Londra merkezli düşünce kuruluşu Institute of Economic Affairs (IEA) ve tüketim özgürlüğü savunucusu düşünce kuruluşu European Policy Information Center (EPICENTER), her sene İngiliz ekonomist ve yaşam tarzı ekonomisi uzmanı Christopher Snowdon öncülüğünde şu soruyu soruyor: Devlet, günlük tüketimime ne kadar karışıyor?
Nanny State Index (Dadı Devlet Endeksi – DDE) aslında bu kadar açık birkaç sorunun yanıtını arıyor. 30 Avrupa ülkesi arasında hangilerinde bir bardak soğuk biranın keyfini çıkartırken, güzel aromalı bir e-sigara tüttürürken yahut en sevdiğim hamburgerci zincirinden büyük boy bir menü söylerken daha az zorlanırım? Hangi ülkelerde devlet, tıpkı küçük bir çocuğun dadısı gibi, benim en küçük günlük alışkanlığıma karşı bana parmak sallayarak elimdekini alır? Hangi ülkelerdeyse devlet, beni kendi davranışımın sorumluluğunu üstlenmem için özgür bırakır? İşte DDE, basitçe tüm bu soruların cevabını arıyor.
Ancak 2023 DDE’sini önceki senelerden ayıran çok önemli bir değişken var: Türkiye. Proje koordinatörü olarak görev aldığım Özgürlük Araştırmaları Derneği’nde, bu yıl DDE’ye Türkiye’yi de dahil edebilmek için yoğun bir çaba sarf ettik. Ve sonuç, her ne kadar hesaplamalar incelikle yapılsa da, apaçık şekilde beklendiği gibiydi: Türkiye, 2023 DDE’ye bomba bir giriş yaptı ve açık ara birinci oldu!
Elbette bu gerçeği yorumlarken yukarıda özetlemeye gayret ettiğim soruları somut vakıaya adapte etmemiz gerekir. Türkiye’nin DDE 2023 birinciliği maalesef ki olumlu bir gelişme değil. Listenin en başı, endeksin 4 temel sütunu olan alkol, e-sigara, tütün ürünleri ve fast-food/meşrubat kalemlerindeki toplam regülasyonların, yasakların, vergi oranlarının en yüksek olduğu ülkelerden oluşuyor. Endeksin ilk 10 ülkesi özgür olmayan, ikinci 10 ülkesi az özgür, son 10 ülkesi ise özgür ülkeler olarak tespit ediliyor. Yani DDE’de birinci olması, endeks bağlamında Türkiye’nin 30 Avrupa ülkesi arasında tüketim ve yaşam tarzı müdahaleleri bakımından en az özgür ülke olduğu anlamına geliyor.
Türkiye’nin DDE “başarısı” yalnızca liste birinciliğiyle de sınırlı değil. Türkiye, aynı zamanda 30 Avrupa ülkesi arasında işaret ettiğim dört sütundan üçünde, yani alkol, e-sigara ve fast-food regülasyonlarında da ayrıca birinci durumda. Yani birinciliğini, yalnızca toplam skora değil, her bir alandaki münferit regülasyon “başarısına” borçlu.
Ülkelerin durumunu tespit ederken DDE, her bir sütun için önceden tasarlanmış bazı soruları yöneltmek suretiyle bir puanlama yapıyor. Alkol regülasyonları için temel kısıtlamalar (saat, lokasyon) ve vergi oranları; e-sigara için gümrük yasakları, satış yasakları, vergi oranları, aroma yasakları; tütün ürünleri için tüketim yasakları, paketleme regülasyonları ve fast-food’lar için vergi oranları, satış regülasyonları gibi temel sorular üzerinden ülkelerin puanları hesaplanıyor. Vergiler gibi oransal kalemlerde, benzer şekilde, vergi oranı toplam puana oranlanmak suretiyle endekse dahil ediliyor.
Yani Türkiye’nin “başarısı”, beklendiği gibi olmanın yanı sıra, son derece ince bir hesaplamanın neticesi olarak karşımıza çıkıyor. Elbette bu görece niceliksel açıklamalardan sonra endeksin biz Türklere söylediği temel önermeyi tekrar masaya yatırmalıyız: Türkiye, Avrupa’da tüketim için en az özgür ülke. Yani Türkiye, Avrupa’nın en “dadı” devleti!
