[voiserPlayer]
Son yıllarda Türk ekonomisi her açıdan zorunlu dönemeçlerden geçerken giderek 2000’lerdeki performans daha da aranır hale geldi. Çoğu gözlemci, bu dönemi deyim yerindeyse “altın çağ” olarak değerlendirmekteydi.[1] Örneğin Taha Akyol, iktisatçılar arasında 2002-2008 dönemi arasındaki AKP hükümetlerinin başarılı olduğu hususunda bir fikir birliği olduğunu yazar.[2] Temel makroekonomik veriler açısından değerlendirildiğinde bu dönemde muntazam sayılabilecek bir performans yakalandığı ifade edilebilir.
Örneğin, Acemoğlu ve Üçer’in gösterdiği gibi, özellikle 2003-2006 arasında son 40 yıldaki en kaliteli (yani toplam faktör verimliliği artışına dayalı) iktisadi büyüme yakalanmıştı.[3] Fakat yine de büyüme oranları açısından Türk işi bir “Wirtschaftswunder” yaşandığını iddia etmek de zordur. Zira Şevket Pamuk’un da belirttiği gibi 2002-2010 arasında yakalanan ekonomik büyüme, Türkiye’nin uzun dönemli ortalamalarının biraz üzerinde ve son dönemin gelişen ülke ekonomileri ortalamalarına ise yakındı.[4] Tabii yine de özellikle Türkiye ekonomisinin karakteristik özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, fiyat istikrarı ve mali disiplin[5] son derece nadir rastlanabilecek nitelikte başarılıydı.
AKP Rejiminin Kaynak Dağıtım Mekanizması
Bu başarıların yanı sıra madalyonun diğer yüzü olduğunu da göz önünde bulundurmak lazım. AKP hükümeti iktidara geldiği ilk günden itibaren kapsamlı bir ödül-ceza sistemi oluşturarak kendine sadık bir burjuvazi yaratmayı hedeflemiş ve kendi yandaşlarına sermaye transferi amacıyla mütemadiyen devlet içi denetim mekanizmalarını, yargı organlarını, özerk kurumları aşındırmış, kendisine muhalif bakan sermaye gruplarını da sindirmeye çalışmıştır. Yani, bugün AKP rejiminin temelinde yatan kayırmacılığa dayalı partizan kaynak dağıtım mekanizması, erken dönem 2000’lerinde AKP hükümetleri tarafından inşa edilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla, AKP’nin otoriteryen rejiminin sosyo-ekonomik kökenlerinin 2002-2011 arasında inşa edilmeye başlandığı söylenebilir.
Öncelikle, AKP’nin yandaş burjuvazi oluşturmak için bu dönemde nasıl partizanca bir kaynak dağıtım mekanizması inşa ettiğini ve bu partizan sermaye aktarımının dinamiklerini anlamak adına AKP’nin devletin içinde bulunan ve partizan kaynak dağıtımını engellemekle yükümlü bağımsız ve özerk denetim kurumları karşısındaki tavrını ve politikasını kavramak gerekir. AKP hükümeti, kamu kaynaklarının ve sermayenin partizanca dağıtımına zemin oluşturmak için bağımsız düzenleyici kurumları mütemadiyen zayıflatma ve bağımsız düzenleyici kurumların özerk niteliklerine de son verme amacını gütmüştü.
