[voiserPlayer]
“Harvard Kennedy School”dan Dani Rodrik, “neoliberalizm” olarak adlandırılan şeyden uzaklaşan bir geçişin ortasında olunduğunu savunmaktadır ve ona göre bu durumun yerini neyin alacağı konusunda büyük bir belirsizlik var. Rodrik’e göre neoliberalizmin zayıflamasının bıraktığı boşluk yakında yeni bir paradigma ile doldurulabilir. Ve yine ona göre bu paradigma ne kadar uygun ve uyarlanabilir olursa o kadar iyidir.
Rodrik; yoksulluk, eşitsizlik, dışlanma ve güvensizlik gibi etken nitelikteki sorunların üretkenlik olarak adlandırdığı sosyopolitik doktrini ile çözülebileceğini iddia etmektedir. Rodrik’in “üretkenlik” adındaki doktrini, ekonomik fırsatların ekonominin tüm bölgelerine ve işgücünün tüm kesimlerine yayılmasını gerekli görerek yeni gelişen ideolojik siyasal iklimi sorgulamaktadır.
Kendi iktisadi doktrininin neo-liberalizmden farkını, büyük şirketlere olan yerleşik şüphe ve devlet ile sivil topluma biçilen roller meselesinde açıklayan Rodrik neo-liberalizmi, küreselleşme üzerinden yerel toplulukları canlandırmak isteyen, finans ile değil de üretim ve yatırım ile ekonomik büyümeyi hedefleyen bir siyasi olgu olarak tanımlar. Kendi iktisadi doktrini olan üretkenliğe uygun olarak teknokratlara karşı daha fazla şüphecilik sergilenmesi gerektiğini ve daha az içgüdüsel olarak da popülizm ile mücadele edilmesini önermektedir. İleri sanayi toplumlarında yaşanan zararlı dışsallıkları en önemli demokratik sorun olarak kabul eden Rodrik, ortaya çıkan yeni sorunların doğasını tanımlayabildiğini iddia etmektedir. Bu sorunlar, daha önce Ulrich Beck tarafından kapsamlı olarak ele alınarak, yeni ortaya çıkan toplumsal formu, “risk toplumu” olarak adlandırılmıştı.
Risk toplumu doktrinine ek olarak Rodrik, dışsallıkların doğurduğu zorluklarla başa çıkmak için gerekli olan yeni sanayi politikası biçimlerini ve tüm unsurlarının nasıl olduğunu irdeleyerek katkı sunabileceğini savunmaktadır. Ona göre bu yaklaşım yeni bir paradigma olarak okunmayı hak etmektedir, çünkü neo-liberalizmin sosyal sonucu olarak görülen iyi iş kavramını sorgulamaktadır.
Rodrik’e göre iyi işlerin ortaya çıkardığı dışsallıklar şunlardır: dışlanma, parçalanmış aileler, uyuşturucu kullanımı, bağımlılık, suç, kutuplaşma, popülizmin yükselişi, karşı tepkiler, hükümet ile uzmanlara ve kurumlara olan güvenin azalması ve göç. Rodrik, firmaların kaç işçi çalıştıracağına, ne kadar ücret ödeyeceğine, ne tür teknolojiler kullanacağına dair kararlarının potansiyel müşterilerin yaşam şanslarını da etkilediğini ileri sürer. Ona göre bir şirket üretim hattını otomatikleştirmeye karar verdiğinde veya üretiminin bir kısmını başka bir ülkeye yaptırdığında toplum uzun vadeli zarar görebilir. Rodrik’e göre bu sorunları sadece bir “dışsallık” veya “koordinasyon hatası” olarak çerçevelemek, üretkenliğin yavaş yavaş azaldığını fark etmemizi engellemektedir.
Rodrik’e göre “üretken dualizm”in üstesinden nasıl gelineceği, zamanımızın temel ekonomik sorunudur. Dualizm kavramı burada karşıtlıkların oluşturucu gücünü anlatmaktan daha çok, aşılamayan, üstesinden gelinemeyen bir çift değerlilik olarak ele alınmaktadır. Dünya üzerindeki ülkeler kalkınma bakımından ele alındığında Rodrik’in doktrininde ülkeleri Kuzey ve Güney yarı bölgeler olarak ayıran dualistik bir söylemin ve buna benzer anlatıların geçersizliği vurgulanmaktadır. Çünkü temel düşünce olarak, Diao’nun düşüncesi ile paralel biçimde, otomasyon ve emekten tasarruf sağlayan diğer yeniliklerin bir sonucu olarak imalat, hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ekonomilerde birçok iş yaratma yeteneğini kaybetmeye sebep olmakta ve buna bağlı olarak ”üretken düalizm”, hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ekonomilerin yerleşik bir özelliği haline gelmektedir.
