Türkiye’nin İklim Politikaları, Ekonomisi ve Enerji Krizi: Siyasi Partiler Perspektifi, Saadet Partisi
Türkiye’de iklim politikalarının olması gerekenden daha az ilgi gördüğünü tespit etmiş ve bu politikaları gün yüzüne çıkarmak için siyasi partilerin ilgili temsilcileri ile mülakat serisi başlatmıştık. bu serinin ilk mülakatını Deva Partisi’nden Evrim Rızvanoğlu ile gerçekleştirdik. İklim, enerji ve ekonomi dosyamızın ikinci konuğu ise Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yusuf Sunar oldu.
1) Avrupa Birliği, “Sürdürülebilir Avrupa Yatırım Planına” göre, iklim krizine yönelik aldığı önlemler kapsamında 2050 yılına kadar 175 ila 290 milyar Euro arasında yıllık yatırım planı oluşturdu. Benzer şekilde birçok çok uluslu şirketin yeşil yatırımlara büyük krediler açması bekleniyor. Türkiye’de yeşil ekonomiye sürdürülebilirlik temelinde entegrasyon beklenen hızda gerçekleşmezse, bu durum gelecek yıllardaki iktisadi yatırımları ne şekilde etkileyecektir?
Ticaret ve yatırımlar konusunda AB, Türkiye’nin en önemli partneri. AB yeşil mutabakatı; sanayiden finansmana, ulaştırmadan enerjiye kadar geniş bir alanda ilgili mevzuatların hedefleri ve kriterleri ışığında bir dönüşüm stratejisidir. Dolayısıyla AB ile ekonomik ilişkiler bağlamında rekabet çetinleşecektir. Türkiye, bu rekabette geri kalırsa dış ticarette büyük kayba uğrayacaktır. AB yeşil mutabakat metni ve bağlı metinler irdelendiğinde, çevre ile uyumlu yeni bir büyüme stratejisi olduğu anlaşılmaktadır. AB’ye yapılan ihracatın mevcut hacminin devam ettirilmesi ve arttırılması için hem iş dünyasına hem de devlete büyük bir sorumluluk düşmektedir. Devlet burada yol haritasını belirlemek, gerekli telkin ve yönlendirmeleri yapmak mecburiyetindedir.
2) Türkiye’nin toplam ihracatında ilk sırada bulunan AB %41,3 gibi önemli bir yüzdeye sahip. Yeşil Mutabakat kapsamında AB, sürdürülebilir ve döngüsel ekonomi kodlarıyla karbon ayak izine sahip olan ürünleri birlik sınırlarına yüksek vergilendirmeye tabi tutarak sokmayacak. Türkiye’nin 2030 yılına kadar, sınırda karbon düzenleme mekanizması, regülasyonlar ve endüstriyel dönüşüm anlamında nasıl bir politika planlaması oluşturmalıdır?
Birincisi Türkiye’de bir “İklim Değişikliği Enstitüsü” kurulmak zorundadır. Burada yapılması gerekenler ulusal ve uluslararası bazda iklim değişikliğini izlemektir. İklim değişikliklerinin halihazırdaki etkileri ve muhtemel etkilerini belirlemektir. Çözüm odaklı bilimsel araştırmaları ve uygulamaları yürütmektir. İlgili kanun taslakları hazırlamak, eğitim çalışmaları yapmaktır. Kısaca, iklim değişikliği ile ilgili ulusal stratejik planlar hazırlamaktır.
Şimdi AB, ‘iklim nötr’ hedefi için adımlar atarken, bu adımların ekonomide oluşturacağı olumsuz etkileri bertaraf etmek üzere de Sınırda Karbon Düzenlemesi mekanizmasını devreye sokmak istemektedir. Bu mekanizma ile AB’ye yapılacak ihracatlarda karbon fiyatlandırması olmayan ülkelerden ekstradan bir para talep etmek söz konusu olacaktır. Sınırda Karbon Düzenlemesi ile AB, iklimi korumak için maliyet dezavantajına katlanacak şirketlerini koruyarak onların rekabetçiliğine verilecek zararı en aza indirgemeye çalışmaktadır. Bakın burada çevreyi korumanın getirdiği mali yükü de öngören bir yaklaşım var.
