Türkiye, Mayıs ayında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tartışmaları dinmeden bir kez daha sandık başına gitmeye hazırlanıyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) öncülüğündeki Millet İttifakı dağılmış görünüyor. 2019 yerel seçimlerinde Batı illerinde aday çıkarmayarak CHP adaylarına destek veren Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) Yeşil Sol Parti’nin (YSP) çatısı altında gireceği yerel seçimler için alacağı tutum muhalefet açısından büyük önem arz ediyor.
Cumhur İttifakı’nın yerel seçimlerde işbirliğini sürdürmesi bekleniyor. AKP ve MHP’nin ortak adaylar çıkaracağı seçimde iktidar, 2019 seçimlerinde kaybettiği büyükşehir belediye başkanlıklarını geri kazanmak istiyor. Cumhur İttifakının önümüzdeki yerel seçim için en büyük hedefi muhalefete kaptırdığı İBB ve ABB başkanlıklarını tekrar kazanmak. CHP’de ise geçtiğimiz yıl Aralık ayında YSK üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında siyasi yasak kararı çıkan İmamoğlu’nun adaylığına kesin gözüyle bakılıyor. Ekrem İmamoğlu’nun siyasi ve stratejik danışmanlığı görevini yürüten Siyasal İletişim Uzmanı Necati Özkan’a yaklaşan yerel seçimler hakkındaki görüşlerini, cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin neden kaybettiğini ve seçime ilişkin diğer önemli soruları sorduk.
Sizinle geçtiğimiz yıl yaptığımız röportajda “İktidarın kazanmış olduğunu söyleyemeyiz, ama aradaki farkı büyük ölçüde kapattığını ve kazanmaya yaklaştığını söyleyebiliriz.” demiştiniz. Sizce o süreçte Kılıçdaroğlu yerine Ekrem İmamoğlu’nun adaylığı açıklansaydı neler değişmiş olacaktı?
Bir seçim kampanyasının sonuçlarını belirleyen birkaç faktör birden vardır. Bunlardan bir tanesi ister istemez adaydır. Tabii diğeri politikalar ve değerlerdir. Böyle bakıldığı zaman özellikle Türkiye gibi Akdeniz ülkelerinde bu üç faktörün, yani aday, politikalar ve değerler diyebileceğimiz, ya da aday, vaatler ve ideoloji diyebileceğimiz bu üç faktörün içinde en etkili olanı adaydır. Adayın kimliği, kişiliği, bu işe uygun olup olmadığı, bu konudaki tecrübesi, aldığı pozisyon stratejisi vesaire… Belki bu nedenle hatırlarsanız seçimlere kadar olan süreçte birbirinden bağımsız çok sayıda araştırma şirketinin sonuçları, bize hemen hemen hep aynı şeyi söylüyordu. Bu seçimleri Erdoğan karşısında kazanabilecek iki net aday vardı: Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş. Araştırmaların söylediği en temel şey buydu. İkincisi, bu seçimleri kazanabilecek bir aday daha var. Ama çok az farkla kazanabilecek gibi gözüküyordu. O da Meral Akşener’di. Üçüncüsü, aynı araştırmalar bize Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu seçimleri kazanma ihtimalinin hiç olmadığını ve bu seçimin Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığında kaybedileceğini söylüyordu.
