[voiserPlayer]
Başkanlık Sisteminin Yansımaları: Konu 3
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin ilk dönemlerinde özellikle Avrupa Birliği ile entegrasyona yönelik reform sürecinde attığı demokratikleşme adımlarından sonra AKP hükümetlerinin ilerleyen yıllarda siyasi haklara ve sivil özgürlüklere yönelik giderek artan baskıcı bir eğilim gösterdiği artık genel kabul görmektedir.
Günümüzde Türkiye, “önemli bir demokratik çöküş yaşayan” (Somer 2019) dünyanın en kutuplaşmış ülkelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Türkiye’deki medya dünyası, son on yılda okuyucuların/kullanıcıların hem geleneksel/yeni medya ekseninde hem de hükümet yanlısı medya/muhalif veya bağımsız medya mecraları arasında kutuplaşan bir görünüm izlemektedir (Konda 2016, 2019). Son 15 yıldır hem gelişmekte olan hem de gelişmiş demokrasilerde görülen demokratik gerileme (democratic backsliding), AKP’nin ikinci iktidar döneminin başlamasıyla 2007 yılından itibaren daha belirgin hale gelmiştir. 2007 yılı, “medya sahipliğinin yeniden örgütlenmesinin”, mevcut medya kuruluşlarının “disiplin altına alınmasının” ve “AKP medyasının doğuşunun” başladığı bir dönüm noktası olması açısından da önemlidir.
Medyanın ele geçirilmesi (media capture) ile demokratik gerileme birbiri ile ilişkili süreçlerdir. Türkiye’de medya sahipliğinin yeniden değişmeye başladığı 2007 yılı, aynı zamanda demokratik gerilemenin başlangıcı olması açısından da bir dönüm noktası olarak görülmektedir. Türkiye’deki demokratik gerileme, 2007’den itibaren daha belirgin hale gelmiş, ancak özellikle 2016 darbe girişimi ve 2017’de başkanlık sistemine geçilmesinden sonra derinleşmiştir.
Recep Tayyip Erdoğan 2014 yılında Cumhurbaşkanı seçilmişti. Gezi Parkı (2013) protestolarından 7 Haziran 2015 genel seçimlerine kadar geçen iki yıllık sürede Türkiye’de hem siyasette hem de medya sisteminde önemli bir yeniden yapılanma gerçekleşti. Bazı yorumcular, seçimlere giden bu dönemde ve seçilmeleriyle beraber AKP kadrolarında giderek artan bir “otoritelerleşme” gözlemlendiğini ifade ettiler.
2017 anayasa referandumu, Türkiye’de başbakanın rolünü ortadan kaldıran, cumhurbaşkanının yürütme yetkilerini genişleten yeni bir başkanlık hükümeti sistemi kurdu. Kasım 2019’da yapılması planlanan Haziran 2018 seçimleri, 2016 darbe girişiminden sonra ilan edilen olağanüstü hal altında yapıldı. Türkiye’nin siyasi sisteminde parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişte “dönüm noktası” olarak görülen Haziran 2018 genel seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan ilk turda oyların yüzde 52,6’sını alarak cumhurbaşkanı oldu ve ikinci dönemine başladı. 2018 seçimlerinde AKP, oyların yüzde 53’ünü alarak 344 sandalyeyle sonuçlanan Cumhur İttifakı’nı oluşturmak için aşırı sağcı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile birleşti. Ana muhalefetteki CHP, oyların yüzde 34’ünü ve 189 sandalyeyi alan Millet İttifakı’nı oluşturmak için İyi Parti ve iki küçük parti ile ittifak kurdu. HDP yarışa tek başına girdi ve yüzde 11 oy alarak 67 sandalye kazandı. 2018’de uygulanmaya başlanan yeni başkanlık sistemi, yürütmenin yargı üzerindeki kontrolünü de artırdı.
2019 belediye seçimlerinde İstanbul ve Ankara’da 20 yıl aradan sonra yerel seçimleri Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) adaylar kazandı. Bu seçim sonuçlarının AKP’nin her şeye kadir konumuna meydan okuduğu söylenebilir. Ancak, 2019’da da gazetecilere, sivil topluma, akademiye ve yurttaşlara yönelik baskı artarak devam etti. Türkiye 2019 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 159. sırada yer aldı. Hükümet ayrıca çevrimiçi haber ve bilgi kaynaklarını kontrol etme girişimlerini de genişletti (Freedom House, 2020).
Medyanın Durumu
Türkiye’deki ana akım medya kuruluşları Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu aracılığıyla 2007’den itibaren Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) yakın şirketlere geçmiştir. Mart 2007’de Merkez Grubu’nun medya varlıklarına el konularak Aralık 2008’de AKP yanlısı Çalık Grubu’na satıldı. 2013 yılında ise bu grubun varlıkları Zirve Holding’in AKP yanlısı grubu Kalyon İnşaat Şirketi’ne satılmıştır. Havuz medyası adı verilen bu işleyişe göre hükümete sempatiyle yaklaşan bir medya ağı oluşturularak hükümetin, yasal çerçevenin kısıtlayıcı araçlarına başvurmadan da ticari medyayı kontrolü altına alabilmesi mümkün olmuştur.
