[voiserPlayer]
24 Haziran seçimlerinden kısa bir süre önce AK Parti-MHP Simbiyozu: Mutualizm, Kommensalizm ve Parazitizm başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Yazımda, 15 Temmuz darbe girişimden sonra inşa edilen AK Parti-MHP ittifakının, içinde üç ilişki türünü de barındıran bir çeşit simbiyoza, yani ortak yaşama benzetmiş; başlangıçta her iki partinin de yararına olan bu mutabakatın giderek MHP’nin lehine sonuçlar üretmeye başladığını öne sürmüştüm.
Ancak 24 Haziran’da, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turda Recep Tayyip Erdoğan’ın zaferiyle neticelenmesi yukarıda dile getirdiğim iddianın AK Parti içerisinde tartışılmasını bir süreliğine tehir etti. Öyle ki, 7 Haziran-1 Kasım 2015 tarihleri arasındaki dönemi hariç tutarsak, 16 yıllık kesintisiz tek başına iktidarı boyunca hiçbir zaman Meclis çoğunluğu kaybetmeyen AK Parti’nin, 24 Haziran’da bu vasfını yitirmesi ve yasama erki özelinde koalisyona mecbur bırakan bir sonuçla karşı karşıya kalması parti içerisinde gündem dahi ol[a]madı. Hâlbuki bir önceki genel seçimlere nazaran AK Parti, 24 Haziran’da 2.5 milyona yakın oy kaybetmişti. İktidar mahfilleri bu durumu, AK Parti seçmeninin, ittifak ortağı MHP’ye yaptığı bir jest olarak okudu. Onlara göre, AK Partililer, İYİ Parti’nin gedikler açtığı MHP surlarını büyük bir yüce gönüllükle tahkim ederek siyasî altruizm örneği sergilemişlerdi. Yüzde 53.66 oy oranıyla Cumhur İttifakı, Meclis çoğunluğunu elde etmeye muvaffak olmuş; demokrasinin en mukaddes umdesi ve meşruiyetin yegâne formülü olarak takdim edilen yüzde 50 artı 1’i fazlasıyla sağlamıştı. Üstelik 16 Nisan 2017’deki referandumla kabul edilen yeni sistem, yürütme erkini koalisyon mecburiyetinden de azade kılmıştı. Dolayısıyla 24 Haziran seçimlerinin, AK Parti açısından herhangi bir menfî duruma delâlet etmediğine kanaat getirildi. Örneğin, nonpartisan düşünce kuruluşu SETA, 24 Haziran’ın akabinde yayımladığı analizde seçim sonuçlarının AK Parti’ye bakan yönünü şu cümlelerle değerlendiriyordu:[1]
“Böylece 2018 Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerinin en net kazananı Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti olmuştur… 24 Haziran seçimlerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğini tekrar konsolide ettiğini ortaya koyan en önemli gösterge 26 milyondan fazla seçmenin oyunu alarak tekrar cumhurbaşkanı seçilmesidir. Bu sonuç Erdoğan’ın 2014 cumhurbaşkanı seçimiyle kıyaslandığında yaklaşık 6 milyon daha fazla oy aldığını göstermektedir…. Öte yandan AK Parti’nin bu seçimlerde 1 Kasım 2015 seçimlerine göre yaklaşık 7 puanlık bir oy kaybı yaşadığı görülmüştür. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kaybın sebeplerinin anlaşılması için gerekli araştırmaların yapılacağını ifade etmiştir. Bu hususta kamuoyunda ön plana çıkan nedenlerden birisi Cumhur İttifakı’nın bir diğer ortağı olan MHP’ye AK Parti’den oy geçişinin gerçekleşmesidir. Ancak beş partinin yüzde 10 bandını aşarak Mecliste sandalye kazandığı düşünülürse AK Parti’nin Parlamentoda yakaladığı 295 sayısının yüzde 42,6’lık oy oranı için tatmin edici olduğu söylenebilir. Büyükşehirlerde ise AK Parti’nin 1 Kasım’a nazaran bir oy kaybı yaşadığı görülmüştür. AK Parti birinci geldiği büyükşehirlerde ortalama yüzde 6-14 arasında bir oy kaybı yaşamıştır. Kuşkusuz AK Parti’deki bu kaybın sebeplerinin anlaşılması ve bu düşüşe sebep olan sorunların çözülmesi ihtiyacı AK Parti’de yenilenmenin devam edeceğini de göstermektedir. Bu yenilenmenin 2019’daki yerel seçimlere yönelik yapılacak hazırlığın bir parçası olacağı düşünülebilir.”