Belki 1-2 istisna hariç, o istisnalarda da gördük ki çoğunlukla doğrudan CHP Genel Merkezi veya Kemal Kılıçdaroğlu’yla çalışan şirketlerdi. Bu istisnalar dışında birbirinden bağımsız kurumlar ya da kişiler tarafından finanse edilmiş araştırmaların yüzde doksanı, aynı net ve yalın gerçeği söylüyordu. Seçime doğru giderken bu ana faktör dikkate alınmadı. Bu ana faktör dikkate alınsaydı sonuç elbette farklı olurdu. Bu ana faktörün dikkate alınmamasıyla birlikte seçimin kaybedilmesi adına bir sürü, üst üste hatalar yapıldı. Bütün bunlar sonuçta 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinin sonuçlarını belirledi. Ve ben hep şöyle diyorum: Bu seçimi Erdoğan ya da AK Parti veya Cumhur İttifakı kazanmadı; bu seçimi muhalefet el birliğiyle verdi. Yani asla verilmeyecek bir durumdayken, tarihin görmediği, daha önce olmamış bir ittifak kurulmuşken, bu ittifakı Türkiye demokrasisi lehine kullanabilmek pekâlâ mümkünken seçimler iktidara verildi. Elitlerin bu ittifaka bakarak “bu iş bitti ve biz seçimi kazandık” diyerek yola çıkması olabilecek en büyük hataydı ve bu hatanın sonuçlarını şu anda yaşıyoruz, görüyoruz. Bu yenilgi beş yıllık bir şey gibi gözükebilir. Ama bu gibi rejimlerde bu tür mağlubiyetlerin etkisi çok daha uzun sürebilir.
Seçim sonuçlarında özellikle Konda gibi araştırma şirketlerinin yanıldığını gördük. Anketler neden yanıldı?
Ben onların son yayınladığı anketi gördüm, orada açık ara bir farktan bahsedilmiyordu. Kafa kafaya yakın bir kazanma ihtimalinden bahsediliyordu ve doğrusu başta Konda olmak üzere son kertede Kılıçdaroğlu’nun kazanabileceğini söyleyen araştırma şirketlerinin analizleri, istatistiki hata dahilindeydi. Analizlerinde şöyle bir şey söylemiş olsalardı, işte Kılıçdaroğlu 55 alıyor, Erdoğan kırk beş alıyor, bu durum net deselerdi yanılmış olurlardı. Ama ya bir puan ile ya da bir buçuk puan ile bir adayın kazandığını söyleyen bir araştırma şirketinin hata yaptığını değil, istatistiki bir değerlendirme hatasında bulunduğunu söyleyebiliriz. O nedenle de ben hiçbir aşamada Sayın Kılıçdaroğlu’nun seçim kazanabileceğine ihtimal vermedim. Çünkü, özellikle adaylık belirleme sürecinde ortaya çıkan bazı olaylar, yani son dakika olayları, her seferinde ölümcüldür. 3-6 Mart arasında yaşananlar, bir kampanya tarafındaki, bir ittifaktaki ayrışmalar çok etkili oldu.
Bunu toparlamak çok kolay değildir. Toparlanmaya çalışıldı. 2 büyükşehir belediye başkanını cumhurbaşkanı yardımcısı adayı olarak ilan ederek tamir etmeye çalıştılar. Ama o da başka bir probleme neden oldu. O problem de Türkiye’nin böylesi bir yapıyla yönetilemeyeceği problemiydi. Yani seçmen, Altılı Masa’nın dağılmasından sonra oluşan fotoğrafa baktığında dedi ki: Bir tarafta bir adam var, bir adamın iradesi Türkiye’nin geleceğini yönetecek, belirleyecek; 20 yıldır da bu adamı tanıyoruz, biliyoruz. Diğer tarafta da 7+1 kişi var, 7 erkek ve bir tane kadın. Bunlar daha aday belirleme konusunda bile anlaşamıyorlar. Bunlar; olağanüstü bir kriz olursa, benim ülkem savaşa girerse, olağanüstü bir ekonomik çalkantıyla karşı karşıya kalırsak, nasıl bir araya gelip de aynı noktada uzlaşacaklar ve benim kaderimi, çocuğumun kaderini, ülkemin geleceğini nasıl belirleyecekler? Seçmenler böyle bir soruya cevap bulamadılar ve bu sorunun cevapsız kalması nedeniyle de Erdoğan’ın kazandığını söyleyebiliriz.
