne giderek memleketi birlikte yöneteceği yol arkadaşını seçmek. Başkan Yardımcısı adayını belirlemek.
Obama ve ekibi pek çok isimle diyalog kurduktan sonra seçenekleri ikiye indirgedi. Bunlardan biri Virginia Valisi Tim Kaine diğeri de Delaware Senatörü Joe Biden oldu. Kaine gençler arasında destek görüyor, parti için yenilikçi kanadın bir temsilcisi olarak görülüyordu. Biden merkez kanattan destek görüyor, Clinton’ın yenilgisinden enerji kaybına uğramış merkez kanat için bir güvence olarak yorumlanıyordu.
Obama, azınlıklardan, genç seçmenlerden, kadınlardan yeterince destek görüyor ama merkez kanadın nüfuz alanında olan beyaz yaka, mavi yaka ve görece muhafazakar kanatla mesafeli duruyordu. Obama, partiyi de kampanyasını da birleştirmek için Joe Biden’ı yol arkadaşı olarak seçti. Seneler sonra Obama otobiyografisinde bu tercihten şöyle bahsedecekti: “O günlerde Tim’e daha çok yakındım. Kalbim Tim’i istiyor ama aklım Joe’yu işaret ediyordu.’’ Obama, danışmanlarının da önerisiyle bu bütünleşmeyi sağlamak için Joe Biden’la yol yürümeyi seçti.
O yolun sonu tarihi bir zafere çıktı ve hakikaten de Obama-Biden ortaklığı partiyi ve tabanı birleştirmeyi başardı.
2016’da Joe Biden, Demokrat Parti’nin doğal bir adayı olarak görüldüyse de hem yaşını hem de Clinton’ın ilk kadın başkan olarak tarih yazma şansını değerlendirerek aday olmadı.
Evet, 2020’de Trump’ın otoriterleşen yönetimine son vermek için merkez siyaset alanını açmaya çalışıyordu Demokrat Parti.
2016’da Adaylıktan Clinton lehine feragat eden Biden, bu kez oyuna girdi.
Amerikan’ın ruhu temalı bir videoyla adaylığını açıkladı, bu videoda North Carolina ve Virginia’da yaşanan aşırı sağcı protestolara karşı Trump’ın sessizliğine vurgu yaptı ve birleştirici olacağına söz verdi.
Evet, Biden’ın en büyük sözü birleştirmek oldu. Otuz altı sene senatörlük, sekiz sene başkan yardımcılığı yapan Biden, sadece bütünleştirmek için söz verdi. Amerika’yı fabrika ayarlarına döndürmek, döndürürken de her kanadı ilerletmeyi kendisine bir hedef olarak koydu.
Donald Trump, Joe Biden’ın adaylığını memnuniyetle karşıladı.
Dedim ya Biden başta hiçbir tabanı öyle fevkalade heyecanlandırmadı.
Yaşlıydı, yer yer eyaletleri karıştırdı, yer yer dili dolaştı.
Trump, “Sleepy Joe”yla yarışmak istedi en çok, aday olarak Biden’ı karşısında görmek istedi.
Onu rahatlıkla yenebileceğini düşündü.
Herkesin malumu olduğu üzere o iş öyle olmadı.
Önceki iki denemesinde hiçbir heyecan yaratamayan Sleepy Joe, dengenin tepetaklak olduğu günlerde eski normalin tesisi umuduyla derleyen toplayan aday oldu.
Obama’nın yaptığı gibi yol arkadaşını seçerken yine toplumu birleştirmeyi önceledi Sleepy Joe. Kampanya enstrümanlarını ve kazanması halinde birlikte yöneteceği A takımını seçerken de merkeze ve normale can suyu olmak için uğraştı.
Biden, merkez Cumhuriyetçilerden, merkez Demokratlardan, gençlerden, kadınlardan, siyahilerden, beyaz yakalılardan, mavi yakalılardan, partisinin ilerici kanadından oluşturduğu koalisyonla ve merkez siyaseti güçlendirme stratejisiyle Trump’ı Arizona ve Georgia gibi Demokratlar için zor eyaletleri de kazanarak mağlup etti.
Şimdi neden 2020’de gibi hissettiğimi anlatabildim mi?
Kemal Kılıçdaroğlu, 2010’dan beri ve özellikle 2016’dan bu yana aynı şekilde daraltılan merkez siyasetin kapasitesini genişletmek için mücadele veriyor.