Bu strateji sonucunda kamu hizmeti yayıncılığı ile doğrudan hükümete bağlı olan Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) gibi kurumlara ek olarak, iktidara yakın iş insanlarının eline geçen eski ana akım medya araçları, açıkça hükümet politikalarını destekleyen yayınlar yapan medya kuruluşları olarak yeniden doğmuşlardır. 2007’den itibaren devam eden süreçte gelinen en son nokta, 2018 yılında Doğan Medya Grubunu’nun Demirören grubuna satılışıdır. Artık Türkiye’deki medyanın yüzde 90’ından fazlası kamu ihalelerine bağlı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yakın kişisel bağları olan büyük işletmelere aittir. Bu şirketlere ait olan medya organlarının hükümetin pozisyonlarını yansıttığı ve genellikle hükümet tarafından yönetilen medya ile aynı manşetleri attığı gözlemlenmektedir.
Bunun bir sonucu olarak bağımsız veya muhalif gazeteciler, haberlerini dijital medya mecralarında üretmeye, geleneksel basın kuruluşları yerine internet üzerinden ve sosyal medya platformlarını kullanarak okuyucularına ulaşmaya başlamışlardır. 2013 Gezi Parkı protestolarına kadar medyadaki dijitalleşme, hem yazılı hem de görsel medyada mevcut olan kutuplaşma sorunu üzerinde çok az etkiye sahip oluyordu. Gezi Parkı protestoları sırasında medyada uygulanan geniş çaplı sansür görünür hale geldiğinde, dijital medya platformları ve teknolojileri halihazırda var olan sivil muhalefetin seslerini yaymada daha fazla öne çıktı. Daha fazla sayıda vatandaşın ve gazetecinin birlikte bilgi üretimine aktif katılımı hızlandırdı.
Özellikle 2015 seçimleri ve sonrasındaki çalkantılı ortam, medyada dijitalleşme, gazetecilikte girişimci ruhun ortaya çıkması ve medya sistemine yeni oyuncular katılmasına yol açtı. Çoğunlukla eskiden ana akımda çalışan gazeteciler tarafından kurulan ve web üzerinde veya YouTube vb. gibi sosyal medya platformları üzerinde çalışan bu yeni medyalar sayesinde “ana akım sonrası” bir medya ortamı doğdu.
Örneğin, Gezi protestolarından sonraki 3 ay içinde P24, “medyanın kapasitesini artırmayı, halkın medya özgürlüğü talebini harekete geçirmeyi ve iyi gazetecilik için en iyi uygulamaları desteklemeyi” amaçlayan bir sivil toplum kuruluşu olarak Eylül 2013’te kuruldu. Diken, medya devi Simavi ailesinin 4. kuşak üyesi Harun Simavi tarafından Ocak 2014’te dijital bir haber platformu olarak kuruldu. 2015 yılında Ortak Gelecek için Diyalog Derneği himayesinde bir doğrulama girişimi olan Doğruluk Payı kuruldu. Deneyimli gazeteci Ruşen Çakır’ın Haziran 2015 genel seçimlerini sosyal medya üzerinden haber yapması, aynı yılın Ağustos ayında Periscope’ta Medyascope’un kurulmasına yol açtı. TGS Türkiye Gazeteciler Sendikası veya P24 (STK girişimi) gibi meslek kuruluşlarının veya NewsLab Türkiye gibi dijital platformların bir parçası olarak ek bir “dijital haber akademisi” ağı kuruldu. 2016’da meydana gelen bombalı saldırılar ve sonrasında sağlıklı haber akışının sağlanması hedefiyle başlayan teyit.org bir sosyal girişim olarak yapılandı.
2015 sonrası ana akımın nihai ölümünün gerçekleşmesine ve dijital alanda doğmuş olan haber mecralarının bağımsız gazetecilik için bir alternatif oluşturmasına rağmen, bu medya ortamının bir geçiş sürecini yansıttığını söyleyebiliriz. Ana akım sonrası medyanın nasıl devam edeceği, ana akımın yerini hangi mecraların alacağı, dijitalleşmenin etkilerinin medya üzerinde nasıl bir onarıcı ya da yıpratıcı etki yapabileceği henüz netliğe kavuşmamıştır. Medya profesyonelleri, özellikle dijitalde doğan medyada sürdürülebilir bir iş modeli bulunması için arayışlarına devam etmektedir.
Türkiye medya sisteminde özellikle 2015 sonrası dönemi kavramsallaştırırken eskiden olduğu gibi medya sahipliğindeki yoğunlaşma yaklaşımının bize sağladığı analitik araçlar yeterli olmayacaktır. Son birkaç yılda meydana gelen değişimi ve dönüşümü analiz etmek için medyanın ele geçirilmesi kavramına daha yakından bakmak gerekmektedir. Demokratik gerileme, özellikle medyayı ele geçirme stratejileri (medya capture strategies) aracılığıyla küresel çapta medya sektörünü de etkilemektedir. Medya yoğunlaşması, birçok ülkede on yıllardır devam etmekle birlikte, medya kuruluşlarını ele geçirmek için devlet yetkilileriyle birlikte çalışan iş yapılarının artması nedeniyle, mevcut stratejilerin önceki yöntemlerden daha etkili olduğu düşünülmektedir.