Ben seçimden önce sizinle yaptığım röportajda bir ihtimalin yaklaşmakta olduğunu söylemiştim. O ihtimal, şöyle bir şeyin sonucunda geldi. Bir yıl önce yaklaşık yedi puanlık bir fark varken aradaki fark 4-5 puana düşmüştü. Sizinle o röportajı yaptığımızda her iki adayın ivmesinden birininki yükselirken diğerinin ivmesi stabildi. Bu yarışın sonucunda yükselmekte olan, ivmeyi yöneten tarafın kazanacağına ilişkin bir okumam oldu ve doğrusu sonuçta da öyle oldu. O nedenle de araştırma şirketlerinin hata yapmalarından çok, araştırma şirketlerinin istatistiksel hata dahilinde bir tanımlama yaptıklarını söyleyebiliriz. Dolayısıyla, metodoloji olsun ya da bir yöntem olarak araştırmanın kendisi olsun, bunlara kusur bulmak doğrusu bana çok adil gelmiyor.
CHP’nin Kurultay sürecinde İmamoğlu neredeyse değişimcilerin tek sembolü oldu. İmamoğlu’nun bu süreçteki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle kurultaydan sonra sıkça, CHP iki liderli tek genel başkanlı bir döneme girdi yorumları yapıldı. İmamoğlu partinin doğal lideri konumunda mı?
Öncelikle 14 Mayıs’ta yaşanan şok sadece vatandaşlar arasında değil, muhalif elitler arasında, Altılı Masa partilerinin yöneticileri arasında da yaşandı. Hatırlarsanız CHP Genel Merkezi 14 Mayıs sonuçlarını yorumlamaktan uzak durdu. Seçmene herhangi bir mesaj göndermekten uzak durdu. O hafta Perşembe gününe kadar CHP Genel Merkezi’nden tek bir ses duyamadık. Bu yapılmaması gereken en önemli, en stratejik hatalardan biridir. Dolayısıyla, 14-28 Mayıs arası dönem, hem CHP Genel merkezinin hem de diğer siyasi partilerin “bu iş bitti, biz birinci turda bu işi bitireceğiz” dedikleri bir noktadan uçuruma yuvarlandıklarının fotoğrafıdır.
Aslına bakarsanız bu, siyasiler üzerinde olduğu kadar seçmen üzerinde de çok sarsıcı bir etki yarattı. Öyle ki şu yorumlar da çok yapıldı: İsteseler yarım puan ekleyerek kazanabilirlerdi. Seçmen tarafında ortaya çıkan hayal kırıklığı, endişe, siyasi elitlere ve muhalif liderlere ilişkin aldatılmıştık duygusu ve giderek ikinci turda da bu iş düzeltilemez şeklindeki duyguların bütünü, bazı seçmenlerin ikinci turda sandığa gitmemesini de tetikledi. Sonuçta, 28 Mayıs günü biraz daha açılan bir farkla sonucu gördük. O gece biz sayın Ekrem İmamoğlu ve sayın Mansur Yavaş ile CHP Genel merkezindeydik. Bu sonucun CHP kadroları üzerindeki etkisini ve toplum üzerindeki etkisini zaten 14 Mayıs’tan sonra ölçmeye başlamıştık. Ama 28 Mayıs’ta ortaya çıkan nihai fotoğraf sadece CHP’nin değil, Türkiye muhalefetinin tümden oyun dışı olacağına dair bir trendin ortaya çıkmasına neden oldu. Ve 29 Mayıs sabahı Ekrem İmamoğlu bir videoyla değişim sürecini başlattı.
Çünkü o gece bunun Türkiye seçmenlerine, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ve Türkiye’nin geleceğine ilişkin önemli bir görev olduğunu tespit etti. Sayın İmamoğlu vakit kaybetmeksizin seçmeni yeniden kazanmak ve oyuna dahil edebilmek adına seçmenin sisteme, demokrasiye ve seçimlere yeniden güven duymasını sağlamak adına bir inisiyatif aldı. Bu inisiyatifin doğal sonucu olarak da CHP içerisinde bir değişim hareketi başladı. Bu hareketin ertesinde gelişen bazı refleksler, yani toplumun refleksleri, “Türkiye’yi beş yıl daha mevcut iktidardan kurtaramayacağız, hiç olmazsa İstanbul’u kaybetmeyelim” şeklinde özetlenebilir. Bu durum, Ekrem İmamoğlu’nu da değişimin liderliğini bırakmaya ve İstanbul’a sahip çıkmaya yöneltti. O tarihten sonra değişimin liderliğini, parti içerisindeki çeşitli isimlerin ortak kararıyla Özgür Özel üstlendi. Sayın Özgür Özel’in Kurultayı kazanması ve partinin yeni lideri olarak ortaya çıkması sadece CHP için değil, Türkiye demokrasisi için çok hayatiydi.