Yukarıda alıntılanan pasajda da görüldüğü gibi, SETA’nın öncelikle üzerinde durduğu konu Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını ilk turda kazanmasıydı. Dahası SETA, AK Parti’nin yüzde 7’lik oy kaybını tali bir mesele olarak görmek şöyle dursun, bu kaybı 2019’daki yerel seçimlerde AK Parti’nin yapacağı yenilenme hamlesinin bir karinesi olarak anlamlandırıyordu. Sözün kısası adam kazanmıştı; bu AK Parti ve MHP ittifakının başarılı olduğunun en somut deliliydi. Gerek AK Parti, gerekse partiye yakın çevreler 24 Haziran’daki oy kaybının nedenlerini ve MHP’yle olan ittifakın neler getirip neleri götürdüğünü tartışmaya yelten[e]medi. Ta ki 31 Mart’a kadar.
31 Mart’tan sonra ortaya çıkan tablo, AK Parti içerisinde bir öz eleştirinin başlamasını -esasen bu 24 Haziran’da, hatta daha öncesinde 16 Nisan 2017’de, İstanbul ve Ankara hayırda birleştiğindeyapılmalıydı- tetikledi. Birtakım AK Partililer, 31 Mart’ta özellikle büyükşehirlerde yaşanan mağlubiyetin temel gerekçeleri olarak ekonomideki kötü gidişatı, aday tercihlerini, teşkilâtların yeterince çalışmamasını, söylem dağınıklığını, partiyi partiden daha çok sahiplenen medyanın mütecaviz dilini gösterdi. Daha cesaretli olanlar ise MHP’nin temsil ettiği mirasın ve tesir ettiği siyasetin AK Parti’nin farklı seçmen profillerine ulaşmasına imkân veren menfezleri tıkadığını vurgulayıp ittifak üzerine yeniden düşünülmesi gerektiğinin altını çizdi. Elbette zikredilen bu tespit ve tenkitler yanlış değil. Ancak bir noktanın ıskalandığını ya da görmezden gelindiğini düşünüyorum. Nasıl oluyor da teşkilâtlarının çalışkanlığıyla, aday tercihlerindeki isabetiyle öne çıkmış; argüman, söylem ve slogan düzeyinde ürettiği cezbedici içeriklerle rüştünü ispatlamış bir parti, birkaç yıl içerisinde bu hususların tümünde beceriksiz hâle geliyor? Sorunun cevabı çok basit: AK Parti, partileşmekten uzaklaşıyor. Bir başka ifade ile AK Parti, 1923-50 yılları arasında bir siyasî partiden ziyade resmî bir kurum görüntüsü veren CHP’ye dönüşüyor. Kısa bir hatırlatma yapmakta fayda var.
Tek parti dönemi CHP’si, siyasetin en önemli gerekliliklerinden olan halka temas etmek gibi bir derdi olmayan, taşra örgütlenmesini eksik bırakan; üstelik bu meseleleri bir eksiklik kabilinden de görmeyen bir partidir. CHP, genel başkan, genel başkan vekili ve genel sekreterden müteşekkil Parti Başkanlık Divânı’nın, yani bir çeşit triumvirliğin yönetimindedir. Yine bu dönemde CHP’nin müphem bir muasırlaşma ideali dışında halka sunduğu ne bir tutarlı ideolojisi ne de söylemi vardır. Bu durumun ana sebebi, vülger muhafazakâr yorumun 32 kısım tekmili birden iddia ettiği gibi CHP’nin elitist ve halktan kopuk kodları değil, devletle kurduğu kommensalist ilişkidir. 1946’ya kadar yarışmacı olmayan tek partili bir sistemde salınan CHP’nin siyaset bilimi disiplinin tanımladığı anlamda bir siyasî organizmaya, örgütlü bir siyasî partiye dönüşmesi, devlet mekanizmasıyla kurduğu ilişki biçiminin sona erdiği 1950’li yıllardan sonra mümkün olacaktır. CHP, devlet gemisinin kaptan köşkünde oturmayı bıraktığı 1950 ile 1960 yılları arasında 7 olağan, 1 olağanüstü olmak üzere toplam 8 kurultay yaparak örgütsel ataletinden sıyrılmaya çalışır. Nitekim bu serüven, Ortanın Solu ile devam edip Millî Şef’in tam 33 yıl 4 ay 11 günlük liderliğini Karaoğlan’a bırakmasıyla taçlanacaktır.
