Eğer filmi izlemediyseniz filmle ilgili detaylı bir analiz yapıldığının uyarısını girizgahta paylaşmış olalım.
Oscar’a aday Konsey filmini izlemeye gittiyseniz sinema çıkışında içinizde beliren huzur ve dinginliğin sebebini sorgularken bulabilirsiniz kendinizi. Gerilim müziğinin sahneler arasında artan ritmine hiç takılmadığınızı ve senaryonun akışına kendinizi kaptırdığınızı fark edebilirsiniz. Burada ihtimale dayalı ifadeler kullanmamın sebebi, aslında filmin içine ne kadar girdiğiniz değil ne kadar girmediğinizle akalı; onun asıl sebebine ise aşağıda değineceğiz.
Film, dönemin Papa’sının ölümüne tanık olduğumuz sahneyle başlar ve kardinaller Papa’yı son yolculuğuna duayla uğurlar, kimi ağlar kimi ise vazifesini bütün soğukkanlılığıyla yerine getirir. İlerleyen sahnelerde ise yeni Papa’nın seçilmesi için bir konsey oluşturulacağı ve onun hazırlığının Kardinal Lawrance tarafından yapılacağını görürüz. Lawrance, Papa’nın ona verdiği son görevi layığıyla yerine getirebilmenin telaşındayken aklından Vatikan’ın lideri olmak gibi bir fikir geçmez. Görevinin Hristiyanlıkta bahsi geçen Kutsal Ruh aracılığı olduğu inancı Lawrance’ın hareketlerinde gözlemlenebilir.[1]

Konsey için farklı kıtalardan gelen Kardinaller Vatikan’a yerleşirken, filmde daha ilk farklılıkların bizi ayrıştırdığı konusuna burada yer verildiğini görürüz. Aynı dili konuşan milletler aynı masalara oturmuş ve gün boyu birlikte vakit geçirmişlerdir. İtalyan Kardinallerden Tedesco, eskiden Vatikan içinde Latincenin ana dil olduğu dönemin özlemini çektiğini çoğu sahnede vurgulamış ve konservatif akımın film boyunca başını çekmiştir.[2] Ona karşın Kardinal Bellini, kilise içinde liberal akıma ihtiyaçları olduğunu dile getirse de Papalık görevine gelmek için yeterli oyu alamamıştır. Film ana hatları ile gelişen skandallarla Vatikan içindeki iki ana akımın varlığına ışık tutmuştur. Bu iki akım modernleşen dünyanın kurallarınca keskin bir ayrıma doğru gitmiş ve filmde gördüğümüz gibi Kardinallerin geldiği yerlerdeki kültüre bağlı olarak verdikleri oyları etkilemiştir.

