[voiserPlayer]
Toplum onu oluşturulan insanların toplamından fazlası mıdır? Dünyayı ve yaşamın kendisini anlamaya çalışırken bireyden topluma doğru mu bakmalıyız? Bu soruların cevaplarını aradığımız yazı dizisinin ilkinde, ilk insanlar ve onların grup oluşturma temayüllerine bakmıştık.
Bu yazıda ise toplumun bireylerin toplamından daha farklı bir şey olup olmadığına cevap arayacağız. Holizm’in[1] savunduğu gibi toplumlar, onu oluşturan parçaların bütününden fazlası mıdır? Yoksa, toplumu anlamak için tek tek insanları anlamak yeterli midir?
Holizm’den Gruplara
Holizm en basit hali ile bütünün onu oluşturan parçaların toplamından farklı ve daha fazlası olduğunu ileri sürer. Bu temel kuralın alan fark etmeksizin tüm doğal sistemler için geçerli olduğunu belirtir. Sistem Teorisi[2] Holizm’den temellenir ve incelenen herhangi bir sorunun bir sistem olarak ele alınması gerektiğini savunur. Burada sistem olarak ele almaktan kastedilen ise sorunu (olguyu) oluşturan parçaları, birbirleri ve çevreleri ile ilişkileri bağlamında değerlendirmektir.
Gestalt kuramı[3] ise Holizmle aynı kökten gelerek, herhangi bir bütünün özelliklerinin onu oluşturan parçaların ayrı ayrı özelliklerine bakılarak anlaşılamayacağını söyler. Gestalt kuramının temel yaklaşımlarını benimseyen Kurt Lewin[4] grup üyeliğinin grubu oluşturan bireylerin davranışlarını değiştirdiğini öne sürmüştür. Başka bir deyişle, bireylerin grup içerisindeki davranışları (grup davranışı) kendi biricik davranışlarından farklılık gösterir.
Bütünde Farklılaşan Parçalar
Kreitner ve Kinicki[5] grup kavramını; belirli bir amaç doğrultusunda bir araya gelmiş, birbirleriyle iletişim ve etkileşim kuran, birbirlerini etkileyen ve en az iki insandan oluşan yapılar olarak tanımlar. Kurt Lewin, grupların dinamik ve güçlü yapılar olduğunu ifade eder ve bu savından yola çıkarak “grup dinamiği” kavramını kullanılır.
Lewin’e göre grup dinamiği; grubun herhangi bir bölümünde meydana gelebilecek, grubun yapısını ve grup üyelerini etkileyen davranış veya tepkilere sebep olan değişikliklerdir. Lewin[6], grubun onu oluşturan parçalardan farklı özelliklere sahip olduğunu vurgulamak için molekül analojisini kullanır ve molekülü oluşturan atomların ve iyonların molekülden farklı özellikleri olduğunu söyler.
Bütünün İçinde Parçayı Anlamak
“Ben kimim?” herkesin yaşamı boyunca en az bir kere kendine sorduğu bir soru olsa gerek. Herkesin olduğu, olmadığı, olmak istediği veya istemediği kişiye dair fikirleri ve hayalleri vardır. Bu soru, her ne kadar dışarıdan yöneltildiğinde hızlıca cevaplanabilir bir soru gibi görünse de, işin aslı pek de öyle değildir.
Fiziksel ve fizyolojik özellikleri bir kenara bıraktığımızda kim olduğumuzu tanımlayan ve oluşturan temel olgulardan biri kimliğimizdir. Henri Tajfel kimliği iki temel kategoride[7] ele alır: bireysel kimlik ve sosyal kimlik. Bireysel kimlik, kendimizi etrafımızdakilerden nasıl farklı gördüğümüze dayanır ve kendimizi birey olarak nasıl tanımladığımızla ilgilidir. Kişisel ilgi alanlarımız, hobilerimiz, sevdiğimiz veya sevmediğimiz yemekler gibi. Kısacası, bireysel kimliğimiz yalnızca kendimizle ilgidir.
Öte yandan sosyal kimlik, üyesi olduğumuz veya benzer grup üyeleriyle paylaştığımız kimliklerdir ve üyesi olduğumuz gruplar üzerinden kim olduğumuza yönelik tanımlarımızı içerir. Cinsel yönelimimiz, cinsiyet kimliğimiz, etnik kökenimiz, sosyo-ekonomik sınıfımız gibi tanımlamalar sosyal kimliğimizin bir parçasıdır.
Henri Tajfel’e göre sosyal kimliği oluşturan üç temel psikolojik süreç vardır: sosyal sınıflandırma, sosyal karşılaştırma ve sosyal özdeşleşme. Sosyal sınıflandırma, bireylerin kendilerini ve diğerlerini ayrı ve biricik kişiler yerine sosyal gruplar halinde algılama eğilimlerini ifade eder. Sosyal karşılaştırma, belirli bir grubun veya o grubun üyelerinin değerlerini ve sosyal konumlarını belirlemede kullanılan süreci ifade eder. Sosyal özdeşleşme ise kişilerin etraflarında yaşanan olayları ve sosyal durumları kendilerinden bağımsız bir şekilde algılamamalarını ifade eder. Dolayısıyla, Tajfel’e göre bir kişinin sosyal kimliği bu üç sürecin bir sonucu olarak oluşur.