AKP Döneminde Kamu İhale Yasasında Yapılan Değişiklikler
1980’lerde yapılan neoliberal reformları, bunları kurumsallaştıracak ve istikrarlı bir yapıya sokacak kurumsal reformlar takip etmemişti. 1980’ler boyunca yapılan neoliberal reformlarda ekonomik değişimlerin yasal ve kurumsal altyapısı görmezden gelinmiş, kalıcı uzun vadeli kurallar yerine kişisel ve keyfi tavırlar öne çıkmıştı.[6] Örneğin, 1980’lerde ANAP hükümetleri, bir özelleştirme kanunu çıkarmak ve böylece özelleştirmeleri hukuksal ve kurumsal bir bağlama oturtmak yerine, özelleştirmeleri hükümet kararnameleriyle yürütmeyi seçmişti.[7] 1990’lar boyunca, 80’lerdeki reformları kurumsal bir eksene oturtma teşebbüsleri sürse de[8] asıl olarak bu olgu, Derviş reformlarıyla gündeme gelecekti.[9]
2001 ekonomik krizinin ardından hayata geçirilen piyasa reformları, ekonomi ile siyaseti ayırmak üzerine tasarlanmış ve bu bağlamda bir dizi yeni Bağımsız Denetim Kurulu(BDK) kurulup mevcut olanların özerklikleri ve güçleri arttırılmıştı.[10] Bu dönemde 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile kurulan Kamu İhale Kurumu(KİK) ayrı bir öneme sahipti. KİK’in temel işlevi, kamu ihale sürecini denetlemek ve ortaya çıkan yasa ihlallerine, yolsuzluklara ve partizanca hareketlere karşı gerekli yaptırımları uygulamaktı.[11] Erdoğan da Aralık 2002 gibi erken bir tarihte Kamu İhale Mevzuatı hakkında hoşnutsuzluğunu ifade etmişti.[12] Sonuç olarak 2003-2013 arasında AKP hükümetleri ihale yasasını 29 kez değiştirdi, yasanın kapsamında ve çeşitli maddelerinde 100’den fazla değişiklik yapıldı.[13] 2003 yılında Kamu İhale Kanunu’nda yapılan değişikliklerle enerji, su, ulaştırma ve telekomünikasyon sektörlerinde faaliyet gösteren şirketler; KİT’ler, Belediye Şirketleri yasanın kapsamından çıkartılarak denetimden muaf tutulmuştu.[14]
2003 yılında İhale Kanunu’nda yapılan bu değişiklikler Avrupa Birliği’nin Türkiye İlerleme Raporu’nda da, “kamu ihale sistemini müktesebata yaklaştırmak yerine, daha da uzaklaştırmış” denilerek eleştirilmişti.[15] 2004 yılının Temmuz ayında Bakanlar Kurulu tarafından imzalanarak TBMM’ye gönderilen başka bir yasa da Kamu İhale Kurumu’nun yetki alanını ve özerkliğini azaltıyordu. Eskiden KİK üyeler, Maliye Bakanlığı, Bayındırlık İskan Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Danıştay, Sayıştay, TOBB ve TİSK tarafından öne sürülen kişiler arasından atanırken[16] bu değişiklik ile artık tüm üyeler doğrudan Maliye Bakanının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca atanmaya başlandı. Aynı şekilde Kurul Kararlarının yerindelik denetimine tabi tutulamayacağı da hükme bağlanmıştı.[17]
2008 yılında Kamu İhale Kanunu’ndaki başka bir değişiklikle Kanun metninden “Kurum gerekli gördüğü takdirde kanun ve mevzuat hükümlerine aykırılık bulunduğuna ilişkin iddiaları da inceler ve sonuçlandırır.” ifadesi çıkartılmıştı ve böylece, örneğin bir vakıadaki usulsüzlüklerle ilgili medyadaki haberlere dayanarak kamu ihalesini soruşturma yetkisi kaldırıldı. Böylece kurum artık sadece ihaleye katılan firmalardan birisinin şikayeti üzerine soruşturma yapabilir hale geldi.[18] AKP tarafından Kamu İhale Kurumu Başkanı olarak atanan Hasan Gül, bu dönemde yapılan değişikliklerin yolsuzlukla mücadeleye engel olacağı eleştirilerine karşılık “benim yolsuzlukla mücadele gibi bir misyonum yok” demişti.[19]
