Türkiye’nin İklim Politikaları, Ekonomisi ve Enerji Krizi: Siyasi Partiler Perspektifi, Gelecek Partisi
Türkiye’de iklim politikalarının olması gerekenden daha az ilgi gördüğünü tespit etmiş ve bu politikaları gün yüzüne çıkarmak için siyasi partilerin ilgili temsilcileri ile mülakat serisi başlatmıştık. Bu serinin diğer mülakatlarına, Demokrasi ve Atılım Partisi Genel Başkan Yardımcısı Evrim Rızvanoğlu, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yusuf Sunar, Demokrat Parti Genel İdare Kurulu Üyesi Ali Arif Aktürk ve Cumhuriyet Halk Partisi Doğa Hakları ve Çevreden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç konuk oldu. İklim, enerji ve ekonomi dosyamızın beşinci konuğu ise Gelecek Partisi Ekonomi Politikaları Başkanı Kerim Rota oldu.
1) Avrupa Birliği, “Sürdürülebilir Avrupa Yatırım Planı’na” göre, iklim krizine yönelik aldığı önlemler kapsamında 2050 yılına kadar 175 ila 290 milyar Euro arasında yıllık yatırım planı oluşturdu. Benzer şekilde birçok çok uluslu şirketin yeşil yatırımlara büyük krediler açması bekleniyor. Türkiye’de yeşil ekonomiye sürdürülebilirlik temelinde entegrasyon, beklenen hızda gerçekleşmezse bu durum gelecek yıllardaki iktisadi yatırımları ne şekilde etkileyecektir?
Öncelikle, Türkiye Avrupa Birliği’nin çok önemli bir partneri ve dış ticaretimizden de önemli bir pay alıyor. AB’nin yeşil dönüşümün lokomotifi olduğunu düşünürsek Türkiye’nin buradaki entegrasyonunu önemli görüyoruz. Aksi takdirde Türkiye, halihazırda düşük olan ticaret rekabetinde dezavantajlı konumda kalacak. Katma değersiz ihracat yapma ve ucuz iş gücü ile rekabet politikası daha olumsuz etkilenecek. Bu bahsettiğiniz yatırımlar önemli. Gelecek Partisi olarak biz bu harekete Türkiye’nin uyum sağlayacağını düşünüyoruz. Hatta Türkiye’nin güneş ve rüzgâr gibi potansiyellerine baktığımızda kimi noktalarda öncü olabileceğini de öngörüyoruz. Bunlar orta ve batı Avrupa ülkelerinden daha avantajlı; aynı yatırım yapıldığında Almanya’ya göre %40, İngiltere’ye göre %50 daha fazla faydalanıyoruz. Fakat Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti bu entegrasyon hızını iyi yönetemiyor. Bizim ise en önemli vaatlerimizden biri, mevcut düzenlemeyi buna uygun hala getirmek. Mesela güneş enerjisinde geriye dönük alınan kararlar var, bu da yatırımların dengesini bozuyor. Yine Türkiye’deki çok yüksek enflasyon yatırım iştahını inanılmaz aşağı çekiyor. Türkiye doğru destekle ve sürdürülebilir düşük enflasyonlar ile bunu başarabilir. Türkiye sürdürülebilirlik hedeflerini yakalayabilir. Aslında mevcut dengeler de fena değil. O yüzden Türkiye’nin AB’nin Yeşil Mutabakat hedeflerine genel ölçüde ayak uydurabileceğini düşünüyoruz.
2) Türkiye’nin toplam ihracatında ilk sırada bulunan AB, %41,3 gibi önemli bir yüzdeye sahip. Yeşil Mutabakat kapsamında AB, sürdürülebilir ve döngüsel ekonomi kodlarıyla karbon ayak izine sahip olan ürünleri birlik sınırlarına yüksek vergilendirmeye tabi tutarak sokmayacak. Türkiye 2030 yılına, sınırda karbon düzenleme mekanizması regülasyonları ve endüstriyel dönüşüm anlamında nasıl bir politika planlaması oluşturmalıdır?