Bu yüzden biz de kendi ülkemizde bir “İklim Değişikliği Enstitüsü” kurmak zorundayız. Böylelikle biz hem iklim değişikliğinin muhtemel sonuçlarına hem de iklimi korumanın muhtemel ekonomik etkilerine göre yol haritamızı belirlemeliyiz. Biz ihracatının neredeyse yarısını AB’ye yapan bir ülkeyiz. AB’nin hayata geçireceği ‘yeşil dönüşümden’ doğrudan etkileneceğimiz açıktır. Vergi benzeri bir uygulama olarak adlandırılan sınırda karbon düzenlemesinin Türkiye ekonomisine GSYİH’nin % 0,07’si kadar maliyet getirecektir. Ayrıca Türk şirketleri eğer iklim krizine karşı kalıcı politikalar üretmezse finansmana erişimde ciddi sorunlar yaşayacaktır. Türkiye, ‘yeşil üretime’ geçiş sürecini ekonomik kayıplar yaşamadan sürdürülebilir kılmalıdır. Bunun için de Yeşil Mutabakat’ın sektörel etkilerini ve mutabakata uyuma yumuşak geçiş sürecini planlamalıyız. Bu çerçevede Ticaret Bakanlığının hazırladığı yol haritası niteliğindeki eylem planının da ciddiyetle uygulanması gerekmektedir. İhracatta rekabetçilik geliştirilmelidir. Türkiye’nin uluslararası arenadaki rekabetinin devamlılığı sağlanmalıdır. Yeşil dönüşümün desteklenmesi ile Türkiye, yeşil yatırımlar için cazibe merkezi haline getirilmelidir.
3) Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’nün (UNHCR) istatistiklerine göre 2010 yılından bu yana iklim değişikliği sebebiyle 21,5 milyon insan halihazırda yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Bu trendin hızlanarak artacağı ve 2050 yılına kadar en az 1,2 milyar insanın iklim göçü yapabileceği tahmin ediliyor. İklim değişiklikleri ve bölgesel krizlerden dolayı yaşanan göç dalgalarının temelinde Türkiye’nin şartlarına uygun ne tür sürdürülebilir ekonomik modellemelerin izlenmesi ülkemiz için uygundur? Partinizin buna yönelik bir çalışması var mı?
Göç meselesini tüm boyutlarıyla ele alan kapsamlı çalışmalar yaptık şimdiye kadar. Bundan sonra da gelişen yeni durumları göz önünde bulundurarak göçü hem iç hem de dış göç olarak çalışmaya devam edeceğiz. Maalesef hükümetin karşı karşıya kaldığımız göç süreçlerini doğru yönetemediğini müşahede ettik. İnsani yardım boyutuyla ele alınmasının gerekli ama yeterli olmadığını söylemem lazım. Göç, kontrol edilemediği sürece felakettir. Bugün pek çok devlet göçü kendisi için bir avantaja çevirebilme yeteneğine sahip. Yapılması gerekenler; güvenliği ve kontrolü elden bırakmamak, kültür farklılıklarını görmezden gelmemek ve gerekli uyumu sağlamak, bununla birlikte elde edilen insan kaynağını doğru alanlara kanalize etmektir. Yeniden yerleşim meselesinden, toplumsal tolerans düzeyine kadar tüm boyutlarıyla göç politikasının yeniden ele alınması ve ülkemizin yararına olacak şekilde düzenlenmesi elzemdir.
4) Ortak normların oluşması, kurumlar arası istikrarlı ve verimli bir ilişkinin gelişmesinde önemlidir. Yeşil Mutabakat’ın da AB’nin ajandasındaki herhangi bir gündemin ötesinde yeni bir norm olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Türkiye’nin iklim diplomasisinde özellikle AB ile ilişkilerin nasıl bir konumu olabilir?