Neden? Çünkü biraz önce söylediğim gibi seçmen kümelerinden büyük bir bölümü demokrasiden, seçimlerden ve muhalefetten kopma yoluna girmişti. Öyle ki, çeşitli araştırmalar bize her üç seçmenden birinin bir daha sandık başına gitmeyeceğine ilişkin bir eğilim içinde olduğunu gösterdi. Bu nedenle bu değişim sürecinin başarılması, yalnızca partinin geleceği adına değil, ya da siyasi liderlerin adına değil, Türkiye’nin ve Türkiye demokrasisinin geleceği adına çok hayatiydi. Böylelikle de çeşitli mahallelerden başlayıp ilçelere ve ilçelerden de illere ve en sonunda da genel kurula kadar giden süreci izledik. Genel kurula kadar giden bu süreci elbette ki Genel Başkan Sayın Özgür Özel ve arkadaşları ördüler, ama onlara Ekrem İmamoğlu çok önemli bir destek sağladı. Hem İstanbul’dan hem de erişebildiği yerlerden destek sağladı.
Bu süreçte bildiğiniz gibi son hamle Ekrem İmamoğlu’na ilişkin bir önceki Genel Başkan Sayın Kılıçdaroğlu’nun Divan Başkanlığı teklifiydi. Bu teklif tabii ki önemli bir teklifti. Hem partinin birliği adına, hem kurultayın birliği adına çok önemliydi ve dikkat ederseniz Ekrem İmamoğlu bu teklifi derhal kabul etti ve kendi pozisyonunu değiştirmeden, kendisinin değişimden yana olan tavrına ilişkin en ufak bir şüpheye mahal vermeden süreci yönetti. Kurultay günü de layıkıyla divan başkanlığı yaptı. Bütün bunlardan sonra ortaya çıkan fotoğrafı çift başlılık olarak yorumlamak vicdansız bir şey olur. Çünkü değişim sürecini başlatan Ekrem İmamoğlu, kendi iradesi ve isteğiyle toplumun sesine kulak verdiği için ve yine kendi iradesi ve isteğiyle bu kararı aldı. Yani kendisinin bıraktığı ve bir başka yol arkadaşının, bir başka siyasi arkadaşının üstlendiği görev konusundaki pozisyonu çok net. Elbette ki bu iki siyasi figürün anlaşmaları, yoldaşlık kurmaları, geleceği beraber tasarlamak üzere bugüne kadar gelmeleri ve bu değişim sürecini bir sonuca taşımaları önemli. Ama, gerek Özgür Özel, gerekse de Ekrem İmamoğlu pozisyonlarının ne olduğu ve neyi gerektirip, neyi gerektirmediği konusunda benim gördüğüm kadarıyla son derece samimiler ve açıklar. O nedenle ben bu yorumu çok da doğru bir yorum olarak görmüyorum.
Ekrem İmamoğlu geçmişte tipik bir CHP’li olarak görülmüyordu. Bu durum hem avantaj hem de dezavantajdı. Bu kongre sürecinde ise tam anlamıyla CHP’li oldu. Bu değişim İmamoğlu’na oy verip CHP’li olmayan seçmeni nasıl etkileyecek?
