[voiserPlayer]
“İslam sadece başörtüsünden mi ibaret?” İlhan Selçuk, bu soruyu zamanında türban sorununu gündemden düşürmeyen AKP’ye yöneltmişti. Tek sorun o muydu? Ülke ekonomisinin içine gömüldüğü faizler ne olacaktı? İlhan Selçuk’un sorusunda örtük bir varsayım vardı elbette: AKP türbanı İslam’la uyum, İslam’a göre yaşama adına üniversitelerde serbest kılmak istemektedir.
Aynı soruyu İran ve Suudi Arabistan gibi otoriter dini rejimlerin hükmettiği ülkelerde devlet zoruyla ve diğer İslami ülkelerde ya baba, ya ağabey ya da koca zoruyla başlarını örten binlerce kadın için de sorabiliriz elbette. Benzer bir soru İslam dünyasında seküler otoriter modernleştiricilere de yöneltilebilir. Modernleşme sadece kadınların giyim kuşamını mı içerir?
İki yüz küsür yıllık Batılılaşma/modernleşme deneyimimiz boyunca “Batı’dan neyi ne kadar almalıyız?” sorusunun merkezinde kadın giyimi nasıl olmalıdır sorunsalı yer almış. Atatürk’ten Rıza Şah’a modernleşmeciler ve onların muhafazakar rakipleri arasındaki mücadelenin en birincil nesnesi kadının giyim kuşamı olmuş. Neden bu böyle? İslam dünyasında modernleşme sürecinde neden kadının giyim ve kuşamı tamamen bir erkek oyunu olan siyasete bu derece malzeme olmuş? Azer Nefisi’nin Tahran’da Lolita Okumak’ını okurken zihnimde mütemadiyen beliren bu ve benzeri sorular…
Kelimenin tam anlamıyla zihinsel bir depresyon hali içine girdim. Kitap bir yolculuğa çıkartıyor okuyucusunu, İran’da kadınların yaşadıklarını yaşattırıyor, yaşadıklarına onların gözü ile bakmasına yardımcı oluyor. Ve her bakışta, her yerine koymada bunaltıyor.
Hayal edin. Bir kadınsınız ve sokak ortasında yüksek sesle güldünüz. Hemen etrafa bakıp devrim muhafızlarından veya basicilerden birisi var mı diye kontrol ediyorsunuz. Zira onlardan birisine yakalanırsanız, çocuk gibi azarlanmaktan korkuyorsunuz. Sebep? O gülüşünüzle etraftaki erkeklerin cinsel iştahlarını artırma ihtimalinizin olması.
Rejim oradadır, en basit bir kadın davranışıyla dahi cinselliği harekete geçirilebilen ve o cinselliği kontrol edemeyen iradesiz canlılar olan erkekleri korumak için vardır. Rejim kadını değil, erkeği korumak için oradadır. Kadın; kayıt altına alınması, kontrol edilmesi gereken muzır bir canlıdır sadece. Kadın başını kapamalı, makyaj yapmamalı, sokakta davranışlarına dikkat etmeli, vs.vs. Azer Nefisi’nin aktardığı onlarca anekdot, rejimin bunları nasıl hayata geçirdiğini anlatıyor. Bu anekdotların kimileri kendine ait, kimileri öğrencilerine…
Azer Nefisi, İngiliz Edebiyatı’nda doktorasını Amerika’da yapar ve ülkesine döner. Tahran’a. Döndüğü yıl devrim olur, hayatı tamamen alt üst edecek devrim. İlk yıllardır. Halen daha devrim öncesi özgürlük ortamı canlıdır. Tahran Üniversitesi’nde ders vermeye başlar. Sonra başörtüsü zorunlu olur. Başlangıçta başörtüsü takmayı reddeder. Bu yüzden üniversiteden ayrılır, kovulur. Uzun bir süre üniversitede veya başka bir kurumda da çalışamaz. Daha sonra pragmatizm ağır basar ve böylece üniversiteye dönebilir. Bir dönem ders verir, ancak tekrar üniversiteden ayrılır.
Bu ikinci ayrılığında farklı bir şey dener. Üniversiteden tanıdığı ve okumaya meraklı 6-7 İranlı kızla bir okuma grubu oluşturur. Okuma parçalarını Batı klasiklerinden seçerler. Jane Austen okurlar. Ve bir süre sonra Vladimir Nobokov’un ‘Lolita’sını…
Grup her Perşembe akşamı Azer Nefisi’nin evinde buluşur ve bir önceki hafta okuduklarını tartışırlar. Tartıştıkları okuduklarının içeriğinden, daha çok okunanların okuyucuda çağrıştırdıklarından esinlenir. Mesela, romanda anlatılanlarda kendilerini görüyorlar mı, romandaki hangi kişi gerçek hayatta kime benziyor gibi.
