Hariçten Gazel Haftalık Dış Haberler Bülteni (15-21 Şubat)
[voiserPlayer]
2014 yılından beri süren ve 2021 sonunda ABD’li istihbarat kaynaklarının Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceğine dair tahminlerinin medyaya yansımasıyla şiddetlenen Rusya-Ukrayna krizi, 21 Şubat 2022 akşamı Putin’in yaptığı konuşma ve Rusya’nın Donbas bölgesindeki ayrılıkçı cumhuriyetler Lugansk ve Donetsk’in bağımsızlığını tanıması kararıyla yeni bir aşamaya geçti. Putin’in konuşması birçok bakımdan tarihi denecek nitelikteydi. Zira bu konuşma ile Putin, Ukrayna krizini aşan, oldukça uzun bir tarihi perspektife dayanan ve son dönemde inşa edilen yeni Rus dış politikasının temellerini yansıtan bir konuşma yaptı.
Konuşmanın ayrıntılarına geçmeden önce geçen hafta Ukrayna krizinde ne tür gelişmeler olduğuna kısaca bir değinelim. Dezenformasyon, tehditler, suçlamalar ve zaman zaman diplomasiye başvurma çağrılarıyla şekillenen Ukrayna krizinde geçen hafta, gerilim tırmanmış ve arkasından Biden’ın Pazar günü prensipte Putin ile görüşmeyi kabul ettiği haberinin ajanslara yansımasıyla piyasaları da rahatlatan kısa süreli bir sakinleşmeye şahit olmuştu. Hafta boyunca Donbas’ta çatışmalar şiddetlenmiş ve iki taraf havan toplarıyla birbirlerine ateş açmıştı. ABD yaptığı açıklamalarda Rusya’nın bir kısım askeri sınırdan geri çekmesinin sahte bayrak (false flag) operasyonu olduğunu iddia etmişti. Rusya Belarus’ta 30 bin civarında asker ile gerçekleştirdiği askeri tatbikatın süresini uzatmış, NATO’nun taleplerini karşılamaması durumunda askeri-teknik önlemlere başvurmak zorunda kalacağını belirtmiş ve Ukrayna’nın Donbas bölgesinde soykırıma varan uygulamalar gerçekleştirildiğini iddia etmişti. Tüm bu gelişmelerin ardından Lavrov ve Blinken’in 24 Şubat’ta Cenevre’de bir araya geleceği, sonrasında ise Biden’ın Putin ile görüşebileceği haberleriyle yumuşayan hava Putin’in Kremlin’de adeta bir şova dönüşen toplantısı ve konuşması ile krizde gerginliğin zirve yaptığı ve Rus tanklarının Donbas’a girdiği yeni bir dönemin kapılarını araladı.
Geçtiğimiz hafta Rusya’nın yaptığı açıklamalar ve Batılı kaynakların istihbarat raporlarına dayandırdığı haberler, Rus ordusunun Ukrayna topraklarına girmek için bir bahane aradığını göstermekteydi. Rusya’nın Ukrayna’yı topyekün bir işgal yerine, Donbas’taki ayrılıkçı cumhuriyetlere barış gücü göndermek suretiyle vurabileceğini ve askeri operasyonlarla bu bölgeden küçük çaplı bir bölgesel işgale girişebileceğini geçtiğimiz haftaki yazılarımda belirtmiştim. Zira buna benzer bir senaryoyu 2008 yılında Gürcistan’da da görmüştük. Gürcistan’ın 2008 yılında bağımsızlık ilan eden Güney Osetya’ya askeri müdahalede bulunması sonrası bölgeye giren Rus birlikleri, Gürcistan ordusu ile savaşmış ve savaşın sonunda Rusya, Güney Osetya ve Abhazya Cumhuriyetleri’nin bağımsızlığını tanımıştı. Elbette Rusya bu kukla cumhuriyetlerde de barış gücü altında birlikler bulunduruyor. Donbas bölgesinde de aynı şeyin olacağını ve Kırım’dan sonra Rusya’nın bu bölgeyi de zaman içerisinde ilhak edeceğini tahmin etmek çok zor değil.