Bu sürecin ana ihtiyaçlarını biraz önce söylemeye çalıştım. Ana ihtiyaç şuydu: Sandığa bir daha gitmeyeceğini söyleyen, tümüyle kendini aldatılmış, kandırılmış ve gelecek adına umutsuz hisseden seçmen kümelerinin yeniden oyuna dahil edilmesi. Aksi takdirde CHP’nin ya da CHP’nin yerel yönetimlerdeki adaylarının şansı çok azalacaktı. Dolayısıyla, bu süreçte maliyeti ne olursa olsun seçmenin yeniden kazanılabilmesi, seçmenin yeniden demokrasiye, seçimlere ve Halk Partisi’nin liderliğine inandırılabilmesi en önemli ihtiyaçtır. Bu süreç içerisinde de biraz önce bahsettiğimiz değişimler bunu sağladı. Bugün itibariyle CHP seçmeninin yeniden oyuna döndüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla, burada Ekrem İmamoğlu’nun CHP’li kimliğinin geçmişte sizin söylediğiniz gibi çok net olmayışının sağladığı avantajlar ya da dezavantajlar ile Türkiye’de değişime, demokrasiye, moderniteye inanan seçmenlerin yeniden ikna edilmesi arasında bir tercih yapıldı. Bu tercih doğrusu çok stratejik bir tercihti. Gelinen böyle bir noktadır.
Tabii bütün bunlara rağmen Ekrem İmamoğlu’nun hâlen daha klasik bir CHP’li gibi davrandığını söylemek çok da mümkün değil. Çünkü Ekrem İmamoğlu, sadece demokrasi, sadece kültür sanat ve yerel demokrasi gibi konular ile ilgilenmiyor. Aynı zamanda İstanbul tarihinin en icracı, en projeci başkanı olarak da tarihe geçiyor. Eş zamanlı olarak yürüttüğü projelerin hangisine bakarsanız bakın bu projelerin yaygınlığı, bu projelerin ilerleme hızı, bütün engellemelere rağmen bu projelerde elde edilen başarılar Ekrem İmamoğlu’nu geleneksel CHP çizgisinden ayıran, demokrasiye inanan ama icraat da yapan bir siyasi figür olarak karşımıza çıkartıyor. O nedenle de bu pozisyonun, sadece Divan Başkanlığı nedeniyle değişebileceğini düşünmek ya da bu algının yıkılabileceğini düşünmek çok ileri bir yorum olur.
Kahramanın yola çıktığı andan itibaren aşması gereken evreler, atlatması gereken badireler vardır. Şu an kahramanımızın adaylığının önünde ise “hapis kararı” engeli var. Sizce kahramanımız bu badireyi aşabilecek mi?
Bu dava tümüyle haksız; tümüyle vicdana, hukuka ve Türkiye tarihindeki gelenek göreneklere aykırı bir dava. Bir siyasinin önünü nasıl keselim? Uyduruktan bir dava çıkaralım. Uyduruktan bir mahkeme kuralım. Orada da dediklerimizi yapacak, talimatımızı uygulayacak bir hakim atayalım, o olmazsa bir başkasını atayalım diyerek yapılmış, toplumun gözü önünde bir dava. Eğer kahramanın yolculuğu diyorsak kahramanın yolculuğunda kahramanı güçlendiren bir dava. Yani bütün bu süreci planlayanların ve uygulayanların amaçlarının tersine, Ekrem İmamoğlu’nun daha fazla güçlenmesine, toplum tarafından daha fazla sevilmesine ve bir siyasi figür olarak yükselmesine yardım etti.
Bundan sonra eğer bir sonraki hamleye cesaret ederlerse bu kararın faturasını da eninde sonunda öderler. Çünkü bir siyasetçinin haklı olmayan nedenlerle oyun dışına itilmesinin toplumda yaratacağı bir reaksiyon var. Nereden biliyoruz bunu? Hiçbir yerden olmazsa 2019 yerel seçimlerinden biliyoruz. Benzeri bir uyduruk yöntemle 2019 seçimlerinin Türkiye’deki seçimleri yöneten en üst makam tarafından ve siyasi baskıyla en üst yargı tarafından iptal edildiğini gördük ve buna toplumun reaksiyonunu da hemen gördük. Dolayısıyla, eğer buna cesaret edebilirlerse, yani Ekrem İmamoğlu’nu siyasi yasaklı hâline getirebilirlerse, bunun çok çeşitli ve çok katmanlı sonuçları olacaktır. Bunu hep beraber yaşayarak göreceğiz.