2010’lardan bu yana dünya çapında yeni ve yerleşik demokrasilerde demokratik gerilemeye yönelik küresel bir eğilim olduğu gözlemlenmektedir. Freedom House 2022 raporunda küresel özgürlükler kategorisinde art arda 15 yıldır düşüş yaşandığı tespit edilmiştir. Türkiye, Freedom House raporunda (2022) 100 ülke arasında 32. sırada ve “özgür olmayan” ülkeler arasında yer almıştır. Türkiye’de ve medyayı ele geçirme stratejilerinin yaygın olduğu diğer başka ülkelerde ana akım medyanın, kutuplaşmanın bir sonucu olarak yok olduğu gözlemlenmektedir.
Demokratik gerileme, hem eski hem de yeni demokrasilerde on yılı aşkın bir süredir devam etmektedir. Steven Levitsky ve Daniel Ziblatt, How Democracies Die (New York: Crown Publishing, 2019) adlı çalışmalarında, kutuplaşmanın şu anda modern demokrasilerin karşı karşıya olduğu en büyük tehlike olduğunu ve bunun “popülist ve demagojik liderlerin yükselişinin bir sonucu” olarak ortaya çıktığını belirtirler. Bu tür liderler, kararlarını medya ve iş dünyası da dahil olmak üzere diğer yetkililere ve sivil topluma dayatmak için anayasal güçlerini kötüye kullanma eğilimindedir.
Medya sahipliği yoğunlaşması (media ownership consolidation) sorunları, regülasyonun siyasallaşmasından kaynaklanan sorunlarla birlikte birçok ülkede on yıllardır var olmuştur. Avrupa’da medyayı ele geçirme stratejileri konusunda en uç örnekler Macaristan ve Türkiye’de görülmektedir.
Medya özgürlüğünün sınırlandırılmasını bir dizi faktör beslemiştir. Öncelikle, 2008’de başlayan küresel mali kriz, medyanın artan kırılganlığını etkileyen birincil faktör olmuştur. “Medyayı ele geçirme” terimi, medya kuruluşlarının güçlü elit veya sınıf çıkarlarına tabi olma veya bu çıkarlar tarafından ele geçirilme yollarını ifade eder. Bu süreçte ilk yol, mülkiyetin ekonomik elitlerin elinde toplanmasıdır. Bu süreç Türkiye’de 1990’larda başlamıştır. AKP’nin 2007’den bu yana “hukuki baskılar”, “devralmalar” ve “finansal yeniden yapılanma” şeklinde artan medya hakimiyetinin analizinde, “medyayı ele geçirme” (media capture) kavramı gündeme gelmiştir (Yeşil, 2018; Coşkun, 2020). Medyanın ele geçirilmesi, siyasi liderlerin ve medyanın “simbiyotik” bir ilişki içinde çalıştığı ve medya sahiplerinin hükümet reklamları gibi finansal faydalar karşılığında siyasi liderler hakkında destekleyici haberler sunduğu bir “yönetim sorunu”nu ifade eder (Finkel, 2015).
Mevcut haliyle farklı ülkelerde, farklı “medyayı ele geçirme stratejileri” görülmektedir. Yüzden fazla ülkede yürütülen bir çalışmada[1], çeşitli ülkelerde medyayı ele geçirmekle ilgili dört alanda korelasyon tespit edilmiştir: düzenleme (regülasyon), devlet finansmanı (genellikle devlet reklamı biçiminde harcanan), kamu medyasının kontrolü ve özel mülkiyetin kontrolü. Bunlardan özel mülkiyetin kontrolü en önemlisidir, çünkü başarılması en zor olanıdır. Medyanın ele geçirilmesi doğrudan ve dolaylı mekanizmalar aracılığıyla olur. Doğrudan kontrol mekanizması, varlıkları devlet kurumlarına devredilen medya kuruluşunun fiilen devralınması ve kapatılmasıdır. Dolaylı mekanizmalar arasında ise devlet sübvansiyonları, devlet reklamlarının tercihli dağılımı, medya sahipleri için vergi indirimleri, devlet bankalarından ucuz kredi sağlanması ve özelleştirme anlaşmaları sayılabilir.
Medyanın ele geçirilmesinde dört temel bileşen bulunmaktadır ve bunların hepsi de Türkiye’de görülmektedir. Bunlardan birincisi, RTÜK gibi düzenleme/regülasyon yapan kurumlar vasıtasıyla medyanın ele geçirilmesidir. İkinci bileşen, TRT gibi kamu hizmeti medyasının kontrolünden kaynaklanır. Üçüncü faktör, Basın İlan Kurumun’nun ilan verme stratejilerinde görüldüğü üzere devlet finansmanının bir kontrol aracı olarak kullanılmasıdır. Son bileşen de havuz medyasının oluşumunda ve öncesinde TMSF’nin oynadığı rol üzerinde olduğu gibi mülkiyet devralma şeklinde gerçekleşir.
Ak Parti’nin medyayı ele geçirme yöntemleri üç kategoride ele alınmaktadır. Bunlar: kendi özel medyasını oluşturarak medyayı ele geçirme, mali yaptırımlarla medyanın ele geçirilmesi ve gazetecileri korkutmak veya kriminalize etmek suretiyle medyanın ele geçirilmesidir (Coşkun, 2020: 643). 2007’den bu yana medya üzerinde kitlesel baskılar; vergi cezaları, yargısal baskılar, gazetecilerin itibarsızlaştırılması, çevrimiçi sürgün (internet sansürü) ve gözetim (Akser ve Baybars- Hawks, 2012) şeklinde ortaya çıkmaktadır. Büyük ana akım medya holdingi Doğan Medya grubunun 2018 yılında hükümete yakın Demirören Grubu tarafından satın alınmasının ardından ana akım medyanın ele geçirilmesi süreci tamamlanmış oldu (Yeşil, 2018, Coşkun, 2020).