Uluslararası arenada Türkiye, verilen ödevleri yerine getiren bir ülke değil; politikaların kurgulanmasında aktif rol alan bir ülke konumunda olmalıdır. Bugün çevrenin tahribatında en büyük pay şüphesiz AB ve ABD başta olmak üzere gelişmiş diye tabir edilen ülkelerdir. Ancak çevrenin korunması ve yaşanabilir bir çevrenin tesis edilmesinde ülkemiz de varoluş gayemize uygun biçimde zaten büyük bir sorumluluk taşımaktadır. Ancak bugüne kadar çevreyi tahrip eden ülkeler var. Tahribatta payı olmayanlar var. Veya daha düşük payı olan ülkeler var. İşte bu yüzden evet, herkese sorumluluk düşmelidir. Fakat herkese aynı sorumluluk düşmemelidir. Bugüne kadar çevreyi alabildiğine tahrip etmiş olanlar, herkesten daha fazla bedel ödemeyi kabul etmelidir.
5) Birçok ülke enerji üretim ve tedariklerinin yenilenebilir kaynaklara geçişinde farklı planlamalar üzerinde duruyor. Türkiye’de elektrik üretimi başarılı denebilecek şekilde %16’sını yenilebilir enerjilerden karşılamaya başladı. Türkiye’nin enerji bağımlılığı ve tedarik kaynaklarının çeşitlendirilmesi açısından diğer tedarikçi ülkelerle geçiş aşamasında nasıl bir yol izlemelidir?
Türkiye enerji konusunda kronik açık veren bir ülkedir ve makroekonomik istikrarı bozan bu durum ülke ekonomisini derinden etkilemektedir. Bu yüzden %16, yenilenebilir enerji düzeyi için kesinlikle başarılı bir oran değil. Kaldı ki biz enerjinin %60’a yakın bir oranını hâlâ kömür ve doğal gazdan üretiyoruz. Türkiye en kısa sürede “enerjide tam bağımsızlık” hamlesini gerçekleştirmelidir. Aydınlatma, mesken ve ticarethanelerdeki elektriği, yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamaya acilen başlamalıyız. Bu nedenle Türkiye’nin diğer ülkelerle stratejik işbirlikleri kurarak hareket etmesi ve yapısal dönüşüme odaklanması gerekmektedir.
6) Taksonomi, iklim değişikliği karşısında dirençli ve sürdürülebilir ekonomik faaliyetlerin bir listesinin oluşturulması ve yatırımlarla Yeşil Mutabakat’ın uygulanabilir hâle getirilmesini amaçlıyor. Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın; yapısı, departmanları ve ele aldığı konular itibarıyla taksonominin bürokratik süreçlerini yeterli biçimde uygulayabileceğini düşünüyor musunuz?
Maalesef, bu iş bakanlıkların adını değiştirmekle olmuyor. Tıpkı Ekonomi Bakanlığı’nın adının Hazine ve Maliye Bakanlığı diye değiştirilmesinde olmadığı gibi… Aile Bakanlığının adı kaç defa değişti, bugün aile kurumu neredeyse kalmadı. Mesele bakanlıkların, ilgili birimlerin değişmesi değil; zihniyetin, bakış açısının, sorunları çözmeye dair ortaya konan iradenin ve anlayışın değişmesidir. Bu nedenle bu değişiklikle bir rant havuzu oluşturulmak isteniyor gibi görüyoruz. Nitekim, Türkiye Çevre Ajansı Başkanlığı ve İklim Değişikliği Başkanlığı yoğun olmak üzere, iki birimle konuya yaklaşılıyor olması, hantallığıyla meşhur bürokrasiden yeterli performansın alınabilmesi beklentisini düşürüyor.
7) Avrupa Birliği, Ukrayna krizi sonrasında Rusya’ya olan enerji bağımlılığını iyice sorgular hale geldi. Daha önce Yeşil Mutabakat kapsamında tek çare olarak görünen yenilenebilir enerji yatırımlarına ek olarak, nükleer enerji ve doğal gaz yatırımları için yeşil etiket aldı. Bu durumun ülkelerin münferit çıkarlarına ek olarak, enerji sistemlerinin karakteristiğine göre ortaya çıktığı görülüyor. Türkiye’nin bu tartışmalarda yerini nerede görüyorsunuz? Ayrıca, Türkiye’nin hem iklim krizi ile mücadelede hem de enerji bağımsızlığını koruması açısından nasıl bir tutum takip etmesini öneriyorsunuz?