Klasik Partilerin dışında ZP ve YRP gibi partilerin de ciddi oy aldığını gördük. Yerel seçimlerde de bu durum devam eder mi?
İttifaklarda olup olmayacaklarını bilemem ama aynı sonuçları bir daha görmeleri imkânsız. Çünkü söylediğiniz uç partilerin, ana akım olmayan partilerin 14- 28 Mayıs seçimlerinde aldıkları sonuçlar; onların hak ettikleri sonuçlar, onların ideolojileriyle veya politikalarıyla hak ettikleri sonuçlar olmaktan ziyade protesto oylarıydı. Ne Kılıçdaroğlu ne Erdoğan diyen seçmenler arayış içine girdiler. Önce Muharrem İnce’yi gördüler ve Muharrem İnce’ye yöneldiler. Muharrem İnce çekilince de Zafer Partisi’ne veya Sinan Oğan’a yöneldiler. Bunlar tamamen anlık ve protesto oylarıydı ve bunların kalıcı olma ihtimali yok. Çünkü bunların toplumsal altyapısı yok. Toplumsal olarak seçmen kümelerinden ilgi görüyorlar, politikalarına destek alıyorlar diye bir fotoğraf görmüyorum doğrusu.
Kaldı ki yerel seçimler ile genel seçimler arasında çok önemli farklar vardır. Genel seçimler daha çok parti ve ideoloji odaklı ya da ulusal politikalar odaklı seçimler iken yerel seçimler daha çok aday odaklı seçimlerdir. Dolayısıyla da bu bahsettiğiniz partilerin herhangi bir ilde herhangi bir ilçede ve hatta herhangi bir kasabada seçim kazanabilecek kuvvette olmadıkları aşikâr olduğundan, seçmen kümeleri oylarını boşa harcamak yerine, kendi düşüncelerine en yakın olan adayı desteklemeye gideceklerdir. Bu fotoğrafın da Mayıs’tan Mart’a on ayda ne kadar hızlı değiştiğini hep beraber göreceğiz.
İmamoğlu İstanbul ittifakı sayesinde seçimi kazandığını belirtiyor. Genel seçimlerle birlikte yükselen kutuplaşma ortamında bu ittifakı tekrar hayata geçirmek mümkün olur mu?
Herhangi bir sektörde, buna ticari sektörler dahil, buna siyaset dahil, lider olan tarafın, markanın, kişinin, şahsiyetin pozisyonu öyle kolay kolay değişmez. Yeter ki kendi değerlerine, kendi seçmenlerine ve kendi hedeflerine ihanet etmesin. Bunlara ihanet etmediği sürece kolay kolay seçim kaybetmez.
Peki bunları nereden biliyoruz; dünyadaki uygulamalardan, Türkiye’deki uygulamalardan. Erdoğan niye kolay kolay Türkiye’deki seçimlerde kaybetmedi. Çünkü Erdoğan pazar lideriydi ve pazar lideri olarak yapması gereken şeyleri yaparken kendi değerlerine ve hedeflerine ilişkin işler yapmadı. Ama aynı Erdoğan kendi sözleriyle İstanbul’a ihanet ettiğini söyledi. Bunun doğal sonucu olarak İstanbul’u kaybetti. Şimdi Ekrem İmamoğlu göreve geldiği günden beri İstanbul tarihindeki en başarılı ve en aksiyoner belediye başkanı olmayı başardı ve bunun sonucunu bütün anketlerde, bütün yoklamalarda görüyoruz.
