Ekonomos Haftalık Ekonomi ve Finans Bülteni (10-16 Ekim 2022)
İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, Alfred Nobel anısına verdiği ekonomi alanındaki ödülü, özellikle finansal krizler sırasında bankaların ekonomideki rolüne ilişkin anlayışımızı önemli ölçüde değiştirdikleri için Ben Bernanke, Douglas Diamond ve Philip Dybvig’e verdi. Ödülü veren Bilimler Akademisi’ne göre Diamond ve Dybvig, bankaların neden çöküş söylentilerine karşı oldukça kırılgan olduklarını ve bu kırılganlığın nasıl ele alınabileceğini gösteren teorik modeller geliştirerek modern bankacılık regülasyonlarının temellerini attılar. Fakat ödülü alan bir diğer isim olan Ben Bernanke, FED Başkanlığı yaptığı için diğer iki ekonomiste göre çok daha tanınan bir isim ve ödül açıklanır açıklanmaz tüm ilgi ve tartışmalar da Bernanke ve onun FED Başkanlığı dönemine kaydı.
FED ve Ben Bernanke Dönemi
Ben Bernanke, yaptığı akademik çalışmalarda ABD için son derece yıkıcı bir ekonomik kriz olan Büyük Buhran’ı analiz etmeye çalışmıştı. Bu analizlerinde bankaya gerçekleşen hücumların (bank run adı verilen müşterilerin bankadaki hesaplarını bozdurmak için topluca bankaya hücum etmeleri durumu) Buhran’ın çok derinleşmesi ve uzamasında nasıl belirleyici bir faktör olduğunu göstermeye çalıştı. Bu konuya dair araştırmalar, finansal piyasaların düzenlenmesinde ve finansal krizlerle baş etmede büyük önem taşıyor. Nobel Komitesi de ödülü verirken Bernanke’nin akademik çalışmalarındaki bu kısma daha büyük vurgu yaptı.
Yaptığı çalışmalarda modern bankacılık sisteminin özellikle finansal krizler döneminde nasıl çalıştığını anlatmaya çalışan Bernanke, aynı zamanda 2006’dan 2014’e kadar iki dönem FED’i yöneterek akademik fikirleri için bir uygulama fırsatı buldu. Bernanke’nin özellikle 2008 Finansal Krizi’nde FED Başkanı olması aslında oldukça enteresan bir durumdu. Bernanke o dönem için olabilecek belki de en uygun başkandı. Zira, Büyük Buhran’a odaklandığı çalışmalarında Bernanke yeniden bir bunalım gerçekleşmesini önlemek için neler yapılabileceği hakkında kapsamlı fikirler üretmişti. Bernanke’ye göre Fed 1930’larda yeterince cesur davranmamıştı. FED o dönem para arzını sıkılaştırarak Buhranı daha da kötüleştirmişti ve Bernanke çözümün aslında tam tersi yoldan geçtiğine inanıyordu: Fed cesur davranarak para arzını artırmalıydı. Peki böyle düşünen Bernanke kendi başkan olduğunda ne yaptı?
Bernanke Döneminde Ne Yapılmıştı?
Bernanke’ye göre kriz sırasında parasal genişlemeye gidilmesi gerekiyordu. Bu doğrultuda Küresel Ekonomik Kriz sırasında Fed’in yaptığı en önemli şeylerden biri, faiz oranını tarihte ilk kez sıfıra indirmek oldu. İktisatçılar yüzde sıfır faiz oranını sıfır sınırı (zero bound) olarak adlandırıyor ve bu sınır bazı iktisatçılarca aslında bir tür ihlal edilemez sınır olarak görülüyor. Paranın ucuzlaması ve finansal kriz döneminde bu sınıra yaklaşması/gelmesi gerekiyordu. Faiz oranı bir açıdan bakıldığında aslında paranın fiyatıdır. Faiz oranları yüksek olduğunda, para pahalıdır çünkü onu (FED’den) ödünç almak için bankaların daha fazla ödeme (faiz) yapması gerekir. Faiz oranları düşük olduğunda para ucuzdur, para ödünç alınmak istendiğinde bankaların daha az ödeme yapması gerekir.