Rusya-Ukrayna savaşı uzun yıllardır barışın temettüsü ile yatırımlarını finanse eden ve sefasını süren gelişmiş ülkeleri silahlanma telaşına düşürdü ve enerjide yaşanan krizler gündelik yaşantıların zora düşmesine sebep oldu. “Müzik değişince dans değişir” sözünün gündeme gelmesiyle birlikte AB ülkeleri, Yeşil Mutabakat’taki kararlılıklarını seri bir şekilde gözden geçirme kararı aldılar. Bu kapsamda kapatılması düşünülen nükleer enerji tesisleri yerine yenilerinin açılmasına dair planları raflardan indirdiler, birbirlerine olan dayanışma vaatlerini unutarak “milli menfaatler” kapsamlı söylemlere eğilmeye başladılar. Bu durum yüksek kararlılıkla beyan edilen mutabakattan sapılabildiğini göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Bu doğrultuda bakıldığında halihazırda nükleer altyapısı da olmayan Türkiye’nin önceliği enerji bağımsızlığının en kısa sürede sağlanması olmalıdır. Bunun en güvenilir yolu nükleer ise nükleer, yenilebilir enerji ise yenilenebilir enerji olmalıdır. Zira küresel çapta artan belirsizlikler ve bu belirsizliklerin -enflasyon örneğinde olduğu gibi- yıkıcı sosyal etkileri vardır.
8) Avrupa Yeşil Mutabakatı’na aktif ve istikrarlı katılımcılık Türkiye ekonomisine ve işletmelere neler kazandırır?
Sürecin kendi içinde barındırdığı fırsatlardan bahsetmiştik. Bunlardan ilki Türkiye’nin yüksek uyum kabiliyeti ile Yeşil Mutabakat’a hızla uyum gösterebileceği ve böylece rakiplerine kıyasla önemli avantaja sahip olabileceğidir. Diğeri ise yeni teknoloji ve süreçlere geçişin getireceği yeni istihdam olanakları ve teknolojiler ile pekişen çarpan ve hızlandıran etkileri olacaktır. Madalyonun diğer yüzünde ise bazı kırılgan sektörlerin yeni düzenlemelere uyum sağlama süreçlerinde geriye gidebilecekleri ve uluslararası fonlara erişimde ortaya çıkabilecek aksaklıklarda ciddi mağduriyetlerin ortaya çıkabileceği ihtimalleri yer almaktadır. Son aylarda AB ülkeleriyle yaşanan vize problemleri akıllara, Türkiye’nin diğer ülkelere kıyasla bazı kuralları daha çok uygulamak zorunda kalabileceğini getirmektedir. Her hâlükârda işletmelerin kendi konfor alanlarını terk etmeleri bir gelişme sürecini tetikleyecektir. Bu sürecin fonlara adil erişimle daha hızlı gerçekleştirilmesine odaklanılmalıdır.
9) Türkiye 2023 yılında Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ni açmayı planlıyor. Projede belirtildiği üzere 4800 MW kurulu güce sahip olan tesisin Türkiye’nin elektrik ihtiyacının %10’unu karşılayacağı öngörülüyor. Rusya tarafından yapılan tesise yaklaşık 20 milyar dolarlık yatırım planı varken, yap-işlet-sahip ol sistemi ile proje tasarlanmış. Bu tür bir projenin Türkiye’nin enerji bağımsızlığını, alternatif enerji yatırımlarını (yenilenebilir enerji gibi) ve mevcut enerji arzını nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Türkiye’de bir nükleer enerji santraline sahip olmak önemlidir. Riskler söz konusu olmakla birlikte nükleer enerjinin ülke vizyonuna ve teknolojik gelişimine katkısı olacağı konusunda ittifak vardır. Ancak bu santral, Türkiye’de yer almasına karşın, mülkiyeti, üretimi ve pazarlaması bize ait olmayan bir hüviyettedir. Enerjiyi dışardan almak değil de kendi içimizde başkasına ürettirip satın alma garantili bir mantıkla hareket edilmesi söz konusudur. Yap-işlet-sahip ol-garantini al-sefanı sür-hurdasını istersen sat mantığıyla bu ihalenin yapıldığı görülmektedir. Halbuki buraya ayrılan kaynağın çok daha azıyla dünyanın en büyük güneş paneli fabrikası satın alınabilir. Düşük maliyetle üretilen paneller sayesinde %20’leri aşacak bir üretim artışı sağlanarak bütün mesken ve ticarethaneler çok kısa sürede yenilebilir enerji ile tanıştırılabilirdi. Dolayısıyla mantığı hatalı olan bu projenin alternatif maliyeti de çok yüksektir.
10) Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda Türkiye’nin Paris Anlaşması’na taraf olacağını açıklamasının ardından anlaşma, 6 Ekim’de TBMM’de onayladı. Seçim vaatleriniz arasında Paris Anlaşması’nın gerekliliklerini yerine getirilmesi için politika hedefleri koyacak mısınız?
Bizim anlayışımızda çevre ile birey arasındaki ilişki emanet ilişkisidir. Çevreye duyarlı olmayan bir projenin kısa vadeli sözde faydaları olsa dahi orta ve uzun vadeli sonuçlarıyla kıyaslandığında sonuçların çok ağır olabildiği defaaten tecrübe edilmiştir. Bu nedenle bizim politika hedeflerimiz arasında doğal olarak çevre politikaları yer almaktadır. Bunlardan Paris anlaşması ile örtüşenler olabileceği gibi ondan çok daha fazlası da vardır. Bu doğrultuda seçim beyannamemizde de yer alan politikalarımızdan kısaca bahsetmek isterim.
- “Yenilikçi Üretim” modelimizle imalat sanayiinde sektörler arası entegrasyon, yeşil teknoloji ve üretim ile dış pazar çeşitliliğine yönelik adımları titizlikle takip edeceğiz.
- “Temiz ve Sürdürülebilir Enerji” anlayışımızla çevreye uyumlu proje ve uygulamalar sayesinde; yeterli, kesintisiz ve en düşük maliyetli enerji üretimini temin edeceğiz. Kaynak çeşitliliğini arttırarak enerjide arz güvenliğimizi sağlayacağız. Alternatif ve yenilenebilir kaynakların kamu ve özelde kullanımını artırmak için teşvikler ve yatırımlar yapacağız. Enerji ithalatında olası bir engel ve kesintiyle karşılaşma durumuna karşı alternatif eylem planları üretecek ve önlemler alacağız. Enerji politikalarını tarım, ekonomi, ticaret, dışişleri ve çevre politikaları ile entegre olarak planlayacağız.
- “Yeşil Enerji Yatırımları” kapsamında yeterince değerlendirilmeyen güneş, hidroelektrik gibi enerji kaynaklarının üretim ve kullanımını artıracağız. Yenilenebilir enerjinin üretimdeki payını %50’ye çıkaracağız. Rüzgâr ve güneş enerjisi santrallerinin üretimdeki payını %30 seviyesine getireceğiz. Bireysel yenilenebilir enerji kullanımı için teşvikler ve izin kolaylıkları getireceğiz. Deniz üstü rüzgar enerjisi santrallerinin kurulumu, ekipman üretimi ve ihracat çalışmaları için limanlarımızın kullanımı işlemlerini planlayacağız.
- “Yeşil Ekonomi ve Temiz Enerji” merkezli adil, nitelikli ve çevre ile uyumlu bir büyüme yaklaşımını esas alacağız. Salt kantitatif ve tüketim odaklı büyüme modelini geride bırakacağız. Her türlü üretim etkinliğinde temel hedefleri; sıfır karbon, temiz ve çevre ile uyumlu üretim olarak belirleyeceğiz. Ekolojik taşımacılık modelleri için teşvik çalışmaları başlatacak, geleneksel yakıtları kullanan araçların elektrikli motora geçişini destekleyeceğiz. Elektrikli motor fabrikası açacağız ve dönüşüm için gerekli endüstriyel tesisleri kuracağız. Tarım ve Orman Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın koordineli bir şekilde çalışmasını sağlayacağız.
- Madencilik faaliyetlerinde çevreci yaklaşımlara öncelik vereceğiz. Organik yaşamın insani olarak sürdürülmesi, ormanların ve bitki çeşitliliğinin korunması ekseninde endüstriyel ormancılık uygulamalarını destekleyeceğiz. Hava kirliliğine sebep olan kirletici vasfı yüksek tesislerin çevreci dostu olarak modernizasyonuna yönelik çalışmalar yapacak, baca gazı arıtması için en yeni teknolojilerin kullanılmasını sağlayacağız.