Rusya Luhansk ve Donetsk bölgesine askeri birlik sevk etmesini uluslararası hukuka uygun görüyor. Putin, Ukrayna’nın bu bölgelerde şiddete başvurduğu, güvenliği sağlayamadığı ve Rus kökenli halka karşı soykırıma giriştiği, dolayısıyla tüm bu nedenlerle bağımsızlık ilan etmiş cumhuriyetlerin kendilerinin güvenliğini sağlamak üzere Rusya’yı bölgeye davet ettiği gerekçesini kullanıyor. Batılı ülkeler ise Rusya’nın Luhansk ve Donetsk Cumhuriyetleri’ni tanımasını, 2014 yılında imzalanan Minsk I ve ateşkesin sağlanamaması nedeniyle 2015’te tekrar görüşülerek imzalanmış Minsk II anlaşmalarına aykırı görüyor. Putin Ukrayna’nın ateşkese zarar verdiğini, Batılı ülkelerin kontrolünde olan Ukrayna’nın Donbas bölgesindeki eylemlerinin Minsk Anlaşması’nı ihlal ettiğini iddia ederek bu argümana karşı çıkıyor. Sonuç itibarıyla Ukrayna krizi artık, tarafların daha somut eylemlere girişmesini gerektirecek bir aşamaya gelmiş bulunuyor. Bu noktada Putin’in konuşmasının önemli noktalarına değinelim ve ardından krizin geldiği noktada yol açacağı olası sorunları ve kısa vadeli sonuçlarını değerlendirelim.
Putin’in Konuşmasından Satır Başları
Rusya liderinin dün akşam Kremlin’de ulusa seslendiği konuşması, 20 yılı aşkın süredir Rusya’da iktidarda bulunan Putin’in, Rusya’nın tarihi ve güçlü emperyal dönemine olan özlemini bir kere daha ortaya koymuş oldu. Putin bu tür düşüncelerini değişik vesilelerle geçmişte de çok kereler ifade etmişti. Ancak bu konuşmasında Rusya’nın Batı ile olan ilişkileri, eski Sovyet bölgelerine dair vizyonu ve gelecekten beklentilerine dair çok daha derli toplu bir konuşma yaptı. Konuşması sırasında oldukça sinirli olduğu gözlenen Putin, belli ki son dönemde Ukrayna konusunda gelen baskılardan da bunalmış durumda.
Putin’in konuşmasında en çok göze çarpan nokta, özelde Ukrayna daha genelde eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin Lenin sayesinde bağımsız birer siyasi yapıya dönüştüğünü vurgulamasıydı. Bu bakış açısı, Rusya’nın Çarlık döneminde bugün bağımsız olan birçok bölgeyi St. Petersburg’un direk kontrolü ve hegemonyası altında tuttuğu gerçeğinden yola çıkıyor ve Sovyetler’in özerk bölgeler kurmasıyla Çarlık dönemi Rusya’sının parçalanmasına yol açtığı ve Rusya’nın geniş egemenlik alanını bu nedenle kaybettiği düşüncesine dayanıyor. Bu düşünce Putin’in geçmişte Gürcistan ve şimdi Ukrayna için yaptığı şeyi, eski Sovyet bölgelerinde diğer Rus nüfuz alanlarına genişletmesinin de yolunu yapıyor. Sözgelimi, Rusya’nın başka bir vesile ile gelecekte Kazakistan’daki Rus kökenlilerin yaşadığı bölgeleri de direk egemenliği altına almasının bu bakış açısıyla mümkün olduğunu söyleyebiliriz.
