[voiserPlayer]
Son dönemde Avrupa Birliği (AB) gündeminde en çok tartışılan konuların başında, Yeşil Mutabakat ve 2030 hedeflerine ulaşmak için geliştirilecek olan enerji taksonomisi gelmektedir. Birlik, ekonomisini sürdürülebilir, dirençli ve iklime uygun hâle getirmek; başarılı ve işleyen bir finansal sistem kurmak için ortak bir taksonominin elzem olduğu çağrısında bulunuyor. Bu taksonominin geliştirilmesi iki açıdan önem arz ediyor. Taksonomi, bir taraftan iklim değişikliği karşısında dirençli ve sürdürülebilir ekonomik faaliyetlerin bir listesinin oluşturulması ve eş zamanlı olarak da yatırım yelpazesinin genişletilmesi yoluyla Yeşil Mutabakat’ın uygulanabilir hâle getirilmesini amaçlıyor. 22 Haziran 2020’de AB Resmî Gazetesi’nde yayınlanan taksonomi düzenlemesine göre 6 önemli ilke öne çıkmaktadır: iklim değişikliğini azaltma; iklim değişikliğine uyum; su ve deniz kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ve korunması; döngüsel ekonomiye geçiş; kirlilik önleme ve kontrol ve biyolojik çeşitliliğin ve ekosistemlerin korunması ve restorasyonu.
AB, “Taksonomi ve Kurumsal Sürdürülebilirlik” başlıklı bir komisyon ile bu süreci yürütme kararı almış, ayrıca bu komisyon Yeşil Mutabakat’ın finansal yönlendirme görevini de üstlenmiştir. Bu çerçeveler ile iklime uyumlu yeni bir kalkınma modeli geliştirme çabası içerisine giren AB, 2030 hedeflerine artık daha farklı bir pencereden bakıyor, nükleer ve doğal gazın meşruiyetini tartışarak Türkçe’ye “yeşil aklama” olarak çevirebileceğimiz “greenwashing”in önünü almaya çalışıyor. Tamamlayıcı İklim Delegasyonu Protokolü (Complementary Climate Delegated Act) bu bağlamda henüz teknolojik ve ekonomik olarak uygulanabilir ve düşük karbonlu alternatiflerle değiştirilemeyecek, ancak iklim değişikliğinin azaltılmasına katkıda bulunan ve AB iklim hedefleri doğrultusunda karbon nötr bir ekonomiye geçişte önemli rol oynama potansiyeline sahip faaliyetleri destekleme görevinde bulunuyor. Buna ek olarak, yukarıdaki faaliyetlerin geçerlilik kazanması ve finansal yatırım alabilmesi için katı kurallara tabi olması ve çeşitli kriterleri karşılaması gerekiyor. Örneğin, kömür gibi kritik seviyede emisyona sebep olan tesislerin 31 Aralık 2035’e kadar tamamen yenilenebilir ve nötr bir hale gelmesi için düşük karbonlu gazlar ile değiştirilmesi gibi koşullar bulunmaktadır. Nükleer enerji de bilimsel raporlara atıfta bulunularak düşük karbonlu enerji üretimi bağlamında AB komisyon raporlarına girmiştir. Ayrıca, nükleer riskleri minimize etmek, oluşabilecek güvenlik problemlerine üst seviyede önlem almak ve atık bertarafını çevreye duyarlı olarak yapmak koşulları da nükleer düzenlemesini sıkı kurallar çerçevesinde kurgulamıştır.