Aynı şekilde pek pek çok istisna eklenerek yasanın kapsamı da daraltılmıştı. Örneğin, 2008’deki değişikliklerden sonra yasadaki istisnalar sekizden on dokuza çıkmıştı.[20] Böylece birçok kamu alımı, kanunun kapsamından çıkarılmıştı. Milli Eğitim Bakanlığının 4.2 Milyar dolar değerindeki FATİH projesi bu yasanın denetiminden muaf tutulmuştu.[21] 2011 yılında yapılan başka bir değişiklikle özelleştirme sürecindeki Kamu Bankaları da Kamu İhale Yasası’nın kapsamı dışına çıkarıldı.[22] Bunun dışındaki 2005 tarihli, 5366 sayılı, Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenmesi Hakkındaki Kanun ile yenileme alanlarında yapılacak uygulamalarda her türlü mal ve hizmet alımları ile yapım işleri Kamu İhale Kanunu hükümlerinden muaf tutulmuştu. Gürakar bu konu hakkında şöyle yazar:
“Emek Sineması-Grand Pera AVM projesi, Ayvansaray Kentsel Yenileme Projesi, Fener Balat Dönüşüm Projesi, Sulukule Dönüşüm Projesi, Tarlabaşı Dönüşüm Projesi, Örnektepe Dönüşüm Projesi, Yenikapı Meydanı Düzenleme Projesi gibi toplam proje bedeli milyarlarca TL’yi bulan yapım işleri, 5366 sayılı yasa ile ihale kanunu kapsamı dışına çıkarılan projelerden bazılarıdır.”[23]
Bu değişiklikler sayesinde hükümet 2002-2014 arasında toplamda 500 Milyar Dolar değerindeki Kamu İhalelerini bürokratik ve hukuksal denetimden muaf tutmayı becerdi.[24] Kapsamı ve özerkliği sınırlandırılan tek kurum KİK değildi, tam tersine birçok denetim mekanizması AKP’den nasibini almıştı. Mesela 2010 yılında, Sayıştay’ın “Kamu kaynaklarının kullanımını” denetleme yetkisi ciddi anlamda kısıtlanmış ve kurumun gözetiminden TOKİ gibi birçok kuruluşu muaf tutan hükümler çıkarılmıştı.[25]
En sonunda da 2011 tarihli, 643 ve 649 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerle hükümet, aralarında Kamu İhale Kurumu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun da bulunduğu çok sayıda BDK üzerinde kontrol sağlamış ve bu BDK’ların özerkliklerine fiilen son verilmişti.[26]
Bu değişikliklerin bir sonucuysa Kamu İhale sistemindeki şeffaflığın azalışıydı. Bu değişiklikler neticesinde 2005-2014 yılları arasında açık artırma yoluyla kamuya açık şekilde verilen sözleşmeler toplam sözleşmelerin %71’inden %52,5’ine düşerken, daha az şeffaf ihale usulleri %29’dan %47,5’e yükseldi. Kamuya açık olmayan ihale yoluyla verilen sözleşmelerin değeri, verilen tüm sözleşmelerin %10’undan %17’sine yükseldi.[27]
Tüm bu olgulardan anlaşılabilir ki AKP ilk iktidara geldiğinden beri devlet içi BDK’ların özerkliklerini kısıtlayarak, başta Kamu İhale Sistemi olmak üzere, birçok kamu faaliyetinin şeffaflığını azaltmış ve böylece partizan kaynak dağıtımına temel oluşturmuştur. Peki bu husus sonucunda, bilhassa 2002-2011 arasında ifade edilen partizan kaynak dağıtımının boyutları nedir?
Kamu İhalelerin Partizanca Dağıtılması
Kanaatimce bu boyutların ampirik olarak ortaya koyulması, bu dönemin o kadar da “altın çağ” olmadığını ve esasen bugünkü otoriteryen rejimin temelindeki kayırmacılığın kökenlerinin söz konusu döneme dayandığını kanıtlayacaktır. Bu dönemdeki kayırmacılığın boyutlarını en iyi kamu ihale sisteminde tezahür eden partizan kaynak dağıtımı vesilesiyle tasavvur edebiliriz.