Bu konuşmada diğer dikkat çeken bir husus ise Putin’in Ukrayna’nın gerçek bir ulus olmadığını, devlet geleneğinin bulunmadığını ve yozlaşmış bir yönetime sahip olduğunu iddia etmesiydi. Putin’in bu bakış açısını genişleterek gelecekte örneğin Belarus, Moldova ve artık Batı’nın bir parçası haline gelmiş Letonya, Estonya ve Litvanya için de geçerli olduğunu iddia etmesi hiç de beklenmedik bir şey olmayacaktır. Putin gibi otoriter liderlerin neler düşündüğünü ve niyetinin ne olduğunu anlamak spekülatif yorumları gerektirse de artık Putin’in düşünce ve hareket tarzına dair elimizde yeterince veri var. Bu verileri Rusya’nın somut dış politika hamleleri ışığı altında değerlendirdiğimizde, Putin’in Rusya’nın dış politikasına dair vizyonunun, Avrupa güvenliği ve küresel siyasetin istikrarı açısından çok büyük tehlikeler arz ettiği tespitini yapmak mümkün.
Putin uluslararası ilişkilerde telaffuz edilmesinin dahi çok dikkat gerektireceği kavramları Ukrayna krizi bağlamında ortaya saçmaktan geri kalmıyor. Örneğin ulusa sesleniş konuşmasında, Ukrayna’yı nükleer silahlar edinmeye çalışmak ve Donbas bölgesinde soykırım yapmakla suçlayabiliyor. Bu gerekçelerin savaş sebebi olduğunu bilerek krizi derinleştirmek pahasına kolayca ifade etmekten kaçınmıyor. Bu durum Putin’in ince elenip sık dokunmuş akılcı bir strateji ve siyasi plan dahilinde mi yoksa otoriter bir lider olarak duygusal yoğunluğu yüksek bir kişisel siyasetin peşinde mi olduğu konusunda dünyayı belirsizlik içinde bırakıyor. Sonuç olarak, ABD, Avrupa ve dahi Çin’in geldiğimiz noktada, Ukrayna krizi ve Rusya’nın Donbas bölgesine müdahalesi konusunda atacağı adımların niteliği ve boyutları, küresel siyaset açısından son derece önem kazanıyor.
Bundan Sonra Neler Olabilir?
Ukrayna krizinin başından beri ABD ve diğer NATO ülkelerinin sıklıkla vurguladığı yaptırımlar konusunun geldiğimiz noktada bir tehdit unsuru olmaktan çıkıp fiiliyata geçmesi artık kaçınılmaz. Nitekim bugün, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz Kuzey Akım 2 projesinin bu şartlar altında faaliyete geçmesinin söz konusu olmadığını belirtti. Avrupa’ya direk olarak Rusya’dan doğal gaz sağlayacak Kuzey Akım 2 projesi Eylül ayında tamamlanmış ve faaliyete geçmesi için Almanya’nın onayını bekler durumdaydı. Almanya’nın ilk tepki olarak Kuzey Akım 2 projesinin iptalini masaya getirmesi yeni Alman hükümetinin ABD ve NATO ile uyum içerisinde Rusya’ya karşı ortak tavır geliştirilmesinden yana tercih yaptığını net bir şekilde ortaya koymuş oldu. Bu bağlamda ABD ve Batılı ülkelerin Rusya’ya uygulayacağı yaptırımların derinliği, önümüzdeki süreçte krizin boyutlarını da belirleyecek.
Ukrayna açısından ise kriz çok daha yakın bir tehdidi ve korku dolu günleri beraberinde getirecek gibi görünüyor. Putin’in dün akşamki hamlesinden sonra Ukrayna lideri Zelensky de bir konuşma yaparak Rusya’dan korkmadıklarını belirtti. ABD’nin ve NATO’nun Ukrayna için kendi birliklerini kullanacağı sıcak bir savaşa girmekten kaçınacağını tahmin etmek zor değil. Ancak Donbas’ta çatışmaların şiddeti artar ve Rusya’nın askeri operasyonları Ukrayna’nın diğer bölgelerini de tehdit etmeye başlarsa Batılı ülkelerin Ukrayna’ya daha fazla silah yardımı yapması da kaçınılmaz olacaktır. Ukrayna toplumunda milliyetçiliğin ve Rus karşıtlığının artması ise krizin geldiği noktada diğer bir sorun olarak ortaya çıkmış durumda. Ukrayna halkının Rusya’ya karşı birlik halinde hükümetlerini desteklemeleri, Putin’in Zelensky hükümetini devirerek Ukrayna’da Rusya yanlısı kukla bir hükümet kurma planını kısa vadede imkansız hale getirebilir.
