[voiserPlayer]
İklim politikalarının en prestijli sahnesi olan Taraflar Konferansı (Conference of Participants, COP) 6-18 Kasım tarihlerinde Mısır’ın Şarm El-Şeyh şehrinde düzenleniyor. Her yıl yaklaşık 200 ülkeden politikacı ve delegenin katıldığı organizasyon adeta bir diplomasi şenliğine sahne oluyor. Fakat, Taraflar Konferansı prestiji ölçeğinde aydınlık bir gelecek vaat ediyor mu bu ciddi bir tartışma konusu. Karar alıcıların yanı sıra birçok akademisyen, sivil toplum üyesi ve kamu entelektüeli gibi aktörlerin yer aldığı, iklim politikalarının seyrinin belirlendiği bu toplantıların bir çıktısı olduğu kesin.
Öte yandan, her yıl çok az sayıda ülkenin ulusal katkı beyanlarını sunması ya da güncellemesi kolektif bir hareketin ortaya çıkmasında en büyük engel. Her ne kadar Asterisk2050 Projesi olarak Taraflar Konferansı’nı bir devrimden ziyade süreç olarak tanımlasak da iklim politikalarının sürat kazanmasını, sanayi öncesi döneme göre 1.5 derece hedefinin yakalanmasını, sürdürülebilir kalkınma yöntemlerinin geliştirilmesini ve döngüsel ekonominin her ölçekte uygulanmasını yeni dünyanın koşulları olarak görüyoruz. Bu bağlamda da hem küresel hem de ulusal ölçekte politika önerilerimizi şekillendiriyoruz. İşte COP27 de Türkiye ve uluslararası iklim politikalarını bağdaştıracak bir zeminde hazırlanıyor. Zira bu konferansta, gelişmekte olan ülkelerin durumu, iklim finansı, iklim krizine uyum ve dayanıklılık gibi konuların ajandada önemli bir yer kaplaması bekleniyor.
Geçtiğimiz yıl Glasgow’da düzenlenen COP26, “kırılgan bir başarı” olarak tanımlanmıştı. Dönem Başkanı Alok Sharma’nın göz yaşları ile açıkladığı Glasgow İklim Paktı’nın, açık başarısızlıklar içerse de, ayrıştırdığı kimi konular iklim politikalarının seyrini etkiledi. Örneğin, Paris Anlaşması’nın kural kitabı tamamlandı, kömür ve fosil yakıtlar istenmeyen enerji kaynakları olarak açıkça tanımlandı. Öte yandan, kayıp hasar mekanizmasının askıda kalması, iklim finansmanının 2009’dan bu yana muğlak kalması ve kömürden “çıkış” yerine “azaltım” taahhüdünün alınması Glasgow İklim Paktı’nı kırılgan bir yapıya büründürdü.
Bunlara rağmen, eğer Taraflar Konferansı’nı diplomatik bir platform olarak tanımlarsak, uluslararası işbirliğine katkılarını göz ardı etmemek gerekir ki bu konuda bir başarıya sahip olduğu söylenebilir. Öyle ki geçtiğimiz yıl Güney Çin Denizi’nde Çin ve ABD arasında artan tansiyona rağmen, Biden ve Xi Jinping iklim krizine karşı ortak mücadele edeceklerine dair toplantılar gerçekleştirip, beyanlarda bulunmuşlardı. Yani, Taraflar Konferansı bir tür kolaylaştırıcı işlevi görmesi sebebiyle dahi iklim politikaları açısından önemli bir görevi üstleniyor.
Bu beyanların ABD’de karşılık bulduğu ve ulusal politikalara etki ettiği görülse de Çin için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Joe Biden’ın Enflasyon Düşürme Yasası olarak açıkladığı pakette iklim ekonomisinin izleri takip edilebiliyor. Zira, sürdürülebilir kalkınma, emek yoğun iş alanları, adil geçiş gibi politikaların uygulanacağı taahhüt edilirken artık kalkınmanın iklim kriziyle hemzeminde tartışılması ABD’nin uluslararası hegemon olarak verdiği mesajı kuvvetlendiriyor. Öte yandan Çin Hükûmeti Ekim 2022’de düzenlenen ve 5 yıllık planların ilan edildiği 20. Parti Kongresi’nde iklim ve çevre politikalarına yeni bir güncelleme getirmedi. Buna ek olarak, artan enerji talebinin ise fosil yakıtlardan temin edilmeye devam edileceği ilan edildi. Her ne kadar yenilenebilir enerji sektörüne yönelik yatırımların artması, Çin’in uluslararası bankalarının denizaşırı kömür santrallerine finansman sağlamayacağı gibi politikalar benimsense de Çin, 2060 hedeflerinden oldukça uzak görünüyor.