Rodrik’in gelişmiş ekonomilere yönelik eylemsel tespiti, söz konusu ekonomilerin yatırım çekmek, istihdam yaratmak ve istihdamı artırmak, becerileri geliştirmek, girişimciliği teşvik etmek, kredi ve teknolojiye erişimi artırmak, kısacası açığı nasıl kapatabiliriz ile uğraştıkları şeklindedir. Bu ortak sorunlara yönelik çözüm önerisi ise üretkenlik doktrininin bel kemiğini oluşturmaktadır. O da şöyle: Verimliliğin alternatif yaklaşımlardan ne kadar farklı olduğunu görmek için politika seçeneklerinin göz önünde bulundurulmasında fayda vardır. Bu yaklaşıma başlarken Rodrik ilk olarak, politikaları üretim öncesi, üretim ve üretim sonrası aşamaya ayırarak irdeler ve Ulrich Beck’in “risk toplumu” kuramında var olan dağıtım öncesi/yeniden dağıtım ayrımını çürütür.
Rodrik politik eylemleri ise meta-sosyal politikalar ve sosyal politikalar olarak iki kategoriye ayırmaktadır. Burada düşünürün ulaşmak istediği nihai amaç gelir dağılımındaki eşitsizlikleri dengeleyebilmektir. Neo-liberal küresel sistemde tüm devletler için geçerli olan yapısal sorunları ise ekonomik güvensizlik, eşitsizlik ve yoksul üretkenlik (en tepedekiler hariç) olarak ifade etmektedir. Neo-liberal ileri sanayi toplumunda devletin, ekonomik ve sosyolojik olumsuz yayılmaları toplumun içselleştirmesine yardımcı olmak için firmalara yöneldiğini ve özel bir rol biçtiğini ifade eder. Böylesine zorunlu ve kaçınılmaz bir tercih, sosyal politikaların orta sınıfa odaklanmasını dayatmaktadır. Rodrik’e göre bu tarz dayatmacı bir sistem demokratik değildir ve politika yapıcılarını, ne ürettiklerini, nasıl ürettiklerini ve bu konularda kimin söz sahibi olduğunu değiştirmeye davet etmektedir.
Başlangıçta çok iddialı görünen ve ortaya attığı çözüm önerileriyle kozmopolit liberal devletin tohumlarını saçan Rodrik, ulus devletlerin eninde sonunda yeni türden eşgüdümlü politikalara ihtiyaç duyacaklarını iddia etmektedir. İdeolojik olaraksa yazarın temel saptaması şu şekildedir: Otoriter popülizm ve kutuplaşma, siyasal kamunun niceliksel ve niteliksel olarak gelişmesinin önünü tamamen kapatmıştır.
Sonuç olarak, Rodrik’in yaklaşımını ve ürettiği çözüm önerilerini doğru bulsam da amaçları bakımından ele alındığında gerçeküstücülük olarak nitelendirebileceğim unsurlara rastladığımı ifade edeyim. Paradigma kavramı, bu noktada merkeze oturmuştur. Yalınlık unsurları ile donatılmış bir bilimsel önerme çürütülmeye en elverişli olandır. Üretkenlik doktrini, iktisadi gelişmeyi paradigmal unsur ile gerçekleştirebileceğini iddia ederken kendiyle şu noktada çelişmektedir: bilim felsefesi açısından değerlendirildiğinde paradigmacı ve aynı zamanda yalın bir parlak fikrin etkisiyle, devrimci uzlaşımcı bir doktrin. Şöyle ki, yeni bir düşünce çok zor onaylanır ve kabul edilir. Ben bu noktada bu çokluğu pragmatik bir yöntem olarak doğru ve iyi buluyorum. Sorunları ortaya koymak ve çözüm önerisi sunmak pragmatik olasıcılık açısından demokratik bir eylemdir.
Fotoğraf: Ant Rozetsky