AB’nin baz aldığı son Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli raporuna göre nükleerin, yenilenebilir enerji kaynaklarına göre düşük ya da daha düşük seviyede karbon salınımına neden olduğu vurgulanmaktadır. Bu noktada önem kazanan görüş ise radyasyondan korunma ve atık yönetimi üzerinedir. Fakat, AB standartları ve EURATOM sözleşmesine göre mevcut nükleer enerji yönetiminin Birlik sınırlarında güvenli koşullarda olduğu ve Taksonomi ile bu koşulların düzenleyici çerçevenin ötesinde gereksinimler sunacağı iddia edilmektedir. Eldeki verilere göre de nükleer enerji, üretilen büyük miktarda ısı veya elektriğe kıyasla nispeten düşük miktarda atık üretmektedir. Bu sürecin Taksonomi tartışmalarında değerlendirilmesinin ise atık toplama ve bertaraf etme çözümlerinin geliştirilmesine imkân sağlayacağı düşünülmektedir. Bunu da ülkeler arası radyoaktif atık ihracatını yasaklamak suretiyle yerinde ve kalıcı çözümler üreterek yapmayı planlamaktadır.
AB Yeşil Mutabakatı’nın, Paris Anlaşması’nı gözeterek ve uzun vadeli kalkınma planlarını bu perspektif üzerinden şekillendirerek hazırlandığı görülmektedir. Bu bağlamda, hazırlanan kalkınma modellerine göre doğal gazın 2030 yılına kadar önemini koruyacağı fakat sonrasında ise 2050 yılına kadar piyasadaki payının düşeceği öngörülmektedir. Yeşil Mutabakat’ın sunduğu enerji dönüşümü de doğal gazla çalışan elektrik üretiminin işlevinin değişmesi ve yenilenebilir enerjinin yaygınlaşması için daha istikrarlı bir arzın ortaya çıkmasıdır. Bu geçiş sürecinde AB, özgün koşulları dikkate alacağını ve doğal gazın özel koşullar bağlamında enerji arzına dahil edileceğini belirtmektedir. AB Taksonomisi’nin de iklim ve finansal sektör politikalarıyla uyumlu bir şekilde belirlenmesi konusunda pragmatik bir duruşa sahip olduğu gözlemlenmektedir.
Enerji Güvenliği Bağlamında Taksonomi
Enerji güvenliği AB’nin bütünlüğü ve istikrarı açısından en önemli ajandalardan biridir. Taksonomi, belirli bir bölgede sıkışan bağımlılığı ayrıştırmayı, yatırım kararlarını birçok ekonomik ve finansal faktöre dayanan ticari kararlara bağlamayı hedefler. Avrupa Yeşil Mutabakatı da bu minvalde iklim ve çevre kaygılarının yanında, enerji güvenliği ve bağımlılığını azaltmak için en optimal çözüm olarak ortaya çıkmaktadır. Güçlü bir iç pazar yaratarak çevresel hedeflere yönelik fonlarla desteklenen AB temiz teknoloji endüstrisini, devam eden ekonomik toparlanmanın bir parçası olarak geliştirmek hedeflerden biridir. Sonuç olarak, Tamamlayıcı İklim Delegasyonu Protokolü, yenilenebilir veya düşük karbonlu teknolojilere dayalı alternatifler yeterince geliştirilene kadar, sınırlı bir süre için belirli enerji faaliyetlerinin karbon nötr sistemi desteklemede oynayabileceği rolü kabul eder.