- “Atık Yönetimi” konusunda vahşi atık depolamaya son verecek, atıkların ayrıştırılmasını ve geri dönüşümünü sağlayacağız. Yerleşim alanlarının hepsinde atık depolama alanları oluşturacağız. Başta tarımsal atıklar olmak üzere ülke genelinde yaygın olarak atıkların değerlendirilmesinde enerji üretimine yönelik nitelikli çalışmaları teşvik edeceğiz. Biyoyakıt enerji üretim merkezleri kurarak, özellikle kentsel ve kırsal alanların elektrik üretiminde etkin şekilde kullanılmasını sağlayacağız. Bu alanda faaliyet gösterecek özel sektörü, belediyeleri ve ilgili kurumları destekleyeceğiz.
- “İklim Değişikliğiyle Mücadele” kapsamında etkiler ve riskler konusunda stratejik planlama çalışmalarını nitelikli hale getireceğiz. İklim değişikliğine insan kaynaklı etkiyi yönetmek ve en aza indirmek için “Karbon Yönetimi Eylem Planları” hazırlayacağız. Yenilenebilir kaynaklı enerji üretimini teşvik edecek ve karbon yoğun enerji sektörlerine bağımlılığı azaltacağız. Tarım sektöründe iklim değişikliğinin etkilerine karşı ürün çeşidi, uygulama yöntemi, sulama yöntemi gibi konuları içeren kapsamlı bir strateji belirleyeceğiz. İklim değişikliği ile mücadele için çevreyi kirletenlere yönelik yeni vergi politikaları uygulayacağız.
11) ABD Başkanı Joe Biden, Kongrenin onayını alan “Enflasyonu Düşürme Yasası”nı Beyaz Saray’da törenle onayladı. Biden yasayla ilgili “Bu yasa, iklim konusunda şimdiye kadar atılmış en büyük adım” ifadesini kullandı. Bu yasa, ABD tarihinin en büyük “iklim paketi” olarak görülüyor. Yasa çok temel olarak büyük şirketlerden en az yüzde 15 vergi toplamayı ve bu kaynakları enerji verimliliği de dahil olmak üzere çeşitli alanlarda kullanmayı öngörüyor. Sizin bu konuda görüşünüz nedir?
Bu ABD’de olur, farklı ülkelerde olur ama kendi ülkemiz açısından değerlendirmek isterim. Birincisi, doğayı ve çevreyi korumadan yapılan her üretimin dünyamız açısından aslında büyük bir tüketim olduğu görüşündeyim. Havayı, suyu, toprağı ve yeşili tükettikten sonra yapılan bir üretimin ne ülke ekonomisine ne ülkemiz insanına ne de dünyaya bir fayda getirdiği söylenemez. Bundan dolayı biz, şayet çevreyi korumakta samimiysek bu noktada; devlet, özel sektör ve her bir vatandaşın üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi sağlanmalıdır. Ama en başta devletin, üzerindeki sorumluluğu yerine getirmesi gerekir. Eğer devlet “Ben çevreyi korumakta kararlıyım, bu sebeple yeni bir vergi daha getiriyorum” diyecekse bu verginin özel şirkete ciddi bir külfetinin olmadığı ekonomik ortamı da hazırlamalıdır. Ekstra vergi gideriyle piyasa sürülen ürünün de fiyatında bir artış mutlaka yaşanacaktır. Devlet bu fiyat değişikliğinin vatandaşa hayat pahalılığı olarak yansımadığı bir ekonomik ortamı da hazırlamalıdır. Ve sonrasında da aldığı vergiyi gerçekten de çevreye yatırmalıdır. Yoksa bu iş de Deprem Vergisi olarak da bilinen Özel İletişim Vergisine döner. 20 yılı aşkın bir süredir bu vergiyi millet ödüyor fakat deprem tedbirleri kapsamında devletin herhangi bir yatırım yaptığını göremiyor.
Fotoğraf: Qingbao Meng