Ekrem İmamoğlu, 31 Mart’ta %48’le seçimi kazanmıştı. Sonra biliyorsunuz bu 23 Haziran’da %54 buçuğa yükseldi. Bugün Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’daki seçmen desteği, yine araştırma şirketlerinin verilerine baktığımız zaman %58 ile %62 arasında gözüküyor. Bu pozisyon önümüzdeki dört ayda kolay kolay değişecek bir pozisyon değil. Yeter ki Ekrem İmamoğlu kendi adına yanlış işler yapmasın, stratejik hatalar yapmasın. Yeter ki, Ekrem İmamoğlu’nun yolunda onunla beraber yürüyenler hatalar yapmasınlar. Buradaki en temel faktör, en temel değişken, Millet İttifakının artık olmayışı ya da fiili olarak olmayışı. Dolayısıyla, Millet İttifakını oluşturan partilerin ve Kürt siyasi hareketinin İstanbul’da nasıl davranacakları da bu seçimin önemli belirleyicilerinden birisi olacak. Ancak tüm bunlara rağmen Ekrem İmamoğlu, tek başına sadece CHP’nin adayı olsa bile, onu alt edebilecek bir AK Parti veya Cumhur İttifakı adayı bulmak öyle çok kolay değil. Bulunsa bile Ekrem İmamoğlu 4-5 sıfır önde başlıyor. Benim gördüğüm fotoğraf bu.
Yerel yönetimlerde kadın adayların sayısı az. Özgür Özel yönetimindeki yeni CHP’de bu değişir mi?
Tabii ben CHP Genel merkezinde yapılacak olan çalışmaların ne olduğu konusunda çok bilgi sahibi değilim. Ama iradenin bu tür bir irade olduğunu görüyorum. Eğer değişim diye yola çıkıldıysa bu değişim sadece partinin üst yapısının değişimi anlamına gelmiyor. Yani genel başkan değişti, MYK değişti. PM değişti. Tamam, biz değişimi tamamladık diyemezsiniz. Değişimin tabana yayılması gerekiyor. O nedenle yerel seçimlerde CHP’nin, gerek belediye başkanlıkları için göstereceği adaylarda, gerekse meclis üyeliklerinde daha fazla kadını göreceğimizi tahmin ediyorum. Nitekim, özellikle meclis üyelikleri için bir fermuar sistemi konuşuluyor. Çokça kulağıma gelen bunlar. O nedenle ben, değişimin daha fazla kadın, daha fazla genç, daha fazla liyakatli siyasetçi şeklinde olacağını ve partinin belli bir süre sonra oldukça gençleşmiş ve oldukça enerjik bir partiye dönüşeceğini umuyorum.
Her seferinde söylüyorum, bu gibi tartışmalarda değişim dediğimiz süreçler gerek partiler için, gerek ülkeler için çok zaman alan, sabırla, istikrarla ve yüksek irade ile yürütülmesi gereken süreçlerdir. Örnek vermek gerekirse ortanın solu CHP için bir değişim süreciydi. 1960’ların ortasında başladı ve sonucunu ancak 1973’te alabildi. Ve 73 de aslında değişimin bir başlangıcıydı. Buna benzer bir sürü örneğe baktığımız zaman CHP’de başlamış olan bu değişim sürecinin bir hayli zaman alacağını öngörebiliriz.
Bir konuyu daha konuşmak lazım. Türkiye muhalefetinin ve Türkiye muhalefetinin önemli ve güçlü partilerinin de bir değişim süreci yaşamaları kaçınılmaz. Çünkü, Mayıs 2023’te yaşanan mağlubiyetin faturasını bütün siyasi partilerin ödemesi lazım. Altılı Masa partilerinin tamamı bu süreçten değişerek geçmezlerse onların da bir geleceği kalmayacak. Buna İyi Parti de dahil, Deva da dahil, hepsi dahil. 2023 Mayısında bu topluma çok büyük bir fatura ödettiler. Bu faturanın kendilerine dönük kısmını da kendilerinin ödüyor olması lazım. Yoksa bu seçmenin kendisi sandıkta zaten bunu sağlar.