Oranlar sıfır olduğunda ise parayı doğrudan FED’den alabilen ayrıcalıklı yirmi dört banka için para fiilen bedavadır. FED faizi sıfıra yaklaştırdıkça parayı ucuzlatır ve piyasalara bolca para vermiş olur, ekonomiyi hızlandırır. Fakat fazla hızlandırırsanız ekonomi ısınır ve enflasyonu beraberinde getirir. O nedenle fazla ısındığı dönemlerde de faizleri yükselterek ekonomiyi soğutmanız gerekir. FED bu kısıtlamalar içerisinde kısa dönemli kredilerin fiyatını belirler. Ve bu belirlediği fiyatla nihayetinde tüm ekonomik sisteme nüfuz ederek şirketler, çalışanlar ve tüketicilerin davranışlarını etkilemeye çalışır. FED’in bu finansal kriz döneminde ekonominin canlılığını yitirmemesi için faizleri sıfır sınırına getirmesinin nedeni buydu.
Faizler sıfıra indikten sonra, Fed oranları tekrar yükseltmeye de çalışmadı. Fed, piyasalara “forward guidance” adı verilen ileriye dönük beklenti yönetimi ile faiz oranlarını yükseltmeyeceği mesajını vermeye bile başladı. Bu durum bankalara bedava para ortamında kredi vermeye devam etmeleri için güven verdi, çünkü bankalar artık sıfır faiz sınırındaki hayatın bir süre daha süreceğini biliyorlardı. Ancak 2010 yılına gelindiğinde faizlerin hangi seviyede olması gerektiğine karar veren FED üyeleri bir ikilemle karşı karşıya kaldı. Faiz oranlarını sıfırda tutmak yeterli görünmüyordu. Ekonomi canlanmıştı ama sağlığı yeterince iyi değildi. İşsizlik oranı yüzde 10’un hemen altında hala derin bir resesyonu ima eden seviyelere yakındı.
FOMC komitesi üyeleri, yüksek ve sürekli işsizliğin etkilerinin korkunç olduğunu biliyorlardı. Uzun süre işsiz kalan insanlar çalışma yeteneklerini ve geleceğe dair umutlarını kaybeder. Bunu önlemek için FED biraz daha cesur adımlar atmaya başladı. FOMC komite üyeleri, 2010’da sıfır faiz sınırını aşmanın yollarını düşünmeye başladı. Kasım ayında faiz oranlarını etkin bir şekilde ilk kez negatife döndürecek ve daha fazla parayı piyasaya sürecek olan radikal bir deney oylandı ve kabul edildi. Oylama, bankacılık sistemi ve FED’i ekonomik büyümeyi artırmaya yönelik Amerikan çabalarının tam merkezine koyan bir oylamaydı ve nasıl etkilerinin olacağını net bir şekilde kimse bilmiyordu. Fakat şurası bir gerçek ki FED’in ekonomideki rolü daha net bir şekilde yeniden tanımlanıyordu. Plana nicel genişleme ya da İngilizcedeki meşhur karşılığıyla Quantitative Easing (QE) adı verildi.
Tüm karmaşıklığına rağmen anlaşılır olmak açısından QE’nin altında yatan mekanizma şu şekilde açıklanabilir: bankaların para tasarruf etme iştahının olmadığı bir dönemde trilyonlarca yeni yaratılmış doları piyasaya enjekte etmek. Bu para enjekte etme işlemi ise şu şekilde gerçekleşir: Finansın merkezi New York’ta “primary dealers” adı verilen ve piyasa yapıcı olarak kabul edilen yirmi dört finansal kuruluşla varlık alım ya da varlık satımı gerçekleştiren bir finansal tacir (trader) grubu bulunmaktadır. QE’nin gerçekleştirilmesi için New York FED’deki tacir, piyasa yapıcı kuruluşlar (primary dealers) ile görüşme gerçekleştir.
Örneğin Citigroup’un piyasa yapıcı yirmi dört finansal kuruluştan biri olduğunu kabul edelim. FED taciri Citibank’ın elinde olan bir milyar dolarlık Hazine tahvilini alma teklifinde bulunur. Citibank bu teklifi kabul ederse FED tarafından banka hesabına anında bir milyar dolar para transfer edilir ve bu para bir anlamda yoktan yaratılmıştır. Bu banka da hesabına geçen bu parayla çok daha büyük piyasalarda varlık alımı gerçekleştirir. FED bu uygulamayı kısa dönemli tahvillerin alımında yaparken, Bernanke dönemindeki QE’de uzun dönemli varlıkların (örneğin 10 yıllık Hazine tahvili) alım satımı da gerçekleştirilmiştir. Aslında bu QE uygulaması daha önce de kullanılmıştı ama Bernanke’nin 2010 dönemindeki uygulaması ilk kez bir kriz anında değil, kriz dönemi olmayan bir dönemde kullanılıyordu.