Demokratik gerilemenin etkisi, özellikle 2016 darbe girişimi ve 2017’de başkanlık sistemine geçişin ardından daha da derinleşmiştir. Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nin Kasım 2019 ve Ekim 2020 tarihleri arasında yürüttüğü Free Web Turkey projesi kapsamında yayınlanan raporda da belirtildiği gibi, 2016’da gerçekleşen darbe girişimi sonrasında medyaya yönelik olarak yoğunlaşan baskı, hem gazetecileri hem de çevrimiçi ve çevrimdışı yayın yapan birçok basın kuruluşunu olumsuz etkilemiştir. (https://www.freewebturkey.com/haberin-sonu)
15 Temmuz darbe girişiminden sonraki altı ay içinde üç kanun hükmünde kararnameye dayanarak toplam 178 medya şirketi kapatıldı ve 700’den fazla gazetecinin basın kartları iptal edildi (Sınır Tanımayan Gazeteciler, 2016). Darbe sonrası ortamda AKP’nin internet ve çevrimiçi medya üzerindeki kontrolü daha da sıkılaştı (Yeşil, Sözeri ve Khazraee, 2017). 2019 yılında sansüre karşı mücadeleye katkı sunmak ve farkındalık yaratmak amacıyla kurulmuş olan Free Web Turkey Platformu’nun raporlarına göre engelleme kararlarının niteliksel olarak haberleri hedef alması ise giderek büyüyen bir sansüre yol açmaktadır.
Uluslararası sosyal medya platformlarının internet sansürüne karşı mücadelede önemli bir paydaş olarak ortaya çıktığı gözlemlenmekle birlikte, Temmuz 2020’de yapılan düzenlemeyle Facebook ve Twitter gibi günlük bir milyondan fazla kullanıcıya sahip uluslararası içerik sağlayıcıların, Türkiye’ye yerel temsilciler ataması ve emredildiği takdirde içeriği 48 saat içinde kaldırmasını gerektiren yeni bir yasa onaylanmıştır (Freedom House, 2021). Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra İletişim Başkanlığı’nın sistem içindeki etkinliği artmıştır. Gazetecileri Koruma Komitesi’ne (CPJ) göre hapiste bulunan 18 gazeteciyle Türkiye, 2021’de dünyanın en çok gazeteci hapseden altıncı ülkesi konumundadır.
Türkiye’de Basın Özgürlüğü Raporu’nda[2] yasal yaptırımların keskin bir şekilde yükselmesi ve özellikle RTÜK’ün medya üzerindeki denetleyici rolünü aşarak bir sansür kurumu gibi çalışmaya başlamış olması dikkat çekmiştir. Raporda ayrıca , basın özgürlüğünü engelleyen faktörler 3 grupta incelenmiştir. Bunlardan ilkini yasal kısıtlamalar oluşturmaktadır. Kapatılan Medya kuruluşları, tutuklanan ve yargılanan gazeteciler, yasal kısıtlamaların en gözle görünür alanlarını oluşturmaktadır. Örneğin, 30 Kasım 2020’de kurulan Olay yayın hayatına başladıktan 26 gün sonra muhalif yayın politikası gerekçe gösterilerek kapatılmıştır. Olay TV’nin yaşadığı durum dışında Radyo Televizyon Üst Kurulu’nın yayın yapmak için lisans başvurusunda bulunan iş insanlarını bürokratik nedenlerle oyalayarak “önleyici” bir kapatma politikası izlediği gözlemlenmiştir. Örneğin Sözcü TV, ulusal yayın yapabilmek için 21 Şubat 2020 tarihinde Sivas SRT kanalını satın alarak isim ve logo değişikliği için RTÜK’e başvuru yaptığı halde, RTÜK bu başvuruyu aylarca gündemine almamış, kanuni süre aşılmış ve dosya zımni olarak reddedilmiştir.
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği 2021 raporuna[3] göre Türkiye’de halihazırda 57 gazeteci ve medya çalışanı tutuklu bulunmaktadır. Gazeteciler genellikle 5 ayrı kanuna dayandırılarak yargılanmaktadır: Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, MİT Kanunu, Bankacılık Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu. Bir başka yasal kısıtlama, çevrimiçi içeriklere getirilen erişim engelidir. Engelli Web 2020 raporuna göre Türkiye’de erişime engellenen toplam web sitesi sayısı 46.701’e ulaşmıştır.
Erişim yasakları sadece yargı makamları tarafından değil aynı zamanda idari organlar tarafından da verilebilmektedir. Türkiye’de Basın Özgürlüğü Raporuna (2021) göre yasal kısıtlamalara bir başka örnek de RTÜK tarafından artarak uygulanan yayın yasakları ve cezalardır.[4] Muhalif ve eleştirel yayın politikasına sahip kanallar cezalandırılırken, hükümetin politikalarını koşulsuz destekleyen kanallar herhangi bir cezaya tabi tutulmamıştır. 2021’de RTÜK’ün bu uygulamaları kamuoyuna yansımıştır. CHP tarafından 2021 senesinde yayınlanan rapora göre otoriterleşme eğilimi ile RTÜK’ün yayın durdurma ve idari para cezaları arasında bir ilişki olduğu iddia edilmiştir. Bu rapor, 1 Ocak 2014-31 Aralık 2020 tarihleri arası RTÜK’ün imza attığı 11.220 kararın %72’sinin ceza içerdiğini göstermiştir.
