[voiserPlayer]
Modern ulus devletler tarihe, ulusun ve/veya vatandaşın inşasına araçsalcı bir şekilde yaklaşmıştır. Bu süreçte modernitenin her alanda görülen işlevselci yaklaşımı idarede de en ekonomik formu öne çıkarıyordu. Farklı grupları üst bir kimlik üzerinden homojenleştirmek isteyen ulus devletler, hâkimiyetlerindeki halklara ortak bir dil, din, kültür ve ülkü birliğini tebliğ eden bir tarih anlayışı sunmuştur.
Bu dönemde milliyetçi ideolojiler mutlak monarşilere karşı devrimci bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Ancak bu ideolojinin liberalizm ve sosyalizm gibi enternasyonal ideolojilere karşı 20. yüzyılda gittikçe muhafazakârlaştığı ve müesses nizamla yakınlaştığı izlenmiştir.[1] Milliyetçi ideoloji hiçbir ülkede yekpare bir bütünü temsil etmediği gibi milliyetçilik anlayışları değiştikçe tarih anlayışları da değişmiştir.
Bu yazıda, Türkiye’de iki farklı dönemde gelişen iki ayrı milliyetçilik anlayışının tarih algılarının hangi noktalarda ayrıldığını tartışmak istiyorum. Kurtuluş savaşında emperyalist güçlere ve Osmanlı idaresine karşı ortaya çıkan ve devrimci bir niteliğe sahip olan Kemalist milliyetçilikle, gelişimini Soğuk Savaş sürecinde gerçekleştiren muhafazakâr-milliyetçiliğin tarih algılarındaki farklar bu yazının ana konusu olacaktır.
Kemalist Milliyetçilik ve Tarih Anlayışı
Kemalistlerin tarih anlayışını anlamak için elimizde zengin bir kaynak söz konusudur. Bu konuda Atatürk’ün ve dönemin önde gelen isimlerinin Türk tarihine bakışını yansıtan söylemlerinden ve 1930’dan sonra sistemli şekilde üretilen ve okullarda ders kitabı olarak okutulan Kemalist tarih tezinden yararlanılabilir. Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı açılış konuşması bu konuda açık bir örnektir.[2]
Atatürk bu konuşmasında Osmanlı tarihini geniş bir okumaya tabi tutmuş, eleştirilerinin merkezine saltanat rejimini ve onun fetihçi/yayılmacı vizyonunu koymuştur. Anadolu’nun Osmanlı döneminde yapılan keyfi fetih hareketleri sebebiyle fakir kaldığı dile getirilmiştir. Atatürk’ün Osmanlı tarihine yaklaşımı Cumhuriyetçi bir perspektifi yansıtmaktadır. Osmanlı idaresinin halkın ortak yararını umursamadığı, hanedanın ve çıkar gruplarının yararına işler yaptığını ısrarla vurgulamıştır. Bu durum Atatürk’e göre Türkleri milli bir tarihe sahip olmaktan alıkoymuştur.
Kemalizmin fetihçi/yayılmacı politikalara karşı mesafeli tutumu, dış politikasına yansıdığı gibi tarih anlayışına da yansımıştır. Kemalist düşüncenin Osmanlı Devleti’nin saltanat rejimine ve yayılmacı politikalarına yönelttiği eleştiriler muhafazakâr-milliyetçi tarih tezinde görülmez. Kemalist düşüncede Türk tarihi medeniyete katkıları ölçüsünde değer kazanır ve tarih “Türklüğün unutulmuş medeni vasfını’’ öne çıkardığı için önemlidir.
Kemalist tarih tezi İslam öncesi Türk tarihiyle yakından ilgilenmiştir. Bu noktada pek çok antik uygarlığın Türklüğü üzerinde durulmuş ve bu uygarlıkların medeniyete katkıları Türklere mal edilmiştir.[3] Milliyetçilerin kendi milletlerinin insanlığa katkılarıyla övünmesi ve kendilerini diğer milletlerle karşılaştırması evrensel bir tutum olarak göze çarpar. Kemalizm’de buna, Türklerin özsel olarak var olan medeniyetle uyumlu bir doğası olduğu kabulü de eklenir.
Kemalizm, kurtuluş savaşında ortaya çıkmış ve ulus devletin inşasına öncülük etmiştir. Misyonunu bir uygarlaşma mücadelesi olarak göstermiştir. Kültür ve medeniyet ayrımına inanmamış ve medeniyeti bir bütün olarak görmek ve kabul etmek gerektiğini söylemiştir.[4] Bundan dolayı bölgesel ve dinsel medeniyet tanımlarını ve muhafazakâr yorumları dışlayan bir düşünce sistemidir.