Öncelikle bu konuda EPİAŞ’ın bir çalışması var: “YEK-G” sistemi. Bu başlangıç en azından yapıldı ve bunu olumlu görüyoruz. 2023’e yetişmesi bekleniyordu ama hükümetin seçim öncesi öncelikleri tamamen kaymış durumda. Bu yüzden de hükümetin AB ile bu kadar önemli bir gündemi bu döneme yetiştirebilmesini pek mümkün görmüyoruz. Ama YEK-G’yi AB emisyon ticaret sistemi ile entegre hale getirmek bizim önceliğimiz. Seçim beyannamemiz içinde de bu olacak. Buna ek olarak sanayide karbon ayak izini düşürmek için destekleri artıracağız. Şu an için yatırım teşviki 5 milyon TL, hibe ise 1.5 milyon TL, ama Mart 2019’un rakamları bunlar. Fakat o günün kuru 275.000 dolar ederken bugün bu 80.000 dolara kadar düşmüş durumda. Biz iktidara geldiğimizde reel anlamda 275.000 dolara, yani reel seviyesine çıkarılmasını sağlayacağız. Türkiye aslında YEK-G ile adım attı, fakat bununla ilgili siyasi iradenin gösterilmesi gerekiyor. Türkiye’de buna uyumlanacak bir yapıyı görüyoruz. EPİAŞ’ın çabalarını göz ardı etmiyoruz fakat, ancak doğru bir siyasi irade gösterildiğinde hızlı bir adaptasyon olacaktır.
3) Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’nün (UNHCR) istatistiklerine göre 2010 yılından bu yana iklim değişikliği sebebiyle 21,5 milyon insan halihazırda yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Bu trendin hızlanarak artacağı ve 2050 yılına kadar en az 1,2 milyar insanın iklim göçü yapabileceği tahmin ediliyor. İklim değişiklikleri ve bölgesel krizlerden dolayı yaşanan göç dalgalarının temelinde Türkiye’nin şartlarına uygun ne tür sürdürülebilir ekonomik modellemelerin izlenmesi ülkemiz için uygundur? Partinizin buna yönelik bir çalışması var mı?
Bu konuda partimizin spesifik bir çalışması olmadığını söyleyeyim. Yani bu soruyu o yüzden ben bireysel olarak cevaplayacağım ama tabii partiyi temsil ederek cevaplayacağım. İklim göçü meselesi çok yeni bir konu ve Türkiye’nin bundan nasıl etkileneceği, hangi yönde etkileneceği konusunda çok bir fikrim yok açıkçası. Fakat, Türkiye’nin çok önemli bir göçe maruz kaldığını biliyoruz ve bu durum, ekonomik açıdan Türkiye’nin üzerinde çok büyük bir yük oluşturuyor. Şu anda Türkiye, Avrupa Birliği ile ilişkilerinde bu göçün tutucusu olarak görülüyor, yani kendi sınırları içinde bu göç dalgasını tutarak Türkiye belli bazı ekonomik tavizler alıyor. Şu anki görüntü bu, ama Türkiye’nin burada sürdürülebilir bir şekilde hem bu göçün entegrasyonunu, hem de Birleşmiş Milletler kararlarını uygulamak suretiyle özellikle Suriye tarafında bir barış ortamının tesis edilerek, göç dalgasının geri çevrilmesini mutlaka sağlaması gerekiyor. Ekonomik anlamda şunu söyleyebilirim: Yeşil Mutabakat ile ilişkisi gereği karbon salınımları ve ülkelerin sanayileşme oranlarıyla bu iş biraz geçmiş veriler üzerinden çalışılmakta. Paris İklim Anlaşması verileri ile göç dalgaları arasındaki veriler anlamsız kalabilecek noktalara geldi. Yani 2050 yılına kadar 1,2 milyar insan dediğimizde bugünkü nüfusun hemen hemen %10’u, belki o günkü nüfusunun %15’i civarında göç dalgasına sebep olabileceğini gösteriyor. Bu da aslında geçmiş verilerle çalışmanın anlamsızlığını ortaya çıkarıp Paris Anlaşması’nın ve Yeşil Mutabakat’ın üzerindeki sürtüşmeleri arttırabilir. O nedenle uyarlanabilir bir modelin burada mutlaka düşünülmesi gerekiyor. Siyasi veya iklimsel göç dalgalarına karşı ilgili ülkelere uyarlanabilir bazı hesaplamaların da dahil edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama dediğim gibi bu, henüz partimizin teknik çalışmasını yaptığı bir konu değil.