Türkiye’de Basın Özgürlüğü Raporu’na göre 2014-2021 yılları arası verilen toplam 1363 ekran karartma kararının %91’i, yani 1234’ünün başkanlık sistemine geçildikten sonra verildiği tespit edilmiştir. Bir başka yasal kısıtlama alanını sosyal medya platformlarındaki kısıtlamalar oluşturmaktadır. Twitter transparency raporuna göre Temmuz-Aralık 2020 döneminde bütün dünyadaki toplam içerik kaldırma taleplerinin %10’u Türk makamları tarafından yapılmıştır. Twitter’a, Türk mahkemeleri tarafından 557, diğer idari makamlar tarafından ise 3192 içerik kaldırma talebi ulaşmıştır. Twitter’ın bu taleplere olumlu yanıt verme ortalaması ise 2012-2020 dönemi için %34.7 olmuştur.
Sosyal medya kısıtlamaları ile ilgili en göze çarpan gelişme bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilen yeni sosyal medya yasası olmuştur. TBMM’de 29 Temmuz 2020’de kabul edilen ve sosyal medya yasası olarak bilinen İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Yasa’nın bazı maddeleri, 1 Ekim 2020’de yürürlüğe girdi. Buna göre, 1 milyondan fazla kullanıcısı olan sosyal ağ sağlayıcılarının Türkiye’de temsilci bulundurması zorunlu hale getirilirken yasa kapsamında ayrıca Türkiye’de temsilcilik açmayanlara, para cezasından reklam yasağına uzanan ve bant daraltılması ile sonuçlanabilecek kademeli yaptırımlar getirildi. [5] 2021’in ilk çeyreğinde YouTube, Netflix, Twitter ve Facebook yerel temsilciler atadıklarını açıkladılar.
Mayıs 2022’de “dezenformasyonla mücadele” amaçlı bir başka yasa tasarısı TBMM’ye sunuldu. Tasarıda, sosyal medya ve internet haberciliğine ilişkin yeni düzenlemeler yer alırken, uzmanlar tarafından sansüre ve çok sayıda cezaya yol açacağı gerekçesiyle eleştirildi. Tasarı, internet ortamında yayın yapan medya kuruluşlarının iş yeri adresi, ticaret unvanı, e-posta adresi, iletişim telefonu ve elektronik tebligat adresinin yer almasının zorunlu hale getirilmesi, süreli yayınlar şeklinde sınıflandırılması gibi yeni kurallar ortaya koydu ve sosyal medya platformlarının Türkiye’deki temsilcilerinin Türkiye’de ikamet etmelerini şart koştu (16 Haziran 2022). Bu tasarı, Mayıs 2022’de Meclis Adalet Komisyonu tarafından kabul edildi, ancak henüz meclis gündemine yeniden gelmedi.
Türkiye’de Basın Özgürlüğü Raporuna (2021) göre basın özgürlüğünü kısıtlayan ikinci temel unsur iktisadi bağımlılıktır. Bağımsız bir ana akım medyadan söz etmek mümkün olmasa da küçük ölçekte muhalif bir medya var olmayı sürdürmektedir. Ancak özellikle bağımsız gazeteciliği sürdürmeye çalışan internet medyası sürdürülebilir bir gelir modeline henüz ulaşamamıştır.
Ayakta kalabilmek için yurt dışındaki vakıflardan ve sivil toplum inisiyatiflerinden aldıkları fonlara ihtiyaç duyan dijitalde doğmuş bağımsız medya platformları, 2021 yılında özellikle hükümet çevreleri ve bazı milliyetçi ve ulusalcı çevrelerin eleştirilerine muhatap kalmışlardır.
2021 yazında, dijital medyayı ilgilendiren iki konu gündeme gelmiştir: yabancı fon veya bağış alan dijital medya kuruluşları ve sosyal medyadaki yanlış bilgilendirmeyle mücadele. Temmuz ayında çevrimiçi haber portalı Oda TV’nin ABD merkezli Chrest Vakfı’ndan hibe alan Türkiye’deki kurum adlarının yer aldığı bir haber yayınlaması, sosyal medyada bağımsız gazeteciliğin etiği tartışmasını alevlendirdi. 2016-2020 yılları arasında yaklaşık yarım milyon ABD doları bağış alan ve bu bilgiyi web sitelerinde kamuya açık hale getiren Medyascope, bazı gazeteciler tarafından “para almanın etik olmadığı” gerekçesiyle eleştirildi. Diğer gazeteciler medyanın “hayatta kalabilmesi için bu tür hibelere ihtiyacı olduğu” için desteklerini dile getirirken[6], İletişim Başkanlığı Başkanı Fahrettin Altun, medyaya verilen yabancı ödeneklerin Türk demokrasisini etkilemeye çalışan bir tür siyasi casusluk faaliyeti olarak değerlendirdiğini ve bu konuda yeni düzenlemelerin yapıldığını duyurdu.[7]
Medyanın ekonomik bağımsızlığı açısından bir başka sorun da kamuya ait ilanların Basın İlan Kurumu aracılığıyla son dönemde giderek daha partizan bir tavırla dağıtılmasıdır. Basın İlan Kurumu Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na bağlıdır ve daha ziyade hükümet yanlısı medya bu fonlar ile ödüllendirilmektedir. Üstelik, Basın İlan Kurumu’nun raporları, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildiğinden beri gizli tutulmakta ve kamuoyuyla paylaşılmamaktadır.
