Geçtiğimiz hafta ilk bölümü yayınlanan deprem ve sivil toplum başlıklı röportaj serimizde 6 Şubat’ta Kahramanmaraş’ta yaşanan depremlerin ardından ilk günden itibaren deprem bölgesinde vatandaşların yardımına koşan ve halen bölgede çalışmalarına devam eden sivil toplum kuruluşlarıyla konuşmaya başlamıştık. Depremin ilk gününden itibaren bölgede çalışmalarına devam eden birçok sivil toplum kuruluşu ve meslek örgütü var. 2015 yılında bir sosyal yardımlaşma kooperatifi olarak kurulan ve oyuncu Mert Fırat’ın da kurucuları arasında yer aldığı İhtiyaç Haritası bu kuruluşlardan bir tanesi. UNDP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) tarafından Türkiye’de co-lead seçilen, Maraş depremlerinde aktif olarak kullanılan Afet Haritası ve Bir Kira Bir Yuva projelerini hayata geçiren İhtiyaç Haritası’nın kurucularından Ali Ercan Özgür’e, bölgedeki çalışmalarını, gözlemlerini ve afet döneminin ardından yeniden inşa sürecinde sivil toplumun paydaşlığını sorduk.
Siz Maraş depreminin ilk gününden itibaren sahadaydınız. Bu süreç boyunca sahada, özellikle halkın gündelik hayatında yaşadıklarına dair neler gözlemlediniz?
Ben kendim de Kahramanmaraşlıyım. Aynı zamanda İhtiyaç Haritası’nın kurucularındanım. İlk gün tabii ki de arama kurtarmaya dair makina, teçhizat ve insan gücü desteği talebi vardı. Özellikle akşamları havanın soğukluğundan dolayı da insanların temel ihtiyaçları, su, barınma, ısınma, gıda ve o anda psiko-sosyal destekti. Yardıma gelenler olayın şokundaydı ve kendilerinin de yakınları enkaz altındaydı. Sonraki günlerde ise güvenlik, yani güvenli bir yerde barınma ihtiyacı vardı. İlk zamanlar için bunu söyleyebilirim. Şimdiki süreçte de afet sonrası dediğimiz, özellikle doksan günlük bir süreç var uluslararası alanda da kabul gören. Bu doksan günlük sürece erken yeniden yapılandırma diyebiliriz (early restructuring). Özellikle BM gibi uluslararası kurumların ki Türkiye 4. derece afet ilan etti, bu noktada zaten uluslararası bütün işbirliklerine açık olunan bir dönem. Biz şu an o doksan günlük süreçteyiz diyebilirim.
Deprem sonrasında en çok sivil toplum örgütlerinin bölgede yaptıkları çalışmalar konuşuldu. Siz sahadaki gözlemlerinizi de düşündüğünüzde sivil toplum örgütlerinin yaşadığımız bu afette ne denli etkin olduğunu düşünüyorsunuz?
Oldukça etkili oldu, tabii Türkiye’de sivil toplumun gelişimi uzun yıllara dayanıyor. Farklı alanlardan sivil toplum kuruluşları var. O yüzden oldukça etkili oldu diyebilirim. Özellikle son 10 yılda kurulmuş olan yeni kuruluşlar, eski kuruluşlarla dayanışma ve deneyim paylaşımı halinde oldu. Tıp Öğrencileri Birliği’nden Eczacılar Odası’na ve madencilere, yani meslek örgütleri diyebileceğimiz, gönüllü kuruluşlar diyebileceğimiz, bizim de kurucusu olduğumuz Sivil Toplum Afet Platformu özellikle üç yıldır bu işlevi görüyor. O anlamda sivil toplum hem kendi arasında iletişim ve koordinasyon halindeydi hem de gönüllüleri mobilize etme, destekleri harekete geçirme konusunda Türkiye için iyi bir sınav verdi. Tabii depremi gündemde tutmak da aslında STK’ların görevi bir anlamda. Ama şu anda Türkiye bir seçim sürecinde, seçim sürecinde olunca dolayısıyla farklı gündemler var. Ama yerel yönetimler yine bölgede, sahada. Özellikle sosyal medya ve yeni medya, onları da göz ardı etmemek lazım. Depremi gündemde tutuyorlar, vatandaşların bilgi almasını sağlayan birçok iletişim kanalı var. BM kurumları da bu “early restructuring” kapsamında bölgeye dahil olmaya ve çalışmalara başladı.
İhtiyaç Haritası olarak siz bu afette neler yaptınız? Bir sonraki afetler için bu deneyimden ne tür sonuçlar çıkarttınız?