Vatikan içindeki fikir farklılıkları bir köşede dursun, filmin arterlerinde dolanan Şimdi’nin Gücü (Eckhart Tolle) konsepti filmin önemli sahnelerine yedirilmiştir.[3] Kardinal Lawrance’ın yaşanan skandal olaylara verdiği tepkisizlik ve konuşulan skandalların akışta çözüme ulaşmasına izin vermesi Şimdi’nin Gücü kitabına dayalı eylemlerdir. Kardinal Lawrance’ın konsey günü defterini bir ışığın aydınlatması ve alması gereken mesajı aldığını yüz ifadeleriyle belli etmesi Kutsal Ruh’un işaretlerine açık olduğunu gösterir. Yaşananlara müsaade edip Kutsal Ruh’un onu yönlendirdiğine duyduğu güven duygusuyla Konseyi yönetmiş ve Papa’nın başarıyla seçilmesine yardımcı olmuştur. Keza Papa seçildikten sonra da Papa’nın bütün fiziksel ve kişilik özelliklerini olduğu gibi kabul etmiştir. Filmin ana teması konseyin Papa’yı seçmesi gibi görünse de Lawrance’ın bütün kardinallerden farklı olarak olması gerekene teslim olan bakış açısı izleyiciye film boyunca göz kırpmıştır.
Echart Tolle, Şimdi’nin Gücü kitabında, “Ben olana hiç direnmemeyi öğrendim; şimdiki anın olmasına izin vermeyi ve her şeyin ve her koşulun geçici doğasını kabullenmeyi öğrendim. Böylece huzur buldum.” ifadesini kullanmıştır. Filme bu bakış açısıyla baktığımızda Konsey’in buluştuğu günlerin birinde yakınlarda bir patlamanın olması, skandalların peş peşe gelmesi ve kardinaller arasındaki huzursuzluğun dinmemesine karşın Kardinal Lawrance’ın her şeyin iyi olacağına inancı kitabın bu mesajıyla örtüşür.
Konseyin toplanıp seçimde bulunduğu sahnelerdeki sessizlikle alakalı da kitapta tamamlayıcı bir ifade yer alır: “Sesleri dinleyin; onları yargılamayın. Seslerin altındaki sessizliği dinleyin.” Konsey anına gelmeden önceki toplantılarda gerçekleşen konuşmalar ve kardinallerin birbirini ikna etme süreçleri sesleri temsil ederken, konseydeki karar anları tam olarak nihai bir sessizliği temsil eder. Karar verme anında Kardinallerin odadaki dini figürlere bakıp anlam aramaları da Kutsal Ruh’un onlara bir işaret vermesini beklemelerindendir.
Konseylerin birindeki patlama, filmin bütününe baktığımızda Kardinalleri doğru kişiyi seçmeye itmiştir. Farklılıklar tek potada eriyip aslında içlerinde en farklı olan Kabil Başpiskoposu’nun parlamasına bu patlama vesile olur. Bu noktada filmin kitapla bağlantısına dönecek olursak yazar Tolle, anda kalmayı başarabilen insanların çoğunun zamanında zor dönemlerden geçtiğinin altını çizer. Kabil Başpiskoposu Benitez görev yaptığı yerlerde gördüğü ölümler ve acılarla konsey boyunca diğer Kardinallerden daha bütünleyici küresel bir bakış açısı göstermiş ve Papa olmaya hak kazanmıştır. Hristiyan bir kültürde büyümesine karşın yaşadığı acılar onu her millet ve dinden insanı kucaklamaya ve liberal bakış açısıyla hareket etmeye itmiştir.

Benitez kendindeki farklılıkları “Tanrı beni böyle yarattı” (“I am what God made me.”) şeklinde dile getirir. Lawrance’ın Konsey başında hiçbir zaman konuşmalarımızda kesin olmayalım ifadesini hatırlayacak olursak seçilen Papa Benitez de kendisiyle ilgili yaş, millet vs. gibi kesin ve net konulardan uzak kalıp Tanrı’nın onu olduğu gibi yarattığı ifadesiyle kendini açıklamıştır. Yeni Papa küreselleşen dünyanın ırk ve dini ilgilendiren temalarından uzaklaşıp büyük resmi görebileceğimiz bir alanda şimdinin gücünü kullanan bir konuşma gerçekleştirir.
Girizgahta bahsedilen filmin içine ne kadar girmediğimizin önemi, bu farklılıkları kendi fikrimizi katmadan olduğu gibi anlama ihtiyacıyla alakalıdır. Kitaba göre film boyunca bir Kardinal adayına yakınlık hissettiyseniz bu, egonun bir kişi veya konuyla özdeşleşme eğiliminden kaynaklanır.
Filmdeki bütün karakterler güce bağlı olup onu dilediği gibi kullanabilse de, seçilen Papa ve bize verdiği mesajlardan en “güçlü” olanı Şimdi’nin Gücü kitabında aşağıdaki geçen cümleyle kendini açığa çıkarır:
“Başkaları üzerinde güce sahip olmaya çalışmak, kuvvet kılığına bürünmüş zayıflıktır, gerçek güç içimizdedir ve ona şimdi ulaşabiliriz.”
[1] John 7:39 https://www.biblegateway.com/passage/?search=John%207%3A39&version=NIV
[2] The Latin language has always been held in very high esteem by the Catholic Church and by the Roman Pontiffs. https://www.vatican.va/content/benedict-xvi/en/motu_proprio/documents/hf_ben-xvi_motu-proprio_20121110_latina-lingua.pdf
[3] Tolle, E., Şimdinin Gücü, Akaşa Yayıncılık, 2016.