Medya Sahipliği İzleme projesi (Media Ownership Monitor – MOM)[8] her sene güncellenerek Türkiye’de medyada çoğulculuk hakkında önemli veriler sunmaktadır. 2020 yılında yapılan güncellemelerde RTÜK’ün hükümeti eleştiren haber kuruluşlarına verdiği cezalarla Türkiye’deki eleştirel, bağımsız medyayı susturmak için iktidara ait bir araç olarak hareket ettiği bir kez daha tespit edilmiştir.
MOM 2020 analizi, Türkiye’de basın özgürlüğüne dolayısıyla medya sektörüne yönelik siyasi baskıları ve denetimleri tespit etmektedir. Örneğin, en çok okunan 10 gazeteden 8’i, en çok izlenen TV kanallarından 9’u ve en çok okunan 10 haber portalından 7’sinin sahipleri, hükümetle (politik ya da ekonomik) ilişki içindedir. En çok görüntüleme alan ilk 10 web sitesi arasında, ulusal gazetelerin çevrimiçi edisyonları bulunduğundan, çevrimiçi haber içeriklerinin neredeyse tümü türdeş bir yayın politikası izlemektedir.
Bağımsız İletişim Ağı (BIA) 2001’den bu yana ifade özgürlüğü ihlallerini izlemekte ve raporlaştırmaktadır.[9] 2018 yılı raporunda, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik yayınlar ve düşünceler nedeniyle yaygın şekilde kullanılmaya başlanan TCK’nın 299. Maddesi’nin 1 Ocak 2019’a kadar en az 54 gazetecinin hapis, ertelemeli hapis ve para cezasına mahkum edilmesine zemin oluşturduğu tespit edilmiştir. 2018’de ayrıca en az 20 gazeteci, haber veya yazı yoluyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştirdikleri veya kendisine yönelik isnatlarda bulundukları gerekçesiyle toplam 38 yıl 5 ay 4 gün hapis (6 yıl 10 ay 12 günü ertelendi) ve 35 bin TL de adli para cezasına mahkum edilmişir.
2019 raporunda, basına yönelik yasal baskıların sadece Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ile sınırlı kalmadığı, basın kartları, Basın İlan Kurumu ilanları (BİK), Sermaye Piyasası Kanunu (SPK), Bankalar Kanunu gibi başka diğer yöntem ve düzenlemelerle gerçekleştiği de tespit edilmiştir. 2019 raporuna göre, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” düzenlemesi, 2019 yılında da gazetecilerin yargılanmasına ve ceza almasına hizmet eden bir araç olmaya devam etmiştir. OHAL şartları geride kalmasına rağmen, eleştirel gazetecilere yönelik ev baskınları, sürgüne zorlama, yurtdışındaysa kırmızı bülten ile yakalama emri çıkarma gibi çeşitli uygulamalarla basın özgürlüğü zedelenmiştir. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), 2019 yılında haber, film ve program yayınlarından dolayı TV kuruluşlarına 57 para cezası, 24 de program durdurma cezası vermiştir.
2020 yılında yayımlanan BİA Medya Gözlem Raporlarına göre 2020 içinde 23 gazetecinin Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “hakaret”, “örgüt üyeliği”, “örgüte üye olmadan yardım” veya “casusluk” gibi maddeleri temelinde, Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) “terör örgütü propagandası” düzenlemesi, MİT Kanunu ve Askeri Ceza Kanunu uyarınca toplam 103 yıl 3 gün hapis cezasına mahkum edildiği görülmüştür. Ayrıca, Basın İlan Kurumu (BİK) 2020 yılında eleştirel yayınlarından dolayı Sözcü, Evrensel, BirGün, Cumhuriyet ve Korkusuz gazetelerine toplam 276 gün ilan kesme cezası vermiştir. RTÜK de yıl boyunca aralarında Fox TV, Tele 1, Halk TV gibi eleştirel kanalların olduğu medyaya toplam 19 milyon 063 bin 835 TL’lik ceza vermiştir. Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği Ağustos 2014’ten 1 Ocak 2021’e kadar en az 63 gazetecinin “Cumhurbaşkanı’na hakaret” başlıklı Ceza Kanunu’nun (TCK) 299. maddesi temelinde hapis, ertelemeli hapis ve para cezasına mahkum edildiği tespit edilmiştir.
BİA Medya Gözlem Raporlarına göre 2021’de 35 gazeteci 92 yıl hapse mahkum edilmiş, en az 41 gazeteci de gözaltına alınmıştır. 2021’de de ülkede “örgüt propagandası”, “hakaret” ve “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlamalarıyla gazeteciler yargılanırken, 180 ülkeli RSF (Reporters Sans Frontier) Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye 153. sırada yer almıştır. 2021 yılında da “öz denetleyici” adı verilen ve tarafsız olması beklenen Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Basın İlan Kurumu (BİK), Basın Kartı Komisyonu ve Sulh Ceza Hakimlikleri ve benzeri kurum ve araçlar bu görevlerini yerine getirememişler, medyanın ele geçirilmesinde kullanılan yöntemler ışığında eleştirel gazetecileri ve medya kuruluşlarını dize getirmek için kullanılmışlardır.