Grupların Karşı Konulamaz Cazibesi
Parçanın bütünün içinde kendisinden nasıl farklılaştığını anlamanın yegâne yolu bireyin grup içindeki davranışına bakmaktır. Tajfel’e göre bireyin sosyal davranışı, yani grup içindeki davranışı, hem bireysel olarak sahip olduğu karakter özelliklerinden ve motivasyonlarından hem de grup üyeliğinden etkilenir. Daha önemlisi, üyesi olunan gruplar kişiler için oldukça önemli bir gurur ve öz saygı kaynağıdır. Başka bir deyişle, üyesi olduğumuz gruplar üzerinden öz saygımız artar ve kendimizle gurur duyarız.
İnsanlar olarak dünyaya geldiğimiz andan itibaren bir grubun parçasıyızdır. İnsanın ilk üyesi olduğu grup ailesidir ve zaman içerisinde bunlara yenileri eklenerek çoğalır. Aile, içine doğduğumuz ve belli bir zaman dilimine kadar en azından üyesi olmaya mecbur olduğumuz bir gruptur. Peki, insanlar büyüdükçe neden sürekli farklı grup üyelikleri edinir? Yani, insanlar olarak gruplara yönelik yatkınlığımız veya belki de arzumuz nereden kaynaklanır?
Toplumu Anlamak: Soruların Başlangıcı başlıklı yazıda bu sorunun vahşi doğada hayatta kalabilme üzerinden gelişen bir mecburiyet oluşunu anlatmıştım. Ancak, literatürde bu soruya çok farklı cevaplar mevcut. Baron ve Kerr’e[8] göre bu yatkınlığımız “koşullanmış” olmamızdan kaynaklanır. Başka bir deyişle, insanlar yaşamlarının erken dönemlerinde bir gruba ait olma (üye olma) ile olumlu duyguları ilişkilendirir. Çünkü, doğduğumuz andan itibaren fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarımız ailemiz tarafından karşılanır (en azından olması gereken senaryoda durum budur) ve bir aile içerisinde büyüyerek gelişiriz. Bu nedenle de grup kavramı bizler için olumlu çıktıları ifade eder.
Ancak bu yaklaşım, ailesinden ihtiyaç duyduğu fiziksel ve psikolojik desteği alamamış bireylerin gruplara olan yatkınlığını açıklayamaz. Festinger’e[9] göre ise bu sorunun cevabı sosyal kıyas (social comparison) teorisinde gizlidir. Sosyal kıyas teorisine göre insanlar, kendi bireysel ve sosyal değerlerini kendilerini diğer insanlarla kıyaslayarak belirler ve bu kıyas insanlarda doğuştan gelen bir dürtüdür. Sahip olduğumuz gerçeklikler sübjektiftir (özneldir), çünkü insan algısı sübjektiftir ve bu sübjektiflik içerisinde kendimizi ve etrafımızdakileri anlamak için bir çerçeveye ihtiyaç duyarız. Sosyal kıyas, bize ihtiyacımız olan bu çerçevelerden birini sunar. Ek olarak, yukarıda bahsedildiği üzere grup üyeliklerinin bize sağladığı öz saygı ve gurur da bu sorunun diğer bir cevabını oluşturur. Bu cevaplar tek tek eksik kalsa da bir bütün olarak ele alındığından oldukça anlaşılır bir açıklama sunmaktadır.
Tepkisiz Bir Etki Mümkün mü?
Birey grup içinde farklılaşır, grup onu oluşturan bireylerin toplamından fazlasıdır. Peki ama nasıl? Bu oldukça çetrefilli ve birçok alandan ve teoriden temellenen bir sorudur ve tek bir cevabı yoktur. Ancak cevaba bir adım daha yaklaşabilmek adına sosyal etkiyi anlamak önemli bir başlangıç olacaktır.
Sosyal etki kavramı bireylerin; bir grubun, algılanan bir otoritenin, sosyal bir rolün veya çoğunluk üzerinde nüfuz sahibi olduğu düşünülen bir grup içindeki azınlığın taleplerini karşılamak için düşünce ve davranışlarını değiştirme şeklini ifade eder. Kısacası, bireylerin sosyal bir ortamın/durumun taleplerini karşılamak için düşünce ve davranışlarını değiştirmeleridir. Kelmen’e[10] göre sosyal etkinin üç temel türü vardır: uyum (compliance), özdeşim (identification) ve içselleştirme (internalization).