Küresel ekonominin Covid-19 salgını sonrası ciddi yaralar alması, enerji fiyatlarının son yıllarda olmadığı kadar yükselmesi, Ukrayna-Rusya krizinin patlak vermesi gibi sistemi sarsan sorunların COP27’yi de etkileyeceği açık. Özellikle, Rusya ve Avrupa Birliği ilişkilerinin enerji krizi sonrası gerilmesinin AB’nin enerji politikalarını şimdiye kadar ciddi derecede etkilediği görülüyor. Her ne kadar AB son dönemde Norveç, Kanada, ABD ve Cezayir gibi kaynaklardan doğal gaz arzını çeşitlendirse de Rusya’ya olan bağımlılık ve var olan hatların oluşturduğu konfor AB’yi enerji konusunda güç durumda bıraktı.
Ancak, fosil yakıtlara olan bağımlılığın sorgulanmasının, yenilenebilir ve karbon-nötr enerji kaynaklarına yönelimi hızlandırdığına dair görüşler de var. Daha önce AB’de “Fit for 55” kapsamında zaten fosil yakıt bağımlılığı konusunda alınan kararlar vardı. Bunlara ek olarak, Ağustos 2022’de Rusya kömürü, yaptırımların bir neticesi olarak tamamen gündemden çıkarılırken, “REPowerEU” planı çerçevesinde 2027 yılına kadar olan süreçte 210 milyar Euro yeşil dönüşüm finansmanına ayrıldı. “REPowerEU” kapsamında AB 2030 yılında enerjisinin %40-45’lik kısmını yenilenebilir enerjiden elde etmeyi planlıyor. Yani yaşanan krizler, çatışma ortamı ve yoksunluk durumu alternatif politikalara yaklaşırken daha rasyonel davranmaya sebep oluyor.
COP27’nin açış konuşmasında dönem başkanı Sameh Shoukry’nin de belirttiği gibi bu Taraflar Konferası’nın en büyük hedefi Paris Anlaşması vaatlerinin artık uygulamaya geçirilmesi olacak. Shoukry, mevcut ulusal katkı beyanlarının Paris Anlaşması’nı karşılamadığı ve güncel olmadığını dile getirirken devlet ölçeğinin ötesinde, özel sektörün, sivil toplumun ve uluslararası örgütlerin bu sürece yapacakları katkıların önemini vurguladı. Buna ek olarak, iklim politikalarının ve iklim krizi ile mücadelenin önceki on yıllarda kutuplaştırıldığı ve siyasi tıkanıklıkların finansmanı olumsuz yönde etkilediğini dile getirdi. Bu da COP27’nin bu sorunları aşma niyetiyle bir ajandası olduğunu kanıtlıyor. Konuşmanın belki de en önemli noktalarından biri de sıfır toplamlı bir diplomasi anlayışından ziyade işbirliğinden doğacak fırsatların iklim krizi ile mücadelenin merkezinde olması gerektiği vurgusuydu. Yani, COP27’nin üstlendiği misyonlara bakıldığında iklim politikalarının uygulanabilme kapasitesinin artırılmaya çalışıldığı, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki iletişimi kuvvetlendirmeyi hedeflediği görülüyor.
Son olarak, Türkiye bu yıl da lider düzeyinde temsil edilmeyecek. Türkiye’yi temsilen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum hazır bulunacak. Yukarıda belirtildiği üzere, emisyon azaltım, destek ve finansmanın ağırlıklı gündemlerin görüşüleceği zirvede, lider seviyesinde temsil edilmemek ve uluslararası politik elit çeperinden uzak kalmak neresinden bakılırsa bakılsın olumsuz sonuçlar doğurur. Bunlara ek olarak Türkiye, Akdeniz Havzası’nda bulunması itibarıyla iklim krizinden doğrudan etkilenen ülkeler arasında. Bu doğrultuda, Taraflar Konferansı’nda daha talepkar olması beklenir. Fakat, hem Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyum sağlaması zaruri olan hem de iklim direnci sağlaması beklenen Türkiye, iklim politikalarına yönelik aksiyonerden ziyade re-aksiyoner bir tutuma sahip. Bu tür politikalar benimseyen ülkelerin sayısı ne yazık ki hiç de az değil. Bu da Taraflar Konferansı’nın uluslararası sisteme yönelttiği davetkar tavrını yanıtsız bırakarak bu konferansı belli ölçüde işlevsizleştiriyor. Tüm bunlara rağmen yaklaşık 200 ülkeyi bir araya getiren ve iklim politikalarına temel oluşturan bir organizasyonun değeri göz ardı edilmemeli.
Fotoğraf: Roxanne Desgagnés