Muhafazakâr Milliyetçilik ve Tarih Anlayışı
Türkiye’de Kemalist tarih tezine paralel olarak muhafazakâr milliyetçi bir tarih tezinin geliştiği ve Soğuk Savaş döneminde bu tezin ana akım hâline geldiği görülmektedir. Bu tez Kemalizmle pek çok noktada ayrılmaktadır. Kemalizm’de Osmanlı Devletinin yönetim şekline ve fetihçi yapısına karşı getirdiği Cumhuriyetçi eleştiriler bu tezde görülmez. Aslında bunun en temel sebebi Kemalistlerin tarihe halk merkezli bir şekilde yaklaşmasının aksine muhafazakâr milliyetçilerin devlet merkezli yaklaşmasıdır.
Bununla birlikte, Kemalist tezin halk merkezli yaklaşımının tutarlı bir yapı arz ettiği de söylenemez. Kemalist düşüncede devlet ve halklar arasında keskin ayrımlar olmadığı gibi Kemalistlerin tarihe yaklaşımı da yekpare bir bütünü ifade etmez. Kemalistlerin halk merkezli yaklaşımı “doğu despotizmiyle’’ özdeşleştirdikleri saltanat rejimine karşı geliştirdikleri eleştirilerde, ittihatçıların emperyal yaklaşımına yönelttikleri hayalcilik suçlamasında ortaya çıkmaktadır. Muhafazakâr-milliyetçi tarih tezi, Fuad Köprülü’den itibaren Türk tarihini devlet merkezli bir şekilde üç bin yıllık bir devamlılık olarak okumuş ve Türk-İslam medeniyeti olarak kendine has bir medeniyetinin olduğunu iddia etmiştir. Fuad Köprülü’nün ve bu tezin diğer kurucularının temel motivasyonunun oryantalist literatüre karşı bir cevap üretme gayreti olduğu bilinmektedir.[5]
İslam ve Osmanlı tarihine Kemalizm’in mesafeli tutumuna karşı muhafazakâr yorumlar bu dönemleri benimsemiştir. İslam öncesi Türk tarihi de İslam’ın mesajıyla uyumlulaştırılmaya çalışılmıştır. Bu noktada Türk milletine tarihten gelen bir misyon yüklenmiştir. Türkler İslam’ı benimsemelerinden bu yana bu dinin korunmasında ve yayılmasında kilit rol almış ve Müslüman Türkler büyük medeniyetler inşa etmişlerdir. Haçlı Seferleri’nde, Osmanlı’nın fetih politikasında ve hatta Kurtuluş Savaşı’nda Türkler bu misyonu üstlenmiştir.
Bu noktada tarihin klasik çağın antagonizmaları üzerinden okunduğu izlenmektedir. Muhafazakâr-milliyetçi yazarlara göre Hristiyan Batılılar ve Müslümanlar vardır ve bu iki ayrı medeniyet sürekli bir çatışma halindedir. Kemalistlerden farklı olarak medeniyet kavramı tüm insanlığın ortak mirası olarak okunmaz. Bu noktada Hristiyan devletlerin bir şehri ilhak etmesi işgal olarak veya bir istila olarak okunurken Osmanlıların bir şehri zapt etmesi şanlı bir zafer ve fetih olarak ifade edilir.
Muhafazakâr-milliyetçiler Türklerin uygarlığa katkısı fikrini de değişime uğratmış, farklı halkların ortak bir uygarlığa yaptığı katkılardan ziyade birbiriyle yarış halindeki iki uygarlıktan İslam uygarlığının Batı uygarlığına katkıları öne çıkarılmıştır. Onlara göre bugün Batı medeniyetini öne çıkaran pek çok şey İslam medeniyetinden alınmıştır. Bunun yanında tarihte övünülecek olan en önemli şey; kazanılan zaferler, yapılan fetihler ve kurulan devletlerin sayısıdır.
Devlet kavramının aşkınlaştırıldığı ölçüde apolitikleştirildiği de görülmektedir. Farklı çağlarda kurulan, farklı rejimlere sahip olan pek çok devlet, Türklüğü temsil etme hakkına sahip olur ve aslında bunların hepsi aynı devletin devamıdır. Bu noktada, devlet yöneticileri arasında ayrım yapılmamalı hepsi “ata’’ olarak kabul edilmelidir. Ancak tarihçilerin ideal devlet tasavvurları kurulan bu anlatıda her zaman kendini ele verir. Bir hükümdar ancak gücü tek elde topladığında büyük bir sultan olur. Gücü bürokrasiye devreden padişahlar zayıftır ve bu dönemler kargaşa dönemleridir. Devletlerin en parlak çağları en merkeziyetçi oldukları zamandır ve merkeziyetçi yapı bozulduğunda çöküş başlar. Devletlerin ekonomik olarak en güçlü oldukları zaman hazinelerinin en dolu olduğu zamandır. Halkın alım gücünün veya başka parametrelerin bir önemi yoktur.