Uyum, başkaları tarafından sunulan veya sunulduğu düşünülen açık veya örtük bir talebe verilen olumlu yanıtları kapsar ve kişinin davranışında bir değişiklik yaratır; ancak tutumunda bir değişiklik yaratmayabilir. İnsanlar uyum davranışını cezadan kaçmak veya ödül elde etmek için uygulayabilir. Burada bahsedilen (hatta sosyal psikoloji literatürünün büyük bir kısmında) ceza ilk akla gelen anlamıyla fiziksel bir şiddetle (tokat, yumruk vb.) sınırlı olmak zorunda değildir. Sosyal dışlama, sözlü tehdit, “ters” bakışlar, amiyane tabirle laf sokmak vb. psikolojik şiddet türleri de bir tür ceza olabilir.
Benzer bir durum ödül kavramı için de geçerlidir. Para gibi maddiyat temelli ödüllerin yanı sıra (ki çoğu zaman durum bu değildir), grup içinde saygınlık görmek, sözünün dinlenmesi, sosyal aktivitelere davet edilmek-dahil edilmek gibi psikolojik temelli ödüller de söz konusudur. Uyum sürecinde kişi, söz konusu davranış değişimini o davranışın kendisine inandığı için değil ona fayda sağlayacak bir sonuç oluşturacağına inandığı için gerçekleştirir. Dolayısıyla, uyumdan gelen tatmin, karşı tarafın etkisini kabul etmekten doğan sosyal etkiden kaynaklanır.
Özdeşim ise hayranlık duyulan birinin veya grubun etkisi ile tutum veya davranıştaki değişimleri ifade eder. Karşı taraftan gelen etki, o kişi veya grup ile tatmin edici bir kendini tanımlama (self-defining) ilişkisi kurmak veya devam ettirmek amacıyla kabul edilir. Bu ilişki klasik özdeşim yolu ile kurulabilir. Bu durumda kişi karşı tarafın rolünü üstlenir veya mütekabiliyet temelinde kabullenebilir. Hayranlık duyulan kişideki hayranlık duyulan olgu davranış ise o davranış, tutum ise o tutum değişir. Günlük hayatta kullandığımız haliyle “birine benzemeye çalışmak, biri gibi olmaya çalışmak” tam da bu mekanizma ile gerçekleşir. Kişi, söz konusu davranış veya tutumu arzuladığı ilişki ile bağlantılı olarak hayata geçirir ve bu süreçte davranış veya tutumun içeriğinin önemli bir etkisi yoktur. Özdeşimden gelen tatmin uyguculuğun (confirmity) kendisinden kaynaklanır.
Son olarak içselleştirme ise kişi üzerinde etkisi olan birinin veya bir grubun sahip olduğu normların o kişi tarafından kabul edilmesidir. Ancak, bu normların kişinin kendi değer sistemi ile uyumlu olması gerekir. Kişi, karşı taraftan gelen etkiyi söz konusu davranış onun için içsel olarak ödüllendirici olduğunda kabul eder. İçselleştirme sürecinden gelen tatmin davranışın içeriğinden kaynakladır.
Kısacası, yukarıda bahsedilen her bir sosyal etki türü bir kişi veya gruptan gelen etkinin nitel olarak farklı şekillerde kabul edilmesi ile ortaya çıkar.
Sonuç olarak gruplar, üyelerinin kendileri ile onların etkileşimde bulunduğu kişileri etkiler. Bu yazıda bahsedilmemiş birçok farklı biçim ve yöntem ile grup üyelerinin tutum ve davranışlarında değişimlere sebep olur ve değişim süreci, sürekli devam eden bir yapıdadır. Yalnıza bu bilgiler ışığında ele aldığımızda dahi grubun onu oluşturan parçaların (kişilerin) toplamından fazlası olduğunu söylemek mümkündür.
[1] https://sociologydictionary.org/holism/
[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/Sistem_teorisi
[3] Wertheimer, M. (1938). Gestalt theory.
[4] Lewin, K. (1947). Group decision and social change. Readings in social psychology, 3(1), 197-211.
[5] R. Kreitner, A. Kinicki. Organizational Behavior, 9th edition, McGraw-Hill, New York, 2010.
[6] Lewin, K. (1947). Frontiers in group dynamics: Concept, method and reality in social science; social equilibria and social change. Human relations, 1(1), 5-41.
[7] Tajfel, H., & Turner, J. C. (1978). Intergroup behavior. Introducing social psychology, 401, 466. ve Tajfel, H. E. (1978). Differentiation between social groups: Studies in the social psychology of intergroup relations. Academic Press.
[8] Baron, R., & Kerr, N. (2003). Group process, group decision, group action 2/E. McGraw-Hill Education (UK).
[9] Festinger, L. (1954). A theory of social comparison processes. Human relations, 7(2), 117-140.
[10] Kelman, H. C. (1958). Compliance, identification, and internalization three processes of attitude change. Journal of conflict resolution, 2(1), 51-60.
Fotoğraf: Nicholas Green