İşte AK Parti’nin bugün yaşadığı problemin özü de CHP’nin 1923-50 yılları arasında yaşadıklarından çok farklı değildir. AK Parti’nin devletle baş başa kalmasının, tabiri caizse halvetinin çıktısı bir nevi uzlet hâli olmuş, AK Parti bir siyasî parti olmanın gerektirdiği en zaruri işlevlerin önemli bir bölümünü yapamaz hâle gelmiştir. Siyaset bilimi disiplini içerisinde türlerine göre birden fazla kategoriye ayrılan siyasî partilerin, siyasal sistem dâhilindeki işlevleri konusunda bir genelleme yapmak kuşkusuz çok kolay değildir. Ancak -tüm görüş ayrılıklarına rağmen- literatürde siyasî partilerin altı temel işlevi üzerinde durulmaktadır: Politika belirleme, siyasal sistemdeki muhtelif mevkiler için seçkin bireylerin yetiştirilmesi/devşirilmesi, siyasal mobilizasyon, toplumsal çıkarların dile getirilmesi ve birleştirilmesi, temsil ve yönetimin örgütlenmesi.
Politika belirleme, bir siyasî partinin hitap ettiği kitlenin talep ve isteklerini derleyerek siyasal sisteme aktarabilmesi, eni konu belli hedef(ler) üretmesi; bunları tutarlı politikalar bütününe dönüştürebilmesidir. AK Parti, muğlak bir 2023 Vizyonu ve soyut bir bekâ kaygısı dışında seçmene hiçbir alternatif hedef ya da politika sunamamaktadır. AK Parti’nin politika belirleme noktasında yaşadığı tutukluk, 31 Mart seçimlerinde tercih ettiği memleket işi gönül işi sloganında da kendini göstermektedir. Daha önceki seçimlerde kullanılan İstikrar Sürsün Türkiye Büyüsün, Durmak Yok Yola Devam, Daima Hizmet, Daima Millet, İşimiz Hizmet Gücümüz Millet gibi sloganlar partinin seçim kampanyaları boyunca öne sürdüğü argümanları imleyen bir niteliğe sahipti. Üstelik mezkûr sloganlar sadelikleri ve basitlikleriyle akılda kolaylıkla kalabiliyor; verilmek istenen mesajı nokta atışıyla seçmenin zihnine taşıyordu. Memleket İşi Gönül İşi sloganıyla ise seçmenle yalnızca duygusal yönden irtibat kurulmaya çalışıldı. Kampanya boyunca altı hiçbir zaman doldurulamayan bu slogan, iktidarın mevcut sorunların çözümünde müstakbel vaatlerinin ne olduğuna ilişkin bir tema sunmuyordu. Seçmenden 3 Kasım 2002’de başlayan aşk hikâyesine irrasyonel bir teslimiyet göstermesi beklenildi. AK Parti’nin sadâkat, ahde vefâ ve tevekkül eksenli bu söyleminin eylemdeki zuhûru ise büyükşehirlerde değil, taşrada gerçekleşti. Çünkü, seçim sonuçlarından da açıkça anlaşılacağı üzere AK Parti’nin ikna edebildiği genç, şehirli ve eğitimli orta sınıf seçmen sayısı azalma trendine girmiştir.
Siyasal sistemdeki farklı mevkilere seçkin bireyleri yetiştirilmesi/devşirilmesi ise belki de AK Parti’nin en çok sendelediği yerdir. Zira partide toplumsal karşılığı olan, özgül ağırlığa sahip isimlerin -alternatif güç odakları oluşturabilecekleri kaygısıyla- tekaütleri verilmiştir. Erdoğan’ın primus inter pares konumundan, yani eşitler arasında birincilikten partideki tek belirleyiciliğe geçişi, onları veteranlık statüsüne mahkûm etmiş; artık her kritik mevki için liyâkatinden ziyade sadâkatiyle ön plana çıkan, düşük profilli isimlerle yola devam edilmesini zorunlu kılmıştır. Binali Yıldırım’ın joker misali her mevki için aday gösterilmesi ya da daha önce ismi hiç duyulmamış şahısların önemli titrlerle siyasal sistemdeki kritik makamları işgal etmesi bu vaziyetin tezahürlerindendir.
Siyasî partilerin en önemli işlevlerinden biri de seçmenlerin siyasî süreçlere katılımını teşvik etmeleridir. Literatürde siyasal mobilizasyon ya da siyasal katılım olarak geçen bu işlevin en çok icra edilen biçimi -siyasî katılım oy vermeden ibaret olmasa da- yerel ve ulusal seçimlerde oy vermedir. AK Parti, 31 Mart seçimlerinde bu işlevi de tam anlamıyla yerine getirmekte zorlanmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AK Partili bazı isimlerin seçmenlerine neredeyse her fırsatta sandığa gitmelerini tembihlemeleri ve zamanın kırgınlık zamanı olmadığını telkin etmeleri, bu durumun şifahî ikrarlarıdır. Örneğin Erdoğan partisinin Maltepe mitinginden şöyle demiştir: “Ne olur kırgınlık, dargınlık şu bu değil. AK Parti tabanına sesleniyorum, burada taviz vermememiz lazım. MHP’li kardeşlerime sesleniyorum. Dargınlık, küskünlük yapıp aman ha oy kaybı olmasın. Ne yapacağız? Oylarımızı bütünleştireceğiz, sandıkta Osmanlı tokadını atacağız.” Yine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu partisinin Zonguldak mitinginde “Sevgili milletim bizi Kandil’in önünde boynumuzu eğik bırakmayın ne olursunuz? Bu seçim ders verme seçimi değildir. Bu seçim fire verme seçimi değildir” şeklinde konuşmuştur.