Gürakar yaptığı çalışmasında, 2004 ila 2011 yılları arasında imzalanan 49.355 yüksek değerli kamu ihalesinin (yüksek değerden kasıt, her birinin değeri en az 1 milyon TL’dir) yüzde 38’ini AKP ile doğrudan bağlantılı firmaların (AKP yetkilileri veya onların yakın aile üyeleri veya hükümet yanlısı iş derneklerinin üyeleri tarafından kurulan firmalar) aldığını, yüzde 45’iniyse çoğunlukla AKP ile gayri resmi bağlantıları olan (belediyeler, yerel şubeler vb. aracılığıyla) “yerli firmalar”ın aldığını tespit eder.[28] Ayrıca ilgili dönemde siyasi bağlantıları olan firmalar, kısıtlı ve daha az şeffaf usullerle verilen ihalelerin dörtte üçünü aldılar.[29] Benzer şekilde Gürakar ve Bircan’ın tespit ettiği gibi, 2004 ile 2011 yılları arasında değeri 100 milyon TL’nin üzerinde olan inşaat ihalelerinin yüzde 64’ünü yine AKP ile bağlantılı firmalar aldı.[30]
Nitekim, görülebileceği üzere AKP’nin ilk iki döneminde Kamu İhale Sistemi aracılığıyla yandaş burjuvaziye çok büyük bir sermaye aktarımı gerçekleşmişti. Fakat, söz konusu sermaye aktarımı sadece bununla da sınırlı değildi. Örneğin TOKİ, AKP’nin yandaş ekonomik elitlere partizan kaynak dağıtımında önemli bir rol oynamıştır. TOKİ 2004 yılında doğrudan Başbakanlığa bağlanmıştı ve Toplu Konut Yasası’na eklenen 5. madde ile Sayıştay denetiminden çıkarılmıştı.[31] 2004-2014 arasında TOKİ sözleşmelerinin yüzde 60’ından fazlası da aynı şekilde siyasi olarak bağlantılı firmalara verilmiştir.[32] TOKİ’nin 2010 yılı itibariyle toplam varlıklarının Türkiye Gayri Safi Yurt İçi Hasılası’nın yüzde 2’sine tekabül ettiği düşünülürse gerçekleşen sermaye aktarımının akıl almaz boyutları daha iyi anlaşılacaktır.
Özelleştirme de partizan kaynak dağıtımında temel bir rol oynamıştır. Özelleştirme, hükümetlerin 1980’den beri gündeminde olmasına rağmen büyük ölçüde hayata geçirilmemişti. Esas olarak büyük çaplı özelleştirmeden 2004 sonrası bahsetmek mümkündür.[33] Toplamda AKP iktidarında 62 milyar dolar değerinde özelleştirme yapıldı. Açıkçası prensip olarak özelleştirmeye karşı olan birisi değilim, bilakis özelleştirme çoğu örnekte gördüğümüz gibi, özellikle dışsallıkların ve bilgi asimetrisinin seyrek olduğu sektörlerde verimliliği arttıran bir olgudur. Fakat bu süreç Türkiye’de esas itibariyle devleti küçültmemiş, tam tersine sermayenin yönlendirilmesi hususunda devletin gücünü arttırmıştır.[34]
Zira yapılan özelleştirmelerin önemli bir kısmı, salt iktisadi hesaptan ziyade siyasal bir saike dayanmaktaydı.[35] Örneğin, özelleştirmelerin yapılış şekli konusunda enerji sektörü bize yol gösterebilir. 2001 krizi sonrası enerji sektörünün ve elektrik dağıtımının özelleştirilmesi kararı alınmıştı ve bu da AKP yanlısı iş adamları için oldukça kazançlı bir sektör haline dönüşecekti. AKP döneminde elektrik dağıtımı ihalelerinin ezici çoğunluğunu AKP ile doğrudan bağlantılı firmalar kazanmış ve onlar elektrik dağıtımını üstlenmişlerdi. Özcan ve Gündüz’ün saptadığı gibi 2002-2013 arasındaki 20 elektrik dağıtım ihalesinin 16’sı AKP ile doğrudan bağlantılı firmalara verilmişti.[36]
Özcan ve Gündüz’ün yine tespit ettiği gibi 2003-2007 arası gerçekleşen gaz dağıtımının özelleştirmesinde doğrudan AKP ile bağlantısı olan şirketler, 19 büyükşehrin 15’inde gaz dağıtımını kamudan devralmıştı.[37] Ayrıca 2003-2013 arasında AKP ile bağlantılı şirket ve holdinglere özel olarak vergi indirimleri ve vergi afları dağıtılırken, iktidara nispeten eleştirel bakan holding ve şirketlereyse politik saiklerle vergi cezaları kesilmekteydi.[38] Özcan ve Gündüz başka bir çalışmasındaysa 2003-2011 arasında Türkiye’nin en büyük 1000 endüstri şirketini izleyerek ampirik olarak şu sonuca varmaktaydılar: “Bulgularımız, siyasi bağlantıları olan firmaların AKP iktidarı altında satış, katma değer ve kâr oranı artışı bağlamında AKP ile bağlantılı olmayan firmalara göre anormal bir performans sergilediğini gösteriyor.”[39] Yani, AKP ile bağlantılı olan firmalar bu dönemde ortalamaya göre anormal sayılabilecek derecede yüksek bir performansa sahipti.