Nefisi’nin ve kızlarınki bir kaçıştır. Roman dünyasına kaçış. Yaşadıkları hayatın realitesinden kaçış. Zira sert bakışlı, kara giysili bir yabancı gelmiş, bütün hayallerini çalmıştır. Kendi imajında bir İran yaratmış ve Azer Nefisi ve kızlarının hayatlarına kendi doğru bildiği hayatı empoze etmiştir. Konuştukça, okudukça, tartıştıkça gerçek hayatlarını romanlarda görmeye başlarlar. Kendilerini masum Lolita olarak görürler. O sert bakışlı, kara giysili adamı ise Humbert’leri olarak… Annelerinin ölümüne göz yummuş, onları yıllarca yanı başında sadece kendisi için alıkoymuş, o süre için kendi iradelerinin rağmına ırzlarına geçmiş Humbert’leri…
İran’a dair okuduğum biyoğrafi, günlük ve hatıra yazarları arasında Azer Nefisi, hiç tartışmasız İran’daki devrim sonrası inşa edilen rejime karşı en öfkeli olanı. Bu ise beraberinde kuşkuyu yaratıyor. Bu kadar öfkeyle, hatta nefretle dolu bir insan yazdıklarında ne kadar objektif olabilir? Yalan yanlış uydurmalar yaptığını iddia etmiyorum elbette. Azer Nefisi’nin anlattıkları İran’a dair yazılan başka hatıra veya biyografilerde anlatılmış şeylerle örtüşüyor.
Nefisi’nin Tahran’da Lolita Okumak’ı diğerlerinden iki noktada farklılaşıyor. Birincisi bahsettiğim öfke, hatta nefret. İran’da yaşananlar, kendisi ve kızlarının yaşadıkları ile romanlar arasında kurduğu benzerlikler ve yorumlarda devasa boyutta bir öfkeyi ve nefreti hissetmemek imkansız.
İkincisi, İran’da kadın olarak yaşamın zorluklarına değinirken geri kalan ne varsa unutması. Böylece İran’da, devrim sonrasında güzel bir şey olabileceğine dair bütün beklentileri yıkıp geçiyor. Bir ülke gerçekten Nefisi’nin resmettiği kadar kötü olabilir mi? Distopik bir roman gibi. Ancak gerçek hayat hiç bir zaman ne ütopik, ne de distopiktir. Ne tam beyazdır, ne tam siyahtır. Azer Nefisi, İran’ı tamamen siyah gösteriyor, beyaz veya beyaz bulaşarak grileşmiş yerleri unutuyor, böylece oldukça çarpıtılmış bir İran resmi çiziyor.
Daha vahimi ise bir suçlama. Hamid Dabashi’nin suçlaması. İran: Ketlenmiş Halk kitabında dile getirdiği bir suçlama. Dabashi’ye göre Azer Nefisi, Amerika’nın 9 Eylül saldırıları sonrası saldırgan Ortadoğu politikasının mimarlarından Paul Wolfowitz’in danışmanı ve oryantalizmin yaşayan dinazoru [tabir bana ait değil elbette] Bernard Lewis’in allayıp pulladığı, kitabının yayınına destek verdiği birisi. Dabashi’nin iddiası o ki Nefisi kitabını Amerika’nın İran’a saldırı hazırlığı yaptığı bir dönemde kamuoyunu böyle bir saldırıya karşı sempatik hale getirmenin bir parçası olarak kaleme aldı. Mümkün mü? Elbette.
Bu kitabın içeriğine bir itiraz değil. Yazara yönelik, yazarın niyetine yönelik bir suçlama. Azer Nefisi’nin İranlı kadınları ne kadar temsil ettiği de sorulabilir. Şurası da bir gerçek ki İran’da Azer Nefisi gibi hissetmeyen, düşünmeyen kadınlar da vardır. Muhtemelen Azer Nefisi gibi düşünmeyenler, düşünenlerden çok daha fazla. Ancak bu neyi değiştirir ki? Neticede azınlık veya değil, İran’da bir grup kadına tercüman olmuş Nefisi. O grup kadın için “İran’da kadın olmak” ne demek? Bu nasıl bir yaşam yaşamak demek? Nasıl bir his taşımak demek? Bu ve benzeri sorulara bir cevap Tahran’da Lolita Okumak.
Azer Nefisi, Tahran’da Lolita Okumak, Çev. Mefkure Bayatlı, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2003