Bu anlatı, despotizme ve savaşa karşı yıkıcı bir övgü taşır ve doğası gereği illiberaldir. Muhafazakâr-milliyetçi ideolojinin Soğuk Savaş döneminde geliştiğini ve devletin ihtiyaçlarını karşıladığı ölçüde makbul hale geldiğini gözden kaçırmamalıdır. Türkiye çok partili hayata geçtikten sonra halkta karşılık bulan ve sınırlarını devletin çekmediği enternasyonal ideolojilere karşı bu yerli ve milli anlatının, halkı müesses nizama bağlamakta önemli bir işlevi olmuştur.
Çarpışan Tarih Tezleri
Görüldüğü üzere farklı dönemlerde ortaya çıkan ve farklı ihtiyaçlara cevap arayan iki ayrı milliyetçi ideolojinin tarih anlayışları arasında derin bir fark söz konusudur. Tarihe yaklaşımı milliyetçi kılan pek çok faktör vardır. Tarihin, bir halkı merkeze alarak ve araçsallaştırarak okunması, tarih üzerinden bir halka misyon yüklenmesi, bir halkın tarihin farklı devirlerinde yaşamış tarihsel figürlerle özdeşlik kurması bunlara örnektir. Bu noktada milliyetçiler tarihleriyle övünürler. Burada milliyetçi ideolojileri birbirinden ayırmamızı sağlayan ne ile övündükleri, neyi görmezden geldikleri ve neyi eleştirdikleridir.
Bu sorulara verilen cevaplar aynı zamanda milliyetçilerin gelecek tasavvurunu da yansıtması bakımından önemlidir. Kemalistler, Türklerin uygarlığa katkılarıyla ve medeni vasıflarıyla övünürler. Tek bir medeniyetin olduğuna inanırlar ve bu noktada tarihteki çatışmaları daha seküler bir gözle yorumlarlar. Cumhuriyetçi bir gözle baktıklarında, halkı fakirleştiren ve düşünsel olarak köleleştiren saltanat rejimine karşı eleştirel bir şekilde yaklaşırlar. Bu anlatı medeniyete katılma gayretinin tarih üzerinden temellendirilmesini amaçlar.
Muhafazakâr-milliyetçiler ise Türklüğe tarihte çatışmacı bir misyon yükler. Bu çatışmacı misyon tarihsel olarak Hristiyan Batı medeniyetini ve Türk-İslam medeniyetini işaret etmektedir. Bu çatışmanın sancaktarlığını yapan devletin kutsallığını öne çıkarırlar ve ideal devleti “düşmanlarıyla’’ en iyi şekilde savaşan ve gücü tek elde toplayan bir organizma olarak betimlerler. Tarih sürekli bir çatışma sahası olarak okunduğunda ülke içinde birlik ve aşkın bir otoritenin gerekliliği öne çıkarılır.
Muhafazakâr-milliyetçi tarih anlayışı; akademide, eğitim müfredatında ve halkın düşüncelerinin şekillenmesinde Kemalist tarih anlayışına göre daha fazla etkiye sahip olmuş ve ana akım hâle gelmiştir. Bize göre bu tarih anlayışı, yukarıda belirtilen niteliklerinden dolayı, Türkiye’de süregiden otoriterleşmenin rıza üretmesini kolaylaştıran düşünsel arka planlardan birini oluşturmaktadır.
[1] İlker Aytürk, ‘’Erken Cumhuriyet’te Modernleşme, Laiklik ve Milliyetçilik: Mete Tunçay’ın Tek-Parti’sinin Kırk Yıl Gecikmiş Bir Eleştirisi’’, Post-Post Kemalizm Türkiye Çalışmalarında Yeni Arayışlar, Haz. Berk Esen, İlker Aytürk, İstanbul, İletişim Yayınları, 2022, s.229
[2] https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/turkiye-iktisat-kongresini-acis-soylevi-izmir
[3] Bu tezlerin doğruluğu ne kadar tartışmalı olsa da bu yazımızın konusu değildir. Detaylı bilgi için bkz. Etienne Copeaux, Tarih Ders Kitaplarında Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine (çev.Ali Berktay),İstanbul,2016
[4] Işıl Çakan Hacıibrahimoğlu, Cumhuriyet ve Hümanizma Algısı, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2012, s.27-28
[5] Alpay, Yalın, “Fuat Köprülü’nün Muhafazakâr Ulusal Tarih Tezi Kurgusu”, Muhafazakâr Düşünce, Sayı:38, ss.83-127