4) Ortak normların oluşması, kurumlar arası istikrarlı ve verimli bir ilişki biçiminde önemlidir. Yeşil Mutabakat’ın da AB’nin ajandasındaki herhangi bir gündemin ötesinde yeni bir norm olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Türkiye’nin iklim diplomasisinde özellikle AB ile ilişkilerin nasıl bir konumu olabilir?
Şöyle, AB Komisyonu 2021 raporunda Türkiye enerji ve yeşil politikalara kısmen hazır görünüyor. Fakat bu rapor düzenlendiğinde Türkiye Paris Anlaşması’nı henüz imzalamamıştı. Geçen yıl imzalandı bildiğiniz üzere. Paris Anlaşması imzalandıktan sonra mevzuat çıkarıldı. Fakat bunlar yeterince uygulanmıyor veya hiç uygulanmıyor. AB ile temel temas için yapılıyor bunlar, fakat bunların kontrol ve denetimi önemli. Uygulamada çok büyük eksiklerimiz var. Enerji faslı bir noktaya geldi fakat hem tarihi sebepler hem de Doğu Akdeniz’deki potansiyel enerji sebebiyle Güney Kıbrıs bir veto engeli koyuyor. Türkiye’nin AB ile uyumlanırken ortak bir ajanda diplomasisi yönetmesi gerekiyor. Türkiye’nin ekseni şu an bu noktada değil ve değişmesi gerekiyor. Böyle olunca da AB ile sağlıklı bir ilişki gerçekleşmiyor. Biz iktidara geldiğimizde bu ekseni getireceğiz ve bu engelleri kaldırabileceğimiz bir diyalog zemini oluşturacağız.
5) Birçok ülke enerji üretim ve tedariklerinin yenilenebilir kaynaklara geçişinde farklı planlamalar üzerinde duruyorlar. Türkiye, elektrik üretiminin başarılı denebilecek şekilde %16’sını yenilebilir enerjilerden karşılamaya başladı. Türkiye’nin enerji bağımlılığı ve tedarik kaynaklarını çeşitlendirmesi açısından diğer tedarikçi ülkelerle geçiş aşamasında nasıl bir yol izlenmelidir?
Çok doğru tabi. Sadece Türkiye’nin değil birçok AB ülkesinin yaşadığı bir ikilem. Ukrayna-Rusya Savaşı enerji arz güvenliğini yeniden gösterdi. Ayrıca fosile bağımlılık yenilenebilir enerjinin önemini gösterdi. Mevcut %16 oranı fena değil. Fakat 2002’den beri belli destekler verilmiş olsaydı ve alım garantisi ile de yatırım süreçleri desteklenseydi çoktan bitmiş ve hatta belki %26’lık bir orana ulaşılabilmiş olurdu. Bu artış sadece son 5-6 yılda ortaya çıktı. Burada önemli bir zaman kaybettik. Buna ek olarak, enerji depolama sistemlerinin ne kadar önemli olduğu görüldü. Doğal gaz depolamadan, her türlü enerji depolamanın arz güvenliği bağlamında önemi hatırlandı. Bu yüzden biz de iktidarımızda enerji depolama sistemlerine yatırım yapacak şirketlere teşvik vereceğiz. Modüler sistemlere de yatırım yapacağız. Geçtiğimiz aylarda nükleer konusu Amerika’da onaylandı bildiğiniz üzere. AB Parlamentosu son gelişmeler sonrasında nükleer ve doğal gaza yeşil yatırım onayı verdi. Biz de milletlerarası anlaşmalarla bunu göz önünde bulunduracağız. Uzun vadeli doğal gaz sözleşmelerini de bu minvalde gözden geçireceğiz. Örneğin “take or pay” ve üçüncü ülkelere satış gibi konularda bazı girişimlerimiz olacak.