Bernanke, kriz döneminde ve kriz olmayan dönemde QE uygulamasıyla piyasayı parasal bolluğa götürmüş ve Büyük Buhran’da yapılan merkez bankacılığını da farklılaştırmıştır. Uyguladığı bu para politikasıyla da birçoklarına göre böylece yeni bir Buhran’ın gerçekleşmesine engel olmuştur. Üstelik Nobel Akademi Komitesine göre 2008 krizinde uyguladığı para politikaları sadece o kriz döneminin daha yumuşak geçmesini değil, devamında pandemi döneminin de görece daha yumuşak geçmesini sağladı ve bu süreç daha az hasarla atlatıldı. Finansal Krizin çok daha büyük bir krize dönüşmesini engellediği düşüncesiyle, Ben Bernanke’nin aslında akademik katkılarından ziyade ekonomi pratiğindeki katkılarından dolayı ödülü aldığı tartışması sürüyor.
Bernanke’ye Eleştiriler
Bernanke, bazı çevrelerce 2008 krizini öngöremediği ve emlak piyasalarındaki sorunları çözemediği ve ardından kamu kaynaklarını eşik altı mortgage (subprime mortgage) krizinde oldukça yüksek riskler alan ve batacak hale gelen bazı Wall Street firmalarını kurtarmak için harcadığından dolayı oldukça eleştiriliyor. Bernanke mortgage kredilerini ödeyemediği için batan insan sayısının arttığı 2007 yılında yaptığı bir konferans konuşmasında “subprime sektöründe yaşanan sıkıntıların daha geniş konut piyasasına etkisinin oldukça sınırlı kalacağına inanıyoruz” demişti. Bu yönüyle bakıldığında İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi genel sekreteri Hans Ellegren’in ödül ile ilgili yaptığı “O zaman bunu bilmiyorduk ama on beş yıl önce dünya ekonomilerinin çoğu yıkıcı bir ekonomik krizin eşiğindeydi. Çoğumuz bu krize hazırlıksız yakalandık. Fakat biz bu krize hazırlıksız yakalanırken bazı akademik ekonomistler duruma hem hazırlıklıydı hem de ortaya çıkacak durumdan endişeliydi” açıklaması açıkçası biraz tuhaf olmuş. Belli ki Bernanke pek de krize hazırlıklı değilmiş.
Yapılan bir diğer eleştiri ise tarihsel olarak büyük miktarda para arzı artışına gidilmesiyle bu paraların Wall Street’teki büyük bankalara teslim edilmesiydi. Bu kadar yüksek miktarda paranın bankalara verilmesi bankaların risk iştahını artırabilir ve daha riskli davranışlara yönlendirebilir ki zaten 2008 krizi bu risk iştahının bir sonucuydu. Böyle düşünen iktisatçılar faizlerin sıfıra indirilmesi üzerinden bu durumu şöyle gerekçelendiriyor: “Sıfır faiz oranında oldukça güvenli olan tahvillerde kazancınız oldukça düşüktür. Bu düşük kazanç oranı bankaları daha yüksek kazançlı, daha riskli getiri aramaya iter ve böylece daha yüksek faiz getirecek kredilere ve yatırımlara yöneltir. Böylece bedava para piyasada riskleri artırır. Üstelik yüksek kazanç arayışı diğer bir problemi de beraberinde getirir o da konut balonudur.”
Bernanke’nin ayrıca, faiz oranlarını sıfıra getirip ekonomiyi canlandırmak için QE programını başlatarak FED’in geleneksel para politikasının dışarısına çıkmasına öncülük etmesi de başka bir eleştiri konusu. Bu programın eşitsizliği körüklediğini, varlık fiyatlarını yapay bir şekilde artırdığını ve nihayetinde bugünlerde ortaya çıkan mevcut enflasyon probleminin kaynağının bu ucuz para dönemi olduğunu iddia eden iktisatçılar da bulunuyor. Bu program onlara göre sadece varlık sahibi dar bir gruba yarıyordu ve bilakis tasarruf yapma eğilimindeki diğer insanları ve geçim zorluğu yaşayan insanları cezalandırıyordu. ABD’de artan yüksek orandaki eşitsizliğe bakıldığında bu eleştiri göz ardı edilebilecek bir eleştiri gibi değil. Nihayetinde Bernanke dönemi, ekonomik krizlerde yumuşak iniş için literatüre ve merkez bankacılığı uygulamalarına önemli bir katkı sundu. Bu yumuşak iniş gelir eşitsizliğinin son derece arttığı bir ABD’yi de beraberinde getirdi.