Avrupa Birliği’nde nükleer enerji derin tartışmalara neden olmuş, Birlik içerisinde farklı kümelenmeleri ortaya çıkarmıştır. Tartışmaların başını çeken ve nükleer enerjinin yeşil enerji sınıflandırmasına dahil edilmesi üzerine birbirine tezat iki farklı pozisyonu tutan aktörler Fransa ve Almanya’dır. Dolayısıyla, üye ülkelerdeki enerji kaynaklarının bu ülkelerin kararlarına doğrudan yön verdiği görülmektedir. Örneğin, Fransa mevcut elektriğinin %70’ini nükleer santrallerinden temin ederken, Almanya 2022 sonunda nükleerden tamamen çıkmayı planlamaktadır. Almanya, nükleerden çıkış stratejilerinde, 2005-2021 yılları arasında Almanya şansölyesi olarak görev yapan Angela Merkel’in liderliği döneminde oldukça agresif bir tutum sergiledi. Merkel döneminde, nükleerin Almanya’nın elektrik üretimine katkısı yüzde 25’ten yüzde 11,3’e düşürüldü ve yakında da sıfırlanması planlanıyor. İçinde önemli Alman aktörlerin de bulunduğu bir kesim bunun, Merkel’in en önemli stratejik hatalarından biri olduğunu savunuyor zira mevcut santraller kapatılırken öngörülen şekilde diğer yeşil enerji alternatifleri üzerinden bir ikame henüz sağlanabilmiş değil. Zira Almanya, bugün Merkel’in başa geçtiği döneme oranla daha fazla doğal gaz tüketmekte ve bunun yaklaşık yüzde 40’ını Rusya’dan ithal etmektedir. Almanya’nın Rus saldırganlığına karşı Ukrayna demokrasisini desteklemekteki tereddüdünün önemli bir kısmı da Merkel’in nükleer enerji stratejisi ile ilişkilendirilebilir. Ayrıca Almanya, Biden yönetiminin isteksizce kabul etmesiyle ikinci bir Baltık altı boru hattını tamamlamak için Rusya ile çalışıyordu. Fakat, Putin’in 22 Şubat’ta ayrılık yanlısı Donetsk ve Luhansk bölgelerini tanıması üzerine Başbakan Olaf Scholz, Kuzey Akım 2 boru hattının tescil sürecini durdurdu. Bu durum önümüzdeki günlerde nükleerin yeşil etiket alma konusundaki tartışmalarına yeni bir boyut kazandırabilir.
Fransa’ya baktığımızda, her ne kadar ülkenin nükleere bağımlılığı süregelse de ülke yukarıda belirtildiği gibi nükleerin geçiş sürecindeki rolünü kabul ederek 2035’e kadar 12 nükleer santralini kapatmayı ve 15 senelik süre içerisinde de üretim oranını yarı yarıya düşürmeyi planlamaktadır. Fransa ile birlikte Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan, Slovakya, Polonya ve Finlandiya, nükleer enerjinin yeşil etiket alması gerekliliğinin, enerji dönüşümü için elzem olduğunu belirtiyor. Danimarka, Lüksemburg, Almanya ve Avusturya gibi ülkeler nükleerin yerine doğal gazın katkısını tartışırken, Fransa ise küçük ölçekli modüler reaktörlerin geçiş sürecindeki işlevini önemsiyor. Avrupa Parlamentosu’nda ise sürecin hukuki olarak engellenmesi olası görünmüyor. Bunun olabilmesi için 27 AB ülkesinden 20’sinin kalan 4 ay içerisinde teklifi veto etmesi ya da 353 meclis üyesinin teklif aleyhine bir araya gelmesi gerekiyor.
Sonuç olarak Avrupa Birliği politikaları, her zaman yoğun ve girift yapısıyla öne çıkan ve çözümlemesi zor politikalardır. Fakat aynı zamanda Birlik’in sunduğu şeffaflık, uluslararası sistemdeki yeri ve ülkelerin tekil gündemi, hakkıyla yapılan analizleri kuvvetlendirebilmektedir. Bu yüzden, yukarıdaki analiz 2019 yılında ilan edilen Yeşil Mutabakat’ı merkezine alarak, mevcut enerji krizini açıklamaya çalışmıştır. Hem Rusya-Ukrayna Savaşı sonrasında Rusya ile gerilen ilişkiler hem de kömürden çıkış sürecini tazmin etmek adına nükleer, AB enerji güvenliği için dayanak noktası olabilir. Bu noktada unutulmaması gereken konu ise yenilenebilir enerji finansmanıdır. Eğer yatırımlar ve kaynaklar doğru şekilde yönetilmezse Yeşil Mutabakat hedeflerinde sapmalar yaşanabilir. AB iyi niyetle çıktığı iklim mücadelesinde tökezleyebilir. Buna ek olarak, AB’nin alacağı karar küresel iklim mücadelesine de yön verebilir, yeni kriterler süreç içerisinde meşru bir zemine taşınabilir. Yani, AB Taksonomisi bugün enerji krizi çerçevesinde gelişirken yarının tek ve rasyonel reçetesine dönüşebilir.
Fotoğraf: Fré Sonneveld