Peki Türkiye neden böyle bir pozisyonda? Bu durum, bilinçli bir kamu politikasının neticesi mi, yoksa istenmeyen bir sonuç mu? Buna cevabım “her ikisi de, hem de hiç biri de!” şeklinde olacaktır. Açıklamaya çalışayım;
Türkiye’nin Avrupa’nın “en dadı” devleti hâline gelmesin kamu politikası bakımından iki temel arkaplanı olduğunu düşünüyorum.
Bunlardan birincisi, yaşam tarzı ekonomisi bakımından daha regülatif bir pozisyonda durmanın Türkiye için daha kârlı olabilmesi. Aslında dadı devlet olmanın en bariz neticelerinden bir tanesi budur. Çünkü Türkiye, AKP iktidarının ilk yıllarından beri, kamu politikası bakımından günah vergilerine sıklıkla ve kolaylıkla başvuruyor.
Ayrıca yine AKP iktidarı, başta sigara ve alkol olmak üzere toplumun ekseriyeti bakımından makbul bulunmayan bazı tüketim ürünlerine karşı edindiği ahlaki üstduruşu, iktidarının ilk günlerinden bugüne hiçbir surette zedelenmeden koruyabiliyor. Yani AKP iktidarı, yaşam tarzı ekonomisi bakımından belki de “Türkiye modeli” olarak ifade edilebilecek bir model geliştirmiş durumda. Bu model şöyle işliyor:
1- Halkın makbul bulmadığı bir tüketim ürünü bul.
2- O ürünün tüketilmemesi gerektiğini siyaseten vurgula.
3- Ürünü ağır vergilendirmek suretiyle tüketimin caydırılacağını iddia et.
4- Ürün hala tüketilsin, sen de buradan kolayca vergi geliri elde et.
AKP iktidarı bu modeli şimdiye dek alkol ve sigarada çok başarılı bir biçimde uyguladı. Gelgelelim özetlemeye gayret ettiğim bu model, aslında Türkiye bakımından son derece sui generis özellikler barındırıyor. Çünkü liberal demokratik ülkelerde, aslında modelin birinci öncülden ikinci öncüle dahi geçmemesi gerekirdi. Bunun nedeni, halkın ekseriyetinin makbul bulmadığı bir ürüne erişimin o ürünü tüketen azınlık aleyhine engellenmesinin neresinden bakarsınız bakın ahlaki olmamasıdır.
Etik tartışmanın da ötesinde, tüketim pratikleriyle yasak kartını kullanarak savaşmak, tarihte hiçbir zaman olumlu sonuç vermemesine karşın bu yasakların işleyen bir politika olmadığı defaatle kanıtlanmış bir vakıadır[1]. Dolayısıyla yaşam tarzı ekonomisi bakımından son derece işlevsiz (hatta negatif işlevli), etik bakımındansa son derece ahlak dışı bir kamu politikası yapımıyla karşı karşıyayız. Ancak her iki çıktının da önemi yok, çünkü bu model hiçbir şey değilse bile “kârlı”.
Zira alkol ve sigara, tıpkı benzin veya otomotiv gibi birer Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) kalemi. Hem alkol hem de sigara her yıl 2 defa kimsenin kulağı duymadan sessiz sedasız vergi zammına tabi tutuluyor[2]. Ancak benzinde en ufak bir vergi zammı tüm ülkede haber oluyor, haber kanallarında tartışılıyor. Bunun ardında, elbette iktidarın tesis ettiği “ahlaki üstduruş” bulunmaktadır.
Bu ahlaki üstduruştan kaynaklı olarak, örneğin Türkiye’de alkollü içkilerin tabi olduğu kısıtlamalar aleyhine bir siyaset yapılamamasını, Türkiye’de alkolün “siyasetsizliği” olarak tanımlamıştım.[3] Bu fenomenin yaşam tarzı ekonomisine uyarlanması ise günah vergilerinin daha kolay uygulanabilir olması şeklinde karşımıza çıkıyor. Daha az siyasi masrafla, daha çok ekonomik getiri elde edebileceğiniz bir kalemi vergilendirmek sizce de kârlı değil mi?
Bu noktada, bu ahlaki üstduruşun kırılabilmesi için muhalif siyasetin iktidarın çizdiği siyaset çerçevesinin dışına çıkması gerekiyor. Pek çok düşünür Türkiye’de iktidarın kurduğu bu ahlaki üstünlüğün bir boyutunun kültür savaşı olduğunu düşünse de ben bu konuyu yaşam tarzı ekonomisi bağlamında tartışmanın meseleyi daha anlaşılır kıldığı kanaatindeyim. Zannımca muhalif siyasetçilerin de bir türlü anlayamadığı gerçek bu.