Çıkarları dile getirme ve birleştirme demokrasilerde siyasî partilerin en temel işlevleri arasında yer alır. Partiler bu işlevi yerine getirerek devlet ve toplum arasında bir nevi köprü vazifesi görmektedirler. Çıkarları dile getirme, dinî, etnik ya da diğer kökenlere dayalı farklı toplumsal grupların siyasî, ekonomik ve içtimaî taleplerinin siyasî partiler vasıtasıyla toplumunun tümüne tanıtılmasıdır. Çıkarların birleştirilmesi ise bu taleplere yönelik toplumun kahir ekseriyetinin onaylayacağı politikaların üretilmesidir. AK Parti’nin son dönemdeki ahvâli, partinin devletle toplumu birleştiren bir köprü değil, devlet ve toplumu ayıran bir paravan hüviyetine büründüğü izlenimini vermektedir. Geçmişte -her ne kadar akim kalsalar da- etnik, dinsel ve dilsel azınlıklar için çalıştaylar düzenleyen ve bu grupların sorunlarının çözümü için yoğun mesai harcayan AK Parti, bugün tam teşekküllü bir biçimde devletin âli menfaatlerine odaklanmıştır. Üstelik kendisini konumlandırdığı pozisyonun devletin çıkarları için en ideal yer olduğu vehmine kapılmıştır.
Gelinen nokta itibariyle, AK Parti, bir siyasî parti olma iddiasının icap ettirdiği işlevler arasından temsil ve yönetimin örgütlenmesi işlevlerini kısmen yapabilmektedir. Temsilden başlayacak olursak, AK Parti hâlihazırda en büyük çoğunluğu temsil eden partidir. Yerel seçimlerden de açık ara birinci parti olarak çıkmıştır. Ancak temsil işlevinin muhtevası belli oranlarda oy almaktan ibaret değildir. Siyasal sistemdeki temsil, aynı zamanda da seçmenin ve parti üyelerinin ihtiyaçlarına politikayla mukabelede bulunabilme demektir. Ülkedeki pahalılıktan şikayet eden seçmene askerî harcamaların külfetini hatırlatmak ya da sürekli haricî kumpaslardan söz etmek bu türden bir mukabele mâhiyetinde değildir.
AK Parti’nin aksak ve eksik olarak yapmaya çalıştığı bir diğer işlev de yönetimin örgütlenmesi işlevidir. Şüphesiz kamu politikalarını oluşturan, bürokrasiyi yöneten, dış siyaseti şekillendiren seçimle işbaşına gelmiş bir iktidar, bir hükûmet organizasyonu vardır. Ancak 16 Nisan 2017’de yapılan referandumla kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne mebni bu organizasyonun şu ana kadar sıhhatli bir biçimde işlediğini ve ülke maslahatı adına verimli sonuçlar ürettiğini iddia etmek hayli güçtür.
Toparlayalım, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 16 Nisan referandumunda parti reisliği ile devlet reisliğini kendi uhdesinde birleştirmesi Erdoğan açısından büyük bir kazanç, AK Parti açısından ise büyük bir kayıptır. Yazının başında bahsettiğim AK Parti-MHP ittifakının sadece MHP lehine sonuçlar üretmeye başlamasının tarihi de 16 Nisan referandumudur. Aslında bu tarihten sonra ittifak tamamen bir Erdoğan-MHP ittifakına dönüşmüştür. İşte bu yüzdendir ki, ittifak sağın tüm renklerini motive eden bir Milliyetçi Cephe yahut bir Vatan Cephesi olamamıştır. AK Parti, öncelikli amacı Erdoğan’ı ilk turda Cumhurbaşkanı seçtirmek ve devletin Erdoğan’ın şahsında temsilinin devamını sağlamak olan bir ittifak yapısının başat aktörü olmuştur. Bu da AK Parti’nin ritmini bozmuş, siyasî parti olma işlevlerine büyük oranda inme indirmiştir.
[1]https://setav.org/assets/uploads/2018/07/Analiz_250-24-Haziran-Se%C3%A7im-Sonu%C3%A7lar%C4%B1-Analizi.pdf