Tüm olgular ve veriler bağlamında ifade edilebilir ki AKP, ilk döneminden itibaren partizan kaynak dağıtımı mekanizmasını yandaş burjuvazi için seferber etmiş ve yandaş burjuvazinin elinde korkunç miktarlarda sermaye birikimine vesile olmuştur.
Sonuç
Peki, AKP karşılığında kendi yandaş burjuvazisinden ne elde etti? Esen ve Gümüşçü şöyle yazar: “İktidardaki AKP’den beslenen iş adamları, bu iyiliklere hükümet yanlısı medyaya yaptıkları yatırımlar, partiye ve AKP yanlısı hayır kurumlarına yapılan bağışlar ve kampanya katkılarıyla karşılık verdiler.”[40] Cidden AKP yanlısı medya sivil toplum kuruluşlarına söz konusu ekonomik elitler tarafından astronomik sayılabilecek miktarda bağış yapılmıştı[41], bu da AKP’nin iktidarını daha fazla konsolide etmesini ve parti mekanizmasını daha iyi finanse etmesini sağlıyordu.
İşte bu 2002’den beri süregelen iş dünyası ile AKP arasındaki simbiyotik ilişki de, Esen ve Gümüşçü’nün işaret ettiği gibi, Türkiye’de otoriteryen rejimin temelini teşkil etmiştir.[42]
Bu dönemde yakalanan iyi sayılabilecek, ortalama üstünde büyüme oranı ve fiyat istikrarı gibi temel makroekonomik özelliklere rağmen AKP’nin otoriteryen rejiminin sosyo ekonomik ve politik iktisadi temeli açısından tohumları bu dönemde atılmıştı. Kayırmacılık ve ahbap çavuş ilişkilerine dayanan kaynak dağıtımı, bu dönemde efektif biçimde inkişaf ettirilmiş, böylece yandaş burjuvazi büyük bir sermaye birikimi sağlayabilmişti. Bunun karşılığındaysa yandaş iş adamları; parti organizasyonlarına, yandaş dernek ve medya gibi kurumlara yaptıkları yatırım ve bağışlarla bu iyiliklere karşılık veriyorlardı. Yani, ortada simbiyotik bir ilişki mevcuttu. 2000’lerin başında oluşmaya başlayan bu simbiyotik ilişki ise Türkiye’deki otoriteryen rejimin temelini oluşturacaktı.
Dipnotlar:
[1] Örneğin, Erik Jan Zürcher özellikle bu yıllardan “ekonomi mucize” olarak bahseder. Bknkz: Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 2020, S. 387-391.
[2] Taha Akyol, ‘Laf Dinlemedi’, 2022, S. 171.
[3] Acemoglu, Daron and Ucer, Murat, High-Quality versus Low-Quality Growth in Turkey – Causes and Consequences (October 2019). CEPR Discussion Paper No. DP14070
[4] Şevket Pamuk, Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, 2020 S. 289.
