[voiserPlayer]
Devlet kapasitesi liberteryenleri bireylerin özgürlüklerini tam anlamıyla yaşayabilmesi için devletin güvenlik ve hukuk gibi temel kamu hizmetlerini sunabilecek kapasitede olması gerektiğini savunur. Dolayısıyla vatandaşlarının can ve mal güvenliğini temin etmekten, sözleşmelere uyulmasını sağlamaktan aciz bir devlet, piyasaya müdahale etmiyor (yahut edemiyor) olsa da bu görüşteki liberteryenler için ideal bir kamu otoritesi değildir. Bu da devletin özgürlükleri koruyacak, vatandaşların çözemeyeceği karmaşık sorunları çözecek kadar güçlü ancak özgürlükleri ihlal etmeyecek kadar da sınırlı olduğu bir modeli gerektirir. Bu açıdan yapay zeka teknolojilerindeki ilerleme devlet kapasitesi liberteryenleri için önemli fırsatların yanında ciddi riskleri de beraberinde getiriyor.
Büyük çaplı veri setlerine dayanarak karar verebilen algoritmalar olarak kabaca tanımlanabilecek olan yapay zeka büyük bir ivmeyle ilerliyor. Fotoğraflardaki yazıları tespit edip dijitalleştirmekten, yüz tanımaya, önceki alışkanlıklarımızdan dinleme veya izleme zevklerimizi öğrenip beğenebileceğimiz müzik ve videolar önermeye, pek çok alanda yapay zeka uzun bir süredir hayatımıza zaten yerleşmiş durumda. Benzer ilkelerden hareketle çok daha büyük veri setleri üzerinden eğitilen algoritmalar ise bugün müzik besteliyor, resim yapıyor ve hatta makale yazıyor. Öyle ki bu yazının bir kısmı openai grubunun piyasaya sürdüğü GPT-3 yazılımına İngilizce yazdırılıp yazar tarafından Türkçeye tercüme edildi. Yapay zekanın devlet kapasitesi açısından üç kritik alanı olan otonom silah sistemleri (OSS) ile dijitalleşmenin getirdiği gözetleme yazılım ve donanımları bunun yanı sıra vatandaş profilleme imkanları bireysel özgürlüklerin geleceği için de ciddi önem arz ediyor.
OSS devlet kapasitesi liberteryenleri için benzersiz bir sorun teşkil ediyor çünkü bu sayede devletler şiddet tekelini “insan askerlere” gereksinim duymadan icra edebilir. Bu sistemlerin kilit noktalarında elbette insanlar bulunacaktır ancak devletlerin insan askerlere olan ihtiyacı giderek azalıyor. Bu da devletin büyüklüğü ve kapsamı açısından önemli bir kısıtın ortadan kalkması anlamına geliyor. Tarihsel bağlamda ulus devletin askerliğin bir vatandaşlık görevi olarak toplumun her kesimini (en azından erkekleri) kapsaması ile demokrasi ve insan haklarının gelişimi arasında sıkı bir ilişki olduğu göz önünde bulundurulduğunda çok az insana ihtiyaç duyacak devletlerin hangi yol ve araçlarla sınırlandırılabileceği liberteryenlerin çözüm sunması gereken büyük bir sorun. Petrol ve doğal gaz gibi doğal kaynaklardan elde edilen gelirler sayesinde vatandaşlarının vergilerine ihtiyaç duymayan devletlerin özgürlükleri ne kadar kolay sınırlandırabildiğine şahit olduk, oluyoruz. Yapay zekanın askeri teknolojilerde açtığı çığırla insan gücüne bile çok az ihtiyaç duyan devletlerin neler yapabileceği ciddi endişeler doğuruyor. Üstelik doğal kaynaklar belirli bölgelerde sınırlı kalırken kolaylıkla kopyalanıp farklı amaçlar için uyarlanabilen yapay zekada ise coğrafi sınır yok. Kısacası tüm devletlerin birer Suudi Arabistan olma potansiyeli var.
İzleme ve gözetleme de yapay zeka teknolojilerinin devlet kapasitesinin özgürlükler aleyhine ciddi anlamda büyümesini sağlayabileceği bir başka alan. Özellikle pandemiyle mücadele adı altında son iki yılda hayatımıza giren uygulamalar önemli tüm faaliyetlerimizin dijital ortamda kayıt altına alınmasına ivme kazandırdı. Bu da devletlerin ve büyük şirketlerin bireylerle ilgili önemli bilgileri kolayca toplayıp işlemesini sağlıyor. Bireylerin özel hayatının gizliliğine ciddi tehdit oluşturan bu teknolojiler “gözetleme devletine” de zemin hazırlıyor.
Dijitalleşmenin hayatımızı kolaylaştırdığı aşikar. Kredi kartlarının bile demode olup yerini akıllı telefonlara yüklenen elektronik cüzdanlara bıraktığı günümüzde nakit taşıma ve bozuk para bulamama gibi dertlerimiz yok. Tüm finansal işlemler dijital ortamda kayıt altına alındığı için de kimse borcunu ya da bir ürünü sattığını inkar edemiyor. Fiziksel paranın giderek daha az kullanılması ve dijital ödeme sistemlerine bağımlılık servete el koymayı da oldukça kolaylaştırıyor. Örneğin, Kanada hükümeti pandemi kısıtlamalarını protesto eden tır şoförlerinin banka hesaplarını dondurmuştu. Bunun için bankalara talimat gönderilmesi yetmişti.