6) Taksonomi, iklim değişikliği karşısında dirençli ve sürdürülebilir ekonomik faaliyetlerin bir listesinin oluşturulması ve yatırımlarla Yeşil Mutabakat’ın uygulanabilir hâle getirilmesini amaçlıyor. Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın -yapısı, departmanları ve ele aldığı konular itibarıyla- taksonominin bürokratik süreçlerini yeterli biçimde uygulayabileceğini düşünüyor musunuz?
Türkiye’nin mevzuat konusunda ya da bürokrasi konusunda bir eksiği yok. Ama yatırım çekme konusunda ciddi sorunları var. Makro ekonomik bir istikrar tesis edilebilir ki bunun bir yıl içinde uygulanabileceğini düşünüyoruz. Tabi bunun için yatırımların teşvik edileceği faiz ve risk primi ortamının oluşması bir yıldan uzun sürecektir, fakat bunun mesajı 6’lı Masa’da veriliyor. Mevzuat konusunda sorun yok ama yatırımların teşviki konusunda çok etkili olabileceğimizi düşünüyoruz.
7) Avrupa Birliği, Ukrayna krizi sonrasında Rusya’ya olan enerji bağımlılığını iyice sorgular hale geldi. Daha önce Yeşil Mutabakat kapsamında tek çare olarak görünen yenilenebilir enerji yatırımlarına ek olarak nükleer enerji ve doğal gaz yatırımlar için yeşil etiket aldı. Bu durumun ülkelerin münferit çıkarlarının yanında enerji sistemlerinin karakteristiğine göre ortaya çıktığı görülüyor. Türkiye’nin bu tartışmalarda yerini nerede görüyorsunuz? Ayrıca, Türkiye’nin hem iklim krizi ile mücadelede hem de enerji bağımsızlığını koruması açısından nasıl bir tutum takip etmesini öneriyorsunuz?
Türkiye bu kadar enerjiye bağımlı durumdayken bu aşamada çift diplomasi yürütmesi belli açılardan doğru. Biz arabulucu noktasını sağlıklı buluyoruz. Fakat bir noktadan sonra ABD ve Rusya gibi dünyanın en büyük iki kutbu arasında Türkiye’nin ne denli bu politikasını sürdürebileceği şüpheli. ABD Ticaret Bakanlığı’ndan endişe içeren bir mektup TÜSİAD’a geldi. Burada Türkiye’nin A planı savaşı kısa vadeli hesaplaması. Bu A planını başarılı kılabilir, fakat savaşın uzadığı noktada bir B planına ihtiyaç duyacaktır ki enerji konusunda bu kadar Rusya’ya bağımlı olan bir hükümet politikasında B planının olduğuna dair ciddi endişelerimiz var.
8) Avrupa Yeşil Mutabakatı’na aktif ve istikrarlı katılımcılık Türkiye ekonomisine ve işletmelere neler kazandırır?
Türkiye mutlaka, Yeşil Mutabakat kapsamında yenilenebilir enerji yatırımlarını artıracak ve çevre duyarlılığı gibi konularda bir yol haritası oluşturacaktır. Bence bu, Türkiye’nin çok uzun süredir aradığı sanayi verimliliğini artıracaktır. 2008’den beri sanayi verimliliği çok düştü, sadece ucuz iş gücü ile ayakta kalıyor. Yani bu süreç ateşleyici olabilir. AB dışında yapılan ticarette bir ek maliyet oluşturacaktır. Fakat dünyanın böyle bir dönüşüme girmesiyle denge yakalanacaktır.