Önce kendi partisinin kurumsal bir dönüşüm yaşaması için mücadele verdi.
2014’de MHP’yle birlikte çatı aday gösterdi.
2015’de 7 Haziran’dan sonra en büyük ikinci partinin lideri olmasına rağmen bir hükümet çıkarabilmek için başbakanlıktan feragat etti.
2018’de İYİ Parti kurulabilsin diye on beş milletvekilini ödünç verdi.
Yeri geldi HDP’yle dayanıştı, yeri geldi Saadet Partisi’yle dayanıştı, yeri geldi Demokrat Parti’yle dayanıştı.
Gelecek ve DEVA Partilerinin kurulması için elinden gelen desteği verdi.
Millet İttifakı’nın bugünkü formuna kavuşabilmesi için her tabanı buluşturan bir lider olmaya çalıştı.
Tüm bunlar yaşanırken Kemal Kılıçdaroğlu “liderlik vasfı olmayan, basiretsiz olan, çapsız olan” oldu.
Zat-ı alileri “Bay Kemal” dedi ona.
Bay Kemal aşağı, Bay Kemal yukarı oldu.
Bundan 3 sene önce belki kimse Bay Kemal’in cumhurbaşkanlığına yürüyeceğini öngörmezdi, tıpkı Biden’ın başkanlığa yürümesi gibi.
Pazartesi günü Saadet Partisi Genel Merkezi önünde, Atatürk posterinin altında, alevi bir Cumhurbaşkanı adayı, Berat tebrikiyle açıklandı Bay Kemal’in adaylığı.
Rekabetçi otoriter bir rejimde, sağ popülizme karşı toplumsal sözleşmeyi ve toplumsal muhalefeti bir araya getirdi Bay Kemal. Türkiye’yi fabrika ayarlarına döndürmenin sözünü verdi, bu sözü de her mahalleyle uzlaşarak verdi.
Zat-ı alileri, “Bay Kemal”le yarışmayı arzuluyordu.
İstediği oldu.
Uzlaşılan adaylık formülüyle birlikte sekiz güçlü cumhurbaşkanı yardımcısı adayıyla birlikte Bay Kemal yola çıktı, geliyor.
Bir yanında milliyetçilerin ablası Meral Akşener, bir yanında milli görüşün bilgesi Temel Karamollaoğlu, bir yanında muhafazakar mahallenin hocası Ahmet Davutoğlu, bir yanında merkez sağın mirasçısı Gültekin Uysal, bir yanında piyasaların sigortası Ali Babacan, bir yanında İstanbul’da zat-ı alilerini iki kez yenen Ekrem İmamoğlu, bir yanında son dinozor bükücü Mansur Yavaş…
Bay Kemal, dostlarıyla geliyor.
Bay Kemal’e gidecek oylar, dostlarına da gidiyor.
Bay Kemal’e gidecek oylar, Türkiye’nin tüm toplumsal gruplarının uzlaşısına gidiyor.
2020’de Biden’a değil; özgürlüğe, demokrasiye, adalete oy vermişti Amerikan halkı.
2023’de Kılıçdaroğlu’na değil; özgürlüğe, demokrasiye, adalete oy verecek Türk halkı.
Benziyorlar değil mi?
İkisi de azınlık olma öyküsüne sahip.
İkisi de otoriterlere karşı aday oldu.
İkisi de kutuplaştırmayı bitirmek için didindi.
İkisi de toplumsal muhalefeti bir araya getirdi.
İkisi de heyecan veren değil, üzerinde uzlaşılan aday oldu.
İkisi de rakipleri tarafından karşı tarafın en güçsüz adayı olarak görüldü.
İkisi de devletin ayarlarına döndürülerek yeniden inşa edilmesini öncelikleri yaptı.
Sleepy Joe, merkez siyaseti yeniden inşa ederek kazandıracak seçmen koalisyonunu kurmayı başarmıştı.
Bay Kemal, merkez siyaseti yeniden inşa ederek kazandıracak seçmen koalisyonunu kurmayı başaracak mı?
Bakalım Sleepy Joe’nun başardığını Bay Kemal başaracak mı?
Başarsın dilerim.
Gelsin gelmekte olan.
Gelsin artık.
Gelsin.
Fotoğraf: Tj Holowaychuk