Medya ombudsmanı Faruk Bildirici, 2020 yılında gazetelere toplam 803 gün ilan kesme cezası verildiğini açıklamış, 13 Ekim 2021’de CHP’li Bülent Tezcan, Basın İlan Kurumu’nun (BİK) resmi ilan ve reklam kesme yetkisinin kaldırılması için yasa teklifi vermiştir. 2021 yılında RTÜK de Fox TV, Halk TV, Tele1 ve KRT gibi eleştirel veya sorgulayıcı yayın yapan kuruluşları cezalandırmıştır. RTÜK üyesi İlhan Taşçı, bu kuruluşlara 21 milyon 500 TL tutarında 71 ceza verilirken iktidarı destekleyen kanallara, “100 bin şikayete rağmen” işlem yapılmadığını duyurmuştur. 2021 yılında ayrıca internet haber mecrasında yayımlanan 975 habere Sulh Ceza Hakimlikleri ya da Erişim Sağlayıcıları Birliği kararıyla erişim engeli getirildiği tespit edilmiştir.
Sonuç Yerine
AKP hükümetlerinin 20 yıllık iktidarından sonra Türkiye’deki medya dünyası, geleneksel-yeni medya ekseninin yanı sıra siyasi yelpazede de oldukça kutuplaşmış durumdadır. Yetişkin nüfusta artan internet kullanımı seviyelerine rağmen geleneksel televizyon, haber erişimi açısından baskın medya olmaya devam etmektedir. AB Komisyonu Türkiye hakkındaki yıllık raporunda (2020:78) “medya finansmanının şeffaf olmaması, medya sahipliğinin yoğunlaşması, editoryal politikalar üzerindeki siyasi etki, ifade özgürlüğü üzerindeki kısıtlamalar ve düzenleyici kurumların bağımsızlığının olmaması ile ilgili ciddi endişe” oluştuğunu ifade etmiştir. Raporda, medya sektöründe “AB müktesebatına uyum” konusunda “ilerleme” kaydedilmediği, ayrıca, “medya kuruluşlarının hükümetle güçlü bağları olan veya kamu sözleşmelerine bağlı birkaç holding grubunun elinde toplanmasının, özgür ve bağımsız medya için bir tehdit oluşturduğu” da belirtilmiştir.
Türkiye’de medya sahipliğinin yeniden değişmeye başladığı 2007 yılı, aynı zamanda demokratik gerilemenin başlangıcı açısından da bir dönüm noktası olarak da görülmektedir (Yanardağoğlu, 2022). Türkiye’deki demokratik gerileme, 2007’den itibaren daha belirgin hale gelmiş, ancak özellikle 2016 darbe girişimi ve 2017’de başkanlık sistemine geçilmesinden sonra derinleşmiştir. Türkiye’de 2015 sonrası dönemde medyayı analiz ederken, medya sahipliğindeki yoğunlaşma yaklaşımının bize sağladığı analitik araçların yeterli olmayacağını belirtmiş, yaptığımız analizde medyanın ele geçirilmesi kavramına daha yakından bakmak gerektiğini ifade etmiştik.
Yukarıda medyanın ele geçirilmesinde dört temel bileşenden söz etmiş ve bu dört unsurun hepsinin Türkiye’de görüldüğünü ifade etmiştik. Bunlardan birincisi RTÜK gibi düzenleme/regülasyon yapan kurumlar vasıtasıyla medyanın ele geçirilmesidir. İkinci bileşen, TRT gibi kamu hizmeti medyasının kontrolünden oluşmaktadır. Üçüncü faktör Basın İlan Kurumun’nun ilan verme stratejilerinde görüldüğü üzere devlet finansmanının bir kontrol aracı olarak kullanılmasıdır. Son bileşeni de havuz medyasının oluşumunda ve öncesinde TMSF’nin oynadığı rol üzerinde olduğu gibi mülkiyet devralma şeklinde gerçekleşir (Dragomir, Marius, 2019).
Çeşitli ülkelerde görülen medyayı ele geçirme stratejilerinden birini de seçimlerden bir veya iki yıl önce, hükümete yakın şirketlerin daha fazla medya kuruluşu satın almaya başlaması oluşturmaktadır. Bu haliyle medyayı ele geçirme stratejisi, medya kuruluşlarının seçimlerin kazanılmasını sağlamaya yardımcı olmasını sağlamak için tamamen “seçim amaçlı” kullanılan bir stratejidir. Sözü edilen seçkinler, seçimleri kaybederlerse bu kaynaklara erişimlerini de kaybedeceklerdir. Bu nedenle, mevcut medyayı ele geçirme biçimleri genellikle seçim zaferini ve kendi devamını sağlamak için kullanılan bir olgudur. 2023 yılı seçimleri öncesinde, “öz denetleyici” adı verilen ve tarafsız olması beklenen Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Basın İlan Kurumu (BİK) gibi kurumlarım düzenleme yoluyla medyayı kontrol altında tutması endişe vermeye devam etmektedir.