9) Türkiye 2023 yılında Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ni açmayı planlıyor. Projede belirtildiği üzere 4800 MW kurulu güce sahip olan tesisin Türkiye’nin elektrik ihtiyacının %10’unu karşılayacağı öngörülüyor. Rusya tarafından yapılan tesise yaklaşık 20 milyar dolarlık yatırım planı varken, yap-işlet-sahip ol sistemi ile proje tasarlanmış. Bu tür bir projenin Türkiye’nin enerji bağımsızlığını, alternatif enerji yatırımlarını (yenilenebilir enerji gibi) ve mevcut enerji arzını nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Şöyle, aslında Akkuyu’yu enerji çeşitleme açısından doğru bir yatırım olarak görüyoruz. Ama enerjide tek bir ülkeye bağımlısınız. Doğal gazdan sonra Rusya’ya pek yarışmacı olmayan bir ihalede nükleer tesis projesini veriyorsunuz. Yap-işlet-sahip ol modelinde Türkiye’nin belli bir alım garantisi var. 2016 Temmuz ayında Ahmet Davutoğlu istifasından sonraki süreçte, Rus uçağının düşürülmesine karşı bir tür tazminat niyetiyle ya da diyet olarak Akkuyu Enerji A.Ş’ye vergi avantajı sağlandı. Biz bunun 7 milyar dolar olduğunu hesaplıyoruz. Bu vergi avantajı verilirken alım garantisi fiyatlarında düşme olmadı. Şimdi bu rekabetçi bir ihale olsaydı, bu havadan gelen 7 milyar dolar vergi indirimiyle fiyatlar değişirdi. Bu yüzden ihale baştan itibaren sorunlu yapıldı. Türkiye’nin enerjisinin %10’u tahmini var fakat santral hayata geçtiğinde bu %7 ya da %8’lere düşecektir. O anlamda şu anki alım garantileri spot piyasaya göre çok yüksek değil, ama bugüne bakarak söylüyorum. Biz Akkuyu Nükleer Enerji Santrali’ni Türkiye’nin büyüme potansiyeline engel olarak görmüyoruz. Biz bunun devam etmesini destekliyoruz, fakat özellikle 7 milyar dolarlık vergi indirimi olmak üzere bütün bu ihale sürecini tekrar masaya yatıracağız ve bunun bir adil değer yaklaşımıyla kaç olması gerektiğini yeniden hesaplayacağız. Burada siyasi olarak ne kadar taviz verildi ona bakacağız ve aynı yaklaşımı kamu-özel iştiraklerine de uygulayacağız.
10) Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda Türkiye’nin Paris Anlaşması’na taraf olacağını açıklamasının ardından anlaşma, 6 Ekim’de TBMM’de onayladı. Seçim vaatleriniz arasında Paris Anlaşması’nın gerekliliklerinin yerine getirilmesi için politika hedefleri koyacak mısınız?
Tamamen destekleyeceğimiz ve arkasında duracağımız bir süreç olacak. Fakat, Türkiye’nin buradaki çekincelerinden bazıları haklıdır. Tabi imzalanmış bir süreci yeniden ele almanın ve müzakerelerin tekrar açılamayacağının farkındayız. Fakat bu çekincelerin tekrar masaya yatırılmasını talep edeceğiz.
11) ABD Başkanı Joe Biden, Kongrenin onayını alan “Enflasyonu Düşürme Yasası”nı Beyaz Saray’da törenle onayladı. Biden yasayla ilgili “Bu yasa, iklim konusunda şimdiye kadar atılmış en büyük adım” ifadesini kullandı. Bu yasa ABD tarihinin en büyük “iklim paketi” olarak görülüyor. Yasa çok temel olarak büyük şirketlerden en az yüzde 15 vergi toplamayı ve bu kaynakları enerji verimliliği de dahil olmak üzere çeşitli alanlarda kullanmayı öngörüyor. Sizin bu konuda görüşünüz nedir?
Çok geç atılmış doğru bir adım olarak görüyoruz. İklim konusunda elini taşın altına koyması gereken ülkeler sanayi gelişimini tamamlamış ve karbon salınımına neden olan ABD gibi ülkeler. Önümüzdeki yıllarda dünyadaki vergi sistemlerine, sosyal ve iklim politikalarına rehber olacaktır. Dünyada bütün ülkeler, vergiden kaçınan büyük şirketler ve vergiyi ödeyen küçük tüketiciler arasında bir dengeye ulaşmak istiyor. Umarım yeni bir siyasi gelişmeyle aksamaz, başta AB’de ve Türkiye’de de yapılması gerekenin bu olması gerektiğini düşünüyoruz.
Fotoğraf: Benjamin Davies