Türkiye birçok uzman tarafından bu krizden en çok etkilenecek aktörler arasında görülüyor. Şu an Türkiye’de yaşanan ve kendisini yüksek enflasyon olarak gösteren ekonomik bunalımın bu krizle birlikte daha da artacağı aşikar. Ukrayna krizi dünya petrol ve doğal gaz fiyatları üzerinde anında etkisini göstererek fiyatları artırıyor. Türkiye gibi enerji bağımlısı bir ülkenin petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki artıştan daha fazla enflasyon ve hazine üzerinde daha fazla yük olarak sonuç verecek yeni bir ekonomik bunalım dalgasına yol açması kaçınılmaz görünüyor. Erdoğan, Putin’in Luhansk ve Donetsk Cumhuriyetleri’ni tanımasının Türkiye açısından kabul edilemez olduğunu belirterek tarafını ABD ve NATO’dan yana açık bir şekilde koymuş oldu. Nitekim NATO Ukrayna krizi bağlamında Türkiye’deki askeri varlığını güçlendiriyor. Türkiye özellikle Rusya’nın Karadeniz’e Baltık’tan getirdiği donanması nedeniyle kuzeyindeki bu denizde Rusya’nın daha fazla askeri güç bulundurmasından çekiniyor. Bu kriz Türkiye’nin Rusya’dan S400 füze savunma sistemleri alması ve bunun sonucunda F35 projesinden çıkarılmasının yanlışlığını da bir kere daha ortaya koymuş oldu. Tüm bunlar düşünüldüğünde Türk dış politikasını Ukrayna krizi devam ettiği sürece zor günlerin beklediğini ve Ukrayna krizinin Putin ile Erdoğan arasında son yıllarda gelişen kişisel ilişkileri tehlikeye attığını söyleyebiliriz.
Önümüzdeki günlerde Rusya’nın bu hamlesine Batı’nın nasıl karşılık vereceği, NATO’nun ortak bir strateji geliştirip geliştiremeyeceği gibi konular gündemi belirleyecek gibi duruyor. Çin ise tarafları itidalli davranmaya davet ederken halen Kırım’ı tanımamış ve ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı duyulması gerektiğini ifade eden bir ülke olarak Rusya ile stratejik ortaklığının sınırlarını Ukrayna krizi bağlamında tekrar gözden geçirmek zorunda kalabilir. Mevcut durumda Çin yaptığı bir açıklama ile Ukrayna krizinden rahatsızlık duyduğunu da belirtmiş durumda. Her halükarda Ukrayna krizi küresel siyasette birçok ülkenin tutumlarını yeniden gözden geçireceği, güçlerinin birçok açıdan sınanacağı ve küresel piyasalarda sarsıntılara hazırlık yapılmasını gerektiren yeni bir dönemin başladığını gösteriyor. Son dönemde küresel siyaset, ABD’nin Asya-Pasifik bölgesine odaklanmasıyla Çin ve etrafında gerçekleşen olaylara odaklanmaktaydı. Ancak Ukrayna krizi tüm dünyanın dikkatini yeniden ABD, Avrupa ve Rusya üçgenine kaydırmış gibi görünüyor. Ukrayna krizinin etkileri yukarıda ele aldığımız konuların da kapsamını aşar nitelikte bir bağlama oturmuş durumda. Önümüzdeki hafta krizde yaşanacak yeni gelişmeler çerçevesinde diğer aktörlerin rollerini de değerlendirecek bir yazıyı bu köşeden okuyabilirsiniz.