İhtiyaç Haritası’nın kuruluş sebeplerinden biri zaten 2011 Van Depremi’dir. Özellikle o dönemde de yardımların koordinasyonları konusunda problemler yaşanıyordu. Genel olarak yardımların koordinasyonu bir problem alanı. Bu konu dünyada da bir problem alanı. Benim 20 yıl önce yazdığım yüksek lisans tezim insani yardımların yönetimi üzerineydi. Bilgiye dayalı olmayınca, planlamaya dayalı olmayınca bu alan belirsizlikler içeren bir alan. Elazığ Depremi’nden beridir de İhtiyaç Haritası sisteminde hem diğer şehirlerde hem İzmir’de Bir Kira Bir Yuva diye bir proje geliştirdik. Özellikle afetlerden sonra çadır kentler ve konteyner kentler yerine farklı şehirlerde mevcut boş ev stoklarının kullanılmasıyla ilgili bir proje. O yüzden İhtiyaç Haritası olarak evet eylem planlarımız var, stratejilerimiz var, buradaki bilgi birikimini farklı yerlere taşıma çalışmamız var. Bu süreçte bir Whatsapp hattı geliştirdik, tamamen onun üzerinden depo yönetimini yapıyoruz ve bilgiyi toplayıp onun doğru ve optimize bir şekilde dağıtılmasını sağlıyoruz. Biz kendi adımıza özellikle afetlerin olduğu andan sonraki koordinasyon kısmında yer alıyoruz. Yine 10 yıldır yürüttüğümüz bir proje var, kobilerin afetlere hazırlığı üzerine. Zaten bu alanda bir bilgi birikimi geliştirmiştik. Onu bu deneyimle birleştirip olası İstanbul depremi için veya farklı bölgelerdeki afetler için buradaki öğrenmeleri de yeniden tartışarak, yeni çözümler, yeni fikirler oluşturmaya davam ediyoruz.
Deprem sonrası yeniden inşa sürecinde sivil toplum aktörlerine ne tür bir rol düşmektedir?
Tabii ki yeniden inşa sürecinde sivil topluma rol verilmeli, ben de öyle düşünüyorum. Bu süreçler katılımcı olmalı, bu süreçler planlamaya dayalı olmalı, ortak akılla yürütülmeli, oradaki vatandaşların katılımına da açık olması lazım. Oradaki vatandaşların bu süreçte orada yeniden örgütlenmesine de izin verilmesi lazım. Burada kamu ve uluslararası kurumlar da devreye girecek, onu göz ardı etmemek gerekiyor. Mesela Brüksel’de donör, yani bağışçı ülkelerle Türkiye konferans yaptı. AB ve Türkiye nezdinde yapıldı, oralarda dahi sivil topluma yer verilmiş olması sonraki süreçler için de sivil toplumun rol oynaması gerektiğini gösteriyor. Yine BM kurumları da böyle yapıyor. Biz İhtiyaç Haritası olarak UNDP’nin co-lead’i olarak seçildik. Özellikle bu bağlamda ülkeden veya yerelden, sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte işleri yürütmek için çaba gösteriyoruz. Bu çerçevede kamu ve sivil toplum ortaklığıyla iş yürütmeye de ihtiyaç var.
Sahada karşılaştığınız bürokratik ve hukuki engeller nelerdir? Bu tür engeller sizce nasıl aşılabilir? Sema Karaosmanoğlu’yla yaptığımız mülakatta kendisi mevzuatta gönüllülük kavramının olmamasından dem vurmuştu. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
Her deprem ve afette bürokratik konular oranın durumuna özgün oluyor. Biz aslında herhangi bir bürokratik engelle karşılaşmadık. Orada kamunun kendini organize etmekle ilgili sorunları vardı. O anlamda bizle yer tahsisi konusunda mesela şu oluyor: Yer tahsisi yapılmış oluyor konteynerle ilgili ama işte vali istifa etmiş oluyor gibi süreçler yaşanıyor. Yoksa siz burada görev almayın gibi bir yaklaşım yok. Veya bir izin ya da başka herhangi bir şeyle ilgili sorun yaşamadık. Şöyle ki, 5393 sayılı belediye kanunun 77. maddesi var. Bu madde belediyelerin çalışmalarına gönüllü katılımı içerir. Bugün İstanbul, Ankara, İzmir Büyükşehir belediyeleri bölgede görev alıyor. Yani gönüllü çalışmalarına dair mevzuatlar var. Ama genel olarak şuna katılıyorum. Türkiye’de STK’larla ilgili, gönüllülükle ilgili veya sosyal girişimlerle ilgili bu yeni, özellikle genç nüfusa uygun mevzuat geliştirilebilir. Ama şu anda afetin spesifik gönüllülükle ilgili bir sorun yarattığını açıkçası görmüyorum.