Ancak bu denklemde bazı pürüzler var. Yukarıda Türkiye’nin DDE sonucunu anlamanın iki yolu olduğunu, “kârlılığın” ise bunlardan yalnızca biri olduğunu ifade etmiştim. Ancak bu kârlılık başlığı altında yalnızca sigara ve alkol üzerine tartışabildim. Endeksin önemli bir kalemi olan e-sigaralar, örneğin, bu kârlılık başlığı altında tartışılamıyor. Çünkü yasak durumdalar. Ancak yasal olup, örneğin alkolde olduğu gibi, fahiş şekilde vergilendirilseler iktidar için inanılmaz bir gelir kapısı olmaz mıydı?
Peki ya İsveçlilerin bütün ülkeyi “dumansız hava sahası” yapmasına vesile olan snüsler? Isıtılmış tütün cihazları (THP)? Tüm bunlar, Türkiye kamu maliyesi için çok kârlı sonuçlar doğurabilecek günlük tüketim ürünleri. Ancak bugünkü mevzuatta bilinçsiz hukuk boşluğundan başka bir şey değiller, vatandaşın kıt imkânlarla oluşan ciddi talebine rağmen. Bu da bizi madalyonun diğer yüzüne getiriyor: Türkiye’nin DDE skorunun bir diğer sebebi, bildiğiniz bilgisizlik; hepsi bu.
Biz liberaller, konu Türkiye olduğunda, Ockham’ın Usturası’nı çoğu zaman göz ardı ediyoruz.[4] Bazen, en ağır kamu politikasının dahi anlamı, sadece usturayı uygulamaktan geçiyor. Türkiye’nin uyguladığı bu kamu politikalarının arkasında derin bir “üstün akıl” aramak gerekmiyor, cevap çoğu zaman beklediğimizden çok daha basit: Çünkü bilmiyorlar.
Amacın gerçekten tüketim oranlarının düşürülmesi olduğu bir senaryoda, yasaklamacı politikaların işe yaramadığını gerçekten de bilmiyorlar.
Bu bilgisizlik, Türkiye için çoğu zaman kâr motivasyonunun dahi önüne geçebiliyor. Zira özellikle vergi oranının tahammül edilebilir sınırın çok üzerinde olduğu alkol ve sigara gibi kalemlerde kaçakçılık, Türkiye ekonomisinin en ufak yapıtaşına dahi tüketim etkilerinden çok daha büyük zararlar veriyor.[5]
Bu bilgisizliğin güzel bir örneği 2021 yılının Mayıs ayında pandemi kısıtlamaları kapsamında uygulanan “tam kapanma” döneminde yürürlüğe koyulan 15 günlük alkol satış yasağında gündeme gelmişti. Devlet bu 15 günlük alkol satış yasağı süresinde öyle bir vergi kaybıyla karşı karşıya kalmıştı ki bir sonraki Temmuz ayında kanun gereği gerçekleşmesi gereken “otomatik vergi zammı” bir Cumhurbaşkanı kararıyla yürürlükten kaldırılmıştı.
Bir diğer örnek ise e-sigara özelinde “zarar azaltma cihazları” için uygulanıyor. Türkiye, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişisel tercihlerinden ötürü, AKP’nin ilk yıllarından beri sigara tüketimine karşı ciddi bir savaş veriyor. Gelgelelim geleneksel sigara kullanımına karşı savaş veren tek ülke, ne dünyada ne de DDE’nin 30 Avrupa ülkesi arasında yalnızca Türkiye.
Bu karşılaştırmayı yapabilmek için iki iyi örnek olarak Birleşik Krallık ve İsveç’i ele alalım. Her iki ülke de geleneksel sigara kullanımıyla amansız bir mücadele içerisinde. Ancak bu mücadelenin çıkış yolunun sigarayı yasaklamak olmadığının farkındalar. Bunun yerine, vatandaşı sigaradan çok daha az zararlı alternatiflere yönlendirme yolunu seçiyorlar ve bu politika çok büyük oranda başarıya ulaşmış gözüküyor.
