[voiserPlayer]
D84 Araştırma ve Analiz Birimi, Medyaya Erişim ve İfade Özgürlüğü projesi bağlamında Türkiye’nin basın özgürlüğü karnesini ve son olarak meclisten geçen ve toplumda sansür yasası olarak bilinen Dezenformasyon Yasası’nın detaylarını uzmanlarla ele almaya devam ediyor. Bu projenin diğer içeriklerine buradan ulaşabilirsiniz.
RSF (Reporters Without Borders) Türkiye temsilcisi ve Bianet sitesi medya özgürlüğü raportörü Erol Önderoğlu, 18 Ekim 2022 yılında yürürlüğe giren dezenformasyon yasasını ve bu yasanın yürürlüğe girmesinin potansiyel sonuçlarını Daktilo1984 için değerlendirdi.
Dezenformasyon yasasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gazetecilik kuruluşu olarak Türkiye’de izleyegeldiğimiz davaların aksine, daha ziyade kitleselleşen aykırı veya eleştirel kanaatlerin önüne geçmek, medyanın bunun taşıyıcısı olmasını engellemek için daha geniş boyutlu bir bastırma aracı olarak görünüyor. Eli yargıya uzanabilen, tek bir söylemiyle güvenlik kuvvetlerini harekete geçirebilecek kim varsa, “gerçeği” kendinde barındırdığını iddia ettiğinde, istediği gibi muhaliflerini hapisle mahkemelerde süründürebilecek. Propagandaya teslim olan, Dezenformasyon Yasası’na ihtiyaç duyulan bir toplumda da en büyük zararı; nesnel ve güvenilir bilgiden yoksun kalan, “gerçeği” göremeyen ve güvensizliğe düşen kamuoyu görecektir.
Bu sürecin gazetecileri nasıl etkileyeceğini öngörüyorsunuz?
Toplumu ve medyasıyla zaten kayda değer biçimde kutuplaşmış bir ülkede, medya temsilcilerinin gelişmeleri nesnel bir biçimde ve hak ettikleri ölçüde kamuoyunun dikkatine taşıması, dezenformasyon yasasının getirdiği ek caydırıcılıkla daha da güçleşecektir. Kamuoyunu, şartlar ne olursa olsun, doğru bilgilendirme ve her çevreden medyayı ve temsilcilerini eşit ölçüde muhatap alma çabasında olan hiçbir gücün böylesi bir yasaya ihtiyacı olamaz. Kanunun medya çevrelerinin görüşüne tenezzül edilmeden böylesi bir inatla çıkarılmış olması, sadece eleştirel medyanın ve kamuoyununun değil, zamanla tüm toplumun düşünsel yapısını sakatlayacak ve muazzam bir güvensizliğe neden olacaktır. Tepeden “bilgi” empoze etmek, medya sektörünün daha da kutuplaşmasında, gazetecinin da araştırma uğraş ve görevinden kopmasında etki gösterebilir. Yurttaş; yolsuzluk, kayırmacılık, uyuşturucu, gelir dengesizliği gibi onca meselenin kronik sorun oluşturduğunu zaten biliyorsa “bundan söz edenler, yerli ve milli olamaz” diye inatlaşmanın ne anlamı olabilir? İktidar olarak toplumun gerisine düştüğünüzde de dezenformasyon gibi düzenlemelere sarılırsınız. Oysaki, herkesin kamuoyuna “doğruyu söyleme” borcu vardır.
Bu yasa entelektüellerin kamusal alanda sesinin kısılmasına yol açar mı?
Genelde bazı güçlerin bu tarz düzenlemelere sarıldığı toplumlar, amaç kamuoyunu kaybetmemek ve ona hakim olmaya dönüşünce, karşı gücün yaptığı gibi, kendince “bilgi”yi manipüle etmeye teslim olurlar. Bu nedenle bu durum, objektif bilgiye ihtiyacın azaldığı bir ortamda, kimseyi de sesini kısmaya götürmez. Çünkü ancak nesnel bilgi bir yurttaşı teskin edebilir.
Vatandaşların bu gelişmeler ışığında gazetecilerin karşılaştığı bu yoğun baskıya ses çıkarmak için yapabileceği bir şey var mı?
Aslında yurttaş; hak savunucusu, aydın ve gazetecilerden sonra sıranın kendisine geldiğini tahmin ediyor. Keza, bugünkü toplumlar bunu zamanında görüp bilgi alma hakkına sahip çıkabildiği oranda ayakta kalabiliyor. Türkiye’de yurttaşın bu bilinci ne yazık ki sadece genel ve yüzeysel bir duyarlılığa işaret ediyor. Gazetecilik hakları için harekete geçmenin, daha çok, belirli politik parti ve sivil toplum inisiyatifleriyle sınırlı kaldığına tanık oluyoruz. Bu hareketsizliğin, toplumsal kırılganlığımızın önemli bir yönünü oluşturduğunu ifade etmek sanırım abartı olmaz.
Fotoğraf: Damir.