[5] Fakat şunu da göz önünde bulundurmak gerekir ki, özellikle 2007 krizi sonrası mali ve parasal gevşeme politikalarının uygulanmayıp hala bu sıkı mali istikrarın uygulanması, iktisadi büyümeyi yavaşlatmıştı.(Şevket Pamuk a.g.e. S. 290)
[6] Ümit Sönmez, Piyasanın İdaresi, 2011, S. 147-164; Yalın Alpay, Emre Alkin, Olaylarla Türkiye Ekonomisi, 2020, S. 161; Şevket Pamuk, Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, 2020, S. 273; Öniş, Ziya. “Turgut Özal and His Economic Legacy: Turkish Neo-Liberalism in Critical Perspective.” Middle Eastern Studies, vol. 40, no. 4, 2004, pp. 113–34.
[7] Öniş, Ziya. “Power, Interests and Coalitions: The Political Economy of Mass Privatisation in Turkey.” Third World Quarterly, vol. 32, no. 4, 2011, pp. 707–24’de s. 714.
[8] Ümit Sönmezi Piyasanın İdaresi, 2011, S. 147-164.
[9] Şevket Pamuk, Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, 2020, S. 286.
[10] Ayşe Buğra, Osman Savaşkan, Türkiye’de Yeni Kapitalizm, 2021, S. 123-4. Türkiye’deki BDK’lar ve bunların özerklik durumları hakkında açıklayıcı bir makale için bknz: Zenginobuz, E. Ünal. “On Regulatory Agencies in Turkey and Their Independence.” Turkish Studies, vol. 9, no. 3, Informa UK Limited, Sept. 2008, pp. 475–505. Ayrıyeten ekonominin siyasetdışılaştırılmasının neoliberal bağlamda eleştirel bir analizi için bknz: Bedirhanoğlu Toker, PINAR B. . “Türkiye’de neoliberal otoriter devletin AKP’li yüzü.” AKP Kitabı , Phoenix Yayınevi, 2009, pp.40-65’de s. 50-2. Bu dönemde Merkez Bankası’nın özerkliğini sağlayan reform süreci için ise bknz: Taha Akyol, “Laf Dinlemedi”, 2022, S. 145-163.
[11] Ümit Sönmez, Piyasanın İdaresi, 2011, S. 186-8
[12] “Erdoğan: 60 Kişiye Bırakmam”, Sabah, 28 Aralık 2002.
[13] Ayşe Buğra, Osman Savaşkan, Türkiye’de Yeni Kapitalizm, 2021, S.126
[14] Esra Çeviker Gürakar, Kayırma Ekonomisi, 2019, S. 90-1.
[15] Devlet Planlama Teşkilatı: Avrupa Birliği ile İlişkiler Genel Müdürlüğü, Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2003 Yılı İlerleme Raporu, Aralık 2003, S. 57.
[16] Ümit Sönmez, Piyasanın İdaresi, 2011, S. 187.
[17] Esra Çeviker Gürakar, Kayırma Ekonomisi, 2019, S. 92-3.
[18] Ayşe Buğra, Osman Savaşkan, Türkiye’de Yeni Kapitalizm, 2021, S. 128; Esra Çeviker Gürakar, Kayırma Ekonomisi, 2019, S. 93-4
[19]“KİK Başkanı: Yolsuzlukla Mücadele Misyonum Yok”, Milliyet, 16 Mayıs 2008.
[20] Ayşe Buğra, Osman Savaşkan, Türkiye’de Yeni Kapitalizm, 2021, S. 126.
[21] Esra Çeviker Gürakar, Kayırma Ekonomisi, 2019, S. 97; Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Building a Competitive Authoritarian Regime: State–Business Relations in the AKP’s Turkey.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, vol. 20, no. 4, Informa UK Limited, Nov. 2017, pp. 349–72’de s. 368.
[22] Ayşe Buğra, Osman Savaşkan, Türkiye’de Yeni Kapitalizm, 2021, S. 126.
[23] Esra Çeviker Gürakar, Kayırma Ekonomisi, 2019, S. 98-9.
[24] Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Why Did Turkish Democracy Collapse? A Political Economy Account of AKP’s Authoritarianism.” Party Politics, vol. 27, no. 6, SAGE Publications, May 2020, pp. 1075–91’de s. 1083.