Birleşik Krallık, vatandaşlarını geleneksel sigara tüketiminden uzaklaştırmak için %95 daha az zararlı bir alternatif olan e-sigara kullanımını teşvik ediyor. İsveç ise bir İskandinav klasiği haline gelmiş nikotin torbaları/snüsler[6] ile bu yolu izliyor.[7] Bu durum, her iki ülkenin de DDE skoruna yansıyor, nitekim her iki ülkenin de endeksteki “tütün ürünleri” skoru, “e-sigara” sütunundan daha yüksek bir rakama işaret ediyor. Yani İsveç ve Birleşik Krallık, sigarayı alternatif zarar azaltma cihazlarına göre daha çok regüle ederek alternatif ürünlerin önünü açıyor. Böylece sigara tüketimini azaltmayı hedefliyor ve bu hedeflerinde başarılı da oluyorlar. Oysa tamamen anlamsız bir biçimde 2002’den beri sigara kullanımıyla yoğun bir mücadele veren Türkiye’nin endeksteki “e-sigara” puanı, “tütün ürünleri” puanından daha fazla. Bu demek oluyor ki Türkiye, ya sigara tüketimiyle gerçekten bir mücadele vermiyor ya da basitçe ne yaptığını bilmiyor!
Yazımı, dadı devlet olmanın gerçekten işe yarayıp yaramadığı sorusuyla tamamlamak istiyorum. Dadı devlet politikalarının, günah vergileri dahil olmak üzere vatandaşa intikal eden tek bir siyasi çerçevelemesi var: daha sağlıklı olmak. Ancak endeksin bulguları, dadı devlet skoruyla ortalama yaşam beklentisi arasında hiçbir korelasyon olmadığına işaret ediyor (Şekil-1). (Şekil-1)
Başka bir deyişle, vatandaşın sağlığını düşündüğü iddiasıyla dadı devlet politikaları uygulayan devletler, daha sağlıklı (veya uzun ömürlü) bir toplum elde edebilme amacına bu yolla ulaşamıyor, çünkü arada herhangi bir ilişki yok! Buna karşın endeksin bulguları, 30 ülke arasında ortalama yaşam beklentisi ile ekonomik refah (GSYİH bakımından) arasında doğrudan bir korelasyon bulunduğu yönünde (Şekil-2).
Bu demek oluyor ki her ne kadar dadı devlet politikaları uygulamak bir toplumun daha uzun ömürlü hâle gelmesini sağlamıyorsa da iyi bir ekonomi, bu amaca ulaşmak için daha sağlıklı bir yol olarak gözüküyor. Yani devletler, özellikle konumuz gereği Türkiye, eğer daha sağlıklı bir topluma ulaşmak istiyorsa bunu, temel tüketim ürünlerine ölçüsüz baskılar yaparak değil, ancak ekonomiyi ve alım gücünü güçlendirmek suretiyle yapabilir.
[1] Sözü edilen bu istenmeyen sonuçların en meşhur örneği, hiç şüphesiz 1928 ABD Alkol Yasağıdır (US Prohibition). Detaylı analiz için: Wayne “What are the policy lessons of National Alcohol Prohibition in the United States, 1920–1933?” Society for the Study of Addiction 105 (7), 2010.
[2] Bkz. 4780 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu madde 12.
[3] Eroğlu “İçme Özgürlüğü: Türkiye’de Alkolün Yabancılaşma Siyaseti Üzerine Bir İnceleme” Liberal Perspektif Analiz 21 (2022).
[4] Occam’ın Usturası’nın bilginin keşif metodları bakımından iki temel yaklaşımı olduğu tartışılabilir. Bunlardan birincisi, “basitliğin, en mükemmel sonuçları verdiği”, diğeri ise “basitliğin amacın kendisi olduğu” yönündedir. Bu tanımlardan kanımca ikincisi, yazıda kullandığımız metodolojiye daha iyi uyum sağlamaktadır. Ustura hakkında detaylı değerlendirme için bkz. Domingos “The Role of Occam’s Razor in Knowledge Discovery” Data Mining and Knowledge Discovery 1999.
[5] Bkz. Devletin Alkol Politikalarını İzleme Platformu 2023 Ocak – Mart Türkiye Kaçak İçki Verileri
[6] Snüs, dudakta bekletilmek suretiyle kullanılan, modern bir nikotin torbasıdır. Zarar azaltma cihazları arasında “en az zararlı” olarak kabul edilen snüsler, özellikle duman/buhar mekanizmasına sahip olmaması dolayısıyla başta İskandinav ülkeleri olmak üzere pek çok ülkenin zarar azaltma ajandasındadır. Snüsler, İsveç’in sigarayla mücadelesinin ve dumansız hava sahası politikasının baş mimarları olmuştur. Ayrıntılı değerlendirme için bkz. Clarke vd. “Snus: a compelling harm reduction alternative to cigarettes” Harm Reduction Journal 16 (2019)
[7] Birleşik Krallık Halk Sağlığı Otoritesi NHS’in resmî bildirgesi için bkz. https://www.nhs.uk/live-well/quit-smoking/using-e-cigarettes-to-stop-smoking/