Dijitalleşmenin ürettiği devasa veri setleri, yapay zeka modelleriyle bireylerin profilinin çıkarılmasına da imkan sağlıyor. Devletler bu teknolojileri potansiyel suçluları tespit edip izleyerek suç işlemelerini önlemek için kullanabileceği gibi siyasi muhalifleri, hükümetlerin uygun bulmadığı yaşam tarzına sahip olanları rahatça bulup faaliyetlerini kısıtlamak için de kullanabilir. Çin’de pilot uygulaması yapılan sosyal kredi sistemi ise bireysel özgürlük alanının tamamen yok edilmesi ve özel alan ile kamusal alan arasında hiçbir ayrım kalmaması anlamına geliyor. Bu sistem kabaca Çin Komünist Partisinin makbul gördüğü davranışlarda bulunanların ödüllendirilmesi, aksi davrananların ise cezalandırılmasını amaçlıyor. Puanı düşük olanların kamu hizmetlerine erişimi rahatlıkla kısıtlanabiliyor. Üstelik bu sistem tamamen otomatik bir şekilde işleyebiliyor. Dijitalleşme ve yapay zeka teknolojileri olmasa belki vatandaştan çok memura ihtiyaç duyulacaktı.
Elbette tüm bu gelişmelerin olumlu potansiyelleri de var. Özellikle yapay zeka teknolojilerinin genele yayılması, bireylerin devlet ve büyük şirketler karşısındaki gücünü arttırıyor. Bu teknolojilere erişimin kolaylaşması, sıradan vatandaşlar ve küçük ölçekli sosyal ve ekonomik aktörler için özerk alanlar oluşturma, özel verileri daha iyi gizleme ve iş yapma maliyetlerini de ciddi anlamda düşürüyor. İnternetin yaygınlaşması; ticaret, bilim ve sanat alanlarındaki eşik bekçilerinin sıradan vatandaşla aralarına kurdukları duvarları kısmen de olsa yıkmıştı. Birçok insan online platformlarda satış yapma, bir bilim insanının, doktorun, gazetecinin veya avukatın iddialarının doğruluğunu çevrimiçi kaynaklardan kontrol etme, cebinde taşıdığı telefonla sanatını ve fikirlerini kitlelere ulaştırma imkanlarına kavuştu. Yapay zekadaki ilerlemeler bu süreci bambaşka boyutlara taşıma potansiyeli taşıyor. Örneğin, semptomlardan hastalığı teşhis edebilen veya en azından muhtemel hastalıklar kümesini yeterince daraltabilen ve bu doğrultuda hastayı gerekli testlere ve ilgili uzmanlara yönlendirebilen yapay zeka sağlık yazılımları, uzman ile sıradan vatandaş arasındaki bilgi asimetrisini önemli ölçüde azaltabilir. Benzer diğer bir durum da hukuk alanında anlaşmazlık ve hak taleplerini karmaşık mevzuatlara göre kolaylıkla çözebilen yazılımların, bireylerin hukuki pazarlık gücünü ciddi anlamda arttırabilecek olmasıdır.
Sonuç olarak yapay zeka teknolojilerindeki hızlı ilerlemeler; mevcut kurumsal yapıların, iş yapma tarzlarının, eğitim, güvenlik, hukuk ve sağlığın yeniden şekillenmesini zorunlu kılacak. Yeni kurulacak düzende bireysel özgürlüklerin ne seviyede olacağı hangi aktörlerin bu yeni imkanları ne ölçüde değerlendirdiğine bağlı olacak. Otomasyon sayesinde birçok ihtiyacımızı uzun saatler çalışmaya gerek kalmadan karşılayabilecek miyiz, yoksa bu teknolojileri tekelinde toplayan siyasi ve ekonomik aktörlerin insafına mı kalacağız? Otonom silah sistemleri savaşları anlamsız hale mi getirecek, yoksa yıkımın derecesini mi arttıracak? Vatandaşının insan gücüne ihtiyaç duymayan, gözetleme ve profilleme teknolojileriyle totaliter düzenler kuran devletler mi göreceğiz, yoksa bireylerin büyük ölçüde kendine yettiği, daha az çalışıp refah içinde yaşadığı daha ütopik toplumlara mı evrileceğiz? Bu sorulara doğru bir yaklaşım geliştirmek, bu teknolojilerin getirdiği fırsat ve tehditleri ayrı ayrı değerlendirmekten geçiyor gibi. Bu konuda bireysel özgürlüğü önceleyen herkesin düşünmesi, fırsatların özgürlük lehine nasıl değerlendirilebileceğini ve tehditler karşısında neler yapılabileceği konusunda sakin tartışmalar yürütmesi iyi bir başlangıç olacaktır.
Fotoğraf: Gertrūda Valasevičiūtė