Medyanın kutuplaşmasına ve siyasallaşmasına yönelik artan eğilime rağmen, çevrimiçi medya canlı bir mecra olmaya devam etmektedir. 2020 yılı “We are Social” raporuna göre Türkiye’de 62,7 milyon internet kullanıcısı ve 54 milyon sosyal medya kullanıcısı bulunmaktadır. İnternet kullanıcıları (16-74 yaş grubu) yetişkin nüfusun %79.0’unu oluşturmakta ve günde 7 saatten fazla çevrimiçi olmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre internet penetrasyonu hanelerin %90’ına ulaşmıştır.
International Press Institute’un (IPI) Mart 2021’de yayınlanan raporu “Dijital alan, bağımsız gazeteciliğin birincil sığınağı olmaya devam ediyor” ifadesiyle başlamıştır. Bağımsız medyanın dijital erişiminin 33,5 milyon kullanıcıya, hükümet yanlısı medyanın ise 47,8 milyon kullanıcıya ulaştığı tesbit edilmiştir. Ayrıca, bağımsız yayın organları, son derece merkezileşmiş hükümet yanlısı medyaya kıyasla sosyal medyada %16,5 daha fazla etkileşim almaktadır.
Türkiye’de ana akım medyanın çökmesiyle birlikte medyanın ele geçirilmesi son 5 yıl içinde tamamlanmıştır. Bu strateji kapsamında 2023 seçimlerine doğru gidilen süreçte medyaya baskıların artacağını tahmin etmek güç değildir. Ancak, çevrimiçi platformların -katı düzenlemelerle kontrol altına alınmadıkları sürece- enformasyona erişim açısından önemli bir açığı kapattıkları da göz ardı edilmemelidir. Uzmanların da belirttiği gibi Türkiye, medyanın ele geçirilmesinde en uç örneklerden birini oluşturmaktadır. Özellikle 2016 sonrasında Erdoğan hükümeti, düzenleyiciler ve kamu medyası ile ticari medyada meydana gelen değişikliklerle medyanın neredeyse tamamını kontrol etmektedir. Medyanın ele geçirilmesiyle ilgili olarak verilen mücadelede politika çözümleri esastır. Ancak politika oluşturma ve düzenleme de bu tür rejimlerde sorunun bir parçasını oluşturmaktadır. Bu nedenle, geniş kitlelere daha iyi ulaşabilen ve onlarla etkileşime geçebilen eleştirel gazetecilik biçimlerini üretebilecek bağımsız haber kuruluşlarına çok daha büyük yatırımlar yapılmasına gerek olmaktadır.
Akser, M., & Baybars- Hawks, B. (2012). ‘Media Democracy in Turkey: Toward a Model of Neoliberal Media Autocracy’, Middle East Journal of Culture and Communication , vol 5 , pp. 302-321.
Coşkun, G.B.(2020). Media capture strategies in new authoritarian states: the case of Turkey. Publizistik 65, 637–654.
[1] Dragoumis, M (2019) Media Capture in Europe. https://cmds.ceu.edu/article/2019-05-27/media-capture-europe-mdif-publishes-new-report-dragomir
European Commission (2012) Regular Report on Turkey’s Progress Towards Accession, 13rd February 2012, Brussels: European Commission.
European Commussion (2020). Commission Staff Working Document: Turkey 2020 Report. https://ec.europa.eu/neighbourhood-enlargement/sites/near/files/turkey_report_2020.pdf. Freedom House (2021 ) Freedom of the Press: Turkey Report. https://freedomhouse.org/country/turkey/freedom-world/2021
[2] https://www.freiheit.org/turkey/report-freedom-press-turkey-0
[3] https://www.freewebturkey.com/haberin-sonu
[4] https://www.freiheit.org/turkey/report-freedom-press-turkey-0
[5] https://m.bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/231917-sosyal-medya-yasasi-yururluge-girdi
[6] Cumhuriyet, 23 Temmuz 2021 https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiyede-bazi-medya-kurulusların-fon-almasi-tartismalara-neden-oldu-1854591
[7] Cumhuriyet, 22 Temmuz 2021, https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiyede-bazi-medya-kurulusların-fon-almasi-tartismalara-neden-oldu-1854591
[8] https://m.bianet.org/bianet/medya/254428-turkiye-de-medya-verilerle-sahipler-bulgularla-seffaflik-ve-yogunlasma Sinem Aydınlı 8 aralık 2021
[9] https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/119085-bia-medya-gozlem-raporlari
Yanardağoğolu, E (2022). Media and Democratic Backsliding – Lessons from the Turkish Case, ELIAMEP https://www.eliamep.gr/en/publication
Yeşil, B. (2018) Authoritarian Turn or Continuity?Governance of Media Through Capture and Discipline in the AKP Era, South European Society and Politics, 23:2, 239-257.
Yeşil, B., Sözeri, E.K., and Khazraee, E. (2017) Turkey’s Internet Policy after the Coup Attempt. Available at: http://globalnetpolicy.org/research/turkeys-internet-policy-after-the-coup-attempt-the-emergence-of-a-distributed-network-of-online-suppression-and-surveillance/ [Accessed 3 March 2018]
*Bu makale Friedrich Naumann Vakfı ile işbirliği içinde yayınlanmıştır.
Fotoğraf: Michael Dziedzic