[25] Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Building a Competitive Authoritarian Regime: State–Business Relations in the AKP’s Turkey.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, vol. 20, no. 4, Informa UK Limited, Nov. 2017, pp. 349–72’de s. 353.
[26] Ayşe Buğra, Osman Savaşkan, Türkiye’de Yeni Kapitalizm, 2021, S. 128; Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Building a Competitive Authoritarian Regime: State–Business Relations in the AKP’s Turkey.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, vol. 20, no. 4, Informa UK Limited, Nov. 2017, pp. 349–72’de s. 353. Kaynak 43: Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Building a Competitive Authoritarian Regime: State–Business Relations in the AKP’s Turkey.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, vol. 20, no. 4, Informa UK Limited, Nov. 2017, pp. 349–72’de s. 355
[27] Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Building a Competitive Authoritarian Regime: State–Business Relations in the AKP’s Turkey.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, vol. 20, no. 4, Informa UK Limited, Nov. 2017, pp. 349–72’de s. 355.
[28] Çeviker Gürakar, Kayırma Ekonomisi, 2019, S. 138-150.
[29] Ayşe Buğra, Osman Savaşkan, Türkiye’de Yeni Kapitalizm, 2021, S. 128; Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Building a Competitive Authoritarian Regime: State–Business Relations in the AKP’s Turkey.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, vol. 20, no. 4, Informa UK Limited, Nov. 2017, pp. 349–72’de s. 355.
[30] E. C. Gürakar and T. Bircan, ‘Political connections and public procurement in Turkey: evidence from construction work contracts’, ERF Working Paper, 2016.
[31] Esra Çeviker Gürakar, Kayırma Ekonomisi, 2019, S. 161.
[32] Esra Çeviker Gürakar, Kayırma Ekonomisi, 2019, S. 165.
[33] Bu büyük çaplı özelleştirmenin güzel bir politik ekonomik analizi için bknz:
Öniş, Ziya. “Power, Interests and Coalitions: The Political Economy of Mass Privatisation in Turkey.” Third World Quarterly, vol. 32, no. 4, 2011, pp. 707–24.
[34] Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Building a Competitive Authoritarian Regime: State–Business Relations in the AKP’s Turkey.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, vol. 20, no. 4, Informa UK Limited, Nov. 2017, pp. 349–72’de s. 357; Ayşe Buğra, Osman Savaşkan, Türkiye’de Yeni Kapitalizm, 2021, S. 130-9.
[35] Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Building a Competitive Authoritarian Regime: State–Business Relations in the AKP’s Turkey.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, vol. 20, no. 4, Informa UK Limited, Nov. 2017, pp. 349–72’de s. 356-8.
[36] G. B. Özcan and U. Gündüz, ‘Energy privatisations, business-politics connections and governance under political Islam’, Environment and Planning C: Government and Policy, 33(6), 2015, pp. 1714–1737.
[37] a.g.e.
[38] Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Building a Competitive Authoritarian Regime: State–Business Relations in the AKP’s Turkey.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, vol. 20, no. 4, Informa UK Limited, Nov. 2017, pp. 349–72’de s. 358-9.
[39] Özcan, Gündüz (2015) Political connectedness and business performance: evidence from Turkish industry rankings. Business and Politics 17(1): 41–73’de s. 65.
[40] Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Building a Competitive Authoritarian Regime: State–Business Relations in the AKP’s Turkey.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, vol. 20, no. 4, Informa UK Limited, Nov. 2017, pp. 349–72’de s. 361.
[41] Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Building a Competitive Authoritarian Regime: State–Business Relations in the AKP’s Turkey.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, vol. 20, no. 4, Informa UK Limited, Nov. 2017, pp. 349–72’de s. 361-2; Ayşe Buğra, Osman Savaşkan, Türkiye’de Yeni Kapitalizm, 2021, S. 158-164.
[42] Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Building a Competitive Authoritarian Regime: State–Business Relations in the AKP’s Turkey.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, vol. 20, no. 4, Informa UK Limited, Nov. 2017, pp. 349–72.